Siyasetin bu kadar çürütücü, oyalayıcı, yorucu, icat edenlerin bile tanımlamakta zorlandığı bir eylem olduğunu bilsek bile gönül yorgunluğumuza çare olmuyor.
Veba gibi… Sanata, basına her yere bulaşıyor.
Mahalleyi aştı, öyle bir şehir baskısı var ki;
“Yaşamın kendisi siyaset” diyorlar.
Bulaşmazsan, “Ot”, bulaşırsan, “Adam”, bayrağını sallarsan, “Militan” diye diye sınıfların içinde sınıflara ayırıyorlar.
Yorulmuyorlar da…
Eskiden mahallede bir kavga olsa; kim haklı, kim haksız şrakkk diye bilirdik.
Canlı MOBESE'ler gibi izlerdik.

Pijamayla çıkılırdı mahalle meydanına kavga etmeye…

Genelde küfür edene kızar, “Hop! ağzını bozma, çoluk çocuk var!” derdik.

Ferasetimiz dumura uğradı uğrayalı, haklı-haksız konusunda zaman zaman kafamız karışıyor.
Karışıyor dememe bakmayın, belki de yalnız benim kafam karışıyor, suç ortağı arıyor olabilirim!
Canımın sıkkın, kafamın karışık olması günah mı?

Bu telaş, bu kavga neden?
Hedonist yaşam için mazoşist olmayı göze alan saçma sapan yığınlara dönüştüğümüzü gerçekten görmüyor muyuz?
Yoksa bu evreni insan kılığında uzaylılar mı işgal etti?
Saçma olanla, gerçek olanın birbirine bu kadar yakın olduğu başka bir yüzyıl oldu mu?
Allah’tan başka herkese çok kırgınım…
En çok kendime…
İzah yorgunluğundan, idrak yoksunluğuna bu kadar yaklaştığım bir zaman dilimi hiç olmamıştı…
Başım da benimle gelecek diye gidemesem de...
Başımı alıp, gidesim var!

Son söz: Çıraklığını yapmadığın işin patronluğunu yapamazsın. Yapsan da yapmaya çalışsan da randıman olmaz..

Not 1: Daha dün Boris Johnson'ın skandallarına şaşırıyorduk; gazetecileri görünce buzdolabına saklanan, halka sokağa çıkma yasağı uygulanırken bakanlar kuruluyla eğlence partilerine katılan başbakan diyorduk hani...
Macron'un hafiflikleri diyorduk, oturduğu koltuğu asla dolduramayan adamın iktidardaki uzun hikâyesinden söz ediyorduk.
Ne dediğini ve ne yaptığını bilmeyen Avrupa siyasetçileri ağzımızı bir karış açık bırakmıştı.
Baltık ülkelerinin yerinden habersiz dışişleri bakanları bile gördük...

Not 2: Biliyorum, dünyanın hâlini eğlenceye çeviren, bankerlerle kurduğu ilişkilerden ötesini düşünmeyen, bir dediği öbür dediğini tutmayan "lider bozuntuları"na elbet kapı kapanır diye umuda kapıldınız...
Yanıldınız!
Operasyon çok açık...
Siyaset önce gülünçleştiriliyor ve bir yandan da ağır biçimde alçaklaştırılıyor, sonra işi bitirilecek...
Küresel elitler işlerini yürütmek için siyaseti ciddiye alan kitlelere de, siyasetin bilinen koridorlarına da ihtiyaç duymuyor.
Yeni tip iktidar örgütlenmelerine geçmek için eski siyaset modelinin "komedi sahnesi"ne çevrilmesini istiyorlar ve epey de yol katettiler.

Not 3: Neden mi?
Çünkü "halkın sözü" aşama aşama tasfiye edilecek...
Seçkinlerin gelecek planı bu...
Halka bağlı ve CİDDİ liderler bu yüzden onların planına bir engel teşkil ediyor...
Bu yüzden ortalık SOYTARILARLA dolduruluyor.
Soytarı bulamadıklarında boşluğu "teknik eleman" veya renkli vitrin figürleriyle kapatmaya çalışıyorlar...

