Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.a.) Efendimizin sözü ile konuyu açalım ve böylece O'nun şefaatinden ve dostluğundan pay sahibi olalım: "Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde herkes kiminle arkadaşlık yaptığına baksın."(Ebu Davud, Tirmizi) 

Yalnızlık ancak Allah'a mahsustur. İbadet ve itaat noktasında, "yalnız Allah'a kulluk ve ibadet edilir" ancak sosyal yaşantıda insanlar birbirlerine muhtaç olarak yaratılmıştır. 
Şöyle bir hafızamızı zorlarsak, insandan başka yaratıklar gerek yumurta olarak gerek beden olarak doğurduklarını doğaya bırakmakta, doğanın şartları içerisinde yaşamlarını sürdürmektedirler. İnsanoğlu diğer yaratıklara göre istisna bir özelliğe sahiptir. Onun belli şartlarda mutlaka başkaları tarafından bakıma muhtaç olduğu dönemler vardır. Doğumundan ölümüne, çocukluk ve ihtiyarlık dönemlerinde; beslenme, barınma, konuşma, eğitim, tedavi gibi olmazsa olmazları kendi dışında birileri tarafından yerine getirilmek zorundadır. O zaman insanoğlu toplumsal bir varlıktır. Mutlaka birbirine vesile olarak yaşamlarını sürdürmeye muhtaçtırlar.

Hazreti Ali Efendimiz günün birinde; "Allah'ım beni Sen'den başkasına muhtaç etme" şeklinde dua etmişti. Sevgili Peygamberimiz: "Ya Ali sen ölmek mi istiyorsun?" diyerek müdahalede bulunur. Sonra da "İnsanlar birbirlerine muhtaç yaratılmıştır. Allah'ım beni namerde muhtaç etme şeklinde dua etmen daha doğrudur" diye nasihatte bulunmuştur. Demek ki insanoğlu mutlaka diğer insanlarla birlikte yaşayacak ancak birlikte yaşayacağı, özel manada arkadaşlık yapabileceği kişileri iyi seçmek zorundadır.

İnsan kendi kendine yetmeli saçmalığının toksik etkisine kapılmamalı. Hiçbir kimse kendine yetemez. İnsanoğlu dünyaya başkasına muhtaç yaratılmıştır. Anne rahminde annesine göbek bağıyla, doğumdan sonra da ailesine ve çevresine muhtaçtır. Kibrin alemi yok..İnsan müşterek halde varolabilir ancak; gerisi lafu güzaf..

Son söz: Bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum. (A. CAMUS / Düşüş)

Realite: Yetkisiz yetkililer ülkesi olarak Türkiye.. Günlerdir haberciler Bolu Kartalkaya'daki otel yangınını kamuoyuna aktarıyorlar.
Akıl almayacak detaylar var; yangında korkunç boyuttaki can kaybına yol açan hatalar zinciri uzadıkça uzuyor.
Ama sorumlu yok!
Makam koltuğu gösterin, herkes koşa koşa geliyor...
Ya sorumluluk?
Kaçan kaçana...

Aforizma: Hareketli beden kendini iyileştirir.

Hatırlatma: Sadece geçen salı günü;
Kartalkaya'da 78 insanımız yanarak can verdi.
Gaziantep'te 1 ve üç yaşında iki çocuk evde yanarak can verdi. Aynı gün Aksaray'da 3 yaşındaki çocuk yangında hayatını kaybetti.
Bartın'da 65 günlük bebek, baygın olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Savcı ölümü şüpheli buldu ve soruşturma başlattı.
İznik'te kayıp olan 18 yaşındaki gencin cansız bedeni, ormanlık alanda yakılmış halde bulundu.
Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde başıboş köpekler 12 yaşındaki Eslem'i hayattan kopardı.
Gaziantep'te taziye evine silahlı saldırı: 1 ölü, 4 yaralı
Avcılar'da gelin ve damada silahlı saldırı: 1 yaralı
Kahramanmaraş'ta 1 aydır kayıp yaşlı adamın cansız bedeni bulundu.
Kocaeli'de taksici yol kenarında boğazı kesilmiş halde bulundu.
Nerede temel haklar? Nerede iktidar? Nerede adalet? Nerede, nerede?

