Evinin bahçesine ağaç dikmeyen kendini de komşularını da bir sıcaklık adasında yaşamaya mahkûm eder. Sıcaklık adaları yaz aylarında pik enerji talebine yol açar, klima kullanımının bedelini yükseltir, hava kirliliği ve sera gazı salınımını artırır ve sıcak bağlantılı hastalık ve ölümleri çoğaltır.

Sıcaklık adası fenomeni, genellikle şehirlerin onları çevreleyen taşradan daha sıcak olduğu şeklinde tarif edilirse de son zamanlarda bu tarif daha çok şehir içi alanlardaki ısı farkını anlatmak için kullanılmaya başlandı.

Yeni araştırmalar sıcak günlerde aynı şehrin değişik semtlerinde bu farkın 20 dereceye kadar ulaşabileceğini gösteriyor.
Binalar, yollar, üstü açık araç park alanları ve endüstri bölgeleri çevredeki ısıyı artırırken, büyük parklar ve yeşil alanlar serinletici bir etki yaratır.
Baltimore ve Washington gibi şehirlerde yapılan araştırmalarda en yüksek sıcaklık güneş enerjisini emen ve yayan evlerin ve asfaltın bol, ağaçların az bulunduğu semtlerde tespit edildi.
Asfaltın sıcaklığı hapsetme yeteneği beton ve diğer sert yüzeylerden çok fazladır. Çimentodan yapılan kaldırımların pik yaz sıcaklığı 48 ila 67 dereceye kadar çıkabilir.

Evinin çevresini çimento temelli kaldırımlarla döşeyenler yaz için ateşten bir kuşak takmış gibidirler.
Sıcakla bağlantılı hastalıkların en fazla görüldüğü yerler sıcaklık adalarıdır.
İklim felaketi nedeniyle ısı yükseldikçe bu sıcaklık adalarında yaşayanların sağlığı daha çok tehdit altında olacak.
Meskûn yerlerdeki sıcaklığı düşürmek için çareler vardır.
Herkesin başvurabileceği çare ağaç ve bitki örtüsünü genişletmektir.
Daha çok yeşil, daha az asfalt, daha az kaldırım, şeklinde düşünmektir.
Evinin bahçesine ağaç dikmeyen kendini de komşularını da bir sıcaklık adasında yaşamaya mahkûm eder.
Sonunda ölüm bile olabilecek bir akılsızlıktır bu.

Son söz: Bir toplum gölgesinde oturamayacağını bildiği ağacı diken adamın varlığıyla ihya olur.

Narine: Kırmızı Pazartesi romanında yaşanılanlara benziyor masum ve melek Narinin öldürülmesi. Herkes her şeyi biliyor fakat görmezden geliyor köyde, beldede. Anlaşılan o ki Narin yakınlarından biri veya birkaçı tarafından katledildi, bir çok yakını ve tanıdığı tarafından cinayet örtbas edilmeye çalışıldı. Çok ahlar birikiyor çok güzel ve yalnız ülkemde..

Aforizma: İnsanlar, analarının babalarının ölümünü, kaybettikleri maldan daha çabuk unuturlar. O yüzden acımayın, yiyin malınızı. Yarına bırakmayın. Kimse size duacı olmayacak sonrasında; özellikle evlatlarınız; istisnai evlatlar hariç..

