Ünlü çift Jennifer Lopez ve Ben Affleck, iki yıllık evliliklerini sona erdirme kararı aldı. 
Atalarımız boşuna söylememiş: Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağardı. 
Herkes yeni şeyleri sever. Eski şeylerden kimse hoşlanmaz. Bir de zaten evlenmiş boşanmışsınız bir kere; ne alemi var ikinci kez evlenmenin. Olmuyorsa olmuyordur. Zorlamanın ne anlamı var! Aynısı Amerikan seçimlerinde de gerçekleşecek: Bir Trump'a bakın bir Kamala'ya. Kimin kazanacağı o kadar açık ki.. Tabii ki Kamala.. 

Zamanın ruhuna direnilmez. Boşandığınız eşinizle yıllar sonra bir araya gelip evleniyorsunuz. Ne o eski o ne siz eski sizsiniz! Köprünün altından çok sular akmış. Dağın yamacından suyun gözünden berrak sular denizin tuzlu sularına karışmış. Geçmiş geçmiştir ve geçmişte kalmalıdır. Mazinin içinizde kanattığı yarayı pıhtılaştıktan sonra tekrar açmanın alemi yok! Açarsanız sonuç yine değişmez. Ayrılık mukadderdir; ötesi zorlamadır..

Dediklerim sadece boşanmış evlenmiş çiftler için geçerli değil. İlkokul lise arkadaşlıkları içinde geçerli. Lisedeki arkadaşınızı 20 yıl olmuş görmemişsiniz. Ne konuşacaksınız! Zaman akan bir şey. Nostalji güzeldir; yani geçmiş onarılabildiği için güzel hatırlanır ama geçmişe dönülmez. Geçmiş geçtiği için güzeldir..

Son söz: Nehirler tersine akmaz..

Dosta seranat: Neden büyük ırmaklardan daha heyecanlıydı / Kışı özleten bir Ağustos sıcağında bir dostla hasret gidermek..

Atasözü: Canı sopa isteyen keçi, gider gelir çobanın değneğine sürtünürmüş..

Aforizma: Sizin doğduğunuz gün doğan güneşin….

Not 1: Türkiye'de faiz indirimi için şu an temel kriter manşet enflasyon değil çünkü manşet enflasyonun gerçeği yansıtmadığı konusunda hemen herkes hemfikir. Temel kriter fiyat katılığının kırılması. Özellikle hizmet ve 2. el oto fiyatlarında %20-30 balon var.

Not 2: Erol Mütercimler, Mehmet Şimşek’in 2 hafta önce istifa ettiği, görüşmeler sonrası göreve devam kararı aldığını söylemiş…. M. Şimşek’in bu saatten sonra istifası, görevden alınması ülke için felaket ötesidir.

Not 3: Körfez'deki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtâb... iri güller... ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde! E.A.

Not 4: İlişkilerin yerini bağlantılar alıyor. Mesafesizlik, yakınlığın yerini alıyor. (BYUNG-CHUL HAN / Ötekini Kovmak)

Not 5; linç edilmem için 
artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de..

Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.

Not 6: Vakit geldi kunâla
Dünyayı göreli çok oldu
Tam kırk yılda seni buldum kunâla
Bu can tenden geçmeden
Bu dünyadan göçmeden
Bir kerecik sevmek çok değil

Asaf Halet Çelebi

Not 7: Sokaklar...
Trafik...
Kırk yıllık arkadaşlıklar...
Hepsinde kavga gürültü gırla...
Muğlak bir bakış, küçücük bir ters hareket, hele küfürlü bir laf atma tarafların çıldırmasına yetiyor.
Sosyal sınıfsal sahne yine yerli yerinde tabii.
Çevre mahallelerde silahlar çekiliyor; merkez mahallelerde "hayat karartma" tehditleri dile getiriliyor.
Son yıllarda gündelik hayatımıza yeniden enjekte edilen şiddetin kaynağı neresi?

Not 8: Tıp sektöründe çalışan arkadaşlarım acillerdeki yığılmalar konusunda söz birliği ediyorlar...
İshal, bazen ateş, sindirim sistemi bozuklukları ve bitkinlikle gelen bir salgın var gibi görünüyor.
Neden?
Hekimlerin kafası karışık...
Özel hastaneler işin kazancında tabii; onlarda "Şu tahlilleri de yaptırmamız gerek, bir ultrasonografi iyi olur, hatta tomografi mi çeksek?" diye gidiyor olaya...
Devlet hastanelerinde acilde serum, bol antibiyotikli reçete ve git-gel düzeniyle idare ediliyor.