Not 4: Portre sanatı zamanla önemsizleştirildi. Neden? Çünkü portrenin ödevi bir biriciklik yakalamaktır ama "herhangi biri" olmayı yakalamak için fotoğraf objektifi yeterlidir. (G. AGAMBEN / Gelmekte Olan Ortaklık)

Not 5: Gümrük vergisi koymak
Mültecileri sınır dışı etmek
Maaşlara zam yapmak
Vergilere zam yapmak
Bunların tamamı enflasyonu artırır. Şu an Trump 1 ve 2'yi uyguluyor. Ondan borsa düşüyor çünkü yüksek enflasyon, yüksek faiz.

Not 6: TUİK 2024 büyümesini %3,2 açıklamış. Düşük bile açıklamış. Benim kWh cinsinden elektrik tüketimi verisine dayanan analizim büyüme %4 civarında diyor. Bu büyümeyle enflasyon düşmez. Kendimizi kandırıyoruz. Teknik resesyon olmadan enflasyon %20-30 bandına düşmez..

Not 7: Bazı insanların en büyük derdi, gerçek bir derdinin olmamasıdır.

Not 8: İyi ki ayrılığın acısıyla donandı kalbim
Melankoli, bir soğuk pencerenin pervazına
Hayal ipliğiyle dikilmiş sapsarı bir bozkırdı
Melankoli bütün kızlardan kaçan
Taşralı bir mahcubiyetti
Tabii ki eşikleri anladım
Odayı da sokağı da aynı hayranlıkla sevdim
İyi ki can sıkıntısı yamanın kapılarını açtı
Yalnızlığı sevecek kadar çok kitap okudum iyi ki
Güzel dostlarım oldu ama hep tenha yürüdüm
Ölülerimle konuşacak yaşa geldim.

Not 9: Bir yalnızlık ki gölgesi ansız
Bütün seslerin dışında
Bütün zamanlarla yaralı
Taşa dönmüş bir iç çekiş
Annesiz babasız lambasız
Bir gözyaşı akşamı
Yarasalar avlusunda
İçimize bağırıyoruz:
Ölüm ile ayrılığı tartmışlar

Not 10: İnsan
Ölülerin bıraktığı inceliklerin
Hiç olmazsa birazını
Yaşayanlarda görmek istiyor
Ne acı bir umut
Kalan hayatını da
Bunun olmayacağını öğrenerek geçiriyor.

Not 11: Akıl yalım gibidir, canlı kalabilmek için kendi özünü yer.

Not 12: Ben görmesem ne, görmesem ne
Kandil sönecek bir gün
Ama dünyamızda ateş böcekleri hep yanacak..

Not 13: Şimdi oturmuşum, karşımda TV var, bir yandan da kanallar arasında dolaşıyorum.
Hemen hepsi yeme içme alışverişine, kasa önü kuyruklarına, çarşı pazara kamera tutuyorlar.
Adını da "Ramazan telaşı" koymuşlar, bu telaşın haberlerini yapıyorlar.
Diyelim ki, hiçbir şey bilmeyen biri bunları izledi; ramazan ayından ne anlar, söyleyin bana...
"Oruç"un öne çıkacağını bildiğimiz ay için sürekli neler yenilip içilecek, neler tüketilecek hesabı yapılıyor, başka bir şey akla gelmiyor.
Neden?
Çünkü içine sıkıştığımız kalıpları bir türlü değiştiremiyoruz.
Asıl sıkıntı burada...

Not 14: Geçen gün bir karikatür gördüm.
Maalesef kimin olduğunu not etmemişim.
Şaşkın şoför girdiği yolda karşısına çıkan kişiye diyor ki: "Hayatıma yeni bir yön vermek istiyorum"
El kolla bir şeyler gösteriliyor elbette ama şu da söyleniyor: "İleride bir daha sor abi..."

