Son iki bin küsur yılda doğanın, içindeki bütün canlılarla birlikte yok oluşa yönelmesinin iki esas suçlusu var: Musevilik ve Hristiyanlık gibi tek tanrılı dinler ve kapitalizm.

Aslında dinler ve kapitalizm ayrı gibi görünse de önemli bir noktada örtüşüyorlar.

Bu nokta, dinlerin ortaya çıkışlarından kısa bir zaman sonra kendilerini devletlerin ve tüccarların gönüllü bir hizmetkârı hâline getirmeleri, kurallarını onların işlerini kolaylaştıracak şekilde belirlemeleridir.
Kristof Kolomb (1451-1506) tarafından keşfedildikten sonra kıtaya giden beyazlar, Karayipler’in ve Güney Amerika’nın yerlilerini kısa zamanda yok ettiler. Yok oluş o kadar çabuk ve komple oldu ki onların ateşleriyle salgıladıkları karbondioksidin kaybolması, iklim değişikliğine yol açtı.
Kilise ve papazlar bu büyük vahşetin kolaylaştırıcılığını yaptılar.

Aynı hizmeti, uygarlıklarını ve inançlarını tahrip ettikleri siyah Afrika’da da gördüler.

Devletler ise kuruluşlarından beri şu veya bu kapasitede kapitalizmin, yani sermayenin ve zenginlerin, hizmetkârlarıdır.

Aşağı yukarı on beş bin yıl öncesine kadar insanlar küçük topluluklar hâlinde ve çoğunlukla göçebe olarak, avlayarak ve kök, mantar, meyve, böğürtlen gibi şeyler toplayarak yaşıyorlardı. Özel mülk ve para yoktu. Avlanan hayvanlar paylaşılıyordu. Ek ürün olmadığı için en ilkel hâli ile bile kapitalizm ve ürüne tamah edebilecekler yoktu.

Takriben 12,000-15,000 yıl önce avcılık ve toplayıcılıktan kaçış başlandı. Tarıma ve yerleşik hayata yönelindi. Depolanacak miktarda ürün ortaya çıkınca, çalışmadan bunun bir miktarına veya çoğuna el koyacak güçlü kişiler ortaya çıktı. Krallar ve küçük devletler oluştu. Bunlar arasında savaşlar başladı.

Tarım yoğun işgücü talep ettiği için kölelik yaygınlaştı, ekonominin köklü bir parçası hâline geldi. Antik Yunan’da nüfusun yüzde 30 ila 40’ının kölelerden meydana geldiği tahmin ediliyor. On Dokuzuncu Yüzyıl’daki iç savaştan önce Amerika’da Afrika’dan zorla getirilmiş yerlilerin oluşturduğu dört milyona yakın köle vardı.

Kapitalizm, sınırı olmayan bir iştah ve vahşetle parayı kâra çevirme düzenidir.
Dünyanın en büyük 181 şirketinin üst yöneticilerinin temsil edildiği US Business Roundtable, ABD İş Kuruluşları Yuvarlak Masası şu görüştedir: “Şirketlerin var oluş ana nedeni hissedarlarına hizmettir.”

Tevrat’ın Tanrı’sına göre hayvanlar hiçbir hakkı olmayan “şeyler” dir. O, doğayı ve içinde yaşayan bütün hayvanları insanın emrine verir.
Yarattığı bütün canlıların en şeytanı olan insanı yüceltmeyi seçen, diğerlerini onun kâhyalığında yok olmaya terk eden Tanrı mı olur? Böyle bir tanrının var olabileceği nasıl düşünülebilir?
Yoksa bu “Tanrı” kendini yüceltir, bütün canlıları istismar ederken kitleleri zapturapt altında tutmak isteyenlerin icadı mıdır?

Bu soruların cevabı konusunda her zaman şüphe içinde olacağız.

Son söz: Zirvesine göz koyduğum dağlara bak, yürüyüp takıldığım ağaç yapraklarına bak.
 
