Neticede büyük emeklerle kurulan bir devletin önce kolonları kesiliyor sonra bir gün hep birlikte altında kalınıyor ne olduğunu anlamadan.. Ve süreç tarih boyunca değişmiyor. Romadan beri Cumhuriyetlerin kaderi bu!
Herkes sakalının peşinde.. Maalesef bu hiçbir kimse veya taraf için fark etmiyor. Olan ülkeye oluyor..
Akıl kurumları terk edeli çok olmuş. Cehalet sızmaya başlamış... İkisi aynı anda aynı yerde olmazmış...
Halkın hissettiğini, gördüğünü göremeyecek kadar mı uzaklaştı bu iktidar? Yıllardır CHP entelijiyansından bıkan halk yılana mı sarıldı?
Bir iktidar, cambaza bak oyununda bu kadar mı mahir olur?
Milletin oylarıyla parlamentoya gidip bir eli yağda bir eli balda yaşayan vekiller, sefalete mahkûm ettikleri bu yoksul milletin halini, ahvalini dönüp de sorup sual etmez mi, hiç merak etmez mi?
Bu insanlar, kendi fildişi kulelerinde yaşıyor olsalar bile, çarşıdan-pazardan, bakkaldan, marketten hiç mi haberdar değiller?
Yönettikleri milletin geçim sıkıntılarından, akşam aç yatan çocuklardan, boş beslenme çantalarıyla okula giden yavrulardan haberdar olmayan, haberdar oldukları halde çare aramayan yöneticilerin, etkili ve yetkililerin nasıl rahat uyuyabildiklerini gerçekten merak ediyoruz.
Özellikle iktidar partisine mensup vekiller, seçim çalışmaları sırasında, milletten oy toplamak için, 'kimsesizlerin kimsesi olacağız' demediler mi?
Kimsesizlerin ve çaresizlerin sayılarını artırmaktan başka ne yaptılar bugüne kadar?
Propaganda için kurulan ihtişamlı kürsülerden:
'Kenar-ı Dicle' de kurt kapsa bir koyunu
Adl-i İlahi gelir de sorar Ömer'den onu' mısralarını bağıra çağıra okuyarak mutlaka sorumluluklarının farkında olacaklarının sözünü vermediler mi?
El kaldırılan yeni düzenlemelerin, çıkarılan yasaların hangisinde, sözü edilen bu sorumluluk hassasiyetinin zerresi var?
Güç uzun süre hiç kimseye ya da gruba verilmemeli. Bizim anayasaya değişmez 5. madde konulmalı; "Her görev 4 yıl süreli olup, hiç bir şart ve şekilde uzatılamaz. Bu kural bütün kamu ve sivil toplum kuruluşları için de geçerlidir."
Bütün toplumu buna ikna etmek zorundayız. Uzun süreli iktidarlar, aynı kişilerin ve ailelerin uzun süre yönetimde kalması akraba kayırmacılığını ve liyakatsizliğini doğurur. Nepotizm herkesin hoşuna gider ama günün sonunda hüsran ile biter ki bitiyoruz.
Son söz: Herkes yaşadığı yerde mücadele edip adil düzen kurulana yaşamalıdır. Kaçmak kolaylıktır.. Ki kaçış da mümkün görünmektedir. Zamanında bir Fransız filozof demişti: Eğer Pirene dağlarından İspanyolların ülkemize kaçmasına ilticasına izin vermeseydik general faşist Franco bu kadar zalim olamaz ve iktidarda da bu kadar uzun süre (1939-1975) kalamazdı. Kaçmak kolaycılığa kaçmaktır.
Kaçmak imkansız hale geldiyse mücadele zorunlu da olsa esas hale gelmiştir. İmkanı olan elitlerin ülkelerini terk etmesi kolaycılıktır ve bu dahi artık mümkün gözükmemektedir.. Herkes hele de okumuşlar iktidardaki politikacıların ve yöneticilerin ülkeyi kötü yönettiklerini düşünüyorlarsa, o iktidarı demokratik yollardan değiştirip daha iyi bir yönetim kurmaya çalışmalıdırlar. Bu onların bağrından çıktıkları ve vergileriyle okudukları milletlerine borcudur.. Kolaycılığa kaçmak acizlerin ve gevşeklerin ve dahi konformistlerin işidir.
