Türkiye'de fikir hayatının en zengin olduğu dönem 1960 ve 1970'li yıllar olsa gerek. Müthiş bir entelektüel ve sanatsal patlama yıllarıdır. O yıllarda tartışılmamış konu kalmamıştır: Anayurdumuz Orta Asya mı, Anadolu mu? Osmanlı toprak düzeni, Türkiye ekonomisi, savaş ve barış, Türkiye'de sermayenin ve sınıfların gelişimi, "Türk rönesansı", Türkiye'de sosyalizm mümkün müdür? Milli demokratik devrim. Neden geri kaldık? Din, tek tanrıcılık, Orta Asya toplumlarının inanışları, şehircilik, eğitim, planlama, kalkınma, Anadolu pop, halk kültürü araştırmaları "2000'de İtalya" (gibi olma) hedefi, eğitim mi üretimi belirler, üretim mi eğitimi? Ağalık düzeni ve toprak reformu, sendikal haklar, refah devleti, altyapı yatırımları, evrensel değerler, sanat sanat için mi, toplum için mi? (toplumsal sanat), kadın sorunları, çalışma hayatı,...
12 Eylül faşizmi bu canlı entelektüel hayata son verdikten sonra fikir/sanat dünyası bir süre can çekişti. 80'lerin korku dolu sıkıyönetim günlerinde pek çok eser "yeraltına" indi. 90'larda peş peşe gelen aydın suikastları can çekişen fikir hayatının tabutuna son çivileri çaktı. 2000'lerin sığ, seviyesiz, kalitesiz dünyası böyle oluşturuldu. Akademi bitti, Türk rönesansı unutuldu gitti, islamcılığın, milliyetçiliğin, bölgeciliğin, hemşericiliğin, kabileciliğin sığ ve gelişmeye, ilerlemeye düşman dünyası oluşturuldu.
Diyanet fetvaları, milliyetçi şeflerin kin ve nefret dolu söylemleri, "Yunan tohumu" gibi seviyesizlikler, engizisyon mahkemeleri, "ecdada sövüyorlar", "halkın din duygularını incitiyorlar" derken, Türkiye fikri bir çöle döndü, Ortadoğu/Afrika seviyelerine düştü.
Son olarak Tunç Soyer’e karşı başlatılan linç kampanyası... Soyer'in söyledikleri, 60-70'lerin fikri canlılığı içinde sıradan bile değil; üstüne tartışmayı bile gerektirmeyecek kadar açık bir gerçeği ifade ediyor. Ama Türkiye o kadar irtifa kaybetti ki ... Soyer'e karşı başlatılan kampanya aslında Türk aydınlanmasına, devrimlere, cumhuriyete karşı yürütülen kampanyanın yeni bir aşamasından başka bir şey değil. Atatürk son padişahı Nutuk'ta "soysuzlaşmış", şahsını ve tahtını korumak için "alçakça tedbirler" peşinde olarak tanımlıyor.
Bugün Tunç Soyer'i hedefe koyanların, yarın Nutuk'ta çok daha ağır sözlerle Vahdettin'i, Damat Ferit'i eleştiren Atatürk'ü hedefe koydukları, engizisyon yargısı ile mahkum etmeye çalıştığını görmek için dahi olmaya gerek yok. Bu bir siyasi mücadele değil: Tarihsel bir hesaplaşma. Bu hesaplaşmayı cumhuriyetçiler, aydınlanmacılar, devrimciler kaybederse, 1960-70'lerin çok canlı, üretken, özgür, ilerici Türkiye'sinden Ortadoğu'nun, Afrika'nın köhne karanlığında yitip gitmiş, bağımsızlığını ve tüm kazanımlarını kaybetmiş bir Türkiye'ye gidilecek.
Tunç Soyer, gericiliğe selam durmadan bir tek cümle kuramayan Kemal beyin, başkanlığı kendisine kazandırdığını zannettiği gerici kesimlere her fırsatta selam çakan Ekrem beyin ve ülkücü geçmişi nedeniyle Türkiye aydınlanmacı geleneğine yabancı Mansur beyin yapamadığını yaptı. İzmir farkı.. Biz İzmir'i Kordon'u ve kızları güzel diye sevmiyoruz, sevgili İzmirliler. Türkiye'de on yıllardır gericiliğe direnen, kurtuluşçu, aydınlanmacı, devrimci duruşu nedeniyle yere göğe koyamıyoruz.
Kıymetini bilin: İzmir yoksa, OrtaDoğu'nun sıradan bir memleketisiniz.
