-Kim?!?
+Orta sütun, ooorta sütun!!!
-Neden bozuluyorlar krala?
+Bizim kral, orta sütun orta sütun diye iktidara geldi ve iki buçuk yıl içinde bütüüüüün sütunları hak ile yeksan etti!..
Metin Akpınar ve rahmetli Zeki Alasya “Kral” oyununda orta sınıfın çöküşünü bu dizelerle ifade etmişlerdi. Bugün de benzer durumla karşı karşıyayız. Hem de iki buçuk yıldan daha kısa sürede… 

Peki orta sınıf niçin çöktü? Bence çökmedi. Orta sınıf komple yok oldu. Nedeni yaşanan enflasyon daha doğrusu artık ramağında olduğumuz hiperenflasyon süreci.. Peki nedir bu yaşadığımız ya da yaşayacağımız hiperenflasyon süreci?

Üç yıllık birikimli enflasyon düzeyi yüzde 100’e yaklaşmakta veya yüzde 100’ü geçmekteyse,
·          Hane halkları ellerindeki serveti kıymetli madenler, gayr-ı menkul veya dövizde tutup yerli paradan kaçıyorsa,
·         Ekonomide aktörler değerleri yabancı para cinsinden hesaplayıp fiyat kotasyonlarını döviz kurlarına göre belirliyorsa,
·         Faiz oranları, kiralar, ücretler ve kurlar enflasyona endekslenmişse,
·         Kredili alış ve satışlar güncel fiyatlar üzerinden değil de enflasyonun sebep olduğu satın alma gücünü korumak amacıyla belirleniyorsa bir hiperenflasyon süreci başlamıştır.

Yüksek enflasyonun birden çok sebebi olmasına rağmen hemen hemen bütün hiperenflasyonlar hükümet harcamalarının para basılarak finanse edilmesi sebebi ile ortaya çıkmıştır. Peter Bernholz’un “Monetary Regimes and Inflation: History, Economic and Political Relationship” adlı 2015 tarihli kitabında, Bernholz incelediği 29 hiperenflasyondan (burada temel aldığı Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu’nun tanımıdır, DMD) 25’inin bütçe açıklarının para basarak finanse edilmesinden kaynaklandığı belirtmektedir.  (Peter Bernholz (30 April 2015). Monetary Regimes and Inflation: History, Economic and Political Relationships, Second Edition. Edward Elgar Publishing. ISBN 978-1-78471-763-6.) Önemli olan başka bir nokta da hiperenflasyon süreçlerinin kâğıt para kullanımı ile birlikte başladığıdır.

Teorik olarak hem neo-klasik iktisatçılar hem de parasalcı iktisatçılar hiperenflasyon süreçlerinin limitsiz parasal genişlemeyle bağlantılı olduğunu bildirirler.

Kabaca bir ekonomideki toplam para arzı ile milli gelir ve fiyatlar genel düzeyi arasındaki ilişkiyi anlatır. İsterseniz ilk önce bunu anlatayım:

VM = PY

V = Paranın dolanım hızı; M = Toplam para arzı; P=Fiyatlar Genel Düzeyi (TÜFE); Y = Reel Milli Gelir
Paranın dolanım hızı (V) bir ülkede belli bir dönemde mevcut para stokunun ekonomide kaç defa devredeceğini gösteren katsayıdır. Neo Klasikler bunun normal şartlarda sabit olduğunu kabul ederler. Monetaristlere göre ise paranın dolanım hızı normal şartlarda sabit olmamakla birlikte ihmal edilecek düzeyde dalgalanmalara sahiptir, yani istikrarlıdır. Toplam para arzı (M) hem Neo Klasiklere hem de Monetaristlere göre dar anlamlı para arzıdır, bizim anlayacağımız şekilde vadeli mevduatları ve döviz hesaplarını içermeyen sadece yerli para nakit rezervlerini ve vadesiz mevduatı içeren M1 para arzıdır.

Neo Klasikler hiperenflasyonu bir anomali olarak görürler ve bu sürecin yerli paraya güvenin sıfırlanması ve insanların tasarruflarını yerli paradan çıkarması ile başlatırlar. Paraya güvenin sıfırlanması dolanım hızının artışına yol açar, bu da, para arzı artmadan yukarıdaki denklemin sol tarafının artması anlamına gelir. Denklik gereği sağ tarafın da artması gerekir, kısa dönemde hem reel milli gelir hem de fiyatlar artarken, uzun dönemde sadece fiyatlar artar, yani enflasyon olur. Ancak para arzı aynı miktarda kalmadığı için paranın satın alma gücü düşer. Bu durumda politika otoritesinin iki yoldan birini tercih etmesi gerekir:

Ya enflasyonu düşürecek ve böylece uzun dönemde paranın satın alma gücünü eski hale getirecektir, ya da enflasyonu düşürmeden yeni para basarak paranın satın alma gücünü arttıracaktır. Birinci durum siyasi açıdan maliyetlidir, ekonominin soğutulmasına, durgunluk ve geçici resesyona yol açabilir. Bu sebeple iktidar partisi oy hatta iktidar kaybedebilir. İkinci yol siyasi açıdan maliyeti daha düşüktür. Fiyatlar arttığı kadar para basın, böylece insanların satın alma gücündeki azalmayı telafi edin. Daha fazla basarak bütçe açığı vergi alınmadan finanse edilebilir, memurlara ve asgari ücrete para basarak zam yapılabilir. Ama kaçınılmaz olan şey, uzun dönemde basılan para enflasyonun daha da artmasına yol açar. Enflasyon arttıkça paraya güven düşer, dolanım hızı artar, Merkez Bankası daha fazla para basar ve bu da daha fazla enflasyona yol açar. Süreç böyle devam ederse hiperenflasyon kaçınılmaz olur.