Not 15: Öyle bir ben var ki içimde artık benden gizli değil, apaçık ve tutarsız. Kimsenin söylediği şey olmadığı, aşırı samimiyetsizliğin aşırı samimilik olarak yaşandığı. Muhalif seçmenlerinin oylarıyla seçilen vekillerin güç karşılığında iktidar partisine geçmesindeki görülen apaçık bir tutarsızlık bile kolayca hazmedilebiliyor. Dün eleştirdiğine bugün övgüler düzenler, siyasetçi olmanın doğal bir sonucu olarak kabul ediliyor. Kazıklamanın kâr etmenin yerine geçmesi gibi. Öğrenci, hasta, okur, vatandaş, seçmen, herkesin müşteriye dönüşmesi de... Devletler şirketleşirken partiler de neden bir şirket gibi yönetilmesin.

Not 16: Tüketim toplumunun anlayışının tersi olarak Yunan filozoflar, özgürlüğü insanı boyun eğdiren ve onu pasif hale getiren arzuların veya iştahların alanı olarak görmüyordu. Bugün özgürlük, arzuların tatmini olarak anlaşılıyor. Halbuki Nietzsche'den ve Freud'dan biliyoruz ki, özgürlük olumlu anlamda bir güç arzusudur, hayatta kalma iradesini üreten. İradesini ve gücünü otoriteye havale etmiş, bu yüzden akla gelecek her şeye, kumara, uyuşturucuya, sosyal medyaya, işe, bilgisayar oyunlarına, sigaraya, kahveye, şuna buna bağımlılıklar geliştiren insanlarla dolu bir dünya.

Not 17: Bugün Trump gibi liderler örneğinde görüldüğü gibi, aslında her tür sapkınlık evcilleştirilerek kabul edilebilir hale getiriliyor. Üstelik bu muhafazakâr bir kimlik içerisinde gerçekleştiriliyor. Yeter ki doğru bir amaç için yapılsın, öldürmek ya da yalan söylemek kabul edilebilir. Ülke çıkarımız için Almanya'da Neo Naziler iktidara gelsin, Çin'in ekonomisi çok büyüdü, öyleyse nadir elementler için bir kıtayı işgal edebiliriz, göç sorununun nedenleri görmezden gelinip bütün göçmenler suçlu ve istenmeyen ilan edilsin. Muhalefet ortadan kaldırılsın, demokrasi iyi bir şey değil, aile değerlerimiz için ötekiler yok kabul edilsin. Kendini otoriteye kurban etmekte ve tüketmekte sonuna kadar özgürsün.

Not 18: Tüketim ve gösteri toplumu, "Zevk al!" emriyle, referans noktalarını ve değerleri ortadan kaldırdıkça, insanın anlam ve değer üretme kapasitesi de zayıfladı. Para ve ün beklentisi olmaksızın yazmanın, araştırma yapmanın, siyasete girmenin nasıl bir anlamı olabilir ki? Aslında, şimdi tam da böyle kişilerin varlığı bir bir ortaya çıkacak. Çünkü ne olursa olsun, Kristeva'nın Winnicott'a referans vererek yazdığı gibi, dış istilaya karşı savunma olarak yaratılan sahte kendilikleri geri alacak içsel bir isyan kaçınılmaz. İçgüdüsel arzu ve dış gerçekliğin ikiz tiranlarına karşı mücadele eden özgür bir iç dünya, dünyayı değiştirecek tohumları içinde taşıyacak.

Not 19: "Bir küçük tohumda iletilen aşk"la "Sevginin soydan soya sürmesini" dileyen Turgut Uyar'ın "Yangın Toplantısı" adlı şiirinde yazdığı gibi, "Sevmek bir bütün nereden baksan"... Ayrılık da sevdaya dahil..

Not 20: Hassas ruhlara dünyanın sunduğu tek şey acı ve ızdırap..

