Başka ülkede yaşama hayali, bu ülkeleri görmeden yaşatılıyor. Türkiye'de sadece 8 milyon kişinin pasaportu var; bunların da önemli bir kısmı Hac ziyareti için alınmış pasaportlar. Pasaport sahibi Z oranı muhtemelen %3-5 bile değil. Z'ler dünyayı görmedikleri için bilmiyorlar. "Yurtdışı" onlar için dizilerden, filmlerden gördükleri, internetten kırık dökük takip ettikleri bilinmeyen diyarlardan ibaret. Eğitim sistemi onlara dış dünyayı epeyce çarpıtılmış ve saptırılmış biçimde anlatıyor. Yerli diziler benzer şekilde, dünyanın "Türk'e düşman", kin ve nefret duyguları içindeki canavarlarla dolu olduğu, dünyada herkesin kafa kafaya verip bizim kötülüğümüze kafa yorduğu, bize karşı "şer ittifakları kurduğu" palavralarına dayanıyor.
Böyle yetişen insanlara yıllar boyunca dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımız, etinden, sütüne, yemişinden tabiatına, cennet vatanın dünyada eşi benzeri olmadığı, İstanbul'un dünyanın en güzel şehri olduğu, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizi herkesin kıskandığı anlatıldı. Ülkenin yarısının hızla çölleşmekte olduğu, ovalarının çoraklaştığı, nehirlerinin kuruduğu, ormanlarının hızla yok olduğu, Marmara'nın bir ölü denize dönüşmekte olduğu, İstanbul'un beton yığınlarıyla dünyanın en çirkin şehirlerinden biri olduğu anlatılmadı. Z'ler ister Avrupa'ya, ister Asya'ya gitsinler, orada insanların burada bizim yediklerimizden çok daha taze, doğal ve iyi yiyecekler yediklerini, doğal çevrelerini ve tarih miraslarını gözbebekleri gibi koruduklarını, trafik ve hava kirliliği sorununu önemli ölçüde çözdüklerini,
Bırakalım fiziksel saldırıyı, kötü söz söylemenin, fiziksel görünümle, konuşma biçimiyle alay etmenin, birine ters bakmanın, yürürken önüne çıkmanın bile ayıp ve etik dışı kabul edildiğini, kamu malına göz dikmenin, vergi kaçırmanın hinliğin, cinliğin, kurnazlığın dışlandığını, Trafik kurallarına uymamanın, kamusal alanda ölçüsüz davranmanın sevilmediğini, hatta cezalandırıldığını görecekler. Kentlerin müzelerine, parklarına, tarihi binalarına, anıtlarına, sanata, kültüre, mutfağına, yerel içkisine sahip çıktığını, birbirleriyle yarıştığını görecekler.
Türkiye'de yaşarken etin, sütün, domatesin, balığın tadını, rengini unuttuklarını, ülkenin meyvenin, sebzenin en kalitelisini ihraç ettiğini (çünkü dünyanın belli gıda standartları olduğunu), ihraç sonrası artık ürünü yediklerini ve bu çer çöpü çok pahalıya satın aldıklarını, Bütün ülkeler dünyaya kendilerini genç, güler yüzlü, dinamik, enerjik, hayat dolu insanlarla tanıtmaya çalışırken, burada bir sürü devrini çoktan tamamlamış 20. yüzyıl insanının sabahtan akşama kadar birbirlerini dünyanın en çirkin sözleriyle karalayıp kin ve nefret saçtığını, Ülkenin sahillerinin betona boğulduğunu, en güzel koylarının, plajlarının kendilerine kapatıldığını fark edecekler. Yolları mesela Barcelona'ya, Valencia'ya düşerse, yaklaşık 75 metre genişliğindeki kilometrelerce sahil şeridinde bir tane bile beton yapı olmadığını görmeyecekler.
Şu anda "herhalde bizden daha güzeldir" mantığıyla gitmek istedikleri ülkelere bir defa giderlerse, bir daha arkalarına bile bakmayacak, dönmeyi akıllarına bile getirmeyecekler. Sosyal devletin, demokrasinin, özgürlüğün ne olduğunu görürlerse muhtemelen tabiiyet değiştirecekler. Özetle, ceplerine bir pasaport koyup gidip görseler, nasıl bir cehennemde, nasıl bir distopyada yaşadıklarını fark edecekler.
Ancak şöyle bir handikapları var: Yurtdışına gidenlerin çoğu orada tutunamayacaktır. Bir kaç nedenle: Birincisi kültürel engel. Türkiye'de hem milli eğitim, hem de aile içi eğitim dünyada kabul edilmesi çok zor bir insan profilinin yetişmesine neden oluyor. Sanırım 2016 yılıydı, bir Avrupa kentinin kalabalık hava limanındayız. Valizleri almak için bekliyoruz. Bu arada bir genç grup bağıra çağıra (hiç abartmıyorum, bağıra çağıra) birbirlerine el kol şakaları yaparak, küfür kıyamet eğleniyorlar. Diğer insanların eşyalarını deviriyorlar.
Kahkahalar atarak birbirlerini itip kakarken çocuklar korku içinde annelerinin eteğine saklanıyor. Tam bir korku filmi havası. Bu genç erkek grubu bir çete filan değil, o sene bilmem ne kupasında yarışmaya gelen Genç milli takımmış. Genç erkek kültürü ile, goril kültürü arasında pek az fark vardır ama bu başka bir şey. Herkes dönmüş bakıyor. Eşofmanlarının yakasındaki ay yıldız ne yazık ki hepimizi kültürel önyargıya mahkum ediyor. Hava limanından çıkana kadar o uçaktan inen herkes goril muamelesi görüyor. Böyle hangi ortamda nasıl davranılacağını bilememe, yerel kültüre uyum sağlayamama, evindeymiş gibi davranma gibi sorunlar var.