Not 9: Yalnız olmak utandırıcı bir hastalık hâline geldi. Neden herkes yalnızlıktan kaçıyor? Çünkü yalnızlık insanı düşünmeye mecbur ediyor (F. BEIGBEDER / 9.900)

Not 10: Polisler kimliğimi tespit etmek istiyorlardı; itiraz etmedim, buna benim de ihtiyacım vardı. Shakespeare'in oyununda Kral Lear sorar: "Bana kim olduğumu kim söyleyebilir?" (F.BEIGBEDER / Bir Fransız Romanı)

Not 11: İnsanlığın sosyalleşmenin yollarını yeniden arayıp bulması gerekiyor. Önceki çağlarda ölüm korkusu bu denli baskın bir sorun değildi, çünkü gündelik hayatı kuşatan pek çok ritüel vardı, herkes kendisini bir büyük hikâyeyi oluşturan küçük hikâyelerin kahramanları olarak yaşıyordu. Eskiden ölüm, sıradan, beklenebilir ve tanıdık bir şeydi. Ölüler unutulmazdı. İnsanlar bir araya gelip ölen kişinin ardından ağıtlar yakarlardı. Binlerce yıllık bir bilgi birikiminin sonucuydu bu ritüeller, kimse kendisini tek başına hissetmesin diye yaratılmış. Günümüzün en önemli sorununun bugün 'anlam' olması şaşırtıcı değil. Ontolojik bir güvenlik duygusunun yaşama yeniden kazandırılması gerekiyor.

Not 12: Teknolojik gelişmelerin pek çok faydası olsa da, insanda ölümsüzlük yanılsamasını yaratması hiç de iyi sonuçlar vermedi. Bir yandan doğanın tahribatı nedeniyle temiz suya ve gıdaya ulaşamama gibi nedenlerle hastalık riski ve çeşitliliği artarken, bir yandan da gelişmiş tıp olanaklarıyla ölümsüzlük beklentisi kışkırtıldı. Silah endüstrisiyle ilaç endüstrisi birbirini besleyerek yükseldi. Bomba attığın yere ilaç sat.. Doğasını yok ettiğin yere organik ürünler pazarı kur. Su kaynaklarını kuruttuğun yere plastik şişelerle su sat. Bir de buna kişisel gelişim endüstrisini de ekleyince, sarmal tamamlandı. Yalnız mı hissediyorsun, hissetmemen için sana reçete gibi bir kitap. Özgüven sorunu mu yaşıyorsun, çok kolay, bilinçdışını filan boşver, şu egzersizleri yap ve kendine sık sık telkinde bulun yeter.

Not 13: Bir eczanenin camında yaşlanma önleyici kremle ilgili bir reklam ilanına rastlamıştım: "Yaşlanmak bir tercih." Yaşlanmanın bir tercihmiş gibi sunulması, reklam da olsa kapitalizmin insanın bilinçdışına nasıl sızdığını göstermiyor mu? Yaşlanmanın bir hastalık gibi muamele gördüğü bir çağ... Bu yüzden ölümü ve yaşlılığı çağrıştıran her şeyden uzak durulmaya çalışılıyor, bütün o insana yardımcı olan eski ritüeller, felsefeler, gelenekler dolaşımdan çıkarılıyor. Tuhaf tuhaf sözde bilimsel çalışma gibi gösterilen teoriler üretilip gerçekte ölümün olmadığını savunan kitaplar, videolar dolaşıma sokulup tek başınalık güçlendiriliyor.

Not 14: Julian Barnes'ın 'Zamanın Gürültüsü' adlı romanında vardı, Rusya'da iki bacağını da savaşta kaybetmiş, tahtadan yapılma tekerlekli sandalyeyle tren yolculuğu yapan bir askerle ilgili: "Bir hayatta kalma uzmanı olmuştu." Sanırım bütün tek başına olanlar, birer hayatta kalma uzmanı olmak zorundalar. Hayatta kalmak mı, hayatı yaşamak mı? İkisi için de tek çözüm, sonluluğumuzu, sınırlarımızı ve eksikliğimizi benimseyip kendimizi başkalarıyla birlikte bir büyük hikâyenin içinde görebilmekten geçiyor. Pek çok küçük hikâyeden oluşan yeni bir büyük hikâye...