Monetaristler hiperenflasyonun başlangıcını herhangi bir sebepten (bütçe açığını kapatmak, seçim ekonomisi uygulamak, doğal afetlere karşı önlemleri veya savaşları finanse etmek gibi) para arzını arttırma politikası ile başlatır. Bu enflasyon yaratır. Enflasyon arttıkça paraya güven düşer, dolanım hızı artar, Merkez Bankası daha fazla para basar ve bu da daha fazla enflasyona yol açar. Süreç bu şekilde, aksi bir önlem alınmazsa, hiperenflasyona doğru gider.

Her iki görüşün de ortak olarak söylediği nokta, bir kere yüksek enflasyon sürecine girildiğinde, paranın dolanım hızı ve para arzının birbirine bağlı olarak sürekli artış sürecine girmesidir. Ama enflasyon para arzından her zaman daha fazla artacaktır. Bu yüzden uzun dönemde vatandaşın satın alma gücünün, birikimlerinin ve tasarruflarının reel değerinin ve vatandaşın yerli paraya ve hükümete duyduğu güvenin düşmesi kaçınılmazdır. Hiçbir Hükümet kalıcı olarak parasal genişlemeye dayalı bir politikayı sürdüremez. Çünkü bu aynı zamanda kendi bindiği dalı kesmek olur.

Uygulanan tüm bu yanlış parasal ve maliye politikaları Türkiye’nin CDS primi uçmuş durumda. 

CDS primi aslında bir çeşit sigortalama işlemi olarak tanımlanır. Herhangi bir ülke hazinesine ya da şirketine borç verirken o borcun geri ödenmemesi ihtimaline karşı aldığınız sigorta poliçesi olarak da ifade edilir.

Bugün Türkiye CDS neredeyse 900 oldu. Bu tarihi rakam. Küresel mali krizin olduğu 2008 yılında bile emsaline rastlanmadı bu rakamın. Peki ne anlama geliyor? Esasında kısaca İFLAS diyebiliriz. Üretim yapmayan Türkiye nasıl dış borç bulacak? Nasıl ekonomiye can suyu gelecek?

Aslında yukarıdaki cümlelerin hiçbirini yazmama gerek kalmadan (2) cümleyle özetleyebiliriz:

“2003 yılında ücretli çalışanların sadece %9’u asgari ücretliyken bu oran 2017 yılında yaklaşık %22’ye yükselmiştir. Bugün %50’nin üzerindedir.“

“Size soruyorum masraflar çıkınca maaşından bir kilo kaşar peyniri zor alan öğretmenler hangi direğe mensup?”.

Orta sınıfı olmayan toplumda ne demokrasi ne de evrensel hiçbir değer yaşayamaz. Bu da bende üçüncü son cümle olsun.

Ne hoş değil mi?  Hastalığın kol gezdiği, sokaklarda  milletin hıncından birbirini boğazladığı, soğuktan donduğumuz ve içimizi ısıtacak bir tas tarhana çorbasının bile erişilemeyecek kadar pahalandığı Türkiye.

Sayın Başkanım Erdoğan “bize güvenin” diyor. Vallahi güveniyorum. Bu ekonomi politikalarıyla yakında tüm mülteciler gönüllü olarak ülkelerine kaçar, arkalarından da kaçak işçi olarak bizim millet gider.
Millet gider, AK parti çin dert biter.

Hükümetin ekonomi politikalarının iflas ettiği ortada. Enflasyonu düşürmekte, ağırlaşan hayat şartlarını hafifletmekte, cari açığı daraltmakta ve tabi döviz rezervlerini artırıcı hamlelerle yabancı yatırımcı çekmekte; kısaca ekonomik istikrar yakalamakta, seçimler 2023’te dahi yapılsa, manevra alanı kalmamış görünüyor. Geriye eline kalan mümkün olan her şekilde, yarattığı diğer makro ekonomik dengesizlikleri umursamadan büyümeyi “diri” tutmak. Bu sayede en azından seçim zamanı geldiğinde işsizlikte de halka büyük bir darbe vurmadan sandıktan iktidarda kalarak çıkabilmeyi ummak. Ekonomide genel bir refah artışı yaratacak politikalara dönmeden AK Parti adına bu hesapların çalışıp çalışmadığını bol sayıda anket firmasının çalışmalarından aylardır izliyoruz. Bekleyip göreceğiz.