İkincisi yetiştirilme tarzımız çok sorunlu. Viyana'da Prater Avrupa'nın en canlı, eğlenceli lunaparklarından biridir. Oraya bir sene sezonda gitmiştik. Dünyanın sayısız milletinden çoluk çocuk güzel güzel eğlenirken, orada geçirdiğimiz 2-3 saat içinde gördüğümüz tek anomali, avaz avaz anneeee diye tepinen, yerlerde üstünü başını parçalayan Türk çocukları idi. (İki defa şahit olduk) Bilmiyorum, belki de algıda seçiciliktir. Ama algıda seçicilik olduğunu zannetmiyorum; sünnet düğününde eline asa verilip kafasına taç konan, benim oğlum aslandır, kaplandır, paşadır, sultandır diye yetiştirilen erkek çocukları, hizmet etmek üzere yetiştirilen, erkeğe eşit olmadığı telkin edilen kız çocuklarımız var. Bu insanların gittikleri ülkeye uyum sağlaması çok zor. Bir zamanlar "Alman kadınları esmer Türk erkeklerine bayılır" palavraları vardı. Orada bir kadına erkeklikleriyle üstünlük taslayacaklar, Türk dizilerindeki gibi çatık kaşlarıyla hönkürecekler ve kabul görecekler. Çok zor.
Üçüncüsü dil engeli. Olmuyor, dilimiz dünya dillerine bir türlü dönmüyor. On'lar, at'ler, in'ler, der'ler, das'lar nerede nasıl kullanılacak bir türlü öğrenemiyoruz. Yabancı dilin inceliği ile yapılan şakaları bir türlü anlayamıyoruz. Hele British humour.. Dördüncüsü de Şark kurnazlığı. Efsane midir, değil midir bilmiyorum. Bir dönem Almanya'da telefon kulübelerinde su birikintileri oluşuyor. İddia odur ki, ankesörlü telefonlara gurbetçilerimiz demir jeton atmak yerine jeton kalıplarıyla dondurulmuş buz atarak konuşuyormuş.
Bu tip hinlikler, cinlikler bizde marifet gibi anlatılır. Kamu malına tecavüz dünyanın her yerinde en büyük suç ve halk düşmanlığıdır. Bir sene Londra'da otobüse kart okutmayı unutup binmiş, otobüsün ikinci katına çıkmıştık. (Kadın sürücü) önce anons etmiş, duymadık, otobüsü durdurup üst kata çıktı. Biraz da şiveli konuşuyor, ne dediğini de tam anlayamıyoruz. Kızın biri uyardı, utancımdan kıpkırmızı aşağı inip kartı okuttum. Otobüsten bir kişi de çıkıp hadi kardeşim, ne bekliyoruz, yürüsene demedi. O bir geçiş bile okutulacak, anlayış bu.
Uzun uzun yazıyorum. Çünkü orada bir kamu düzeni var. Z'ler gitmeyi düşünüyorsa, sarışın Alman kadınları açtı kolu esmer güzeli erkekleri bekliyor zannetmesinler. Orada kurallara uyacaksın, nerede ne yapılacağını bileceksin, briç kulübünde pişpirik oynamayacaksın. Özgürlük varmış, her yerde avaz avaz bağırırım, seccademi atıp yolun ortasında namaz kılarım, el kol şakaları yapar, kamu alanında ümmi halimle istediğim gibi davranırım dersen, hadi kardeşim, git ülkene orada çürük domatese talim et derler. Türkophobi, islamofobi demeyeceksin. Aklını başına alacaksın, insan olacaksın. O eski halinden eser kalmayacak yani. Yoksa barınamazsın.
Not 1: "Hayal gibi geliyor ama, 2023'de tek haneli enflasyon görebiliriz!"
Bunu da dedi.
Not 2: Bir tane ekonomist tv'ye çıkmış, diyor ki;
"Türkiye'nin durma lüksü yok! FAİZ yerine BÜYÜME tercih edildi!"
Hangi büyüme birader?
2013'den beri Dolar bazlı GSMH düşüyor.
Vaktinde faiz arttırmazsan, büyüme falan olmaz!
Not 3: GELİŞMİŞ diyebileceğimiz ülkelerde DİKTAVARİ uygulamalara başladılar.
Avusturalya'da herkesi zorla aşılamaya kalkıyorlar.
Kanada'da banka hesapları donduruluyor.
Dünya'nın gidişatı hiç iyi değil.
Direnmediğiniz zaman, tüm özgürlüklerinizi elinizden almaya kalkarlar.
Not 4: Bu kriz, yeni FABRİKALAR açılmadan çözülmez.
Mesela Atatürk şimdi kalksa, hemen FABRİKA açardı tüm tasarruflarla.
Not 4: Bu dünyada “fakir” ve “az gelirli” nüfusun %50’den fazla olduğu kesin. Tabii bu kavramları nasıl bir gelir matematiğine oturttuğunuza bağlı bir ölçüm. Enerji ve gıda fiyatları yükseldiğinde, sosyal hoşnutsuzluk patlak verir. Türkiye’de bu olgunun kötü bir örneğini görmeye başladık.
Not 5: Ben senin sandığın kişi değilim, ben, artık neredeyse kim olduğunu unutmaya başladığım kişiyim!