Ben kaç bin gece nöbetini tuttum gözlerinin,
Ay ışığı vururdu yamaçlarıma, sigaram elimde gecenin tam orta yerinde...
Sonra sabahları bekledim güneşle dönersin diye,
Her doğan günde seni bekledim ben 
İklimleri götürdü zaman,
Saç beyaza döndü sigaram küle...
Dönmedin..

Kahrımdan can yakmak istedim, hasretinin tokmağı vurdukça zamanın ruhuyla
Belki diner sinemin sızısı bir nebze diye
Sapan aldım kendime kuş vurmak için
Onda da ben kuşlara hiç kıyamadım.
Penceresinde gül yetiştiren adam değildim amma
Barışçıl insandım yaşadığım kırk altı boyunca
Farkında olsamda bütün mağlubiyetleri barış zamanında aldığımın…

Herkes hak verdi sevdama
Bir tek sen vermedin sevdiğim
Tamam ben kötüyüm baş göz üstüne de
Sen de kötüsün sevgilim hem de çok kötü
İster kabul et ister etme sen de öylesin..
Yine de aşkım bakidir gül sıcak tenine
Kahrında hoş lütfunda..

Şair yazar Mustafa Akgül’ün son şiiri olan “Dönmedin” şiirine ayırdık köşemizi. Şiiri Bolu'da otel faciasında hayatını kaybedenlerimize adıyorum. Onlar da gittiler ve dönmediler.

Oraya giderken hiçbirinin aklına ölüm gelmemiştir. Dünya işte bu kadar boş.. Bazen bir vedaya bile zamanın kalmıyor. Hepsine rahmet olsun..

Son söz: Leviathan kökeni kutsal kitaplara kadar giden bir kelime. Deniz canavarı anlamına da geliyor. Buradan hareketle devlet bir yerde toplumsal hayata güvenliği ve ortak iyiliği sağlamak için ağır bir otorite ile çöken, kontrol eden canavar gibi güçlü bir yapıya karşılık geliyor.

Bolu’da gözlerimizin önünde yanıp kül olan sadece denetimsiz, ahbap-çavuş ilişkileri ile para kazanmaktan başka önceliği olmayan çürümüş bir hırs ve onun kurban ettiği canlar değil toplumsal hayatın her anını denetlemesi gereken kamu otoritesi idi. Ki o otoritenin insan hayatı için güvenlik, hijyen, sağlık, adalet standartlarını sınırları dahilinde her köşede hakim hale getirmesi beklenir.

Devletin Bolu’da nasıl erdiğini gördük.

Kartalkaya’da yanan otelden kimin sorumlu olduğuna dair insanın içini kaldıran, kusma dürtülerini tetikleyen çiğlikte suçlama yarışı süredursun an itibarıyla memleket, görünürde güçlü ama gerçekte hantal ve anlamsızlaşan bir devletin çökerken çıkardığı çatırtıları dinliyor.

Eğer devletten anladığımız sadece dış saldırılara güvence sağlamak, bölünmemek, güçlü kaslara sahip olmak ve bunun dışında tüm refah ve gelişmişlik ya da daha doğru ifade ile insan olma parametrelerinin güvenlik ihtiyacına ram olması ise sorunumuz yok.

Ancak bugün elimizde her geçen gün büyüyen, büyüklüğü ile iftihar eden, varlığını varlığımıza değil varlığımızı varlığına payanda kılan bir devlet var.

Uyarı: Bilelim ki Türkiye'nin meselesi kural koymak değildir. Kurallara uymamaktır. Kişiye bağlı veya kişilere göre değişen kural olmaz. Türk Tarihi'nin binlerce yıllık parlak dönemlerinde töreye, hukûka, geleneğe, teâmüllere bağlılık esastır. Bugün yaşadığımız bunun tersidir. Şimdi kural hukuksuzluk ve keyfîlik haline geldiyse düşüneceksiniz. Bu halin yarattığı güvensizlik büyük beladır. Bu güvensizlik ve belirsizlik anketlerde yüzde seksenler mertebesindeyse her konuda tökezlersiniz.

Not 1: Benden senden önce de vardı gün gece
Felek yine dönüyordu kendi gönlünce
Sen pek dikkatlice bas toprağa yine de
Bir güzelin gözbebeğiydi daha önce
Ömer Hayyam

Not 2: Irmağın kıyısında o yeşermiş olan bitki
Belki melek huylu bir güzelin dudağıdır
Bitkilere bastığın zaman dikkat et ki
Orası belki al yanaklı yarin toprağıdır
Ö. H

Not 3: Yazık! Gençlik kitabı okunup gitti
Ömrümüzün taptaze baharı gitti
İsmi gençlik olan o mutluluk kuşu
Ne zaman geldi ne zaman gitti
Ö. H

Not 4: Yüksek ve kutu evlerde aileler tohum misali büzüyüp soğurken, sokağı, parkı, bahçesi, semti şeklin çarpıklığında birer karabasana dönüşmüş şehirler sadece İstanbul’a özgü değil. Mahallesiz hayat vahşiliktir her bakımdan. İnsanın, hayatın ve zamanın köşelerini mahalle yumuşatır. Van da öyle artık Balıkesir de. Aydın Konya'dan farklı değil. Diyarbakırla Artvin benzeş. Dahası bu şekli akımı durduracak bir toplumsal şuur, siyasal manevra ve devlet aklı yok. Öyle birer çeneleri öyle başka yönlere çevrilmiş kulakları var ki oraya ses ulaştırmak da imkansız.

Not 5: Şimdilerde teknoloji sebebiyle çok daha büyük bir bataklığa hızla sürükleniyoruz çocuklar bakımından. Orta yaş ve üstünün diziler ve futbol vesilesiyle ekrana bağlanıp uyuştuğu, temel sorunları güdümlü din başta olmak üzere grup hamasetleriyle ötelediği bir akışta, evlere, ekran, cep telefonu, tablet ve bilgisayar aracılığıyla başkaları girmiş bulunuyor. Çocuklar evde, sokakta, okulda kısacası hayatta gerçekten koparıldıkları için sanal dünyadan kendilerine yuvarlanan meyvelerin lezzetiyle başları dönmüş durumda. Sesler, görüntüler, kahramanlar, tipler, hikayeler yoluyla büyük kurgu onları avucuna alıyor. Merkezi neresi olduğu kestirilemeyen ve amaçlarını görmenin hiç de zor olmadığı odaklar çocuklara hayatın veremediği şevki sanal evrenden şırınga ediyor.

Not 6: Ahlak özel hayatta geçerlidir. Ticarette ahlak geçerli değildir. Arz-talep geçerlidir. Yani kar maksimizasyonu. Bir ürüne fiyatı yükseldikçe talep kesilmiyorsa fiyat artmaya devam eder. İşine gelmezse almazsın. İlaç, temel gıda vs fiyatı devlet tarafından regüle edilir.