Hatırlatma: Mozolesiyle bile kurduğu Cumhuriyetin idamesini sağlayan, kendinden nefret edenleri önünde saygı duruşu yaptıran adamın adıdır Mustafa Kemal Atatürk.
Ve tek umudum, her kesimi bir araya getirebilen, onun aziz hatırasıdır...
Aforizma: Bir elin otta olsa, diğer elin suda olsun..
Not 1: Başı pare pare dumanlı dağlar
Duman eylenir mi kar olmayınca
Bana derler bana gel gönül eyle
Gönül eylenir mi yâr olmayınca
Aşağıdan gelir saçı sırmadan
Nere koyup gidem murat almadan
Verin hançerimi ben beni vuram
Ölüm hayırlıdır böyle durmadan
Yağma yağmur üç gün ara ver
Üç günden ne çıkar beş gün ara ver
Bir nağme yazayım götür yâra ver
Bahçede güllerim har olmayınca
Ben bu yaylalara yayla mı derim
Başı bölük bölük kar olmayınca
Ben bu güzellere güzel mi derim
Saçı sırma sırma tel olmayınca
Aşık Veysel
Not 2: TOPLUMSAL PATLAMANIN önüne geçmek için;
- TOKİ
- KENT LOKANTALARI
seri olarak devam etmelidir.
Vatandaşın durumu perişan.
Şakası yok bu işin.
Özellikle EMEKLİ bitti. EYT ile toprak attılar.
Not 3: Bu ADAYLIK KOMEDİSİNİ yenmenin tek yolu; 3. bir partinin EKREM'i, 4. bir partinin MANSUR'u aday göstermesidir.
CHP'nin son adayı ÖZGÜR olacak.
CHP seçmeni EKMELEDDİN'e bile tıpış tıpış oy verdi. Tepki oyu gelenekleri yok.
SEÇİM TİYATROSU devam ediyor...
Not 4: Eğitime PARA verene kadar, çocuklara 5 yılda bir, bir tane DÜKKAN alın bence.
Not 5: Bugün de en sıkıntılı yaklaşım tıpkı Romalı Apollinaris gibi insanların 'Burada ortalık sakin' diye düşünmesi... Oysa ortalık karışık ve dünya bir çağ dönümünün eşiğinde..
Not 6: “Ne güzel zamanlar... Evimin üzerinde kuşlar uçuşuyor, havuzun üzerinde bir yusufçuk var... İlerdeki kamışların üzerine yuva yapmışlar. Sükûnet her yanı sarmış halde..”
Yıl milattan sonra 476...
Bu satırları yazan kişi kim mi?
Zamanın Roma imparatorlarından birinin damadı, diplomat, şair ve din adamı Sidonius Apollinaris...
Bugünkü Fransa toprakları olan Galya bölgesinde yaşayan Roma aristokrasisinin en önemli kişilerinden...
Tarihe dikkatle bakın, fark edeceksiniz...
Roma İmparatorluğu'nun Batı'daki hükümranlığının bitmesine çok az bir zaman kalmış...
Malum, MS 410'da Vizigotlar Roma'yı yağmalamışlardı; sonrası halk yığınlarının yaşadığı kıtlık, yönetimde generallerin birbiri ardına gelen darbeleri, imparatorluğun her yanını saran ahlaksızlık, vd.
Ama yakın zamanlarda mektupları bulunan Apollinaris, "Her şey harika" diyor; etrafına bakışı bundan ibaret; çünkü dikkati kendi hayatına odaklanmış...
Not 7: Bir değer taşıyan tek şeyin, poşetlerine koyabilecekleri şeyler olduğunu sanıyorlar. Burası bir veba bölgesi. Tüketicilik denen bir veba bu... (J. G. BALLARD / Öteki Dünya)
Not 8: Bizim köyün başpehlivanı kendisini bir yenenin çıkabileceğini bir türlü düşünemezdi; çünkü köy sınırından bir adım çıkmamıştı. (TARIK BUĞRA / Gençliğim Eyvah)
Not 9: İtiraf edelim ki, parıltılı şeyler karşısında büyüleniyoruz.
Turizm öyle bir sektör...
Oysa sahnenin arka tarafı dökülüyor.