Not 21: Yıllarca süren yıpratıcı savaşın ve Rusya'nın sivillere ve kritik altyapıya yönelik rutin saldırılarının ardından Ukrayna'da bir savaş yorgunluğu olduğu kesin. Ancak Ukraynalılar da neyin tehlikede olduğunun farkındalar. Şubat 2022'de neredeyse herkes birkaç gün ya da hafta içinde Rusya'nın baskısı altında kırılacaklarını varsayıyordu. Ancak şimdi, üç yıl sonra, Rusya Ukrayna topraklarının yalnızca yaklaşık %19'unu kontrol ediyor. Üstelik Ukrayna, Rusya'nın Kursk bölgesindeki toprakların kontrolünü de ele geçirmiş durumda.
Ukrayna için varoluşsal riskler söz konusuyken, Avrupa'nın geri kalanı için de çok yüksek riskler söz konusu. Eğer bir ABD başkanı küstah bir saldırganlık eylemini tanımayı reddetmekle kalmaz, aynı zamanda kurbanı boyun eğmeye zorlarsa, NATO'nun temsil ettiği pek çok şey duman olup uçma riskiyle karşı karşıya kalır. ABD yine de Baltık ülkelerini ya da diğer savunmasız NATO üyelerini savunmaya gelir mi?
Ve riskler sadece Avrupa'ya ait değildir. NATO'nun Asya'daki ve başka yerlerdeki güvenlik garantileri ve ittifakları ne olacak? Eğer ABD Ukrayna'yı savunmak istemiyorsa, Tayvan'ı gerçekten savunur mu?
Önümüzde kritik günler var. Küresel istikrarsızlığın yeni ve güçlü bir kaynağı olan ABD hükümeti artık hesaba katılmalıdır.

Not 22: Birçok otoriter rejim lideri, sanıldığının tam aksine zayıf, başarısız, beceriksiz ve öz güveni düşük olabilir. Fakat bu kişiler, “iktidarlarına tehdit arz edebilecek” herkesi hiçbir ahlaki ya da hukuki sınır tanımadan kontrol altına alırlar. Potansiyel rakiplerini satın alma, tehdit, şantaj, hapis, sürgün veya öldürme yoluyla etkisizleştirirler. Böylece ülkedeki en güçlü, en başarılı, en becerikli, en karizmatik kişiymiş gibi görünmeyi başarırlar."

Not 23: Kuzey Kore, Venezuela, Nikaragua, Küba, Kongo, Çad, Eritre, Burundi, Sudan, Türkmenistan, Tacikistan gibi diktatörlüklerde halk, bir yandan hukuksuzluklarla bir yandan fukaralıkla pençeleşiyor.
Zorba yöneticilerin, üzerinde oturdukları tabii kaynakların satışından gelen paralara yaslanarak saraylar, stadyumlar, alışveriş merkezleri, oteller, gökdelenler diktiği Afrika ya da Orta Asya diktatörlüklerinde gözlemlenen sözüm ona “gelişmenin”, yönetim tarzıyla bir alakasının olmadığını izah etmeye gerek yok.
Zorbalığın ülke idaresinde ne kadar işe yaradığı, tabii kaynaklar tükenince görülecektir.

Not 24: Otoriter rejimlerin, kalkınma ve refah üretme açısından “aslında iyi olabileceğine” delil olarak en çok Singapur, Malezya, Güney Kore ve Çin’i örnek gösteriyorlar.
Peki bahse konu uzak doğu ülkelerinin müspet ekonomik vaziyetleri, gerçekten otoriter kalkınma modellerinin çalıştığının bir ispatı sayılamaz mı?
Malezya ve Çin’in zengin yer altı kaynakları var ama Singapur’un ve Güney Kore’nin kayda değer tabii kaynakları yok.
Acaba bu ülkeler kalkınabilmelerini, orta gelir tuzağından kurtulabilmelerini, zenginleşmelerini eli sopalı yöneticilerine mi borçlular?
Yoksa başka faktörler mi söz konusu?
En azından otoriterlik kalkınmaya mâni değil diyebilir miyiz?

Not 25: Üniversite bir Ortaçağ kurumudur..

Not 26: Nice insani erdemler vardır ki bir kez işlendiğinde muhataplarına geceleyin gökyüzünden yıldızlar misali göz kırpar. O gün dedikleri muhtemel kuşağı belimize sarıp sokağa çıktığımızda dizimizdeki derman artıyorsa bize bahşedilen ömrün kumaşını doğru yerden tutuyoruz demektir.