Not 1: Ekonominin yadsınamaz gerçeği, enflasyon ve onun ürettiği hayat pahalılığıdır. İnşaat maliyetleri yüzde 114 artmışken ucuz konut hayaldir. Böyle ortamda fısıltı gazetesi çalışır, fiskos artar, çoğu kişi köyün girişinde uydurduğu yalana, köyün çıkışında kendisi de inanır hale gelir.
Not 2: Seçime doğru hikâyeler artıyor. “dolar bir gecede 9’a düşer; dolar bir gecede 20’yi aşar” söylemlerini daha çok duyuyoruz. Sanki bir ülkenin para biriminin değer kaybı ya da kazancından değil de tahterevalli dengelerden konuşur gibiyiz.
Dolara 9 lirayı gördürtecek, 20 lirayı aştıracak gelişmeler ne olur bilmek, şimdiden kolay değil. Ancak şunu biliyoruz ki baz etkisi ile Aralıkta enflasyon gevşese bile hayat pahalılığı zirve yapmış durumda bu da her şeyin ama her şeyin fiyatını yukarı çekiyor. Talebin hala canlı olmasının nedeni de daha sonra alamam kaygısı. Gelir bolluğu değil yani.
Not 3: Önemli ve öncelikli olmayan alanlarda harcama yapan yönetimler, yüksek enflasyon ortamında durgunluk gibi belâ ile tanışacaktır; stagflasyon… Anlamı şudur; zaten soluk soluğa iken kafayı bir kova suyun içine gömmüşsünüzdür. Enflasyona obezite dersek, stagflason; ölümcül diyet olabilir.
Bunun bir adım ilerisi vardır ve pek fazla dillendirilmez; slumpflasyon… Yani büyümek için enflasyonu salmış olabilirsin. Tıpkı günümüzdeki ekonomi yönetimi gibi… Para basıyor, dev projeler yapıyor, kredi saçıyorsun ama buna rağmen; büyümeyi ancak seçime kadar yüksek tutabiliyor ve sonrasında küçülüyorsun. Şu anda YEB (yüksek enflasyonla büyüme) ise de seçim sonrası slumpflasyon bizi bekler.
Not 4: Daha ayın başında eksi bakiyelerle hayata başlıyoruz. Hiperenflasyon yüzünden fiyatlar doludizgin artarken ücretler bu artışa yetişemiyor. Zira esnaf, sanayici, tüccar; enflasyon yükünü anında veya az gecikmeli olarak güncelleyebiliyor. Fakat sabit gelirliler ancak bunu yılda bir kez (asgari ücret örneğinde 2 kez) yapabiliyorlar.
Aslında ekonominin matematiğine dinamit koyan Heterodoks dedikleri sistemde, üretici de ilave maliyet yükünü fiyatına yansıtmakta zorlanıyor. Zira durgunluk söz konusu… Bildiğim gerçek şudur; %150 ile üretip ve %80 ile tüketerek varılacak bir mutlu son yoktur ekonomide…
Not 5; Bundan böyle mademki kendiniz gibi yasa kural çiğnemeyenleri affedip duruyorsunuz, o halde ben de vergimi, yükümlülüklerimi yerine getirmeyip, af bekleyen saflarında yerimi alırım. Milletin daha doğrusu bu hükümetin tek enayisi ben miyim?
Not 6: Siyaset uzmanlarımıza, özellikle 500 bin sosyal konut müjdesi AKP'ye oy getirir diyenlere...Hakkaten mi? Millet çocuğuna gıda alamazken mi?
Not 7: yoksul kesimleri ev sahibi yapmak için kampanyaya filan gerek yok bence. gayet servet vergisi ile bu işi çözebiliriz.
3. evden 2. arabadan sonra yüzde 50'den başlamak üzere vergi koyarsak herkes elindeki fazla malı çıkarır.
Bazı eblehler buna şimdi karşı çıkarlar. ama öte yandan da sistemin adaletsiz olduğundan yakınırlar. zaten onları zengin eden bu sistemin adaletsizliği.
Bu kadar basit... Bir de kiralara da sınır getirildi mi.. Tamamdır.. Şimdi diyecekler servet düşmanı mısınız.. Ben de cevap veriyorum.. EVEEET.... Gereğinden fazla mala mülke paraya karşıyım.. Çünkü bu fazlalık başka birisinin emeği yada göz yaşıdır..
Not 8: Sene 2022 olmuş, iktidar hala Sovyetik toplu konutlarla seçim kazanmaya çalışıyor. Ekonominin durumunu, yoksullukla mücadelenin başarısını, hayat standartlarımızın şahlanıp şahlanmadığını oradan anlayın...
Keşke bundan ibaret olsaydı söylenecekler. Fakat yine değil.