Tadımlık: William Davies, ‘Mutluluk Endüstrisi’ isimli kitabında bireyleri birbirinden uzaklaştıran, dolayısıyla toplumsal dokuyu gevşeten aslî meseleye işaret ediyor: “Toplumumuz fazlasıyla bireyci. Piyasalar her şeyi bireysel bir hesapçılık ve bencillik meselesine dönüştürüyor. Sosyal ilişkilerimiz ve kendimizi gerçekleştirme olanağımız pahasına parayı ve bir şeyler elde etmeyi saplantı haline getirmiş durumdayız. Kapitalizm birbirimizle bağlantımızı zayıflatıp çoğumuzu ayrık ve yalnız bırakan bir materyalizm hastalığı yayıyor. Paylaşım sanatını yeniden keşfetmezsek toplumumuz hepten paramparça olacak ve güven imkansız hale gelecek. Arkadaşlık ve diğerkâmlıkla ilintili değerleri yeniden inşa etmezsek nihilist bir bıkkınlık bataklığına saplanacağız.”

Not 1: Eslem Teker, 12 yaşındaydı. sokak köpeklerinin saldırısı sonucu parçalanarak öldürüldü. ailesinin çığlıklarını, görüntüleri yayınlamaya yüreğim yetmedi. bu vahşette sorumluluğu bulunan kim varsa eslem'in iki eli yakasında olsun. diyecek söz bulamıyorum başka.
Sokak köpekleri, 12 yaşındaki çocuğu, Eslem Tekeri yemiş. bakın, öldürmüş, parçalamış falan demiyorum; bildiğin yemiş. korkunç, tek kelimeyle. kendinizi o çocuğun annesinin, babasının yerine koyun. o çocuğun saldırıya uğrarken yaşadığı korkuyu, dehşeti düşünün. meselelere "hayvansever" olarak, "sağcı" olarak, "solcu" olarak, "dindar" olarak, "seküler" olarak bakmayın bir kere de. "insan" olarak bakın. Sadece insan...

Not 2: Bitmiş yoğurt kaplarına çiçek ekilen bir çağda yaşamak isterdim. Her şeyin mükemmel olmak zorunda olmadığı bir çağda..

Not 3: Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir…

Not 4: Nasılsa anlamıyor kimse kimseyi, öyleyse uzun uzun susalım.

Not 5; Ne diyordu Cahit Zarifoğlu "Kıymet bilen insanlara zaafım var; onlar incili kaftan, gerisi yamalı fistan."

Not 6: Son boşanma rakamlarının da gösterdiği gibi, çoğu insan kalıcı aşka ulaşamamaları bir yana, artık bunu beklemiyor da; birçoğu bunu başarmaya değer bulmayabilir, hatta bunun ulaşılabilir bir hedef olduğunun bile farkında olmayabilir.

Not 7: İçsel dünya, sosyal medyanın da etkisiyle sanki bir hapishane gibi algılanmaya başladı. Metroda yolculuk ederken, herkesin başını eğmiş bir şekilde cep telefonuna baktığını görmeniz şaşırtıcı olmaz. İnsanın kendi kendisiyle baş başa kalması, kısa bir yolculukta bile zorlayıcı geliyor artık. Hayatın dışında kalma, bir şeyleri kaçırıyor olma korkusu öyle baskın ki..

Not 8: Bu arada, beni anlamayacak ve benim de anlamayacağım birini aramaya devam ediyorum, korkunç bir kardeşlik ihtiyacı içindeyim. (ROMAIN GARY / Yalan-Roman)

Not 9: “Bazen şu tekdüze hayatımın içimden geçip giden şeylerin yanında ne kadar küçük olduğunu düşünüyor ve kederleniyorum” diye dert yandı yanındakine. “Haline şükretmelisin” dedi yanındaki cevaben, “artık içinden hiçbir şey geçirmeyen o kadar çok insan var ki!”

Not 10: Ne zaman hatırlasak, hakikatin bıraktığımız yerde bizi hasretle beklemekte olduğunu görüyoruz ve sonra ne oluyorsa yeniden lafa dalıyoruz!

Not 11: ‘Yaşamımda hayranlık duyduğum ve beni etkilemiş birçok önemli düşünürle karşılaştım. Her şey neyi öğrenebilecek durumda olduğunuza bağlı. Dünyayı ne politikacılar yönetiyor ne düşünürler; bağdaşıklığını sağlayan da onlar değil. Belki de bir düşünürden öğrenebileceğinizden daha fazlasını bir çiçekten öğrenebilirsiniz. Tek bir kez okunan bir şiir, işitilen ve kendi kendinize, bu Tanrısal bir ilham dediğiniz bir şiir. 