Yok mu yahu bir tanıdığınız turizm çalışanı?
Anlatsın size kapalı kapılar ardındaki skandal niteliğindeki gerçekleri...***Para kurtarmıyor...
Uyduruk kaydırık hâllerle idare edemiyoruz...
Dökülüyoruz...
Bolu'da 78 kişinin hayatına mal olan yangın bu gerçeğin en açık ifadesi...
Not 10: Küçük çocuk yemek biterken ninesine sormuş: Gözlüklerin her şeyi büyütüyormuş, doğru mu nine?
Evet, yavrum, anca öyle görebiliyorum, neden sordun?
Nineciğim, demiş çocuk; ne olursun tabağıma tatlı koyarken gözlüklerini çıkar!
Not 11: Böyle giderse mutfaktaki ocaklar alev alır; tezgâh yere yıkılır...
Söylemedi demeyin!
Sofrada çaresizce yemek servisini bekleyenleri mi merak ettiniz?
Sorun yok!
Her birinin eline birer dijital aygıt tutuşturulur...
Onlar da "yapay zekâ"ya sorular sorarak karınlarının zil çaldığını, ruhlarının tatminsizliğini, durmadan biriken finansal sorunlarını unutuverirler.
Not 12: Haksız davranıyoruz, insanları incitiyoruz, sırf o anda daha büyük bir zahmete katlanmamak, tatsız bir karşılaşmadan kaçınmak için. (THOMAS BERNHARD / Bitik Adam)
Not 13: eskiden büyük hayallerim vardı. demokratik, müreffeh, özgür, adil, eşitlikçi ve tam bağımsız bir Türkiye istiyordum. şimdi hedeflerim küçük artık. Özlem Zengin'in yeğeni adalet bakanlığında iyi bir işe girsin yeter. başka bir şey istemiyorum.
Not 14: köle sahibi, kölelik yasaklandığında haksızlığa uğradığını düşünür. kast sisteminin tepesindeki adam, kast sistemi kaldırıldığında zulüm yaşadığını zanneder. imtiyaz sahipleri, imtiyazları kaldırılıp herkesle eşitlendiklerinde mağdur olduklarını düşünürler. uluslar da böyledir.
Not 15: ülkede inanılmaz bir kast sistemi geliştirdiler. Özlem Zengin, Fatma Betül Sayan, Merve Kavakçı, Mehmet Cengiz gibi siyasetçi, bürokrat ve müteahhitlerden oluşan seçkinler sınıfı en tepede; Nihat Hatipoğlu, Menzil grubu, İsmailağa Cemaati gibi kişi ve kurumların olduğu ruhbanlar sınıfı bir altta; ekonomik krizle boğuşan büyük halk kesimlerinden oluşan köleler sınıfı da en altta.
Not 16: Bir yıl, 365 hayal kırıklığıdır!
Not 17: Elektrik faturalarında yeni dönem başladı. Pek gündem olmadı fakat yeni faturalandırma, evde elektrikli oto şarj edenleri vuracak. Dışarıda şarj ettiğinizde EV'ler zaten dizelle yaklaşık aynı yakıt maliyetine sahip.
Not 18: Asgari ücret enflasyonu etkilemez diyenler neredesiniz? Restoran ve kafelerde iğneden ipliğe her şeye %30 zam gelmiş.
Not 19: 2024 yılı büyümesini buradan ilk ben açıklıyorum. %4. GWh cinsinden toplam elektrik tüketimi 2023'te 335 iken 2024'te 348 olmuş. Ondan dolayı etrafta hiçbir kriz alameti yok. Enflasyonda da beklenen düşüş yok. Bu şekilde de asla olmayacak.
Not 20: BYD'nin fabrika yatırımı bence daha çok su götürür. Neden mi? AB Çin'den gelen elektrikli otolara Gümrük Vergisi'ni dayadı. Eğer Türkiye de fabrika kurulursa, AB gümrük duvarını delmiş olacaklar. Aynı Tesla gibi. AB Türkiye’den gümrüksüz BYD ithalatına hayatta izin vermez. Yani bence iş yaş.
