Diyetle ilgili pek çok önerinin bilimsel temeli yoktur.
Bunun klasik örneği sudur. Hemen hemen herkes sağlıklı yaşamak için günde en az 2,5 litre su tüketilmesi gerektiğine inanır.

Bu tamamen palavradır.

Elinde su şişesi ile dolaşan insanlar çağında yaşıyoruz.
Doğru bir iş yaptıklarından emin, gözleri ışıldayarak “Günde en az iki buçuk litre su içerim” diyen birçok arkadaşım var.

Acıkmadıklarında yemezler. Uykuları gelmeyince uyumazlar. Bir yere gitmek istemediklerinde arabalarına binmezler. Kaşınmadıklarında kaşımazlar.

Ama susamadıkları halde su içerler.
Bunun nedeni, susamadığı halde su içmenin sağlığa faydalı olduğu inancıdır.
Bu inanç neye dayanıyor? 

Acaba herkesin bilip de benim  bilmediğim bir şey mi var diye internette küçük bir araştırma yapayım dedim.
Kısa sürede küçük araştırma, büyük bir araştırma oldu.

Sonuç; günde şu veya bu kadar litre su içilmesi gerektiğine dair bilimsel bir araştırma olmadığıdır.
Buna karşılık internette, bu konuda, Türkçe ve  İngilizce sayısız bilgi var.
Hemen hemen hepsi aynı kaynağa dayanarak aynı tavsiyede bulunuyor. (Kaynak gösterdiklerinde, tabii.)
Bu kaynak The Institute of Medicine (İlaç Enstitüsü), isimli bir Amerikan kuruluşudur. 
Bu kuruluşun uluslararası bir standart oluşturmuşa benzeyen tavsiyesi, yetişkin bir erkeğin günde 3 litre (~13 bardak), yetişkin bir kadının 2,2 litre (~9 bardak) su içmesidir.
Dünyaca ünlü Mayo Clinic bile bu kuruluşa atıfta bulunmaktadır.
Sorun şu ki The Institute of Medicine adlı bir kuruluş yok.
The Institute of Medicine, bir süre önce The National Academies of Sciences, Engineering, and Medicine (Ulusal Bilim, Mühendislik ve İlaç Akademileri) adlı bir özel sektör kuruluşuna katıldı.
Bu yeni kuruluş, zaman zaman yiyecek ve beslenme konularında raporlar yayımlıyor. Sağlıklı yaşam için gerekli su, tuz ve potasyum miktarları konusunda tavsiyelerde bulunuyor.  Kuruluş bir raporunda * tuz ve potasyum konusunda çok sayıda araştırma olmasına rağmen ne kadar su içilmesi gerektiğine dair yeterli araştırma olmadığını söylüyor.

Normal koşullar altında vücut, sıvı dengesini kendiliğinden mükemmelen korur. Terleyerek su kaybederseniz vücudunuz size susama duygusu verir. Su içersiniz. Eğer susadığınızdan fazla su içerseniz vücudunuz bunu idrar yoluyla dışarı atar. Vücudun dışarı atma yeteneğini aşan miktardan fazla su alınması halinde kandaki sodyum oranı seyrelir. Hücreler kandaki suyu çekmeye başlar ve bu da hücrelerin kabarmasına neden olur. Bu, Hyponatremia denen ve ender hallerde öldürücü olabilecek bir rahatsızlığa neden olabilir.

Sağlıklı olmak için günde ne kadar su içilmesi gerektiğine dair bilimsel bir kanıt yoktur. Olamaz da. Susadığınızda su içerseniz vücut, sıvı dengesini kendiliğinden mükemmelen korur. 

"Sağlıklı yaşamak" neredeyse bir din oldu. Ve herkes bu dinin peygamberi. Herhangi biriyle konuşun, on dakika sonra kendisinden muhakkak şunu ye bunu iç şeklinde bir öneri duyarsınız.
Kaçma alanlarınızı kapatmak için yeni numaralar var. Günde kaç adım attığınızı ölçen ve atmadığınız zaman kötü hissetmenize neden olan saatler bunlardan biridir.
Okuduğum bir habere göre, bazı bilim adamları bütün yiyecek ve içeceklerin üzerine onlardan aldığınız kaloriyi yakmanız için ne kadar yürümeniz veya koşmanız gerektiğine dair etiket konmasını önermiş.
Örneğin 138 kalori ihtiva eden bir gazlı meşrubatın üzerinde bunu yakmak için 26 dakika yürümek veya 13 dakika koşmak gerektiği sembolleri konabilirmiş.