İsimsiz kahramanların en önemli şahsiyetler olduğunu söyleyebilirim. Onlar tarih kitaplarında yer almazlar, ciddiye bile alınmazlar, ama en derine kök salmışlardır: İnsanlık durumunun köklerine değerler. Kısacası, en büyükler en mütevazı olanlardır, meçhul olanlardır. Bu nedenle onlar belirgin bir sevinçle yaşayabilirler. Dünyanın ıstırabını üzerinde taşıdığımız bu podyuma onların ihtiyacı yoktur; yine de bu ıstırabı doğal olarak taşırlar.’

Raimon Panikkar

Not 12: Şeriatçı Süslümanlar artık mecliste Kur'an-ı Kerim üzerine yemin ederek yalan söylemek istiyorlar. Daha inandırıcı olsun diye. Muaviye savaşta Kur'an-ı Kerim sahifelerini hile olarak kullandı. Bunlar da milletvekili ya da CB seçilirken Kur'an- ı Kerim'e el basarak  işe başlamak istiyorlar. Filimlerde görmüşler, ABD'de öyleymiş. Belli ki yalanlarının inandırıcılığı artsın istiyorlar.

Muaviye'ye zorla "Hz." dememizi isteyen kim varsa, demeyeni dinden çıkarmaya çalışan kim varsa sapkındır. "Ebu Hureyre" derken Hz eklemeyenler, vahiy katiplerinin ismini anarken Hz. eklemeyenler ama Muaviye derken ona Hz. demeyi herkese şart koşuyor. Sırf o savaş kazandı diye!

Not 13: sandım ki kalbim yerinden 
çıkacak bu dünya hengâmesinde!
ben yunus değilim, bu tufan beni yutar
ben ibrahim değilim, bu ateş beni yakar..

Not 14; İngiltere’nin emperyal tecrübesi ile sevk ve idare ettiği ABD-İsrail ekseni, Orta Doğu’da PKK’ya yaşam alanı bırakmadı. İran’ın burnu sürtmüşken, Arap dünyası teslim olmuşken kimse ellerine yapışıp kalan terör örgütleri ile politika yürütmek istemiyor. PKK, tıpkı 99’da Öcalan’ın teslim edilmesi gibi, koli bantlarıyla paketlenip Türk devletine teslim edildi.
Aslında önümüzde duran tablo çekirgenin birkaç kere zıplamasından sonra gelip köşeye sıkışmasından ibaret.
PKK önce ideolojisini, sonra emperyalist destekçilerini kaybetti:
PKK, Marksist-Leninist ideoloji üzerinde bir örgütsel yapı kurmuş ve büyütmüştü. Sosyalist ideoloji, Soğuk Savaş’ın bitmesi ile seperatist milliyetçi ideoloji ile yer değiştirdi. Bu sefer de Kürtlerin çıkarları ile örgütün çıkarları arasındaki çatışmalar ön plana geçti. PKK, Stalinist yöntemlerle bütün muhalif Kürt hareketlerini bitirdi. Ama elindeki bu milliyetçi ideoloji de daha çok başkalarının hizmetine sunduğu kullanışlı örgüt sayesinde varlığını sürdürdü. Kısaca PKK, silahlarından çok önce, asıl kendisini var eden ideolojisini kaybetti.
Uluslararası çapta destek bulamayan terör örgütlerinin yaşama şansı yoktur. Ayrıca ideolojisi olmayan bir örgüt, terör araçları ile neyin propagandasını yapabilir? PKK’nın aşamadığı propaganda engeli: İsrail’in güvenlik çıkarlarına hizmet etmek. Kürtler bu durumu kaldıramıyor.

Not 15: Silah bırakma çağrısına, PKK’nın Türk Devleti karşısında silah bırakması olarak bakmak eksik ve hatalı bir bakış açısı. PKK ideolojik bir örgüttü. İdeolojisi dağıldı. İdeolojisi dağılan bir örgütü hangi silah bir arada tutabilir?

Not 16: Otelin sahibi içeri girmedi ama, muhalefette de böyle bir talep yok dikkat ederseniz.

Neden olabilir?

Sahibi AKP'li olsa da, hizmet CHP'lilere idi ama, malum buralarda KAÇAMAK da çoktur.

Dolayısıyla bu adamların üstüne gidemediler.