Not 21: Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu faiz indirimlerine başlamadan önce Türkiye'de enflasyon Zambiya'nın altındaydı. Ancak sonra enflasyonda Zambiya'yı yakalamak mümkün olmadı. Ocak ayında Zambiya'da enflasyon %16,7 oldu. Bu yıl da enflasyonda Zambiya'yı yakalamamız mümkün görünmüyor.
Not 22: Ümit Özdağ’ın tutukluluğuna gün gün verilen tepkiler!
Asla olmaz böyle bir şey!
Olur mu ya böyle bir şey!
Nasıl olur ya böyle bir şey!
Olmaz olsun ya böyle bir şey!
Oluyor mu şimdi böyle bir şey!
Oluyor demek ki böyle bir şey
Olur böyle bir şey!
Olur böyle!
Not 23: Yavaşlamak, her saati verimli kullanmaya çalışmamak o kadar da kötü değilmiş. Dinlenmek aslında şarj olmak ve zihin sağlığı için şart.
Not 24: Hiçbir medeni ülkede asker gündem olmaz, askere bir umut bağlanmaz, asker bir mesele edilmez. Kuzey Kore gibi ülkelerde bu olur ama. Kendinizi düşürdüğünüz seviye işte bu. Hukuktan uzaklaşmış, devlet başkanlarının putlaştırıldığı her ülkenin seviyesi aslında bu.
Not 25; Sahibin ne kadar büyükse Ankara'da o kadar yükselir, o kadar bir yerlere gelirsin. Sahibin ama düşerse de onun yerine gelenin çakalları seni yaşatmaz, seni paramparça eder. Evet. Ankara'daki çakallarının sonu hep başka bir çakala parçalanmaktır. Bunu ama kimse bilmez. Ve herkes iktidar için kendini Ankara'da birilerine satmaya devam eder. Halbuki kendini Allah'a satanın iktidarı hepsinin üzerindedir.
Not 26: Bir çivi bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı kurtarır. Bir at da ama bir yiğidi kurtarır. Bir tuzağın bir arifi kurtardığı gibi. Tuzakmış meğer bizim aşkımız, mürşidimiz. Tuzaktan öğrenmişiz biz her şeyi, hayatı, aşkı. Onunla arif olmuşuz. Sonradan anladık. Hep sonradan.
Not 27: Hiç kimse O'nun kararlarına bir müdahalede bulunmaya güç getiremez. Allah bir kimseye karşı bir zarar dileyecek olsa onu kaldırabilecek başka kimse yoktur, Allah bir rahmet dileyecek olsa da o dilediği kimseye engel olacak başkası yoktur. O'nun rahmetini kim engelleyebilir ki ? Bu bakış açısıyla dua edin.
Not 28: Hayat bize önce şunu öğretir: Servet ve kudret sahibi olmak bize bütün dizginleri elimizde tutma imkânı vermez, ne olursak olalım geleceği matematik bir kesinlikle yordama imkânımız yok. Hayat üzerinde mutlak bir kontrolümüzün olamayacağını idrak ve kendi acziyetimizi fark edebilmek dahi büyük bir derstir. Acı bizim başımıza gelen olaydır, ıstırap ise başımıza gelen olaya atfettiğimiz anlamın, bizde yarattığı olumsuz sonuç.
Not 29: ‘Dalga yükseldiğinde, sandal da yükselir’ diyor Çin atasözü. Zorluklar büyüdüğünde onu alt eden ruh da büyür. Hayatın dalgaları sandalımızı parçalamadıysa öğreniriz ki inişli çıkışlı ve sonludur hayat. Takdir etmeyi, şükran duymayı, merhameti, değerleri için yaşamayı ve nihayet, başka ruhlar için de var olmayı öğreniriz.
‘Dünya çok karanlık’ diyor bana. ‘Sen karanlıkta görenlerden ol’ diyorum ona. Dağı aşan bir yol hep vardır.
Not 30: Kendimizi sevdiklerimizin gözündeki yerimizle tanımlarız. Onları kaybettiğimizde dünyadaki yerimizi de bir süreliğine kaybederiz. Bu yeri yeniden oluşturabilmek için yas sürecini layıkıyla yaşamamız gerekir.
Not 31: “Kaynaşır birbirine gün olur zamanlar;
Geçmiş, gelecek birleşir tek kesitte,
Sanki ilk kez yaşarız yaşanmışı dünlerde
Ya da başlar ansızın ta ileride olacak.”
