Anadolu’da, taşrada yalnızlık nedir bilinmez. Ya da hissedilmez bir şekilde. Şehirde, hele metropolde yalnızlık kapanmaya yüz tutmuş bir yaradan sızan koyu kahverengi kan gibi hissediliyor nedense. Hele de gurbette. Hele bir de oturacak kafa dengi üç beş dostun yoksa. Birbiriyle karşılıklı çıkarı olmayanların hep meşgul ve yoğun oldukları büyükşehirlerde, hele İstanbul’da. Verilen sözün, sözleşilen randevunun bir paçavra kadar hükmünün olmadığı, sözün namusunun olmadığı İstanbul tarzı metropollerde. Bir zamanlar bir arkadaşıma şöyle demiştim söz verdiği randevuya gelmeyince: Sen üzerine alınma bana ama İstanbul’da doğup buranın ahlakıyla iki yüzlülüğüyle büyüyen kahir ekseriyet İstanbul çocukları o. çocuğu oluyor nedense. Ya da bana hep onlar denk geliyor demiştim. Nedense arkadaş üzerine bile alınmamıştı. Arkadaşım da İstanbul çocuğuydu.
Şehirlerdeki yalnızlık simgeleri sokak lambalarıdır öncelikle. Gecenin başlangıcından en karanlık saatlerine kadar tüm haşmetiyle insanda korku duygusunu depreştiren o devasa direkler, gündüz inanılmaz bir yalnızlık ile küçülüyorlar adeta. Halbuki sokaklar gündüz çok kalabalık şehirlerde. Gecenin o gölge uzatıp, izbelik kısaltan hakimleri gündüz, terk edilmiş bir yetim çocuk gibi fark edilmiyorlar sanki. Kırkımdan sonra anlıyorum şehrin en yalnız sabitleri sokak lambaları. Hele ki mevsim yağmurlu ise! Ya da zemheri, kara kış şehri teslim almışsa.
Kalabalıklaştıkça utanmaz hale gelen insanoğlu, benzersiz bir cesaretle yalnızlaştırdı her şeyi. Yollar yalnız, parklar yalnız, bahçeler yalnız, lambalar yalnız, sokaklar yalnız, evler yalnız büyük şehirlerde. Saçma sapan bir aldanmışlıkla ne kadar tıkış mıkış alışveriş merkezleri çok olursa, o kadar yalnızlığı kayboluyor sanıyor insanoğlu. Ne büyük yanılgı. Kalabalıklar kadar acınası bir yalnızlık olabilir mi? Büyüyen binalar değil yalnızlıklarımızdır. Eskinin daracık arnavut kaldırımlı sokakları bugünün otobanlarından çok daha genişti emin olun.
Yalnızlığın süresi uzadıkça, mevsimler mevsimlere karıştıkça, yalnızlık kabus olup çöküyor karanlıkta kalmışların, girdapdakilerin ruhuna. Kıvılcıma dönüştürüyor önce yalnızların hüznünü, sonra dev alevlerin sardığı bir yangın topuna dönüştürüyor gurbetin yalnızlarını.
“Ne yanar bana kimse ateş-i dilden özge, ne çalar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı” dizelerindeki Fuzuli yalnızlığının semtinden ne geçecek!
“Bir dost bulamadım gün akşam oldu” arayışındaki Kul Himmet yalnızlığı da uğramaz gurbet yalnızlarına. Bekler dururlar büyük bir ümitle “asla yalnız yürümeyeceksin” hüznüyle karşılık verecek adamlık sermayesiyle donanmış kelebek ruhlu insanları, “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım” diye “bir yalnızlık şarkısı” tutturarak. Gurbet yalnızları, kasvetli gecelerde böyle yalnızlığa can vermez mi!
“Lambalar yanıyor kirli ve sarı” diyor ya şair kıvranırken yalnızlığın pençesinde. Gurbet kuşlarını tarif etmiş bir bakıma. Gecenin en koyu vakitlerinde gene yanıyor yalnızların sokak lambaları kimsesizliğin çölünde. Hadi biz de yanalım o zaman kutsallaştırdığımız kendi yalnızlığımıza! Belki küllerimizden bir Zümrüdü Anka çıkar da; aydınlatır şehirlerin boğuk karanlığını..
Not 1: Bugün metroda genç bir kadın bana yer gösterdi.
Ve dedim ki alnimdaki çizgilerden satır başı yap kendine Kemal gocamissin. Sonrada kendi kendime söylendim: Yaşa ki neler göresin. Her canlı yaşlılığı tadacaktır eğer gençken ölmezse.
Not 2: Yalan dünya. Tek hükümdarı zaman..
Not 3: Fransızlar ne derse desin, bağımsızlık bahşedilecek bir şey değildir. Bağımsızlık lütfedilen bir iyilik değil, inşa edilen canlı bir gerçekliktir. (FRANTZ FANON / Yabancılaşma ve Özgürlük Üzerine Yazılar)
Not 4: Ne demiş Köroğlu'nun babası: "Biz kör olduksa, dünyanın da bakılacak suratı kalmadı ya!"
Not 5: Gerçekler acıdır ama çok öğreticidir.
Not 5: Yok aslında kimsenin kimsesi/ Herkesin elmasında kendi diş izi
Not 6: Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu (bu sonu)/Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim/Ben bu müstakbele mazimi feda etmezdim..
Mehmet Akif
Not 7: “Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var/ Bitsin hayırlısıyla, bu beyhude sonbahar/ Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi/ Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi”
Y.K. Beyatlı
Not 8: ‘Sevenim, bayılanım çok; herkes bana hayran ama ben hayran olacak birini bulamadım gitti şu alemde’ moduna yakın, altın kafes ıssızlığıyla dolanan tiplerle dolu ortalık. Egosu bedeninde taşıdığı başından yüksek olan tipler. Allah selamet versin. Umarım tevazu ve asgari nezaket hakim olur çölleşen dünyaya.