Gazlı meşrubatların üzerine, meşrubatına göre, içenin kaç defa kırbaçlanacağının sembolünü koymayı öneren bilim adamı olsaydı bu konuda onları ciddiye alabilirdim. Ama yok.
Dünya, para kazanmak veya kazandırmak için akılları yanlış bilgilerle dolduranlarla doludur.

Onları dinlerseniz hiç durmadan koşarsınız. Ama hiçbir yere varamadan.

Son söz: Kimse bilmez üstündeki gömleğin rengini.
Belki sen bile unuttun rengini...
Ben kirpiklerinin kımıltısını bile hatırlarım o eski günlerden...

Not 1: Çiftçi dertli; tarım alanında üretim yapan küçük ve orta ölçekli aile işletmeleri hayal kırıklığı yaşıyor. Bu mağduriyetin temelinde yatan sebep nedir? Plansızlık!
Bir önceki yıl buğday, mısır, arpa vb. ürünlerin fiyatları beklentilerin altında kalınca insanlar domates üretmeye odaklandı ve bu alanda anormal bir yığılma oldu. Herkes domates ekmeye kalkınca olaylar bu noktaya geldi, yani plansızlık dikkati çekiyor.
Sonuç ortada!
Çok vahim bir iddia var; tüccarın elinde hâlâ 2021 yılında üretilen salça var, satamıyor! Dolayısıyla yeni ürünü almak istemiyor.
Sadece domates mi? Kavun, karpuz tarlaları da aynı kaderi paylaştı!
Marmara Bölgesi, Akdeniz Bölgesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi… Hemen her bölgede sıkıntı var.
Düşünün; bir yıl boyunca emek vereceksiniz, umutla çalışacaksınız, yeri gelecek borçlanacaksınız. Hasat zamanı ürününüz para etmeyecek! Söz konusu durum bütün ürün gruplarında benzerlik gösterince çiftçiler bu yılı “kara 2024” olarak şimdiden isimlendirdi bile… Çiftçi, hasadını enkazolarak değerlendiriyor ve enkaz altında kaldığını ifade ediyor. Dönüm başına 20 bin lira zararla sezonu kapattıklarını iddia edenler bile var.
Biraz da zihniyet sıkıntısı yaşıyoruz. Herkes kendisini haklı ilan ediyor. Hiç kimse ‘hata bende’ demiyor!

Not 2. Kimse kusura bakmasın, çiftçiye “Yeter ki siz üretin” diyenler bu işin planlamasını da yapmak zorunda, mağduriyet yaşanmaması için tedbirler almak zorunda.
Sen yeter ki üret! İyi de nasıl üreteceksin, hangi tohumla üreteceksin, hangi toprakta üreteceksin; neyi, ne kadar üreteceksin, ürettiğinin karşılığını alabilecek misin?
Alamadılar işte!
Türk tarımının dayanma gücü kalmadı, Türk çiftçisinin sabrı da umudu da yok olmak üzere.
Önümüzde duran iki tehlikeye dikkati çekmek istiyorum.
Birincisi, gelecek yıllarda ekip biçen insan bulmakta zorlanacağız ki mağdur olan çiftçi seneye bir karış dahi toprak ekmeyeceğini iddia ediyor.
İkincisi ise net ihracatçı olduğumuz birçok ürün grubunda pazarı başka ülkelere kaptırma tehlikesiyle karşı karşıyayız.
2025 yılını düşünmek bile istemiyorum!
Enseyi karartmadan, sükûnetle “Bu sarmaldan nasıl çıkabiliriz?” sorusuna cevap arayalım…
Elbette ki “planlı tarım/planlı üretim”yaparak. Tarım ve Orman Bakanlığı bu alanda çok önemli bir çalışma başlattı zaten.
Sonra? Sözleşmeli üretimi ülke sathına yayarak. Kooperatifleşerek, birleşerek, dayanışma kurarak, güç birliği yaparak emeğimizi de umudumuzu da koruyabiliriz.
Kara bulutları üzerimizden dağıtmak istiyorsak sorumluluk alacağız, bilinçli hareket edeceğiz. Devlet rehberliğini yapacak, çiftçi de üretim faaliyetlerini yürütecek. Kooperatifleşmeyi başarırsanız girdi maliyetleri düşecek, iş gücü hafifleyecek, satış kanalları çoğalacaktır.