(Behçet Necatigil)
Not 32: “Başlarınız hareket ettiği (yaşadığınız) sürece rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin. Annesi insanı, kıpkırmızı ve çıplak olarak doğurur. Sonra Yüce Allah onun rızkını verir.” (İbn Mâce, Zühd, 14)
· “Sizden aşağıda olanlara bakın; yukarıda olanlara bakmayın. Bu, Allah’ın (size verdiği) nimetleri küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.” (Müslim, Zühd, 9)
Not 33: “HAYAL ETTİĞİM ŞEY
Gök mavi mavi gülümsüyordu,
Yeşil yeşil dallar arasından.
Altın sesi birdenbire sordu:
“Ne haber eski aşk yarasından?”
“Kapandı, dedim, bitti karanlık;
Vuslatla sona erdi o çile;
Bu huzur şelâlesi aydınlık,
Yeni bir çağdır başlar seninle.”
(Cahit Sıtkı Tarancı)
Not 34: Şairin dediği gibi bir gün aklına gelir de sorarsan: “Ne haber eski aşk yarasından?” Unutma ki cevabı yine şairin dizelerindeki gibi gelecektir: “Kapandı, dedim, bitti karanlık; / Vuslatla sona erdi o çile;” Her şey bittikten sonra yanmaya niyet etsen ne olur, kavrulsan ne olur?
Hoşça bakın zatınıza…
Not 35: Millet kariyerist gardaş. Bizim gibi Van gölünün kenarında dostlarıyla 101 oynamanın zevkine varmış adamlara dünya makamları zevk vermez!
Not 36: “Aklım ilk erdiğinde içimin derin kuyusuna attığım nice minik taş var ki” dedi beyaz saçlı adam, “bir ömür geldi geçti, hâlâ kuyunun dibine varmadı!”
Not 37: Biz dünyayı düzeltmek için Allah'ın emirlerine boyun eğmiyoruz. Allah'ın emirlerine boyun eğdiğimiz için dünyanın belli bir biçim kazanacağını kabul ediyoruz.
İsmet Özel (1978)
Not 38: Eğer bir zıtlaşma ortaya çıktıysa bunu iç siyasetin bir dalgalanması gibi görme hatasına asla kapılmayalım. Batılılar terazinin bir kefesine elleriyle müdahale etmedilerse Türkiye’de insanlar hangi siyasi görüşte olurlarsa olsunlar birbirlerine mutlaka anlayışlı davranacaklardır.
Not 39: Zamanı zamana etme şikayet, Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet, Beraber kaçalım tut ellerimden..A.K.
Not 40: Her seher yüreğimde açan karanfillerin, Her akşam ellerimde sararıp solduğunu,
nereden bileceksin..
Not 41: sandım ki kalbim yerinden, çıkacak bu dünya hengâmesinde! Ben yunus değilim, bu tufan beni yutar, ben ibrahim değilim, bu ateş beni yakar.. S.K.
Not 42: ZEKAT aslen bir VERGİDİR.
Usülü de; MALDAN %2.5. (Uygulaması. Oran değişebilir.)
Yani, benim MAL VERGİSİ önerim, aslında %100 İSLAMİ bir sistemdir.
Gelirden, satıştan...vb. tüm vergiler kalkmalıdır ve vergi tamamen MAL VERGİSİ olarak düzenlenmelidir.
Not 43: İSLAMİ gelenekte, gerçekte hocaların, PARA ile işi yoktur.
Hz. Muhammet'in çok yüksek geliri vardı ama, tamamını dağıtıyordu.
Yaşasa MERCEDES'e bineceğini iddia ediyorlar. O zaman, o dönem de, evin en iyisinde oturabilirdi?
ÇAKMA HOCALARDAN uzak durun. Sonra MOSSAD çıkıyor.
Not 44: adam; yakışıklı, karizmatik, zengin, başarılı. her türlü zevki, tatmini yaşamış. şimdi bu adamı şırıl sırıl ırmaklarla, meyvelerle, tomurcuk memeli hurilerle ikna edebilir misiniz? bu adama başka bir şey anlatmanız lazım. işte geleneksel ahiret tasvirlerinin tıkandığı yer burası.