Not 27: Kavramların ve alışkanlıkların aşınmış dünyasında boşa dönen değirmen taşları gibi kıvılcımlar saçmanın alemi yok. Kişi ki ‘ o gün’ bilgisinin sonsuz açıklığında kendi maneviyatının şiirini arayabilir. Bunun için de mutlak kalıplara ve standart kanaatlere gerek yoktur. Gerçekten her bir insanın o günü gelip çattığında önemli olan kişinin ne olarak onu karşılayacağıdır. Korkularla ve muğlak kabullerle değil bilmenin güveni ve duymanın içten memnuniyetiyle hayata katılmak sonra da o gün gelince sessizce gülümsemektir en iyisi. Oluş yüce bir şeydir çünkü.

Not 28: Dünya gittikçe neredeyse ilkel ve pagan devirleri aratmayacak bir tünele doğru hızla yol alıyor. Para, kaba güç ve maddi alem tasavvuru akla hayale gelmedik ilahiyatlar üretiyor. Bütün bunlara rağmen insan şiirin dert edindiği bir varlık olarak aramızda dolaşıyor. Varlığın ırasından yol alarak sonraki hayat bileşenlerine açılan ve bunu ait olduğu dilin çizgisinde kalarak tarih ve toplumla ilişki kurabilen şairin gereklilik derecesi yüksek. Orada, burada, şurada diye dört dönüp gün geçirmek eğlenceli olduğu kadar uyuşturucu etki de yapabilir kimi heveslilere. Bu görüntüyü mutlak kabul ederek yazıp çizenlerin esenliği ise elbette onlar kadar canlı olacaktır. İnsanın ve hakiki sanatın toprağı ise her zaman ıssızdır.

Not 29: Duman gibi kararsız, süzülsem de göklere / Hayat bulmak isterim, yaşayan gönüllerde.

Not 30: Diyorlar ki, günümüz insanı sosyal medya ortamında öyle bir hâle gelmiş ki, onca takipçi, onca beğeni, onca iletişim onun yalnızlık hissini ortadan kaldıramıyor, hatta yoğunlaşmasına yol açıyormuş...
Kızmayın ama fazla "lacivert" tezler bunlar...
Çok gönül çalıcı...
Gerçekteyse öyle olmuyor.
Kimsenin sosyal medyada yalnızlık hissine kapıldığı falan yok...
Dijital mesafe üzerinden somut hayatta olamayacak kadar fazla insanla temasa geçmek çoğu kişiye pek hoş geliyor.
Olay bu kadar zaten...
Oysa insanın "yalnız" olduğunu anlaması için şöyle bir durması, durup kendine bakması gerekiyor.
Var mı böyle durabilen?
Kendine bakan ve gördüklerinden kaçmayan kaç kişi?

Not 31: Elon Musk memurlara yaptığın işi anlat, yoksa istifa etmiş sayılırsın diye mesaj göndermiş. Bunu Türkiye’de yapsa kaç istifa olurdu acaba? Bence en az %50..

Not 32: İnsanların yaptıkları en büyük kötülük helâlin helâl, haramın haram olduğunu bilmiyormuş ya da biri diğerinin yerine ikâme edilebilirmiş gibi davranmalarıdır. 

İsmet Özel

Not 33: “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadınlar, güzel koku, gözümün nuru namaz.” (Hadisi Şerif)

Not 34; hiçbir terzi, elindeki kumaşın bitmesini istemez. hiçbir fırıncı, deposundaki unun tükenmesine sevinmez. şehit cenazeleri, Türkiye'deki bazı kesimlerin tek sermayesidir. hiçbir ticaret erbabı, elindeki sermayenin kaybolmasından keyif almaz. panik ve öfkenin sebebi budur.

Not 35: sekülerlerin içinde kalıp zihniyetlerini görünce "ulan benim ne işim var burada?" diyorum. muhafazakârların içinde kalıp zihniyetlerini görünce "ulan benim ne işim var burada?" diyorum. ömrüm "ulan benim ne işim var burada?" sorusunu sormakla geçiyor.

Not 36: “Başımı alıp, gidesim var!” derdi bazen. Aldı başını gitti rahmetli Anam..

Not 37: Kudretli iken mütevazi olmanın anlamı vardır.
Dilenci mütevazi olsa ne olur, olmasa ne olur.
Kudret ve mütevazilik yan yana gelince şahane bir ikili olur.

