Malum ülke olarak YEM (yeni ekonomi modeli) açıklandı ve uygulamaya konuldu. Cari fazla vermeyi sürekli kılmaya yönelik yüksek kur düşük faiz modeline dayanan zihni temelli, Çin modeli olduğu sıkça tartışılan vatandaşı Hint fakirine dönüştürmesi kaçınılmaz olan, ana parametresi ucuz emek, düşük ithalat bol ihracat ve ülkedeki tüm sabit ve sabit olmayan değerlerin mülklerin kendi vatandaşına pahalı yabancıya ucuz hale getiren, bu şekilde sürekli döviz dolar girişini garanti altına almaya odaklanmış saçma sapan değişik bir model bu. Her ne kadar Çin modeli olarak tartışıladursun aslında ne olduğu belli değil.

Çin 40 yıldır üretim temelli modelle bu hale geldi ve Batı’dan sermaye, teknoloji ve know how aldı sürekli. Eğitimini sayısal üzerine yoğunlaştırıp yurtdışı doktoralı bir çok Çinli mühendis bürokrat yetiştirdi. Uzun yılların insan emeği anlayacağınız. 200 yıllık İç savaş ve Mao, komunizm karma model tarihinden bahsetmeye bile gerek yok. 

 Cumhurbaşkanı Erdoğan değişik tarihlerde yeni ekonomik modelle ilgili açıklamalarda bulundu. Önemli öğeleri aktaralım:

"Biz iş adamlarımıza diyoruz ki hani sen düşük faizle kredi istiyordun? Niye almıyorsun? Bu iş adamlarını anlamıyorum. TÜSİAD'ı filan bir araya geliyorlar; faizden bahsediyorlar. Eğer sen iş adamıysan, yatırımdan yanaysan; işte düşük faizle kredi. Haydi alın krediyi ve yatırımı yapın. Ben sizden yatırım, istihdam, üretim, ihracat istiyorum. Gelin bunları yapın. Kaçıyorlar. Bunlar nasıl iş adamları?” (DW Türkiye, 17 Kasım 2021).

“Ekonomik kurtuluş savaşından milletimizi zaferle çıkaracağız. Türkiye, tarihinde ilk defa ihtiyaçlarına uygun bir ekonomi politikası izleme fırsatı bulmuştur.”
“Kurdaki hareketlerin etkisiyle yükselen enflasyonun ekonomik sıkıntıları elbette vardır; [bunlar] yatırımı, üretimi, istihdamı doğrudan etkilemez. Kuru bahane ederek fahiş fiyat artışı yapan fırsatçılara göz açtırmayacağız.”
“Kurdaki rekabet gücü, yatırımda, üretimde, istihdamda artışa yol açar. Kur hareketlerini takipte kararlıyız. Swap işlemlerini yakından izlemek suretiyle kendi ülkesini soymaya çalışanların önlerini kestik.”
“Biz bir defa yüksek faize kesinlikle inanmıyoruz. Düşük faiz politikasıyla kuru da enflasyonu da aşağı çekeceğiz ve bunu düzenleyeceğiz. Kesinlikle yüksek faizin, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bir anlayış olduğuna inanıyorum. Buna asla müsaade edemeyiz. Dolayısıyla da bu işi bir defa bu güzergahta, bu düzlemde devam ettireceğiz. Bizim derdimiz düşük faizle yatırımı teşvik etmek suretiyle istihdamı artırmak; istihdamı artırmak suretiyle üretimi ve ihracatı artırmak... Bunu sağladığımız zaman bu bize büyümeyi getirecek. Kaldı ki bu zaten OECD içinde de görülüyor. OECD’nin en yüksek oranda büyüyen ikinci ülkesiyiz.”
(Çeşitli kaynaklar, 23 Kasım, 8 Aralık)

Peki iktidarının ekonomik beklentileri gerçekçi mi? Tutar mı?

Turgut Özal, 1980’li yıllarda pahalı döviz / reel faiz ikilisini birlikte sürdürebilmişti. O dönemde sermaye hareketleri denetlendiği için… Vatandaşların döviz mevduat hesapları yoktu; varlıklarını dışarıya aktarmak, dövizle borçlanma kısıtlıydı; denetleniyordu. Yabancıların serbestçe girip çıkabildikleri bir borsa yoktu. Şu an borsada yabancı oranı azalsa da neticede tahviller dahil yabancılar hala var ve ülke dışa açık bir ekonomi.

Bugünkü ortamda ise faiz indiriminin tetiklediği kur hareketi, “rekabetçi” eşiği aşsa, savrulup gitse dahi önlenemez. 1980’li yıllardaki sermaye kontrollerine dönülmedikçe frenlenemez. Gerekirse dış borçlara da uzanarak ya tam yapacaksınız veya vaz geçeceksiniz. 

Faiz → döviz kuru → enflasyon sarmalı sürdürülemez eşiğe taşınmış durumda. Cumhurbaşkanı bu sarmalı, “üretimi doğrudan etkilemediği” için umursamıyor. Ve fakat bu sarmal sonunda iyice satın alma gücü eriyen vatandaşların zorunlu temel ihtiyaçları dahi azaltıp diğer zorunlu olmayan tüketimlerini kesmesi sonucu ülke ani duruş pozisyonuna girebilir, oluşacak ekonomik hasar onulmaz yaralar açabilir.