Not 45; taşrada bir şeyin değerinin yerle bir edildiğini anlatmak için "hıyar parası" deyimi kullanılırdı. bir şey hıyar parasına alınıyorsa bedava gibidir. az önce bir kilo hıyara 100 lira verdim. adamlar ekonomiyi öyle bir batırdılar ki atasözleri ve deyimler bile işlevsiz kaldı.
Not 46: İçlerinde adını koymak istemedikleri bir kırgınlık hissi ile yaşıyor insanlar. Sanıyorlar ki onunla yüzleşmeye kalksalar o kırgınlık büyüyecek, büyüyecek ve içlerini boydan boya kaplayarak işgal edecek. İşi zorlaştıran asıl şey bu değil ama… Böylesine içeriden kırılmalarına sebebiyet verecek bir sertlikle, bir ihanetle, bir kötülükle ya da bunlara benzer bir başka şeyle karşılaşmış değiller aslında. Kime kırgın olduklarını düşündüklerinde bir isim gelmiyor akıllarına, bir resim düşmüyor gözlerinin önüne. Gerçekten öyle mi bilmem ama hepimizin içinde az ya da yer tutan bu kırgınlık hissinin yüzü doğrudan kendimize dönükmüş gibi geliyor bana. İyi ama neden? Kendimizi bir büyük ‘hayal kırıklığı’ olarak görüyor oluşumuz olabilir mi bunun sebebi?
Not 47: “her şeyin acısı birden gelişir ve hız verir kanına/ çiçeğin susuzluktan kuruması, kedinin açlığı ve eylül ortası/ bir yanlışlık, bir kırgınlık, bir izin akşamının ilk karası/ sıkılgan ölümün kuluçkadaki kuşunun çatlamayan ilk yumurtası/ işte akreple yelkovanın, örümcekle sineğin saat on ikideki arası/ ancak coşkunluğa vakit dardır” diyor ‘Vaktin Çağrısı’ şiirinde Turgut Uyar.
Not 48: Kalbinin içine baharı bir türlü getiremiyorsan, yüzün hiçbir zaman kara kış karanlığından kurtulamaz, hayat böyle!
“Bazen içimin faylarının derinden derine kırıldığını hissediyorum” diye yazdı beyaz saçlı adam kara kaplı defterine, “kendimi yokladığımda, esefle, artık böyle şeylerden hasar bile almadığımı görüyorum!”
Not 49: İnsanlık ikiye ayrılıyor artık; bizi sömürenler ve bizim sömürdüklerimiz! Hiç kimse bu olan bitenin ardındaki karanlık çarkları ve gerçekten ihtiyacı olmayanı tüketen herkesin bu çarkı işletenler arasında olduğu gerçeğini görmek istemiyor.
Slavoj Zizek, ‘Kırılgan Temas’ kitabında birkaç cümleyle modern büyülerin arka planını teşhir ediyor: “Meta fetişizmi öyle bir illüzyondur ki, sıradan bir nesneye (örneğin bir ayakkabıya) ruhsal bir anlam atfeder, onu büyülü kılar; aslında ortada emek, sömürü, değerin yaratılış süreci vardır, ama biz onu ‘nesnenin gizemli cazibesi’ diye algılarız”
Not 50: Nefsini şımartmak diye bir tabiri vardı eskilerin. Yeni küresel ekonomi düzeni, parası olanların nefsini şımartabilmeleri için parası almayanları makine dişlilerinin arasına attıkları bir düzen! Yerel ekonomiler de dünyanın her yerinde küresel ekonominin uç karakolları olarak faaliyet gösteriyor. Her şey göz önünde olduğu halde bunun tartışması da yapılamıyor. Çünkü yeni ekonomi yeni bir din gibi, getirdiği bu düzen asla tartışılamıyor, tartışılması teklif dahi edilemiyor. Ekonomi çarklarının işlemesi için hayattan rahatlıkla vazgeçilebiliyor, doğal kaynaklarla birlikte doğanın kendisi de gözden çıkarılabiliyor. İnsanlar bu çarkı işletebilmek adına köleleştiriliyor, daha kötüsü içlerine bu çarkı gerekli gösterecek tüketim zehri zerk ediliyor. Yani kalabalıklar bir yönüyle kendi ölüm fermanlarını kendileri çıkartıyor. Bu çok acı bir durum; insanlık, körleşmiş kalpler ve uyuşmuş zihinlerle kendi bindiği dalı kesiyor.