Otelin sahibinden çok, başkaları suçlanıyor.

Not 17; ÜMİT ÖZDAĞ sadece APO meselesi için değil, ÖZGÜR ÖZEL'in adaylığını engellemesin diye de içeri alındı.

Not 18: İzmit'te AMERİKALILARIN yaptırdığı, sonradan satılan DEDEMAN binasını bir gezin.

Yumuşak zemin diye, 1 kat yeteceği halde, 3 kat otopark.

Otoparkından, koridorlarına ve tüm odalara kadar tavanda su.

Her yerde kamera. Otoparklar dahil. (TÜRKİYELİLER koymaz. Yüksek ahlaklarından.)

Not 19: Japonya'da faiz arttı. Başkan Ueda yeni faiz artırımları için kapıyı açık bıraktı. 
Nikkei çökmedi, Yen anormal değer kazanmadı. Finansal piyasalarda fırtına kopmadı.

Dolar Yen paritesi faiz kararı öncesindeki seviyeye geri döndü.
Bu vartayı da atlattık.

Not 20: Ludwig Erhard bir pazar günü Alman Ekonomik Mucizesini nasıl başlattı?

1948 yılında müttefikler Almanya'yı işgal etmişti ve enflasyon artmasın diye fiyat kontrolleri uyguluyorlardı. Bunun sonucu olarak üretim azalmış ve insanlar temel gıda ürünlerine ulaşmak için köy köy dolaşmak zorunda kalıyordu.

Ludwig Erhard fiyat kontrollerinin kaldırılmasını talebi kabul edilmedi. Erhard fiyat kontrollerini kaldırmakta kararlıydı ama kontrolleri kaldırdığı gün işgal güçlerinin kontrolleri tekrar koyacağını biliyordu. İşgal güçlerinin ofisleri pazar günü kapalıydı. O nedenle Erhard fiyat kontrollerini pazar günü kaldırdı.

Fiyatlar sert bir şeklide arttı ama pazartesi günü ürünler rafları doldurmuştu. ABD komutanı General Lucius Clay Erhard'ı çağırdı, "Danışmanlarım bana fiyat kontrollerini kaldırarak korkunç bir hata yaptığınızı söylüyor." dedi. Erhard ise "Herr General, benim danışmanlarım da bana aynı şeyi söylüyor, onları dinlemeyin." diye cevap verdi.

Kısa sürede enkazdan çıkan Alman ekonomisi, Batı Avrupa'daki en güçlü ekonomi haline geldi. İşte Alman ekonomi mucizesi serbest piyasaya müdahalenin kaldırılmasıyla başlamış ve bir gün içinde bile olumlu sonuçlarını almıştır. 

Eski bir televizyon programında sık söylendiği gibi "Burada yapılmışı var".

Not 21: Serbest piyasaya karşı olan argümanların çoğunun altında özgürlüğe olan inancın eksikliği yatar.

Milton Friedman

Not 22: Susuyorum, susuyorum sonra birden yüreğimde bir şeyler kaynıyor, taşıyor. Taşlarla, ağaçlarla konuşacağım neredeyse... (M. GORKİ / Çocukluğum)

Not 23: Yazsam...
Tesiri yok...
Yazmasam, gönül razı değil...

Bakanlıklar ne için var bu ülkede?
Belediyeler ne için var?
Kanunlar ne için?
Yönetmelikler ne için?
Geçip giden bir felaketten gelen yenisine...
Bir yanlıştan ötekine kadar durumu (hayatı) idare edelim diye mi?

Not 24: Devletin gücünden, hukukun etkinliğinden söz edip duruyoruz...
Şimdi Bolu'daki felaket şunu da sordurmazsa, ne sorduracak...
Devlet gerçekten güçlüyse...
Biz "Yangın merdiveni nerede?" diye hop oturup hop kalkmazdık...
Başka felaketler için de geçerli bu soru...
"Nasıl oluyor da dere yatağına ev yapıyoruz kardeşim?" diye yanıp yakılmazdık mesela...
Şimdi sade vatandaşıyla, siyasetçisiyle; yöneteni ve yönetileniyle tam bu noktadan yeni bir devlet ve toplum ilişkisi "dersi"ne başlamanın tam zamanıdır...