Not 1: Enflasyonu düşürmek için talebin kısılması bir zorunluluktur. Ama 85 milyonluk ülkede kimlerin talebi ve harcamaları kısılacak kimlerin harcamaları kısıtlanmayacak? İşte 10 milyon dolarlık uzman sorusu… Cevap elbette ki siyasi tercihlerdir. Enflasyonu düşürmek sadece para politikası ile gerçekleştirilmez, Maliye politikasının da desteği gerekir. Hükümetin israfa varan harcamaları, üretken olmayan sektörlere bol keseden dağıtılan kredi ve teşvikler, rantiyelere tam gaz devam eden servet transferi durdurulmazsa, bebek bezi, ilaç, sigara ve doğal gazdan alınan KDV ile sıkı maliye politikası uygulanırsa enflasyon milletimize çok acı vererek düşürülür. 
Mevcut durumda bir avuç müreffeh azınlık servetine servet katarken, emekçi halk kitleleri en acı ilacı içmekte: Fakirden al zengine ver. Tersine Robin Hood ekonomisi. Hazine ve Maliye Bakanlığının uygulamaları Sayın Cumhurbaşkanımızın çok önem verdiği “fakir fukara garip gurebanın sesi, kimsesizlerin kimsesi” sloganını değil, “yerli yabancı rantiyelerin, istifçi ve haramzadelerin sesi, ensesi kalın göbeği şişlerin kimsesine” dönüşmüş durumda.

Not 2: Benim gençliğimde siyasi iktidarlar hep “İktidar olduk, ama muktedir olamadık!” derlerdi. Uygulayacakları politikaların devletin diğer kurumları tarafından denetlenmesini ve bazen durdurulmasını da vesayet olarak tanımlarlardı. Hamdolsun, bugün siyasi iktidarı denetleyen bir kurum neredeyse yoktur. “Vesayet” ortadan kalkmıştır. Ancak görmekteyiz ki, birçok alanda siyasi iktidar muktedir olamamaktadır. Bunun sebebi nedir? Meşruiyet ve iktidar arasındaki ilişki nedir?

Not 3: Herkesin anlayacağı dille ifade edersek kalabalık gruplardan oluşan insan toplumlarının örgütlenmesini şekillendiren, yönlendiren ve değiştiren yönetim gücü ve kabiliyeti iktidar olarak adlandırılır. İktidar, aktörleri birbirleriyle ilişkili olarak düzenlediği için yapısal biçimler de alabilir: Örneğin, bir efendi ile köleleştirilmiş bir kişi, bir ev sahibi ile onun akrabaları, bir işveren ile onun çalışanları, bir ebeveyn ile bir çocuk, bir siyasi temsilci ve seçmenleri arasında ayrım yapmak gibi… Bu bağlamda iktidar gücü kullanılarak söylemsel biçimler, kategoriler ve dil ile bazı davranışlara ve gruplara diğerleri karşısında meşruiyet kazandırılabilir.

Not 4: Meşru görülen bir otoritenin çoğu zaman güç kullanma hakkı ve gerekçesi vardır. Siyasi meşruiyet, yönetimin temel bir koşulu olarak kabul edilir; bu durum olmadan hükümet, yasama konusunda kilitlenme yaşayacak ve çökecektir. Durumun böyle olmadığı siyasi sistemlerde, popüler olmayan rejimler, küçük ve etkili bir elit kesim tarafından meşru kabul edildikleri için hayatta kalırlar. Bu durumda sistem demokrasiden fiili oligarşiye dönüşür. Kısaca özetleyecek olursak her toplumun yaşayabilmesi için bir iktidara ihtiyaç vardır. Ancak bu iktidarın gücünün kaynağı ve gücünün etki alanı toplumun kabul ettiği kurallar tarafından belirlenir. Bu da meşruiyet olarak tanınır. İktidarı meşru olmayan bir şekilde (askeri güç kullanarak, yolsuzluk ve usulsüzlük yaparak veya dış destekle) elde eden veya elinde tutan yönetimlerin muktedir olmaları zorlaşır. Çünkü iktidarı muktedir kılan şey onun meşruiyetidir.

Not 5: Demokrasilerde halkın rızası iktidarın meşruiyetinin kaynağıdır. Ancak bu yetmez. Halkın rızasını alarak seçilen ve iktidara oturan kişi veya gruplar Anayasa, kanunlar ve hukukun evrensel prensipleri ile çelişen işler yaparsa sahip oldukları meşruiyeti kaybederler. Güç kullanmak sadece siyasi ve hukuki iktidarlara mahsus değildir. Eşkıyalar ve suç örgütleri de güç kullanır. İktidarı ve devleti bunlardan ayıran halkın rızasına sahip olmaları ve hukuka uymalarıdır. Eğer bir iktidar meşruiyetini kaybederse suç örgütlerinden bir farkı kalmaz.