His: Ben de olmayan bir şey vardıysa, tamahkarlık ve dünya hırsı. Güzelliğe, güzel söze, güzel sese, ahenge aşığım. Ben bu yüzden ölümden korkmuyorum.. Zaten ölüm bir yenilgi değildir. Rabbiyle birlikte olan kişi için ölüm pirimiz Mevlana Celaleddin’in dediği gibi düğün gecesidir. ‘Beni toprağa verdikleri zaman, elvedâ elvedâ demeye kalkışma/ Mezar, cennet topluluğunun perdesidir./ Batmayı gördün değil mi?  Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi?’ 

Tadımlık: Gitmeliyim, eğlemeyin artık beni, 
Karşılıksız bırakılmış her gönül şifa bekler kelimelerimden..
Saklamayın beni seven kadınlar kendinize sessizce..
Yegane gıdamdır kırık kalpler..

Hakikat: Çocukluğunu yetişkin gibi yaşamış insanlarız, geldiğimiz bu olgunluk yaşımızdan öte bir olgunluk ve bize ağır gelmesi normal..

Kulağa küpe: Trump geldi diye ABD sisteminden, dünyanın mevcut yapısına kadar her şeyin değişeceğine dair oldukça uçuk analizler yapılıyor.

En aklı başında yorumlar da bile ABD’nin bir daha eskisi gibi olmayacağı, sistemin tamamen değişeceği vurgulanıyor.

Değişmez!
Değiştirmezler!

Tadımlık iki: Kalbimde kalbine yok bile kinim,
Bence artık sen de herkes gibisin..

Not 1: Politika, gerçekler zemininde güç kazanma sanatıdır. Acemler buna, seyislik sanatı da derler. "Doğru olanı savunuyoruz ama güçlenemiyoruz", "gerçekleri dile getiriyoruz fakat güç kazanamıyoruz" diyenler, hiçbir zaman güçlenemez ve iktidar olamazlar. 
Çünkü onlar, gerçek anlamda doğru ve gerçek olanı dile getirmiyor, sadece kendi ezberlerini ve önyargılarını tekrar ediyorlar. 
Hayat, madde ve gerçeklik, Herakleitos'tan bu yana değişmekte ve dönüşmektedir. 
Güçlenmek ve iktidar olmak, halka uzaktan maval okumak değil, onun yüreğine dokunmak, hayatına ortak olmak, ihtiyaçlarını bilmek ve ona çektiği acıların biteceğini hissettirmek ve onu ikna ederek ayağa kaldırmaktır... 
En önemlisi de retoriği ve estetiği bilmektir; yani güzel konuşmasını, akılla ikna etmesini, ötekileştirmeden kucaklamasını bilmektir...

Not 2: Türkiye hâlâ vatan kalacaksa niçin vatan olduğunun hatırlanması gerekir. Türkiye iki kez vatan oldu ve Türkiye’nin üçüncü kez vatan olma ihtimali yoktur. Yani bugün Türkiye’nin sınırlarındaki en küçük bir değişme Türkiye’nin ortadan kalkması demektir.
İsmet Özel

Not 3: Şartlar değişmiyorsa, bakış açını değiştir!

