Yer İsveç.. İsveç Sosyal Demokrat Parti Başkanı Mona Sahlin, birgün markette alışveriş yapıyordur. Alışverişini tamamladıktan sonra elinde poşetlerini aracının bagajına koyup eve gitmek üzere yola çıkar. Daha sonra ileride bir markete denk gelir. Toblerone çikolatayı çok seviyordur ve canı çeker. Az önce ise alışveriş yaptığı marketten çikolata almadığını anımsar. Arabasını bir köşeye park edip markete girer. Toblerone marka çikolataya gözü ilişir ve hemen alır. Çikolatanın fiyatı 6 dolardır. Çikolatayı aldıktan sonra evine gider.

Fakat sadece 1 hafta sonra maliye müfettişleri kapısına dayandılar. Soruşturma başlatıldı. Çünkü ikinci marketten aldığı çikolatayı devletin tahsil ettiği kredi kartı ile satın almıştı. 4 kez yargı önüne çıktı. Her mahkemesinde dava ertelendi. Savcı iddanameyi 3 ayda, sayfalarca hazırladı. Başkan Sahlin ise ''Devletin verdiği kredi kartını yanlışlık ile kullandığını, kendi kredi kartıyla yan yana durduğu için o anlık bir karışıklık olduğunu ve hiçbir zaman amacının devlet hazinesine zarar vermek olmadığını'' her duruşmada defalarca anlatmıştır. Tüm mal varlığı maliye bakanlığı tarafından incelemeye alındı, harcamalarının hepsinin dökümü çıkarıldı. Sonunda ise aklandı ve Dünya Siyasi Tarihine damga vuran ''Toblerone Davası'' sonuçlanmış oldu. Aklanan Sahlin, 1998 yılında siyasete döndü ve 2006 yılına değin kurulan kabinelerde çeşitli bakanlık görevleri üstlendi. 

Devletin sağladığı imkanı kişisel menfaatleri için kullanmış olmanın bir sonucuydu Toblerone davası.

Siyasi etik örneğiydi.

Bir parti başkanı, devletin tahsis ettiği kredi kartı ile bir çikolata alıyor ve hakkında soruşturma başlatılıyor. Devlet, parti başkanından bir paket çikolatanın hesabını soruyor. Kadim tarihimizde birçok örneğine rastladığımız bu tür olaylar, ne yazık ki artık saltanatın büyüsüne kapılan Müslümanların tasavvurlarında ve hayatlarında yer almıyor. Hak, adalet ve paylaşım vaatleri ile iktidara gelen yöneticiler kul hakkı yemeyi meşrulaştıracak yollara başvuruyor ve haramzadeye dönüşüyorlar. Siyasilerimiz bırakın bir çikolatanın hesabını vermeyi, iktidara gelir gelmez sayılır zenginler arasına katılıveriyor ve artık onlara ulaşıp hesap sorma fırsatı bulamıyoruz. Saflar ayrılıyor onlar artık sırça köşklerin sayılır zenginleri arasında yer alıyorlar. 

Bizim mahallede siyasetçiye her şey mubah görülür. Bizim mahalle derken tüm partileri kastediyorum; iktidarıyla muhalefetiyle. Ülkeyi yöneten normları belirleyen rotayı çizen iktidar olunca ister istemez eleştiriden nasibini aslan payı olarak yöneten parti ve onun yöneticileri alıyor. Onlar fahiş fiyatlarla satın aldıkları kol saatleri ile sahip oldukları makam araçları ile lüks konutlar ile büyük iş sahaları ve ticari kuruluşları ile arzı endam ederler fakat kimse bu kişilerden hesap soramaz. Sormaya kalktığınızda suçlu ilan edilir ve kıyıya itilirsiniz. Adalet ülkenin en yetkin kurumları tarafından katlediliyor. Ne acı değil mi?

Evrensel doğrular nerede vuku bulursa bulsun kaynağı İslam’dır. O nedenle biz doğru kimde olursa olsun sahip çıkmak zorundayız.

Unutmayalım ki, birey ya da toplumu ayakta tutan adalettir. Eğer bir toplumda ülkeyi yönetenler sahip oldukları imkânları istismara yeltenir ve halkın hakkı ile ceplerini doldurmaya kalkarlarsa o toplumda artık adalet sarsılmıştır. Bu durumda halkların sesleri yükseltmeleri ve adaletin ikamesi noktasındaki taleplerini gündeme getirmeleri gerekir.

Not 1: Baktığı her yerde sevdiğini gören, vuslatına kavuşmak için hasret ve özlemle çaresizce altından ırmaklar akan cenneti bekleyen kara sevdalı hüzün kokan gözlerin sahibi güzel insanlara Müslüm Babadan gelsin: “Sevdiğim Sensin..”

Not 2: -Böyle bir şey olabilir mi?
- Adam kazandı
- Zevzeklik
- Vız gelir tırıs gider

Bu sözler ağızdan bir defa çıktıktan sonra Sisifos gibi dağı yeni baştan tırmanmak gerekiyor. Bir sözle koca kütle aşağı geliveriyor, tekrar yukarı itmek çok zor.