Not 6: Olimpiyatların getirdiği gelirler, bilet satışları, sponsorluk anlaşmaları ve televizyon hakları gibi kaynaklardan elde edilir. Ancak, bu gelirler genellikle yapılan devasa yatırımların ancak bir kısmını karşılar. Çoğu durumda, olimpiyat sonrası yapılan hesaplamalar, yatırılan paranın sadece bir kısmının geri döndüğünü gösterir. Bu da, "milyarlarca dolar para ziyan oluyor" eleştirisini doğrular niteliktedir.

Not 7: Olimpiyatlar, sadece spor organizasyonu değil, aynı zamanda büyük bir PR (halkla ilişkiler) fırsatıdır. Ev sahibi şehirler, dünya çapında tanınmak ve turizmden gelir elde etmek için bu fırsatı kullanır. Ancak, "Onun için varsa yoksa PR" ifadesi, bazen bu PR çabalarının asıl amacı gölgede bıraktığını ve halkın çıkarlarının göz ardı edildiğini ima eder. Zira, büyük maliyetlerin altına giren şehirler, uzun vadede borç batağına saplanabilir ve halkın refahı olumsuz etkilenebilir.

Not 8: Olimpiyat Oyunları, ev sahibi şehirler için büyük fırsatlar sunduğu kadar, büyük riskler de barındırır. Yatırımların geri dönüşü, çoğu zaman beklentilerin altında kalır ve bu da ekonomik zararlarla sonuçlanabilir. Bu nedenle, olimpiyatları düzenlemek isteyen şehirler, yalnızca kısa vadeli kazançları değil, uzun vadeli etkileri de dikkatle değerlendirmelidir.

Not 9: Peki, mezun olduğunda iş garantisi vadetmediği hâlde gençler neden geleceği belirsiz bölümleri okumak için uzak şehirlere gidiyor?
Gözlemlerime göre; bu durumun sebeplerinden biri aileden uzakta yaşama isteği, diğeri farklı ortamlarda bulunma arzusu, bir diğeri de özgürlük.
Bunları alt alta koyduğumuz zaman görüyoruz ki gençlerin meslek edinme, iş bulma ve kendini geliştirme gibi dertleri yok.
Gençlere öğüt verecek olsanız öğüdünüz bile havada kalıyor.

Not 10: Biz insanlığımızı yapalım da biraz öğüt verelim:
1. Üniversite farklı bir dünya gibi görünse de lisenin hemen bir üstü; çok beklentiye girmeyin.
2. Herkes farklı şehirlerden gelse de sınıfınızdaki arkadaşlarınız da sizler gibi. Onları ne abartın ne de küçümseyin.
3. Arkadaşlar arasına zorla girmeye çalışmayın. Olağan akışına bırakın, zaten ortamınız olacak. Her gördüğünüze dost deyip iki gün sonra pişman olmayın, dostluk birkaç günde oluşmaz. Arkadaşlıkta cimri veya savurgan olmayın.
4. Yurt hayatı çok sıkıcı diyerek hemen eve çıkma derdine düşmeyin.
5. Yurtların imkânları eskiye oranla çok daha iyi! Evinizle yurt yemeklerini ve yurt olanaklarını kıyaslamayın.
6. Nasılsa farklı bir şehre gittim, istediğimi yapabilirim diyerek kafe köşelerinde ömür çürütmeyin. O çağlar sizin en güzel çağlarınız.
7. Anne ve babanızın çalıştığı ortamları göz önünde bulundurarak onların gönderdiği paraları makul şekilde harcayın. Başkalarının elindeki pahalı telefonlara özenip kendinizi küçük düşürmeyin.
8. Okurken mümkünse kendiniz de para kazanmanın yollarını arayın.
9. Size değer vermeyen insanları arkadaş edinmeyin.
10. Tecrübeli hocalarla arkadaşlık bağı kurmaya ve onlardan hayat hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışın. Okuldaki projelerde mutlaka görev alın, proje hazırlamayı ve uygulamayı öğrenin.
11. İyilik adı altında faaliyet gösteren yığınlarca sinsi kuruluş var; onlara kendinizi kaptırmayın.
12. Kendinizi geliştirmek için her yolu deneyin ama bir alanda uzmanlık edinin ki mezun olur olmaz iş bulma ya da kendi işinizi kurma şansınız olsun.
13. Yapay zekâ kullanmayı, web sitesi kurmayı, grafik ve tasarım işlerini, fotoğraf çekmeyi, internetten satış yapmayı öğrenin.
13. Sosyal medyayı etrafınıza hava atmak için değil, bir şeyler öğrenmek ve öğrendiklerinizi de uygulamak için kullanın.
14. Dünya ve ülke gündeminden haberdar olun; doğruyla yanlışı ayırt edecek şekilde kendinizi geliştirin.