Not 4: İnsanı insan yapan dört temel unsur nedir?
Bunların birincisi, doğadan gelen güdülerimizdir.
İkincisi, en az birincisi kadar önemli ve kişiliğimizin oluşmasında etkin olan, bağrında yaşamak durumunda olduğumuz toplumun normları, kültürel-değer yargıları ve kurallarıdır.
Üçüncüsü, diğer hiçbir canlı varlıkta bulunmayan, akıl yürütme, mantıklı düşünme, iyiyi kötüden, yanlışı doğrudan ayırabilme yeteneğidir.
Bu üç unsur, bizim ne tür bir insan olacağımızı belirlemektedir.
Bunlar bizim doğal-kültürel mirasımız, başvuracağımız kredimiz, ambarımız vs...
Şimdi, son kertede, ne tür bir insan olmamızı belirleyen esas unsursa dördüncü olanıdır.
Dördüncü unsur, insanın iyiyi kötüden, yanlışı doğrudan ayırabilmenin ötesine geçip, değişme ve bunu değiştirme iradesidir.
İnsan, esas olarak neye sahip olduğunu bilir, varlığı hakkında akıl yürütür ve hatta yapılması gereken şeyin doğruluğunu da kabul eder fakat, yukarıda saydığımız üç unsurun yarattığı zihinsel ve bedensel "kırıklar" nedeniyle, muhafazakarlaşır, konfora alışır, elindekini kaybetmekten korkar, başkasına muhtaç olduğunu düşünmekten dolayı tereddüt eder, değişmeyi ve değiştirmeyi ihmal eder, savsaklar, basireti tutulur ve böylece bilinciyle, yaşamı arasında derin bir çelişki yaşar ve bunalıma girer.
Bu çelişkiye vakıf olanlar, nispeten doğru yoldadırlar ve doğrunun zirvesine doğru tırmanırlar, çelişkinin farkına varamayanlarına selamet olsun.

Not 5: Neden mutlu olamıyoruz?
Deniyor ki, "ne varda bunda, insanın biraz fazla malının veya parasının olmasının, itibar ve şöhret sahibi olmak istemesinin ne zararı var?"
İhtiyacından fazlasına; yani mala, paraya, itibara ve şöhrete önem verenler, hiçbir zaman elde ettikleriyle yetinmezler.
Fazla mala ve paraya sahip olmak, itibara ve şöhrete düşkün olmak, eğer o insan daha baştan itibaren bunlara bağımlı değilse, bir süre sonra bunlara aşırı bir bağımlılık hisseder ve bu, insanın karakterini, değer yargılarını ve yaşam tarzını derinden etkiler ve onu bozmaya başlar.
İnsan, eğer baştan itibaren açgözlü biri değilse, bir süre sonra açgözlü biri olup çıkar ve sürekli daha fazlasını istediği için de hiçbir zaman mutlu olamaz ve sonuçta başkalarına göre yaşadığı veya başkalarını kullandığı için lanet bir insan olup çıkar...

Not 6: Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba? Peki ya mutsuz olan ve sadece bununla değil de, bir de tüm toplumun mutluluktan mest olmuş görünmesiyle baş etmek zorunda olan onca insana ne demeli? (WILHELM SCHMID / Mutsuz Olmak)

Not 7: Trump'ın büyük bir zaferle iktidara geri dönüşünün dinamiklerini anlamak istiyorsak...
Dünyaya bakmayı bırakıp ABD'nin "içine" bakmak gerekiyor.
Çalışan sınıfların alım gücü ve yaşam tarzı 90'ların başından beri düzenli olarak düşüyor.
Ekonomik göstergeler artık görmezden gelinemeyecek kadar berbat.
O hâlde...
Bu gidişat dursun diye Trump'a oy verildiğini düşünebiliriz.
Bana sorarsanız, şöyle söylemek daha doğru: Kitlelere bu "gidişat" duracak izlenimi ve hissi vermek için Trump KAZANDIRILDI.
Evet, yanlış okumadınız...
ABD seçimleri bizim anladığımız türden bir seçim değildir. Seçim meçim değildir, daha doğrusu.

Not 8: Bütün toplumları saran siyasal ve sosyal rejimi biliyorsunuz, değil mi?
Demokrasi mi dediniz?
Güldüm bu cevaba, geçelim bence...
ENFOKRASİ rejiminde yaşıyoruz.
Enformasyon ağlarının ve dijital düzenin krallığında...
Zihnimiz bu ağlara teslim, kimliğimiz ise sürekli kayıt altında...
Demokrasi yavaştır; ağır ağır işlediğinde bir şeye benzer.
Enfokrasi çok hızlı...
"Değerli" olanla işi yok bu yeni otoriter düzenin; bütün varlığını "önemli" olanın gelip geçici etkisi üzerine inşa ediyor.
Uzun uzun anlatılabilecek olanı kestirmeden ifade edeyim...
Üzerimize atılan gündemlere BAŞKALDIRMAK zorundayız.
Ne için?
İNSAN olmak için...