Tabii işin en enteresan acıklı tarafı şu: İktidar el değiştirse ne olur, düzelmesi kolay mı gelinen çöküşün? Bundan yedi ay önce iktidar değişimiyle hızla hissedilecek rahatlama ve makul bir sürede gerçekleşebilecek dengeli bir ekonomik toparlanma, iktidar değişiminde dahi artık yıllarla tanımlanacak aşamaya geldi. 

İktidar değişimi ekonomide düzelmenin olmazsa olmazı, doğru. Ancak müesses yönetimin 20 yılın sonunda mirası olan ekonomik yıkım, ancak uzun soluk gerektiren bir maraton sonucu düzelecek aşamaya da varmış görünüyor. O eski güzel günler bir daha gelmeyebilir. Gelse bile bu ancak çok uzun süre kan kusup kızılcık şerbeti içmekle mümkün olacak. Herkes kendini uzun sert çetin zor mevsimlere hazırlasın.

Hoşçabakın zatınıza. 

Not 1: Tarih sadece aptallar için tekerrür eder..

Not 2: Bir ara, Tansu Çiller’in parti kurarak veya mevcut küçük partilerden birinin başına geçerek aktif siyasete soyunacağı konuşuluyordu. Hanımefendi, hevesinde hâlâ ısrarcıymış. Diyormuş ki; 'Parti kurma fikrinde ısrarlıyım. Benim halkıma vereceklerim var.'

Not 3: “Yaptığın iş değilsin, cüzdanındaki para, sırtındaki üniformanın ya da sana bugüne kadar değer verilmesini sağlayan diğer özelliklerin... Aslında bunların seninle hiçbir ilgisi yok... Sahip olduğun şeyler gün gelir sana sahip olmaya başlar. Sonra ne mi olur? Önce uyuyamamaya başlarsın, ardından çevrendeki her şeye yabancılaşmaya...”
Dövüş Kulübü

Not 4: “Tüketim toplumunda bireyin katılımı ve onuru, sahip olduğu müşteri statüsüne bağlıdır; özgürlük de görünürde sonsuz ürün seçeneklerinden birisini seçmek ve böylece, yine görünürde, bireysel alım kararları verebilmektir.”
Küresel Çarkın Dışında Kalanlar/ Kathrin Hartmann

Not 5: “Hakikate yakın da olsa uzak da olsa insanlar için ‘yokluk’ bedenin biyolojik bütünlüğünün ortadan kalkmasıyla değil, bu dünyanın havasını solurken, suyunu içer, ekmeğini yerken de yapayalnız kalmakla, böyle bir yalnızlıktan duyulan korkuyla başlar.”

Taşları Yemek Yasak/ İsmet Özel

Not 6: “Günümüzde dünya nüfusunun yüzde 10’u mevcut sermayenin yüzde 86’sını elinde bulunduruyor. Bu sermayenin de yüzde 46’sını yüzde 1 elinde tutuyor. Dünya nüfusunun yüzde 50’si kesinlikle hiçbir şeye sahip değil, yüzde sıfır! Neredeyse her şeye sahip olan yüzde 10’un hiçbir şeyi olmayanlarla, hatta geri kalan cılız yüzde 14’ü paylaşanların en şanssızlarıyla bile asla bir araya gelmemeyi neden diledikleri rahatlıkla anlaşılacaktır. Diğer yandan, bu yüzde 14’ü paylaşanların büyük bölümü yüksek olasılıkla pasif gücenme ile sahip oldukları şeyi vahşice koruma arzusu arasında bölünmüşlerdir; özellikle de korkunç bir ‘tehdit’ olarak gördükleri hiçbir şeyi olmayan yüzde 50’ye yönelik sayısız baskıcı engele, ırkçılığın ve milliyetçiliğin de yardımıyla destek vermektedir:”
Gerçek Yaşam/ Alain Badiou

Not 7: RAYLI TOPLU ULAŞIM olan yerlere OTOMOBİL girişi yasaklanır, çevre sorunu çözülür.

Tüm şehirlerde mümkün bunu uygulamak.

Dertleri ÇEVRE değil sadece...

Şu şehir içi ödenen benzin paralarına, her tarafa ray döşenirdi.

Çevrecilik konusunda kamuoyu kandırılıyor.

Not 8: Nebati'den dikkat çeken açıklama

"Devletten yardım alanlar 1 milyondan 4,3 milyona çıktı".

EVRENSEL GELİR sistemine ilk geçen ülke olacağız bu gidişle!

Not 9: KRİPTO PARA MEDYASI da çok kirli!

Bitcoin 60.000'lere yakınken, 100.000-1.000.000 arası hedefler yazılıyordu.

Şimdi ise deniyor ki;

"Bu yükseliş sahte!"

Sahte olsa ne yazar?

Zirveden %70 kayıp var.

Bedava bilgi, kirli bilgi demek. Boş yere çalışmıyor o kadar haber sitesi.

Not 10: California'nın yeraltı suları, eskiyen güneş panellerinden sızan nadir madenlerle kirlenmiş!

TEMİZ ENERJİ, acaba o kadar da temiz mi?

Not 10: KYK borcu olanlar Kılıçdaroğlu’na teşekkür etmeliler. Bir tweetle faizleri sildirdi adam neticede.