Not 11: “Biz ölülerimizle yaşarız.” diyor Y. K. Beyatlı. Ölüm eski hüznünü yaşadığımız asırda kaybetse de Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiirinden bir mısra gelip dilime dolanıyor:
“Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor”

Not 12: Cahit Sıtkı Tarancı’nın “OTUZ BEŞ YAŞ” şiirindeki son dörtlüğü unutmayalım:
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Not 13: Hz. Mevlana’dan: Söz, gerçeğin gölgesidir, parça-purçuğudur. Gölge insanı kendine çekerse gerçek, haydi haydi kendine çeker. İnsanı insana çeken, can bağdaşmasıdır, söz değil; söz bahanedir.

Not 14: Özel okullar çok kötü paraya alışıyorlar.
Beni sinirlendiren onların aldığı para değil. Belki öyle alınıyor. Beni sinirlendiren devletimizin işi özel okula sermesi ve işi ona yüklemesi. Bu çok kötü. Çünkü hiçbir kapitalist ülkede hiçbir eski bu özel sektörcü ülkede özel okullara bu kadar yük bindirilmez. Devlet o işi kendisi yapar. Bu iş devletten alınıp özele verilmez…

Not 15: Özel okulların fiyatları 150 bin ile 1 bir buçuk milyon arasında değişiyor. 
Devletin özel okula giden veliyi koruma konusunda bir yaptırımı yok. Özel okullar zam oranlarını istediği gibi düzenlerken özel okullarda öğretmenlik yapan öğretmenlerin maaşları asgari ücret civarında. 600 bin liranın öğrenciden alındığı bir vakıf okulunda öğretmenin maaşı 18-25 bin arasında. Devlet, özel okulda okuyan veliyi koruyamadığı gibi öğretmeni de koruyamıyor. Tıpkı marketlerin kafalarına göre zam yapmasında devletin kontrol mekanizmasının işlenmemesi gibi.

Not 16: Güneş çarığı, çarık ayağı sıkar..

Not 17: Yüzmenin ilginç özelliklerinden biri şudur ki yüzen kişi kendini bütün hastalıklardan ve memnuniyetsizliklerden iyileşmiş hissedebilir ve arzuladığı şeylerden arınmış. Yüzmek sanki ölmek gibi bütün sorunları hâlleder ama sonunda sağ kalırsınız. Yüzerken insan vücudunun doğal eğilimi yüzeye doğrudur ve derine inmek için gayret sarf etmek gerekir -düşünürken de aynıdır.

Not 18: DEPREM kapıda.

Zor ayakta duran binalardaki dairelere 6-7 Milyon değer biçiyorlar. Akıl işi değil!

Not 19: Yaralı çocuk, gelecekte dönüşeceği yetişkini kırılganlaştırır..