Not 9: Artık birdenbire rastlaşılacak caddeler yok, otoyollar var. Her yerde kalabalıklar var ama aslında kimsecikler yok. Kentler toprak yüzeyinden siliniyor, havaya doğru yükseliyor. Bütün kapılar korkunun üzerine kapanıyor. Hayat hakkındaki kararı ölüm korkusu veriyor artık. (MARGUERITTE DURAS / Yeşil Gözler)

Not 10: Ne garip... Kazanmak insanlara yetmiyor. Diğerlerinin kaybettiğini de görmek istiyor. (GORE VIDAL / Düello)

Not 11: Vakt-i Şerifleriniz Hayrola.
Cumanız Kutlu Olsun.

"Hayalperest olmayın. Ayağınız yer tutmaz, sallanırsınız. Fakat hayaliniz geniş olsun. Geniş düşünün. Büyük düşünün. Size gösterilen hedefleri zihninizle aşın."

Güneşte Bir Gece/Cahit Zarifoğlu

Not 12: "Fakat ölen çocuklarının kanında Musa bilincinin çiçeği açar. Zulüm denizinde boğulan bir halka, suda boğulmayan bir çocuk yol gösterir, suları yarıp geçme yolunu..."

Sezai Karakoç

Not 13: Sahi durup da soran var mı?
Gazze'den bize haber geçen onlarca muhabire ne oldu?
İsrail, birer birer hedef alıp "akıllı" bombalarla vurdu hepsini...
Bir avuç kaldılar artık...
Ve her gün ailelerinin cenazelerini defnetmekle meşguller...
Böyle giderse İsrail'in soykırımındanhaberimiz bile olmayacak...
Ama bir dakika!
İtiraf edin...
Unutmuş gibiyiz zaten, öyle değil mi?..
İpin ucunu tam bıraksak, Gazze'nin oyup çıkartıldığı bir dünyaya başlayacak gibiyiz.
Neden?
Çünkü gündem öyle hızlı ve öyle güçlü biçimde yer değiştiriyor ki, durup bir noktada dikkatimizi toplamak iyice zorlaşıyor.
Eminim, Netanyahu en başından beri zamanın silindir gibi ezip düzleştiren gücüne ve gündemin kitleleri sarhoş eden etkisine güveniyordu.

Not 14: Sanki bir el sadece coğrafyaların ve politik sahanın değil, gündelik hayatın kendisinin de "çatışma alanı" olmasını istiyor...
Sanki metafizik bir saldırı altındayız...
İtiraf edin...
Size de insanlar deliriyormuş gibi gelmiyor mu?
Olmayacak şeyler "vaka-i adiye" hâline geldi.
Arsızlık, hadsizlik aldı başını gitti...

Not 15: "Maddi olarak hayatımın en sıkışıkdönemindeyim" diyor, sonra elindeki aygıtın düğmesine basıyor; az ötedeki galeriden bu hafta çıkmış lüks arabanın kapıları açılıyor. Binip gidiyor...
Biz dönüp masada günümüzde ekonomi, piyasa, sınıflar üzerine muhabbetimize devam ediyoruz.
Şaşkın budalalarız...

Not 16: Bu arada bir kez daha idrak ettim; biz kötüyüz ama dünya hâlâ güzel...
Sonbaharın renkleri bir başka güzel...
Ağaçlar, dereler, kuş cıvıltıları, temiz hava büyük nimet.

Not 17: içime eğilip, kalan boşluğun uçsuzluğuna üzülürken, böyle hâlâ gülücüğünü unutmuş sonbahar gökleri gibi bakmaya devam edersem, ya incinirse..

Not 18: Yalnızım ve en kuvvetli tarafım bu.

