Serçe..

Serçe dünyadaki en yaygın kuştur. Kırk üç değişik cinsi vardır.

Vatanı, Avrupa ve Akdeniz’dir ama insanlar onları yanlarında götürdükleri için hemen hemen her ülkede serçe görülür.

Ağırlığı, cinsine kıyasla 13 ila 42 gram arasındadır. 

Doğacı dostum Aslı Paslanmaz’a göre, serçenin en büyük özelliği zıplaya zıplaya yürümesidir.

Bana göre ise en büyük özelliği her zaman neşeli olmasıdır.

Bir iki türü hariç, serçe hep insanlarla beraber yaşar. İnsanın yaşamadığı yerde serçe de olmaz. Umar’a göre camilerdeki kuş evleri serçeler için yapılmıştır. Büyük leylek yuvalarının altı serçe yuvası doludur.

Serçeler, tohum yerler ama sineğe de hayır demezler. Şehirlerde yaşayanları her şeyi yemeye alıştı veya alışıyor.

Toprak banyosu yapan kuş türündendirler. Ayakları ile toprakta bir yer açar, içine girip sandal gibi bir o yana bir bu yana yalpalayarak, kanat çırparak toprakla yıkanırlar. Bu banyonun amacının tüylerden ve ciltten parazitleri temizlemek olduğu sanılıyor.

Ne yazık ki serçelerle ilgili ilk anımın mutlulukla alakası yok.

Küçükken köydeki çocuklar, bizim "kuş lastiği" dediğimiz sapanla kuş avlarlardı. Benim kuş lastiğim yoktu ve annem kuş değil kendimi vuracağımdan emin olduğu için hiçbir zaman da olmayacaktı.

Bir gün çocuklardan birinin sapanını ödünç aldım. Dalda bir serçe görünce lastiği gerdim ve meşinin içindeki taşı kuşa doğru yolladım.

İnanılmaz bir şey oldu.

Kuş, taş gibi yere düştü. Koşup avucuma aldım. Şaşırtıcı derecede hafifti. Hâlâ sıcaktı. Gözleri kapalıydı. Benim gibi yere inmişti ve benim yüzümden bir daha yükselmeyecekti.

İçim karardı. O nedenle ne zaman bir serçe görsem içim kanar!

Son söz: Bana başka bir gece daha görmeden öleceğini bilen kelebeğin neşesinden bahset, çok yorgunum.

Cahit Zarifoğlu

Tadımlık: Beklenen mevsime erişmektir niyet ama atışları değişir, ritmi bozulur yorgun ve dilsiz kalbinizin. Varırsınız, durursunuz karşısında. Seddini aşan su olur kanınız. İçinize vurur, vurur durur kanınız. Isınır, yakar kanınız, beyniniz zonklar, kalbiniz göğsünüze sığmaz, bir dağ olur, patlamaya hazır yanardağ. Ve çaresizliğin resmi çizilir yanık benzinize. Derinleşir çizgiler, çizgiler hikâyesi olur sırrınızın.

Not 1:...İddialar varmış…

Belgeler varmış.

Ben bu iddiaları yeni duydum, ama belgeleri gördüğümü söyleyemem.

Siyasi anlamda hangi belediye olduğu da benim hiç umurumda değil.

Sanatçılara belediyeler konserler için, dudak uçuklatan paralar ödüyorlarmış.

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Cumhuriyet Bayramı kapsamında, Ebru Gündeş’e bir konser için 69 milyon TL ödemiş.

İzmir Konak Belediye'si, Şevval Sam'a, 1 konser için 5 milyon TL ödemiş.

İddialar bunlar.

Akıl almaz değil mi?

Belediyeler sadece halka hizmet için var değil mi?

Ne münasebetle ve ne hakla bu paraları sorumsuzca harcıyorlar.

Umarım yalandır.

Umarım palavradır.

Ayrıca, bu sanatçıların Cumhuriyetin Bayramı gibi çok anlamlı, çok önemli bir bayramda hiç ücret almadan konser vermesi gerekmez mi?

Para söz konusu bile olmamalı öyle değil mi?

Not 2: Zamanlardan bir gün Beatles elemanları konser vermek üzere turneye çıkıyorlar.

Ve yolda kar fırtınasına yakalanıyorlar.

Ve aynı zamanda o kadar sis var ki, arabada 

kendi ellerini bile göremiyorlar.

İçinde bulundukları araba, öndeki arabanın karda bıraktığı teker izinden yolu bularak ilerliyor.

Birden araba yoldan çıkıyor, yan yatıyor ve araba sürükleniyor.

Hepsi, mecburen arabadan titreyerek çıkıyorlar.

Ve başlıyorlar düşünmeye, buradan nasıl çıkacağız?

Bu arada içlerinden birisi der ki; 

"Elbet bir şey olacak".

Paul Mc Carrtney bir kitabında bu hikayeyi yazıyor ve anlaşılır. 

Ve diyor ki!

Karanlık ve moralsiz günlerimde tutunacak en güzel felsefem oldu.