Not 20: Yerleşik düzen ve gittikçe artan bolluk, insan karakterinde var olan ama eskiden kontrol altında bulunan birçok olumsuz hasleti ön plana çıkardı: aç gözlülük, aza kanaat etmeme, başkalarına ait olana göz koyma, servet tutkusu, kendisi yan yatıp başkalarını çalıştırma eğilimi, zalimlik...
Ve toplum düzeni değişik bir yapı aldı. Yoksulluk ve zenginlik, eşitsizlik, ırk ayrımı, kadınlara baskı, salgın hastalık, kölelik, savaş ve çağımıza ait diğer kötülükler hayatımızın bir parçası oldu.

Not 21: Helal haram utanma Allah korkusu ahiret inancı antik çağlara ait olgular olarak tarihte yerini edindi Türk milleti nezdinde..

Not 22: MULTİMEDYA devrindeyiz ve millet hala DERSHANEYE gidiyor.

1 hoca, 1 Milyon öğrenciye ders anlatabilir.

Şu sistemi kuran olmadı.

Türkiye çok boş bir ülke.

İnsanı da boş!

Not 23: DÜŞÜK IQ ailelerden doğan çocuklar da, genelde DÜŞÜK IQ çıkıyor.

Nadiren YÜKSEK IQ çıkar.

Ama, nadiren.

O çocuğun da AĞZINA vururlar!

Çünkü APTAL zannederler, kendi 80 IQ'larıyla.

Not 24: Yaralanmayı göze almadığımız yerde vicdan mayalanmıyor. Horlansa, itilip kakılsa veya sarsılsa da bulunduğu hak bildiğinden geri adım atmayan ve mazlumun/masumun safını terk etmeyen insanlar vicdanlı insanlardır. Çünkü vicdan Allah'ın  içimizdeki son sığınağıdır, bir tohumun özü gibi, iyiliğin filizlenebileceği son yerdir.Yalnızca bizim yapıp ettiklerimizden değil, yapmadıklarımızdan ve başkalarının eylemlerinden, eylemsizliklerinden dolayı da hesaba çekiliriz orada. Sustuklarımızdan, görmediklerimizden, başımızı çevirip görmezden geldiğimizden. “Neyi daha iyi yapabilirdim?” suali, vicdanlı benliği daima yoklar.

Not 25: Zarifoğlu ne güzel özetlemiş: 'Bu fâni âlem için beklentiye giren kalbime de kırgınım.'

Not 26: Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme. 
Ülkem yıkıldı heyhat! 
Ordugâhım da yandı. 
Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin, 
Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı. 
İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı. 
Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı. 
O'ndan başka ne varsa yandı, 
Yandık sen ve ben. 
O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.
N.Genç

Not 27: II. Dünya Savaşı bittiğinde Alman düşünür Enrst Jünger şunu söyledi: “Almanlar savaşı kaybettikleri zaman bütün milletler savaşı kaybetti.” Ben de bu söz üzerine şunu ilave ediyorum: “Bütün milletler savaşı kaybetti; fakat irili ufaklı bütün şirketler kazandı.”

İsmet Özel

Not 28: KAYINana, KAYINbaba, KAYINbirader adları kayın ağacından gelir çünkü kayın en hızlı kaynaşan ve birleşen ağaçtır. İyi kaynaşanlara selam olsun..

Not 29: Budalalık;

-Esnek olunması gereken yerde, güç kullanmak,
-Güç kullanılması gereken yerde de, esnek davranmaktır.

| Kelile ve Dimne, Beydeba

Not 30: Uyandığın her sabah sükûnuna
Gökte telaşla süzülen kanatlarla
Daireler çizerek gelen kırlangıcım.
Geceni aydınlatan narin yıldızım.
Sakın gelip mezarımın başında ağlama
Orada değilim. Yaşıyorum hâlâ.
(Mary Elizabeth Frye)