Not 19: Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
            artık bu yaşa erdirdin beni, anladım
            gençken almadın canımı, bilmedim
            demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
            çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
            çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
            insanın insana raptolduğu cevher.
                                                      
            Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
            taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
            kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
            bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
            tütmesi gereken ocak nerde?

İsmet Özel

Not 20: Travmatize olan bireylerin sayısı her geçen gün artıyor. Örneğin Yenidoğan Çetesi'nin travmatize ettiği kişilerin adalet beklentisi ne kadar karşılandı? Adalet beklentisi karşılanmayan kişiler, yas ve affetme sürecini nasıl yaşayıp tamamlayacak? Toplumda birbirine ya da kurumlara karşı kin besleyenlerin sayısı bu denli artmışken, nasıl olup da geleceğe umutla bakılacak?

Not 21: Bireysel insan zihnine olan inancın kaybını, yapay zekâya yönelik ilgiden anlayabiliriz. Çünkü insan zihni mükemmellik beklentisini karşılamıyor, zayıf ve kör noktaları olan hatalı bir yapı gibi görülüyor. Teknoloji ve eğitim, yaşam üreten bir anlama göre değil, daha çok kâr ve büyümeye yönelik girişimciliği teşvik edecek şekilde yönlendiriliyor. Bu da bir tür miyop faydacılığa sürüklüyor insanlığı, herkesin sadece önüne, zevkine, kârına baktığı, gezegeni ya da toplumun genelini umursamadığı bir ahlaka...

Not 22: Uygarlığımız zihinsel bir acı içinde kıvranıyor. Bu acıya karşı verilen tepkiler kişiden kişiye değişiyor: Acıyı bastırmaya yönelik sürekli bir zevk arayışı, saldırganlık, paranoyaya varan bir güvensizlik ya da depresyon. Ama acıyı asıl sona erdirecek şey, yeni bir Rönesans'ın ortaya çıkışı olacak, korkmadan uygarlığı kuşatan bu zihinsel acının içinden geçip insan olmaya ve dünyaya inancı tazeleyecek bir yaratıcılığın tohumları atılarak... Anlam arayışı olmadan insanlık bir hiç.

Not 23: Aslında herkesin sıklıkla birbirine söylediği "Kendine iyi bak" sözü nasıl da acıklı. Başka birisi ona iyi bakmayacak, sadece kendisi. Seni sana emanet ediyoruz. Marketten alışveriş yaparken hileli gıdalardan uzak dur çünkü denetleyen yok, sahte yakınlık uzmanı dolandırıcılardan korun, gideceğin hastaneyi ve doktoru iyi araştır kimseye güvenme, hatta babana bile güvenme, her koyun kendi bacağından asılır, sokakta kimseyle zıtlaşma 26 suç kaydı olan birine denk gelip defalarca bıçaklanabilirsin, fikrini sakın ha söyleme kapına polis gelir ya da linçlenirsin, işçiysen hakkını arama polis şefi seni çocuklarınla tehdit eder, ağacını ya da dereni korumaya çalışma jandarma seni tepeler, sen en iyisi odana git ve dijital kafesine girip hazır fantezilerden bir dizi ya da oyun aç ve kendini unut. Zenginsen de aynısı geçerli, dijital kafesine gir ve dünyadaki bütün acıları bir simülasyon gibi yaşa.

"Biz"den geriye ne kaldı? Hırsla dolu, her tür bağımlılığa yatkın ve yakınlık kapasitesi zayıf bir nesil geliyor. Yine de ‘insan’ denilen şey öylesine sürprizlerle dolu ki...

Not 24: Çağın canı cehenneme
Cennet nereye düşer şimdi..

Not 25: İnsan yola düşünce ne çok dökülene rastlıyor.

Not 26: Annelerini erken yaşta kaybetmiş çocukların gövdeleri, artık boşluğun ta kendisi olmuştur.

Not 27: Bu çağ nezaket kuralları içende birbirinden nefret edenlerin çağı, Benimse mesleğim bileklerime bakıp seni hatırlamak..