Not 51: “Kalbimin kapısına ‘giriş yasaktır’ yazdım. Aşk geldi ve ‘ben okuma yazma bilmem’ dedi.”
Not 52: Mutluluk bir beceriyse, üzüntü de öyledir. Belki okulda geçen onca yıl boyunca, belki de başka korkularla, bize üzüntüyü görmezden gelmemiz, onu çantalarımıza tıkmamız ve orada yokmuş gibi davranmamız öğretildi. Yetişkinler olarak genellikle çağrının netliğini duymayı öğrenmemiz gerekir. Kışlama budur. Üzüntünün aktif kabulüdür. Kendimize bunu bir ihtiyaç olarak hissetmemize imkân tanıma pratiğidir. Deneyimimizin en kötü yanlarına bakıp elimizden gelenin en iyisini yapmaya kendini adama cesaretidir. Kışlama bir sezgi anıdır, gerçek ihtiyaçlarımız keskin bir bıçak gibi hissedilir.
Kış Geçerken, Katherine May
Not 53: “Gönül elde etmede binlerce nükte vardır: Hakikat kalenderleri, hünersiz kişinin giydiği atlas kaftanı yarım arpaya bile almazlar!”
Hafız-ı Şirazi
Not 54: İçsel dünya, sosyal medyanın da etkisiyle sanki bir hapishane gibi algılanmaya başladı. Metroda yolculuk ederken, herkesin başını eğmiş bir şekilde cep telefonuna baktığını görmeniz şaşırtıcı olmaz. İnsanın kendi kendisiyle baş başa kalması, kısa bir yolculukta bile zorlayıcı geliyor artık. Hayatın dışında kalma, bir şeyleri kaçırıyor olma korkusu öyle baskın ki...
Not 55: ‘Yön duygusu’nun kaybolduğu bir dönemin içerisinde artık kimsenin bir ‘varoluş şuuru’na da ihtiyaç duyulmuyor. Bugüne kadar karşı çıktıkları sistemlerin bir parçası olmak konusunda adeta bir yarışa girişenlerin dibine kadar battıkları dünyevileşmenin sanki hiç kendilerine uğramamış gibi bir yerde sıkışınca suçu ‘sekülerizmin’ üzerine atmakta bu zamanın en büyük kolaycılığı oluyor. Yani bu zamanın en büyük lüksü hiç kimse kendinde kusur bulmuyor, kimse kendinde bir eksiklik, kabahat aramıyor. Haliyle her konuşma, her iş ‘öznesiz’, her konu ‘muhatapsız’ bir şekilde ve de ‘hafıza kaydı’ tutulmadan buhar olup uçuyor.
Not 56: “Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmış demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum”
(Sezai Karakoç)
Not 57: “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım?” (A’râf Suresi 155. ayetin bir kısmı)
Not 58: Ortak aidiyet noktalarımızın hepsini birer birer yok ediyoruz. Ne toprağın ne eşyanın ne de insanın bir kıymetinin olmadığı bir zamanda yaşamak insan için yorucu oluyor. Tükettiğimizden daha çok tükendiğimizi hissetmiyoruz. Konforu arttırdıkça kaybettiklerimizi hesap bile edemiyoruz. İnsanlığımız azalıyor, merhametimiz kayboluyor. Yıktıkça, yeniledikçe sanki ruhumuzu kaybediyoruz. Bize biraz biz lazım.
Hoşça bakın zatınıza…
Not 59: “İkrar gerek bir ere/Göz açıp didar göre
Sarraf gerek gevhere/Nadan bilesi değil.
Bir pınarın başına/Bir testiyi koysalar
Kırk yıl anda durası/Kendi dolası değil.”