Not 3: “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. İman edenler, Allah yolunda savaşır; küfredenler de sapıtan şeytan yolunda cenk eder. O halde siz Şeytanın dostları ile (kâfirlerle) savaşın. Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.”  (Nisa 75-76)

Not 4: BİLİM yok.TEKNOLOJİ yok.DİN var. 
PARA yok.

Not 5: Lise bitirene kadar karşılaştığım öğretmenlerin %80'inin EĞİTİM ile uzaktan yakından alakası yoktu. Üniversitedeki hocaların da hiçbirinin derdi bir şey öğretmek adam yetiştirmek değildi. Dışarı danışmanlık iş yapıl para kazanma dışında dertleri yoktu. Bomboş tiplerdi. Hadi ilkokulda çocuklara bekçilik yapıyorlar paralarını hak ediyorlar. Sonrası israf.

Şimdilerde oran %95'e çıktıysa, şaşırmam.

Not 6: EN İYİ ÇALIŞANLARIN MOTİVASYONLARINI KAYBETMELERİNİN 7 NEDENİ:
1-İnsiyatif kullanmalarına izin verilmemesi
2-Mesleki gelişme yetersizliği
3-Aşırı işyükü
4-Esneklikten yoksunluk
5-İletişim eksikliği
6-Yüksek prestijli tepe görevlere ve makamlara kamu özel farketmeksizin her zaman en niteliksiz, en pazarlamacı ve en tembellerin atanması ve bunun çalışmayı, verimli üretimi anlamsızlaştırması.
7-Değersizlik duygusu..

Not 7: ÇAĞIMIZ: HER ŞEYDE “SIZ”LIK

-Telefonlar-KABLOSUZ
-Pişirme-ATEŞSİZ
-Araba-ANAHTARSIZ
-Yiyecek-YAĞSIZ
-OtoLâstikler-İÇSİZ
-Elbise-KOLSUZ
-Gençlik-İŞSİZ
-İlişkiler-ANLAMSIZ
-Davranışlar-DİKKATSİZ
-Bebekler-BABASIZ
-Hisler-KALPSİZ
-Eğitim-DEĞERSİZ
-Çocuklar-ADAPSIZ
-Kitleler-ÇARESİZ

Not 8: “Para söz konusu olduğunda, insanlar canavar gibi oluyorlar."

Stefan Zweig

Not 9: Esasen sürdürülebilir bir kalkınmayı ve toplumsal refah artışını sağlayamayan, dolayısıyla ülkenin toplam üretim pastasını büyütemeyen böyle bir ekonomik modelde, kişisel servet birikiminin ve milyoner sayısının artması, ancak toplam pastadan küçük bir kesimin aldığı pay artarken büyük kesimin aldığı payın azalıyor olmasıyla açıklanabilir. 

Kısacası bu artış, ilk planda, toplam servetin ülkedeki kesimler arasında dengesiz ve adaletsiz biçimde dağıldığını, yani çeşitli grupların gelirleri arasındaki (özellikle zenginler ve yoksullar arasındaki) uçurumun büyüdüğünü gösteriyor.

Böyle bir durumda, milyoner sayısındaki artış, doğrudan doğruya gelir dağılımındaki bozulmayı ve servetin daha az sayıda kişinin elinde toplanmasını ortaya koyan açık bir göstergedir.

Bu gerçeği biraz daha açacak olursak; bir ülkede milyoner sayısının artması, o ülkede mutlaka toplumsal refahın arttığı, yani ülkenin bütünsel olarak zenginleştiği anlamına gelmiyor. Servet, nüfusun küçük orandaki elit bir kesiminin elinde toplanırken, yani doğal olarak bu kesim içindeki milyonerlerin sayısı artarken, orta ve daha alt gelir gruplarında yer alanların ortalama gelirleri düşüyor.