Not 28: Rahmetli Zahit Efendi, çile doldurmak için kırk gün bir hücreye giren yani erbain çıkaran dervişine iftarda da sahurda da yağsız-tuzsuz mercimek çorbasıyla yedi adet kuru üzüm verirmiş tayın olarak. Sadece yirminci gün, bol tereyağlı tavuklu pilavla soğuk komposto yollatırmış. Sebebini sorana da “yogilere benzemesin. Çile çekmenin amacının çile çekmek olmadığını kavrasın” cevabını verirmiş.
İşte şurası çok önemli. Rahmetli Zahit Efendi, erbaine girecek müridine dermiş ki “evladım, sakın o hücreye ben buraya kırk gün gireceğim, sonra da olgunlaşıp, erip çıkacağım niyetiyle girme. Buraya kırk gün gireceğim, bu kırk gün boyunca insanlar benim belamdan, şerrimden emin olacaklar inşallah diyerek gir.”
Anlamıyoruz değil mi? Hiçbirimiz anlamıyoruz artık bunu.

Not 29: “İslam sanatçısı, hayata nasıl bakıyorsa eserindeki o bakışın yaydığı ışık da her pencereden öyle görünür. Onun eseri insana "sevme arzusu" verir. O esere şahit olan her nazar da bu ortak sürura gark olur. Bu sürur, Cennet özleminin verdiği hüzünle birlikte düşünülmelidir. Aksi hâlde hedonizm tehlikesi baş gösterebilir. Nasıl ki İslam sanatındaki hüzün, melankoliye neden olmuyorsa ondaki sürur da hedonizma kapı aralamaz. Adalet ilkesi gereği her şey olması gereken yerdedir. Hayata, ifrat ve tefrite düşmeden dengeli bakmak bu sanat anlayışının gereğidir. İslam sanatçısı, hem ümitvâr, bu yüzden sürûr doludur hem de özleminin peşindedir, bu da onu hüzünlü yapar. Gerçekte İslam sanatçısı ile eserinin muhatabı aynı duyguların insanlarıdır. Bu yüzden İslam sanatçısı muhatabını yönlendirecek, onu etkileyecek çabalara girmez. Sanat eseri de sanatçısının övüneceği bir fetiş muamelesi görmez. Sanatçı, eserinin kulluk bilinci ile yapılmış bir dua olduğunun bilincindedir."

İslam Sanatlarında Estetik -Güzeli Anlamak-/Mustafa Uğur Karadeniz

Not 30: Trump’ın tamamen gümrük vergileriyle ekonomiyi yönlendirme hayali ve yasa dışı göçmenlerin kovulması ABD’de enflasyonu yükseltecek. Fed’in Ocak 2025’ten sonra faiz indirimlerini sürdürmesi zor olacak. Ayrıca, vergi indirimleri de bütçe açığını yükselterek devlet tahvili faizlerini yukarı itecek.  Bu durumda, Dolar Endeksi yükselir.  Bir çok GOÜ Merkez Bankası para birimlerini duasyondan korumak için zamansız parasal sıkılaştırmaya gidecek. Bu konuda da Türkiye’nin bir sıkıntısı yok. Faiz zaten yüksek.  Üstelik, hem siyasi irade, hem Mehmet Şimşek’in enflasyonla mücadele programı güçlü TL politikasını destekliyor.  TCMB’nin brüt rezervi $160 milyarın üstünde, cari açık çok mütevazi. Yani, ABD doları ve faizlerin yükselmesinin TL üzerinde baskı yaratacağını düşünmek akıl dışı. Bu durumda carry trade akımlarının yeniden coşmasını bekliyorum.

Hatta, Trump’ın askerini Suriye’den çekmesi ve/ya S-400’ler karşılığında Türkiye’nin F-35 programına davet edilmesi gibi olumlu vakalar  tematik fonlardan yüksek miktarda swap parası cezbederek, TCMB’nin kur üzerinde kontrolünü yitirmesi sonucunu getirebilir. Sakın yanlış anlamayın. Kastettiğim, TCMB’nin doların düşmesine boyun eğmesidir.  Bu senaryoda, KKM’den süratle çıkan mevduat TL’ye yığılır.  Efektif (TLREF) faiz de düşer.

