CHP’li Konak Belediyesi, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Şevval Sam ile anlaşmaya varmış. Kesenin ağzını açan belediyenin 2 saatlik konser için şarkıcı Sam’a 5 milyon 300 bin lira ödeyeceği ortaya çıkınca ortalık karıştı.
Konak Belediyesi, “Mali disiplin adımlarımızın meyvelerini toplayıp, ekonomik sıkıntılarımızı aştığımız günlerde komşularımızı yeniden kültürel ve sanatsal etkinliklerimizle buluşturacağız” açıklamasıyla konseri iptal ettiğini duyurdu, ama tartışma bitmedi.
Ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Cumhuriyet Bayramı konserlerinde sahne alacak Hadise’ye 4 milyon lira ödeneceği haberleri çıktı. Hadise’nin, İBB’den alacağı paraya dair taraflardan bir yalanlama gelmedi.
Milli bayramların bazı şarkıcılar için iyi para kazandıran etkinliklere dönüşmesi tartışmalarını da beraberinde getirdi.
Bir tarafta, “Cumhuriyet Bayramı’nda sahneye çıkmak ticari bir iş olmamalı. Belediyeler para isteyen değil, istemeyen şarkıcıları sahneye çıkarmalı” diyenler, diğer yanda Şevval Sam 5.3 milyon alırken Hadise’ye layık görülen 4 milyon liranın az olduğunu savunanların yanı sıra, bu paraların günün sonunda vatandaşa fatura edildiğini dile getirenler.
Benim tarafım belli. Son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim. Devlet kurumları hepsi dahil olmak üzere hiçbir belediye vatandaştan toplanan vergilerle şarkıcılara hiçbir şekilde konser verdirmemek ve kamu kurumlarının bu tarz konser gibi savurgan harcamaları kesinlikle yasaklanmalı. Festival tarzı organizasyonlar dahil kamunun parası israf edilmemeli. Özellikle belediyeler ülkenin kara delikleri oldu.
Belediyeler sadece israf ya da temsil harcamalarıyla israf zombileri değil aynı zamanda imar rantı ve ihale yolsuzluğunda da lider konumda. En son Esenyurt Belediye Başkanı gözaltına alındı. İktidar muhalefet ya da parti ayrımı yapılmaksızın belediyeler siyasetin finansmanında ana rol oynuyor ve haksız yolsuz servet transferi için hırsızlık aygıtı olarak kullanılıyor.
Vatandaşlar kamu kurum ve kuruluşlarından herhangi bir şey istediği zaman ilgili merciler, ''Tasarruf tedbirleri kapsamında taleplerinize olumlu cevap veremiyoruz.''diyorlar.
“Ya, öyle mi?” diyor; kenara çekiliyorsunuz.
Sonra bir de bakıyorsunuz ki o kurumun toplantıları, toplantılarında edilen masraflar, ağırlama giderleri falan gayet savurgan.
Belediyelerin reklam panolarına bakın, ışıl ışıl yanıyor.
Kimi kamu kurum yöneticilerinin altında oldukça lüks arabalar var.
Yurt içi ve yurt dışına heyetler hâlinde geziler yapıyorlar.
Ayrıca sahneye çıkıp playback yaparak şarkıya bile benzemeyen ne idüğü belirsiz şeyler söyleyerek gençleri eğlendirdiğini düşünen ama gençleri daha da yozlaştıran sanattan bihaber üçüncü sınıf sahne şarkıcılarına ödenen milyonlar da cabası.
Partisi pırtısı umurumda değil. Bu tür etkinlikleri kim düzenliyorsa hepsine söylüyorum.
Kültür yok, sanat yok, erdem yok, değer yok.
Ne var?
Alabildiğine alkol var, belki başka melanetler de var.
Adına eğlenmek deniyor.
İsrafın dibine vuruluyor.
Yol yap! Para yok.
Yatırım yap! Para yok.
Mega projeler yap! Para yok.
Ama heykel, konser, alkol için para var. Nasılsa vatandaşın cebinden çıkıyor, yükle babam yükle.
Kimse de çıkıp itiraz etmiyor.
Vatandaş hakkı olan bir hizmeti beklerken tasarruf aklınıza geliyor da kimseye faydası olmayan işler yaparken neden kesenin ağzını açıyorsunuz?
Hani kul hakkı diyordunuz?
O konserlere verilen paralarla kaç tane çiftçiye destek olunur, kaç fakirin yüzü güler hiç düşündünüz mü?
Alın size reklamsa reklam.
Ama yok!
Oy isterken çiftçi, oy isterken fakir fukara...
Cukka dağıtırken eş, dost, hısım ve akraba!
Bu düzen böyle gitmez. Gitmemeli.
Devlet verdiği paranın hesabını sormalı.
Vatandaş isyan edecekse bu tür savurganlığa isyan etmeli.
Sahneye çıkarak, göbek atarak şehirlerin yönetilemeyeceğini herkes yüksek sesle konuşmalı.
Eski başkanların yaptığı hizmetleri bile koruyamayanlardan devlet de vatandaş da hesap sormalı.
Benim vatandaşımın alın teriyle yurt dışına kadeh tokuşturmaya giden kim olursa olsun burnundan fitil fitil getirilmeli.
Devlet, kimseyi ayırt etmeden yaptırım gücünü kullanmalı ve denetim mekanizmaları adam akıllı işletilmeli.
Savurganlık yaparsam benim de başım belaya girer diyerek kimse bu tür kötülüklere tevessül etmemeli.
Kurumunda oldukça elzem olan bir aygıt için aylarca yol gözleyen memur, yukarıdaki savurganlığı görünce ne düşünür sizce?
Bugün göz yumulan her türlü kötülük, çocuklarımızın geleceğine ipotek koymaktır.