"Elbet bir şey olacak".

Bu satırları okuyan siz, sakın.

Yüzeysel ve kaderci bir cümle sanmayın.

İnsana böyle zamanlarda yardım eden bir cümle.

Ne düşünüyorsunuz bilmiyorum.

Ama kendimizi karanlık tünellerde bulduğumuz, yolu çıkmaz sandığımız zamanlarda bize yardımcı olup küçük bir meşale yakmaz mı?

Bence yakmalı.

Bir kar çukurunda yan dönmüş arabanın içinde hayat bitmediyse.

Elbet bir şey olur.

Yaşıyoruz ve nefes aldıkça, hayat olayları bize ve bir yere yüklemeye devam ediyor.

Hayat hep bizi yoldan çıkaracak ve çaresiz bırakacak değil ya.

Sabrımızı zorlayan bir dünyaya uyanıyorsak her sabah.

Bir şeylerin içinden çıkamıyorsak eğer.

Biz nefes alıp verdikçe 

Elbet bir şey olacak.

Not 3: Hayattaki en büyük imtihan, hastaneden çıkışında yanında olmayan bir kadın ve en önemlisi çocuklarının olmayışıdır.

Not 4: Turgut Uyar, “Ömrümüz böyle olmamalıydı/Hep aşkta durmalıydı çağımız.” diyordu, kim için demişti? Söyleteni biliriz de söyleyemeyiz. Ahraz bir ağrı yapışır yüzümüze. Harfler karışır, heceler şaşar, kelimeler boşluğa düşer. Sesimiz rengini kaybeder. Hâlimizi anlatan tek kelime nedir, sorulur memnu ve hafî yâre. Özlem, der. Nazım’ın “Hasretimden deli olacak hâle geldim.” sözünü hatırlarsınız. Delilik, evet, delilik değil miydi kışta yağmur duasına el açmak. Zamansızlık, kadersizlik, bahtsızlık…

Not 5: İzzet Molla, “Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin/Bülbül hamûş havz tehî gülsitan harâb” diyordu. Sevmek, kederli bir ömrün imtihanı olur mevsim bahar olsa da. Baharını yaşasa da sevilen, bülbül suskun ve gül bahçesi haraptır. Bilemezsin ki ne zaman geleceğini, bilemezsin levh-i mahfuzu. Dönmek istersin evvel zamana. Takvim yapraklarını geriye saymak istersin. Hepsi yırtılmıştır. Boşluk… Sevmek, ıpıssız ve karanlık bir boşluğa düşen ışık. Tutmak istersin, kavramak gövdesinden… Kaçar, kaybolur ışık.

Not 6: Şimdi bir hayal mevsimi, geçti sevmek mevsimi. İyisi mi Özdemir Asaf gibi söyleyelim, tesellimiz bir hayal olsun: “Bana yaşadığın şehirleri aç/Başka şehirleri özleyelim orada seninle/Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar/İkimize yetmez” Âlem içinde âlem olsun. Yetmeyen zamanı, boşa geçen ömrü kim bilir, kim dinler ki? “Aşktı uçup giden üstümüzden/Aşktı değip geçen yanımızdan”  dese de şair, biz şimdi sevmek imtihanında pişmanlıklar yaşamaya mahkûm edildik.

Not 7: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.

"SEZAİ KARAKOÇ'UN ÇAYI

çayı kıra kıra

içimi yaka yaka içiyorum

Sezai Karakoç’un çayı

Taş gibi çay

Gazze’ye bakan gözlerinin ateşinden demlenmiş

Sezai Karakoç’un çayı

Kan gibi çay

kör oldu hepimizin gözleri

Gazze diye bir çay bardağında

hepimizin gözleri

kör gözlerimiz

Gazze ve çay

Sezai Karakoç’un gözleri"

Arif Ay/Yedi iklim

Sayı: 416

Kasım 2024

Not 8: Ülkemizin birinci sorunu siyasetçiler, ikincisi ise hayat pahalılığıdır.

Not 9: Cumhuriyet bir ulusa özsaygısını kazandırmak amacıyla köle yaşamını yadsımış ve insan onuruna dayalı daha önce deneyimlemediği bir toplumsal/siyasal yaşamın kapılarını açmıştır.

bu armağanı belki sevinçle, şükranla, minnetle kabul ettik ve fakat ilk yüzyılında onu usa ve bilince taşımakta yetersiz  kaldık.

cumhuriyetçilerin bu ikinci yüzyılın başlangıcında en büyük ödevi, cumhuriyeti usa ve bilince taşımak, onu kusurlarından, eksiklerinden arındırıp daha ileri düzeylere çıkarmaktır.

[çağdaşlaşma gibi cumhuriyet de bir bitimsiz devinimdir, çünkü her şeyden önce insan usunun ürünüdür.]

cumhuriyeti bize armağan eden kurucularımıza hürmet ve minnetle!

Not 10: KANSER HASTASINA ASPİRİN VEREMEZSİNİZ!