Hatta, bir noktada TL’nin değer kazanması o kadar hızlanabilir ki, TCMB enflasyonla mücadele kadar finansal istikrarı korumaya da odaklanıp,  Mart’ta beklediğim ilk faiz indirimini daha erkene çekebilir.

ABD’de 2025 yılında yükselen enflasyon ve bir nebze zayıflayan bir ekonomi göreceğiz. Çin ekonomisi sendeliyor. ABD’den gelecek ekstra petrol ve doğal gaz üretimi yavaşlayan küresel taleple karşılaştığında, Brent’in 6 ay içinde $50/varile düşmesi beni şaşırtmayacak. Düşünün, sene başında gelir zamlarından maliyet dayağı yiyen Borsa şirketlerinin enerji maliyetleri düşecek. Karşımıza 2025 yılı için umulandan daha güçlü bir kar manzarası çıkacak.
Zaten, 2025 şirket karları için hiç de kötümser değilim. Enflasyon muhasebesinin sonuçları fiyatlarda, ama iç talep bir türlü zayıflamıyor. İç piyasaya çalışan şirketlerin kar görünümü yukarı yönlü sürprizler yapabilir.

Bir kaç hafta içinde önde gelen aracı kurumların strateji raporlarında 2025 BİST-100  Endeks hedeflerini yukarı çekmesini bekliyorum.  Artık hemen hepsi Türkçe’ye çevrilen global yatırım bankası raporlarında da Türk hisselerinin tavsiye edilenler arasına girmesi söz konusu.

35 yıllık kariyerimde kimseye hisse al veya sat demedim, kendim de hisse trade etmem. Ama, bu koşullarda benzerlerine göre F/K ve F/DD bazında çok ucuza işlem gören BİST’in artık ralliye başlaması için oldukça umutluyum.

Not 31: Vakt-i Şerifleriniz Hayrola.
Cumanız Kutlu Olsun.
"İslam toplumlarında bilinçsizliğin doğal sonucu olarak içine kapatıldığımız statüko, ancak romantizm üretebiliyor. Gerçek dünyanın, gerçek tarihin farkında ve bilincinde olan Müslümanlar için romantizimlerin ancak bir aymazlık ve yanılsama olabileceği, konfor alanlarına, statüko dünyasına kapatılan, hapsedilen toplumların hiçbir şekilde umuda istihkakları olmadığı, olmayacağı her nasılsa hiçbir şekilde hatırlanmıyor, konuşulmuyor. Toplumlarımız biçimsel/yüzeysel/geçici/güncel çözümler üzerinde yoğunlaştığı için yapısal/hayati/varoluşsal sorunlar ve çözümler unutturuluyor. Günümüzde tüm temel İslami sorumluluklar askıya alınmış, İslam'ın hayati/varoluşsal boyutları bilinç dünyasının sınırları dışına sürgün edilmiştir. Günümüzde İslami bağlamda, İslami amaçlarla araçlar arasında büyük uçurumlar oluşturulmuştur. İdeolojik ya da muhafazakâr anlamda kitleselleştirme, kültür ve düşünceyi imkânsız kılan bir saldırganlığa dönüşmüştür. Bugün toplumlarımızda İslami bağlamda olanla olması gereken arasında büyük bir yabancılaşma yaşanıyor. Her yabancılaşma büyük bir düşüşe, çürümeye işaret ediyor."
Geleceği Özgürleştirmek/Atasoy Müftüoğlu

Not 32: Simge Sağın oturduğu siteden 20 milyona bir ev daha almış. 20 milyonluk fazla bir ev yetmez Simgeye. Belediye başkanlarımız bir Simge Sağına konser ayarlasa bir ev daha alsa fena olmaz mı güzel şarkıcı!

Bir konser bir ev kampanyası faaliyete geçirilmeli her şarkıcı için.