Not 38: Kimsenin girmediği ormanda yaprak düşerse, düşmüş müdür!

Not 39: tanrıya inanan adam olmak kolay,
asıl zorluk tanrının inanacağı adam olmakta .

Not 40: Gazeteci Nedim Şener, Bahçeli ile konuştuğunu söyledi, doğrudur yalandır bilemiyorum. Ama konuşacak durumdaysa Sayın Erdoğan niye ziyaretine gitmiyor? Başka söylentiler de var. Ankara kulislerinde , ”Bahçeli kalça kemiğini kırmış, ayrıca kalp kapakçığı ameliyatından dolayı da cihaza bağlı bitkisel hayat da olduğu. Bir daha aktif siyaset yapamaz” şeklinde konuşuluyor. Ancak benim görüşüm ve dileğim kısa sürede sağlığına kavuşup görevinin başına dönmesidir.
Bu söylentilerin hangisi gerçek hangisi değil önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Ama belli ki, MHP’de bir liderlik yarışı olacak, Bahçeli sonrasının ekibi kurulacak. Siyasi kulislerde çok adaylı bir kurultayın ufukta olduğu konuşuluyor.
Anlaşılmaz olan Bahçeli’nin durumunun halktan saklanmasıdır. Tarihimizde de bazı vefatlar yönetimde veya askeri seferde savaşan askerin morali bozulmasın kaos olmasın diye saklanmıştır. Böyle durumlar da bazı ölümler saklanabilir, Kanuni Sultan Süleyman gibi. Fakat Bahçeli’nin ki öyle değil. Hastalığının gizlenmesinin anlamı yok. Bu ketumluk, iddiaları doğrulmaktan başka şeye hizmet etmiyor.
Bahçeli'nin bir resim veya canlı bir beyan bile vermemesi en azından durumunun ciddiyetine dair iddiaları doğruluyor.
MHP ile CHP bu ülkenin en kurumlaşmış partileri. İkisinin de sağlam kökleri var, temennim misyonuna ve tarihine uygun bir yönetimin iş başına gelmesidir.

Milliyetçiler bu ülkenin sigortasıdır. Lakin bugün o sigorta bozuldu. Ağzı olan ülkeyi nasıl paylaşacağını konuşuyor. Bölünme projesini uygulamaya koyanlar, MHP’nin işlevsizleştirilmesiyle o kadar rahatladılar ki, artık kimse önümüzü kesemez diye düşünüyorlar.
Gördüklerimiz hançer olup yüreğimize saplanıyor.
Temennim Türkmen beyi Bahçeli’nin şifa bulması ama görünen MHP’yi Bahçeli'siz günlerin beklediğidir. Umarım MHP yeni bir yönetim yeni bir anlayışla aslına rücu eder.

Not 41: 1 Mayıs kutlama geçidinde yaşlı bir adam “Bana bahşettiğin mutlu çocukluk için minnettarım yoldaş Stalin!” yazan bir pankart taşıyor. Parti temsilcisi yaşlı adama yaklaşır ve “Ne bu? Parti’yle dalga mı geçiyorsun. Senin çocukluğunda yoldaş Stalin’in henüz doğmadığı çok açık.” Yaşlı adam cevap verir, “Ben de bu yüzden ona minnettarım.”

Not 42: Hâkim, kahkahalar atarak mahkeme salonundan çıkar. Meslektaşı sorar, “Niye gülüyorsun?“ Gülmekten gözleri yaşaran hâkim cevap verir, “Az önce mükemmel bir anekdot duydum.” “Anekdot mu? Anlatsana.” “Deli misin! Az önce o anekdot yüzünden adama on yıl verdim.“

Not 43: Gardiyan siyasi mahkûma sorar, “Kaç yıl yedin?” Mahkûm, “On yıl.” Gardiyan, “Ne yaptın?”, “Hiç.” Gardiyan: “Yalan söyleme şimdi. Hiç’e sadece beş yıl veriyorlar.“