Ve herkesin bunda sorumluluğu vardır.
Son söz: “Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede.
Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede.
Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin
Sığınacak yatağımız olurdu bu bizim yatağımız derdik
Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı yüreklerimiz
Camilere dolardık tüm olmaya ererdik
Biz vardık şimdi o biz nerede."
Şiirler/Erdem Bayazıt
Aforizma: Yaşamda öyle suçlar vardır ki kendileri zaten birer cezadır..
Kulağa küpe: Erdem bir değere sahip çıkmak değil o değere sahip olmaktır..
Tadımlık: İnsanın nankörlüğe eğilimi zayıflığından kaynaklanır, minnetin yükü ağırdır çünkü.. Vefa asil ruhların meyvesidir..
Not 1: Ayda 10.000 MOTORSİKLET kazası oluyormuş.
Aşama aşama HİNDİSTAN.
YILDA 1 Milyon kazada, dönüşümü tamamlanmış sayabilirsiniz.
Not 2: ROBOT çağına giriyoruz.
NÜFUS AZALMASI bence problem falan değil.
Bırakın azalsın işte?
Zaten, aşama aşama ROBOTLAR devralacak işleri.
Misal, Türkiye 10 Milyon kişi olsa, insanlar rahat rahat, geniş arazilerde yaşasalar, daha iyi olmaz mıydı?
Not 3: ANCIENT APOCALYPSE belgeselinin ikinci kısmını izliyorum.
Sizi DİNİNİZDEN İMANINIZDAN EDECEK bir şeyi ima ediyor belgeselci.
Dinlerin kökenini, TUFAN öncesi gelişmiş bir medeniyete bağlıyor.
Çok da mantıklı anlatıyor...
Not 4: Şaşırma en ani ve en geçici duygulardan biri. Hazırlıklı olmadığımız bir olayla tetikleniyor ve sonra neredeyse aniden kayboluyor. Kimse uzun süre şaşıramıyor. (TIFFANY WATT SMITH / Duygular Sözlüğü)
Not 5: Özel sağlık hizmeti baştan aşağı sıkıntı...
Tıbbın iktidarı giderek hoyratlaşıyor; pandemi bu konuda bir dönüm noktası oldu; bunu biliyor ve yaşıyoruz.
Ama bu skandalın "insan olma"ya ve "zamanın ruhu"na dair yönleri de var ki, üzerinde durmayı asla ihmal etmemeliyiz.
Gaddarlıklarının stresini "parayı alalım, alem yaparız" kafasıyla atan tiplerin çoğaldığını inkar edebilir miyiz?
Dikkatinizi çekerim...
Öyle toplumun kıyısına itilmiş, çeteleşerek (mafyalaşarak) ayakta kalmaya zorlanmış tiplerden söz etmiyoruz...
Telefon konuşmalarına bakınca göreceksiniz ki...
Eğitim, öğretim, iş, etiket; bütün bunlar lumpenleşmelerini önlememiş...
Lumpenleşme aldı başını, yürüyor...
Trafik dalaşında beyzbol sopasını kapıp gelen herkesin "eğitimsiz" tipler olduğunu sanan şapşallar belki şimdi çetedeki avukatlara, hekimlere, hemşirelere bakıp duruma ayılır!
Gerçekçi olalım...
İşin içinde sapıklık, manyaklık değil, kötülüğe karşı duyarlığını çoktan kaybetmiş "zamanın ruhu" var...
Bununla yüzleşmek zorundayız.
Not 6: Hadi bakalım, dedim kendi kendime, palavra at. Sonuna kadar yalan söyle. Zaten insanlar her zaman en iyi yalanı, gerçekleri dile getirerek söylerler. ( EMİLE AJAR / Biletiniz Buraya Kadar )
Not 7: Geçen gün gördüm; Gazze soykırımı protestolarında Avrupalı gençler, Tom Odell'in güzelim şarkısı Another Love'ı söylemeye başlamışlar.
Çok etkileyici...
Haykıran ağızlar, sıkılı yumruklar ve şu sözler:
"Biri senin canını yaktığında, dövüşmek istiyorum / Ama ellerimi kırdılar her seferinde / Bu yüzden en sert sözlerime yaslanacağım / Ah şu kelimeler, hep kazanırlar lakin ben kaybedeceğimi biliyorum..."
Not 8: Eski bir ünlü...
Video çekmiş...
"İnsanlara inanmıyorum" diyor; "hiçbirine güvenmiyorum." Peki ya sana kim güveniyor?
Önce güvenilir insan olun, sonra böyle laflar ederseniz, tartışabiliriz.
Not 9: Fatma Barbarosoğlu'nun "Herkes Kendi Sandığında Saklı" adlı son kitabındaki öyküleri kadın-erkek ilişkileri, aşk meşk, evlilikler, boşanmalar çevresinde dolanıyor.
Kitabın ilk öyküsünün başlığı beni yerime mıhladı: "Dünya gözümden iri bir yaş gibi düştü."
Not 10: Bazen şöyle olur: Acının kendisi değil ama ondan kaçma biçimimiz, ölümün kendisi değil ama hayattan saklanma yollarımız, gerçek değil ama onu el çabukluğuyla kaybetme hünerimiz bizi yaralar.
Bazen daha büyük hasarı, yüzleşmekten kaçındığımızda alırız.
Not 11: Çocukla mütemadiyen oynamak ve onu sürekli öpüp okşamak çocukları bu yorucu, bezdirici yetiştirme sisteminden daha iyi değildir; bu onu inatçı, bencil, hilekar yapar ve çocuğa zayıflıklarını, ele verdiğinden ötürü ebeveynler çocuğun gözünde zorunlu saygıyı yitirirler.