İktidarın seçim müjdesi, bir toplu konut projesiydi.
Dar gelirliler, kiradan ucuz taksitlerle 240 ayda ev sahibi olacaktı.
5 yılda tamamlanacaktı. İlk teslimatlarsa 2 yılda, 2023’ten sonrayaydı.
Ya seçimden sonra; 10 yıldır her seçim vaat edilip uçtu uçacak havada görülmeyen yerli uçak, elektrikli araçlar ve şahlanan ekonomi gibi revize edilirse?
Ya 2023’e kısmet olmayan diğer vaatler gibi 2053’e, o da olmazsa 2071’e ertelenirse?
Not 9: Ben açıkça söyleyeyim, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökenli olması, tek başına onun seçilmesine engel olamaz. Kendisi bu kimliğinin üzerine basan, o kimliğini vurgulayan birisi değil ama kimliği gizli de değil.
Onun Alevi olması üzerinden Sünni seçmen üzerinde nefret söylemi temelli bir propaganda yapılması, tam tersine ortaya bir mağduriyet çıkaracağı için ters tepecektir. O yüzden ben Alevi kökenli olmasının Kılıçdaroğlu’na özellikle puan kaybettireceğini düşünmeyenlerdenim; tam tersine belli şartlar altında puan kazandırabilir bile.
Not 10: Artık muhalefetin ortak adayı olduğuna kesin gözüyle bakmamız gereken Kemal Kılıçdaroğlu seçimi ilk turda kazanmak istiyorsa, ya HDP’nin aday çıkarmamasını ve seçimde kendisini desteklemesini sağlamak zorunda ya da Tayyip Erdoğan’ın oyunu yüzde 40’ın altında bırakmak.
Meral Akşener ise biliyorsunuz başbakan olmak istiyor. Bunun için hem partisi seçimden birinci parti çıkmalı, hem de bugünkü muhalefet Meclis’te en azından 3/5 çoğunluk elde etmeli.
Not 11: Konut üretim işinin geçmişte iyi gitmesinin sebebi, ironik olarak, kamunun piyasaya düzenleme bağlamında bile olsa, çok az müdahale etmesidir.
Bu sayede konut geliştiricileri, bankalar ve aileler kendi aralarında yaptıkları anlaşmalarla büyük işler başardılar.
“Maketten Konut Satmak” diye adlandırılan ve riskin çoğunun bankalar tarafından yüklenildiği bu düzenekte, ortaya çıkan sorunlar, toplam satışların %1’ine bile ulaşmamıştır.
Fakat hükümetin cayma, dönme, iade, değiştirme vs. gibi konuları düzenlemesi ve bu düzenlemeyle, bankalara büyük sorumluluklar yüklemesi, bankaların iştahını sıfıra indirdi.
Özel sermayeli bankalar konut kredisi pazarından adeta “kaçtı” dense yeridir.
İştahsızlığın bir diğer nedeni de enflasyon ve krediler arasındaki uyumsuzluktur.
Kamu bankaları, zararına olsa da, emir aldıkları için konut işini sürdürüyor fakat daha fazla sürdüremezler.
Başkan Erdoğan’ın 2023-2028 döneminde gerçekleştirileceğini iddia ettiği 500.000 sosyal konut, 250.000 konutluk arsa ve 50.000 işyeri projesi, tek başına konut sorununu çözemeyecek, tam tersine uzun vadede zarar verecek ve sorunu ağırlaştıracaktır.
Değil 500.000 kişinin, tek bir mağdur kişinin konut ihtiyacını gidermek bile takdir edilmeyi hak eder. Bu projeye “yetmez fakat evet” diyor ve seçimi bekliyoruz.
Not 12: İhtiyaç duyduğumuz şey seviyesinde kalmak bizi tatmin ediyorsa servetimiz veya işgal ettiğimiz makam ne olursa olsun henüz “şereflilik” derecesini ele geçirmemişizdir.
İsmet Özel, 14 Eylül 2022
Not 13: Bu vatan yaşayanların değil, bu vatan için ölmüş olanların malı. Çünkü yaşayanların pek azı müstesna asker kaçakları, vatan hainleri ve kâfirle pazarlığı tamamlamış insanlardı. Vatanı işte bunlar bugünkü haline getirdiler. 90 senede bir ülke bu duruma gelmez.
İsmet Özel
Not 14: Severek değil,inadina yaşıyoruz hayati;belki kendimizi bıraksak düşüp yıkılacağız. Ayakta görsünler diye ayakta duruyoruz.
Not 15: Hiç bitmeyecek sandım
Kapıldım bir kere seyrine sevdanın...