Not 44: Bir gün Stalin, Urallardan gelen bir maden işçisi heyetini ağırlar. İşçiler gittikten sonra piposunu arar, bulamaz. KGB’nin başı Lavrentiy Beria’yı arar, “Lavrentiy Pavlovich, şu işçiler gittikten sonra pipom kayboldu.” der. Beria, “Baş üstüne Yosif Vissarionovich [Stalin’in asıl ismi], derhâl gerekli önlemleri alıyorum!” On dakika sonra Stalin önündeki çekmecelerden birini çeker ve pipo orada durmaktadır. Pipoyu yakar, bir nefes çeker. Dumanı üfleyip halka yapar ve Beria’yı tekrar arar. “Lavrentiy Pavlovich, pipo bulundu.” Beria cevap verir, “Çok yazık. Hâlbuki hepsi itiraf etti.”

Not 45: Sovyetlerde bir adam televizyonu açar. Brejnev konuşmaktadır. Başka bir kanala geçer. Onda da Brejnev konuşmaktadır. Başka kanala geçer, onda da Brejnev. Bir daha kanal değiştirir. Bir KGB görevlisi ekrandan seslenir: “Kanal değiştirip durma!”

Not 46: Güneşi tutamadım
Bir soluk alamadım
Umuttu, sevinçti yarının adı
Ben dünlerde kaldım
Üstüme çöksün de dağlar ve taşlar
Günahım beni sarmasın
Bilirim yalandır, biter bu rüya
Gözlerim onda kalsın..

Not 47: “Bir sabah bir güvercin boynu bükük ve yaslı
giden savaşçıların ardından ağladı, ağladı
Çelik yürekleriyle eğilmeden yıkılmadan
gidenlerin ardından ağladılar ağladı.
Solmayan umutlarla kuşatarak dünyayı
kazıyıp gökyüzüne bitmeyen sevdayı.
Çelik yürekleriyle eğilmeden yıkılmadan
gidenlerin ardından ağladılar ağladı.”
(Ahmet MERCAN)

Not 48: Çözüm süreci değil aslında. Türkiyelilik. Bunun da başarılı olması için 15 Temmuz'dan sonra devletin adını koymadığı sıkıyönetim uygulamasını bırakması, ülkücü milliyetçi kadrolarını tasfiye etmesi, en sonunda da genel affı çıkarması lazım. Bunların hepsini sırasıyla yapacak. Bunlar elinde olan şeyler zaten. Yalnız devletin elinde olmayan bir şey var. Halkı Türkiyeliliğe ikna etmek. Onun böyle bir kadrosu yok. Bu algıyı Rasim'le, Furkan'la, diğer AKP'li trollerle yapamazlar. Bunu başka bir adamla yapmaları lazım. Devlet, uzun süredir bunu yapacak, Türkiyeliliği ve küreselleşmeyi halka sevdirecek birini arıyor. Bulabilir mi? Zor. Çok zor. Bu algıyı yapacak güçte birini kimse kontrol edemez. Türkiyelilik konusunda ABD'nin, devletin yaşayacağı tek sıkıntı bu olacak. Halka bunu kabul ettirecek, onu buna sevdirecek bir kadro bulmak.

Not 49; markette bir çocuk, annesi brokoli almadığı için ağlıyordu az önce. Cips değil, çikolata değil, meyveli yoğurt değil, brokoli istiyor. En az Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan çıkışı kadar çarpıcı bir gelişmedir bu bence.

Not 50: “Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam; ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın.
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.

Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.

Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın, ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte, yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.”
(Konstantinos Kavafis/Kent)

Not 51: Geride eski şarkılar kaldı sadece masalara çizdiğimiz. (…) Geride bir ömür kaldı yarım bıraktığın / Hani güzel günler gelecekteydi Edip abi / Hani beyaz arabamız, bir İmpalamız olacaktı.
Ruhun şad olsun Edip abi..

Not 52: Ne menekşelere bakan adamlar kaldı ne de yarınlar güzel oldu. Sadece her iyi şey; iyi niyet, iyi dilek hatıralarda kaldı. Herkeste ağır bir nostalji hastalığı baş gösterdi. Ne gençlik ne de genç kaldı. Ağır bir unutkanlık, sarsıcı anımsamalar arasında deveran eden bir hayat elde kaldı.