Türkiye tarihi, kendisine örnek ülke arayışı ile geçti. Çıta 1950'lerde "küçük Amerika" olma hedefi ile açıldı. 1960'larda "Amerika gibi olma" hedefi abartılı bulunmuş olsa gerek ki, 2000'lerde İtalya hedefi kondu. 1980'lere gelindiğinde "öz değerlerine bağlı, muhafazakar ama gelişmiş" Japonya örnek ülke seçildi. 1990'ların başından itibaren ekonomisi durgunlaşan Japonya da gözden düştü. Uzak Asya Kaplanları örnek alınmaya başlandı. Çıta Malezya'ya, Endonezya'ya düşmüştü, ama olsun. 2000'lerde takvim biraz geriye sardı, ortaçağa kadar geri gitti; en yüksek zamanlarındaki Osmanlı gibi olmaya karar verildi. Ama aradan 500 yıldan fazla geçmişti; nostaljik hedefler, en sonunda Suriye'de, Libya'da, Akdeniz'de sert kayalara bindirince ondan da vaz geçildi.

Çin modeli son hedefimiz. Bunu eskiden dile getirenlere Maocu deniyordu, ama biz Maocu değiliz. Hem Kültür Devrimi zamanını değil, piyasacı Deng XiaoPing Çin'ini örnek alıyoruz. Amacımız en sonunda Xi JinPing Çin'i gibi bir şey olmak. Bence ne İtalya, ne Japonya, ne Çin, hatta ne Kore, ne Malezya, ne Endonezya... Türkiye'nin hedefi kısa/orta vadede Afrika düzeyinden çıkmak olmalı. Ondan sonraki en makul hedef de Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya gibi Avrupa'nın kıyısında, köşesinde kendi halinde bir ülke olmak. Eğitimli insan gücü önemli ölçüde ülkeyi terk etmiş, iddiasız, sessiz, sakin, gösterişsiz küçük projelerle Avrupa'ya entegre olmaya çalışan, fakir ama gururlu güzel ve yalnız ülkem.

Neye, nereye elini atsan dökülüyor. Dökülmemiş, laçkalaşmamış hiçbir şey yok. Bir memleket bu hale nasıl getirilir, nasıl gelir, bunu akıl almıyor. Her yerde, her şeyde bir çürüme. Yoksulluk gırtlağa kadar, cehalet almış yürümüş. Öyle bir çürümüşlük ki tarifi yok.. Sonra da kalkıp Koca koca iddialarla körfezin kabilelerine, emirliklerine el açıp halkı uyutmaya gerek yok. Hedef dediğin makul olmalı.

Şunu da ekleyelim: Türkiye halkı 600 yılı aşkın imparatorluk geçmişi olduğu için, bütün komşularına büyük ağabey pozlarında tepeden bakmaya eğilimlidir. Oysa büyük ya da küçük, bütün ülkelerin - genellikle faşizan eğilimli milliyetçilerince yaşatılan maksimalist hayalleri vardır. Yunanistan'da Megalo İdea, Sırbistan'da Büyük Sırbistan, Arnavutluk'ta Büyük Arnavutluk hayalleri, bizim neo-Osmanlıcılık hayallerinin mini modelleridir. Biz üç kıtada at koşturduğumuz için, diğerlerinin milliyetçi hezeyanlarına tepeden bakarız. Bu maksimalist hayaller, kapitalizm ve modern öncesine aittir, çağdışıdır, ama halkların en büyük afyonlarından biridir. Yoksulluğun, geri kalmışlığın acısını hafifletici etkisi vardır. Uzak zamanların hayali, "bir zamanlar onlar bizim ayaklarımıza kapanıyorlardı" üstenciliği. 

1 kg tereyağının 9 Aralık 2021 Perşembe itibarıyla 142 TL olduğu ve gelecek aylarda 200  mü olur 500 mü belli olmadığı, hayatın gün be gün pahalılaştığı vatandaşlarının çoğunluğu için cehenneme dönmüş bir ülkenin maksimalist hayaller peşinde koşmasının anlamı yok. Aşama aşama Arjantin ya da hafazanallah (Tanrı bizi korusun) Venezuela olmayalım da. Maalesef yolumuz yol değil. Gidenin döndüğü nerede görülmüş ki; zamanın ruhu diye bir şey var. Yeni yüzyıl ve sonraki yüzyılların ruhu üretim, katma değeri yüksek üretim, ehliyet, liyakat ve yaşamın her alanında adalet, adilce bir düzen.

Herkesin merak ettiği şu: Şubat 2000’de “anayasa kitapçığı olayı”nın tetiklediği kriz, 2002’de AK Partiyi iktidara getirmişti. İktidarın YEM’i (Yeni Ekonomik Modeli)  ile tetiklenen hali hazırda yaşadığımız bunaltan, nerede duracağı kestirilemez kriz, aynı partiyi iktidardan uzaklaştıracak mı? 

Not: Elde edebilmek için peşinde koşup durduğumuz bunca şeyden bize kalan giderilemez bir yorgunluktan başka bir şey olmuyor..

Sivri Dil