Not 15: Şirketler DEVLET olacakmış.

Yahu zaten öyle oldu ya?

Havayolun DEVLET.

Bankalar DEVLET.

Telekominikasyon DEVLET.

Büyük fabrikalarda yönetim kurulunda hep DEVLET baskın.

Türkiye zaten uzun süredir ÜTOPİK bir düzende.

O sebeple de gittikçe fakirleşiyoruz.

Not 16: Telefonlarda KAMERA kaliteleri, zannedilenin aksine, düşüyor. Piksel ve zoom gözünüzü boyamasın.

Neden mi?

İşi YAPAY ZEKÂYA bırakıyorlar. B.K gibi çekilmiş fotoğrafı, YAPAY ZEKÂ düzeltiyor ve sanki kamera daha iyiymiş gibi sunuyor.

1.0 motordan 130 beygir almak gibi yani.

Not 17: Siz hiç bir Amerikan filminde;

"Yaşasın! MEMUR oluyorum!" diye sevinen birisini gördünüz mü?

B.KTAN ülkelerde ise, tam tersidir.

Not 18:  TÜİK verilerine göre, yani yine resmi verilere göre, 2006-2022 yılları arasında ilköğretim mezunlarının ortalama ücreti-maaşı yüzde 970 oranında artarken…
Üniversite mezunları yüzde 622’de kalmış.
Üniversite mezunu olmayanlar, üniversite mezunu olanlardan çok daha fazla kazanıyor yani!..
Nasıl oluyor bu?
Basit…
Biri, “tutturduğu” bölümde vakit geçirir, daha doğrusu vakit öldürürken…
Diğeri “hayata atılmayı” o kadar uzatmıyor.
İcabında asgari ücretle bir işe giriyor.
Mesleği, üç, dört senede iyice öğreniyor.
Kalfa oluyor, usta oluyor.
Üniversiteyi bitirmiş mesleksiz vatandaşına epeyce fark atıyor!..

Not 19: Bir zayıflama furyasıdır, almış başını gidiyor. Ağza alınan lokmanın faydasından önce kaç kalori olduğu hesaplanıyor. İnsan acıktığını söylemeye utanır oldu. Şöyle ağız dolusu “Acıktım!” demek abesle iştigal bir hal aldı.
İnsanın bazen “Yokluğun gözünü seveyim” diyesi geliyor. Eskiden böyle miydi? Gün içerisinde fakirliğin verdiği mecburiyetle ne iş olsa yapan insanlar akşam maaile sofraya oturur ve herkes aynı tabaktan yerken kimse kalori hesabı yapmazdı. Yapılan tek hesap kimin kaç kaşık fazla yiyeceği olurdu. O günler talebin çok arzın az olduğu zamanlardı. Ayrıca çöpe dökülen yemek de olmazdı. Her şey yeteri kadardı ve israf kapımızın önünden dahi geçmezdi.

Not 20: Dünyanın kıtlık ve yoksullukla imtihan olduğu bir zamanda varlığın keyfi nedeniyle diyete niyet etmek nasıl bir durumdur? Tavrımız diyete karşı olmak değil; bilakis diyet nedeniyle insanın vücuduna fazla yüklenmesi ve varlığından dolayı ortaya koyduğu tavırdır. Bunca fakirin ve bulduğuyla bulgur kaynatmaya çalışanların olduğu yerde bulduğuna burun kıvırmanın hesabı çok sonra ağır gelir hepimize. Diyetin nedenini iyi belirlemek gerekir. Yoksa diyetin diyeti zül olur insana. Allah kuluna taşıyamayacağı yük yüklemezken insan her zaman ağır yüklerin gönüllü hamalıdır. İnsandır, kendisine en büyük imtihan. Lakin kimse kusuru kendisinde aramaz ve başkasını suçlamak daha kolay gelir insana.

Not 21: Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
İsmet Özel

Not 22: Seçim rüzgarını arkasına almıştı Özgür Özel.
“Yumuşama” girişimleriyle en azından Osman Kavala ve Can Atalay’ı hapisten çıkaracak, yelkenlerini biraz daha şişirecekti; Erdoğan gibi kurnaz bir siyasetçi elbette bunun farkındaydı.
Nitekim Özel’in mevcut rüzgarını da yuttu!

Not 23: Şevk olmadan yol yürünmez. 
Şevk olmadan iş yapılmaz. 
Şevkini kırma. 
Şevkini kırmaya çalışanlara müsaade etme.