Not 53: Adaletin buharlaştığı bir yerde her şey sıradanlaşır, berraklık kaybolur ve hikmet toplumun her kesiminin elinden uçup gider. Yerine düşünmeden sadece popüler olana, çoğunluğun ve gücü elinde bulunduranların meşruluk ya da had dayatmasına kayıtsız, şartsız uyup kalabalıkta kaybolup gitmeyi tercih ediyorlar. Güç sahipleri ise artık kendi keyfiyetlerini genele dayatmak için her türlü sansür, keyfi tutuklama ve kitlesel gözaltı, gerçeği manipüle etmek veya uydurulmuş gerçeklik dayatmak vb. şeyleri devletin yönetim sanatının/saltanatının olağan araçları haline getirirler.

Not 54: Tamam! Trump ve ekibinin çok rahatsız edici bir üslubu var...
Ama esas dikkatiniz, bu ekibin zaman kalmamış gibi davranmasına odaklanmalı...
Hemen sonuç almak için hızla "av"larının üzerine saldırıyorlar sanki...
Ve şunu da göreceksiniz...
Bu ekip bir geçiş misyonuyla orada...
Dünya kasesini içindekilerle birlikte sallamak istiyorlar.
Hesapları bu ve tam da bu yüzden onlarda diplomatik nezaket, uluslararası ilişkiler üslubu falan aramayın...
Güçsüze güçlüymüş, parasıza paralıymış, yenilmişe yenmiş gibi davranmak onları ilgilendirmiyor.
Kabalık derecesinde saydam olmayı seçtiler, vakitleri yok!
Bu yüzden tavırlarına YIKICI BERRAKLIK diyorum.

Not 55: Akıl artık istenmez olmuş, ölçüp biçmek, gerçeği kavramaya çalışmak ihanete eşit mana kazanmıştı. (TARIK BUĞRA / Firavun İmanı)

Not 56: İnsanlar gelir geçer hayatımızdan ama en çok, bize  özen gösterenleri hatırlarız. 

Sessiz oturabildiklerimizi, bir acının yanı başında beraber kalabildiklerimizi, acziyetimize tanık olduklarında yüzümüze vurmayanları hatırlarız.

Not 58: Bir Rus atasözü var.
"Karşıdan iki kişi geliyor sandım, adamla karısıymış meğer"
Her şeyin özeti bu aslında.

Not 59; Kimse kimseyi beğenmiyor ve üstelik kimse kimsenin iyiliğini de istemiyor.
Sebebi olsun ya da olmasın, paçasından aşağı çekmek için ellerini uzatmış bekliyor.
Can Yaman, uzun zamandır İtalya’da yaşıyor. Orada TV programlarına çıkıyor ve orada iş yapıyor.
Şimdi, Mısır'da çok ünlü bir firmanın reklam yüzü olmuş.
Alay ediyorlar sinsi sinsi.
Biz kıymetini neden bilememişiz de, el alem kıymetini nasıl olmuş da bilmiş.
Adam gitmiş, işini gücünü dışarıda yapıyor, 
Ne istiyorsunuz ki.
Gayet de yakışıklı.
Kimse ile alıp veremediği yok.
Ama siz kötüler.
O sinsilik, o sebepsiz çekememezlik yüzünüze yansıyor.

Not 60: 2025 çok sert bir yıl olacak...
Bu kesin!
Her ay ortalık biraz daha kızışacak...
Bizi ayıltmak yerine sürekli uyuşturan "uluslararası ilişkiler" meseleleri üzerinden birbirimizle tartışıp duracağız...
Boks ringi gibi nasılsa, her akşam tartış dur, hazzı var.
Dev teknoloji ve  ilaç sanayii ve sağlık sistemi içinde köleleştirilmiş sıradan insanın hâline eğilmeyi becerebilecek miyiz?
Buna cesaret edenlerin ayakta kalması mümkün olacak mı?

Not 61: İletişim dünyası içinde teknolojinin kötü ruhları ve paranın satın alabileceği düşler kol geziyor. (J. G. BALLARD / Çarpışma)