(Ümmi Sinan)
Not 60: “Sen saçlarıma koşan aklar gibisin
Ansızın uykularıma dolan rüyalar gibisin
Acılar kahırlar dertler getirdin bana
Şimdi içimde açan baharlar gibisin
Ansızın uykularıma dolan rüyalar gibisin”
(Koray Ekener)
Not 61: Her şey karmakarışık bir hal aldığında bizim Veli’nin, “Karışıklıkta basitliği bulun. Düzensizlikte ahengi bulun” formülü hemen zihnimin önüne düşer. Tam da böylesi zamanlarda insana bir ferahlık lazım gelmez mi? Çoğunlukla o zamanların anahtarıdır. Zorluklar gelip kapıya dayandığında hemen formülün can alıcı noktası devreye girer, “Zorluğun ortasında fırsatı görün” diye. Aslında bu bir anlayışın süzülmüş, yaşama biçim ve kıvam vermiş halinden elde edilmiştir. “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (İnşirah, 5-6)
Not 62: Ferdi Tayfur’un şöhret kazandığı 1970’ler, Türkiye’de hızlı bir kentleşme ve köyden kente göç dalgasının yaşandığı bir dönemdir. Sanayileşmenin artmasıyla büyük şehirler, özellikle İstanbul, kırsal kesimden yoğun göç almış ve bu durum şehirlerdeki sosyal yapıyı derinden etkilemiştir. Kente göç eden insanlar hem kültürel hem de ekonomik anlamda bir uyum süreci yaşamış ve çoğu zaman kendilerini dışlanmış ve yalnız hissetmiştir. Bu süreçte arabesk müzik, özellikle Ferdi Tayfur gibi sanatçılar aracılığıyla, bu kitlelerin duygularını ifade eden bir araç haline gelmiştir. Ferdi Tayfur’un “Bana Sor,” “Çeşme” gibi şarkıları, bireylerin yaşam mücadelesini, hayal kırıklıklarını ve özlemlerini dile getirmiştir.
Ferdi Tayfur’un müziği, sosyal yabancılaşma kavramını anlamak için önemli bir kaynak sunar. Göç eden kitleler, geldikleri yerin kültürel değerlerini kaybederken, şehirlere tam anlamıyla uyum sağlayamamış ve arada kalmış bir kimlik edinmiştir. Bu durum, Tayfur’un müziğinde sıkça işlenen acı, kadercilik, umutsuzluk ve hayal kırıklığı temalarında kendini gösterir. Karl Marx’ın yabancılaşma teorisi, bireyin üretim sürecinde kendi emeğine yabancılaşmasını ifade eder. Bu teori, arabesk müzikteki kadercilik temasını anlamak için bir çerçeve sunar. Şehir hayatında tutunamayan birey, yalnızca ekonomik değil, sosyal anlamda da kendine yabancılaşmıştır.
Tayfur’un şarkılarında sıkça geçen “kader” ve “alın yazısı” gibi kavramlar, bu yabancılaşmayı açıklayan anahtar terimlerdir. Örneğin, “Bir Anda” ve “Durun Ayaklarım” gibi şarkılar, bireyin kaderine teslim olduğu, ancak bu teslimiyetin içinde derin bir isyan barındırdığı duygusunu işler. Ferdi Tayfur’un müziği, kentleşmenin yalnızca fiziksel bir değişim olmadığını, aynı zamanda sosyokültürel bir dönüşüm yarattığını gözler önüne serer. Arabesk müzik, kente göç edenlerin yaşadığı sınıfsal eşitsizlikleri ve dışlanmışlığı dile getirir. Pierre Bourdieu’nun habitus kavramı, bireylerin toplumsal çevrelerine göre geliştirdiği davranış ve düşünce kalıplarını açıklar. Köyden kente göç eden bireylerin kendi kültürel kodlarıyla kentte karşılaştığı yeni normlar arasında sıkışması, arabesk müziğin dinleyici kitlesini şekillendirmiştir.
Tayfur’un eserlerinde, modernleşmenin dayattığı normlara karşı bir duruş ve bu normların altında ezilen insanların hikâyeleri vardır. Bu açıdan bakıldığında, arabesk müzik, yalnızca bir müzik türü değil, aynı zamanda toplumsal bir direniş biçimidir. Ferdi Tayfur’un müziği, Türkiye’nin 1970’lerden itibaren yaşadığı kentleşme, modernleşme ve sınıfsal dönüşümlerin bir aynasıdır. Onun dizeleri ile aslında toplum olarak bu sosyoekonomik kriz ortamında yaşamanın yolunu bulanlara biz de soruyoruz; bir yolunu biliyorsanız “bize de söyleyin”.
Hoşça bakın zatınıza…