Not 11: “Yoksulun yağmalanan çulundan Davud zırhı yapılmaz.” (C. Devvani)

Not 12: Yaşama evet, sevgiye evet. Cömertliğe evet.

Ama insan aynı zamanda bir 'hayır!'dır.

İnsanın aşağılanmasına hayır! İnsan haysiyetinin hiçe sayılmasına hayır!

Frantz Fanon

Not 13: Hükümet, pratik olarak yürütme erkini elinde bulunduran gücün adıdır. Diğer iki erkin, yani yasama ve yargının dahil olmasıyla ortaya devlet gücü çıkar. Mevcut sistemde, bu diğer iki erkin de seçimle iş başına gelen yürütme erkinin elinde bulunması sizi yanıltmasın. Bu durum, anayasal düzende bir yetki gaspıdır, yürütmenin diğer erkler üzerinde tahakkümünü yansıtır. Bu tahakküm, yürütmenin kendi tasarruflarına yasama ve yargıyı alet etmesinden ibarettir. Böyle durumlarda, hükümetin, siyasî çıkarları istikametinde bütün devlet erklerini seferber etmesine karşı duran daha esaslı ve kalıcı kuruma da devlet aklı veya refleksi denir. Her zaman köklü devlet tecrübesinin mirasını devralanlar ve devletin âlî çıkarlarını korumayı görev edinenler güvenlik bürokrasisinin içinden veya aydınların, ama en çok da siyasetçiler arasından çıkar, işler yoluna sokulur. Sokulamaz ise, millet olarak büyük kayıplar yaşanır.

Tek bir örnekle geçelim: III. Selim’in Nizam-ı Cedit ’inin, menfaat kaygusu ile Yeniçeriler marifetiyle yok edilmesi gibi. Kabakçı Mustafa diye bir adam zuhur etmeseydi, tarihimiz çok farklı olurdu.

Not 14: Erdoğan ile Bahçeli arasındaki pinpon maçını, hükümet ile devlet arasında nefes kesen bir karşılaşma olarak takip etmelisiniz.

Esenyurt ve Kayyım gündemi ile Erdoğan’ın vurduğu topa, bugün (5 Kasım Salı günü) Bahçeli, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve tasarlanmış, yumuşak bir plase vuruşla şık bir karşılık verdi.

Not 15: Top yine Erdoğan’ın önüne gelecek, ama gündemleri kendisine bağlayan ip incelmiş vaziyette, her an kopabilir.

Niyeti konusunda farklı senaryolar üretebilirsiniz, ancak Erdoğan mutadı üzre elindeki araçları kullanarak yürüyeceği siyasî patikayı tesviye edecek manevralar yapıyor. Her seferinde başarılı olmasının sebebi, amacı için her yolu mübah görmesi; Türkiye’nin en yakıcı gündemlerini bile araçsallaştırması. Hükümet ediyor ve bütün araçlara hükmediyor. En kötüsü, tarihin tekerrür edebileceğini, toplumun balık hafızalı olduğunu düşünüyor.

Ve büyük bir hata yapıyor.

Kendisini var eden, iktidarına meşruiyet sağlayan en kutsal aracı, seçim sandığını, yani demokrasiyi sistematik bir şekilde karşısına alıyor. Bindiği dalı kesiyor. Sandıktan çıkan yerel yönetimleri, hükmetme araçlarını kullanarak görevden alıyor ve demokrasinin iffeti konusunda kendi iktidarını da tüketecek bir tartışmaya kapı açıyor. “Önce de oldu, ne farkı var?” demeyin. Bu sefer farklı.

Not 16: Bu tartışma: “Sandıkla gelen sandıkla gider” düsturuna karşı, “seçimle gitmezlerse” endişesine çanak tutan tasarruflar değil. Bu nokta önemli. Kayyım siyaseti muhalefeti güçlendirecek ve iktidarın arkasındaki halk iradesinden kaynaklanan meşruiyeti zedeleyecek, zayıflatacak tasarruflar. Ekonomik krizi de dikkate alarak sonucu açık-seçik görebilirsiniz: Kayyım siyaseti diktatörlüğün değil erken seçimin kapısını açar. Sokak şimdiden muhalefetin eline geçmiş vaziyette.

Not 17: Mantığın çöküşü, kimin galip geleceğini haber veriyor Cumhurbaşkanlığı hukuk işlerinden sorumlu sözcüsünün tam olarak muhalefetin kullanacağı bir cümleyi, Esenyurt vakası için kullanması size bir fikir verebilir. Şöyle diyor: “Terör soruşturmalarını kendi siyasi ajandaları için istismar edenlerin mühendislik planları toplumda bir karşılık bulmaz” ve ekliyor: “Bu gerçeği göz ardı edenler, toplum karşısında er ya da geç hesap verecekler.” Sizce sözcü muhalefet adına mı konuşuyor, yoksa mantık mı çöküyor.

Evet, devlet ile hükümet karşı karşıya.

Bugün top hükümet tarafının önünde.

Ya sonuç?

Şahsen ben maçın sonucundan eminim.