Not 25; Dün bir köşe yazarı, yazısında "Yara yıllarca kanayacak" diyordu...
Katılamıyorum ona...
Kanamalar duruyor ve yara yerleri unutkanlıkla kapanıyor.
Giden canlardan geriye kalanlarla ilgilenen olmuyor.
Bizim sosyolojik zihin atmosferimizde unutmak nasıl bir şey, biliyorsunuz değil mi?
KOYU VE YOĞUN BULUTLU HAVA...
Çarçabuk her şeyin üzerini örtüyor.

Not 26: Çok kez tarihi olaylar, birbirlerini beceriksizce taklit ederler. (M. KUNDERA / Gülüşün ve Unutuşun Kitabı)

Not 27: Reisin ve ak partililerin son senelerdeki takıntısı kültürel üstünlük. Bunun için İstanbul Bienali’nin karşısına Yeditepe Bienali’ni çıkardı. YKY’na alternatif Vakıfbank Kültür ve Kuveyt Türk Sanat’ı kurdurdu. Tabii platformu, Gassal vb. Bu çabanın ürünü. Ebruyla, 19. Yüzyıl çakma hattıyla, 16. Yüzyıl çini reprodüksiyonlarıyla kültürel üstünlük sağlanamadığını görecek, öğrenecek.

Not 28: İki sene önce resmi rakamlara göre 50000 yazı ile elli bin kişi öldü, binlerce ocak söndü. Türkiye bu acıyı bir kaç ayda unuttu. Otel faciasının akıbeti de unutulmak olacak.

Not 29: 66 yurttaşımız yanarak canlarını yitirdiler.

Nasıl sorusunun yanıtı aslında bu tümcede var: yanarak.

Peki niçin?

Bu sorunun yanıtını halkımızın irfanı verecek:

- kaza
- kader
- takdir-i ilahi
- fıtrat
- ihmal yoluyla cinayet

Halkın idrak ve irfanına göre de hukuk ve siyaset (devlet-hükümet) bir tavır alacak.

Şimdi yanıt bekleyen soru şu: 

Adalet tahakkuk edecek mi? Kamu vicdanı tatmin olacak mı?

(Vefat edenlere rahmet, ailelerine sabır diliyorum.)

Not 30: Politik mücadelede, insanlık tarihinin en doğru ideolojik hattına sahip olabilirsiniz, fakat düşman, ideolojinize değil, siyasal arenadaki konumunuzun ve cephenizin oluşturduğu tehlikeye bakar.
Düşman size saldırmıyorsa, demek ki tehlike yaratmıyorsunuz.
Ama bir başkası saldırıya uğruyorsa, o zaman siz değil fakat o tehlike yaratıyor demektir.
Umarım anlaşılabilmişimdir...

Not 31: Bugün müşterisi olduğumuz hemen her tür haz, kazanç ve fayda, kendimizde büyümesine izin verdiğimiz bu bencilce yönelişlerin bir eseri olarak bizi güdümlüyor ve tüketim döngüsüne katıyor. Başkalarını gözetmeyen arzuların, herkese birden yetmeyecek kaynakları nasıl da gözü dönmüşçe istediklerini küresel manzarada apaçık görüyoruz. Ancak meselenin vahameti bu kadarla kalmıyor; bu yakışıksız manzaranın bizim bireyselliğimiz içinde de karşılıkları var ne yazık ki! Hepimiz az ya da çok, bu doymak bilmez tüketim çarklarının, bu ihtiraslar ekonomisinin sersemletilmiş kör müşterileriyiz artık! Kendimiz için istediğimiz hemen her şey, asıl getirisini ihtiras tüccarlarına bağışlıyor, bize de can sıkan tatminsizliklerini bırakıyor.

Not 32: Pazarlamanın faydacı anlamdaki püf noktası, mutluluk ile mutsuzluk, haz ile acı arasında özenli bir denge kurmaktır. Piyasa öyle bir yer olarak tasarlanmalıdır ki arzuların peşinden koşmak mümkün olmalı fakat onları tamamen tatmin etmek asla mümkün olmamalıdır; aksi takdirde tüketim açlığı yavaş yavaş yatışır. Pazarlamacılar günümüzde ‘beğenme’ ve ‘mutluluk’ da dahil çeşitli duygulardan bahsetse de bu gibi olumlu duygular hiçbir zaman bir son teşkil edemez. ‘Endişe’ ve ‘korku’ da bu karmanın önemli unsurlarıdır, zira onlar olmazsa alışverişçiler bir noktada daha fazla tatmin aramalarını gerektirmeyecek huzuru ve rahatlığı bulabilirler.