Orta gelir grubunun üst sıralarındakiler sağladıkları gelir artışıyla yüksek gelir grubuna terfi ederken, grubun orta ve alt katmanlarında bulunanlar, uğradıkları sürekli gelir kaybı, yani geçmişe göre daha da yoksullaşmaları nedeniyle, alt (yoksul) gelir grubuna düşüyorlar. Özetle, görece zengin olanların daha zenginleştiği, görece yoksul olanların daha da yoksullaştığı bir süreç yaşanıyor.

Bu açıklama çerçevesinde, meydana gelen değişimi, gelir dağılımı adaletindeki bozulma ile ilişkili bir milyoner sayısı artışı olarak değerlendirmemiz gerekiyor.

Nitekim bu sonucu doğrulayan bir veri olarak, Türkiye, 2023 yılı gelir dağılımı eşitsizliğinde, 36 OECD ülkesi arasında son sırada yer almıştır.
Türkiye'de en zengin yüzde 20'lik kesim, toplam gelirin yüzde 49,8'ine sahipken, en yoksul yüzde 20'lik kesim yalnızca yüzde 5,9'unu almıştır.

Not 10: dino buzzati'nin tatar çölü, beni en çok etkileyen kitaplardan biridir. çölün sınırsızlığı ve istikrarı içinde insanın küçüklüğü, önemli bir şey olacakmış beklentisi ama hiçbir şey olmayışı ve sessiz sedasız gelen ölüm. hayat, böyle bir şey değil mi zaten?

Not 11: türk toplumu, haklıyı değil güçlüyü seviyor. tevazuyu değil gösterişi seviyor. siyasetçilerin uzun araç konvoyları bundan biraz da. mütevazı bir arabaya binip, sade bir şekilde yaşayan siyasetçinin hiçbir karşılığı yoktur bu toplumda. kimse doğduğu, yaşadığı şehrin takımını tutmuyor mesela; herkes "üç büyükler"den birini tutuyor. çünkü kazanan tarafta, güçlü tarafta, büyük tarafta olmak olmak istiyor bu toplum. "seçilmiş yalnızlık" gibi söylemler, sloganlardan ibaret.

Not 12: Fatih Altaylı: Bunların yapacağı anayasaya karşıyım, bunların bu zamana kadar yaptığı hiçbir şey iyi olmadı.

Not 13: Enflasyon tıpkı alkolizm gibidir. Her iki durumda da, içmeye başladığınızda veya çok fazla para basmaya başladığınızda, iyi etkiler önce gelir, kötü etkiler ancak daha sonra gelir.   

Bu nedenle, her iki durumda da, aşırıya kaçma konusunda güçlü bir eğilim vardır - çok fazla içmek veya çok fazla para basmak.   

Tedaviye gelince, tam tersi olur. İçmeyi bıraktığınızda veya para basmayı bıraktığınızda, kötü etkiler önce gelir ve iyi etkiler ancak daha sonra gelir. Bu yüzden tedavide ısrar etmek çok zordur.

Not 14: Milton Friedman der ki: "Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur." 

Friedman'a göre aşırı kredi talebi nedeniyle ekonomiye çok fazla para pompalandığında fiyat seviyeleri artar.

Ben buna inanıyorum. Yani enflasyonu durdurmanın çaresi kredi büyümesini durdurmak. Bu da zorlamayla değil faizle yapılmalı. Faizi düşük tutup kredi büyümesine tavan getirmeye kalktığınızda faiz daha yüksek olsa bile kredi kullanabilecek olan işletmenin de krediye erişimini engelliyorsunuz. Oysa faiz seviyesi yeterince yüksek olursa sadece bu seviyeden kredi kullanabilen kullanır ve kredi büyümesi de durdurulur.

Bankacılık sektörünün kredi hacmi, 23 Ağustos haftasında 201 milyar 157 milyon lira artarak 14 trilyon 490 milyar 731 milyon liraya çıktı.

Eğer 2025 sonunda %14'lük tahmininiz varsa şu anki kredi büyümesi ve para arzı büyümesi aşırı yüksektir.

Not 15: Yıllık para arzı artışı %42.

OVP'nin 2025 sonu enflasyon tahmini %17,5.

TCMB'nin 2025 sonu enflasyon tahmini  %14.

Bu durumda tahminlerin gerçekleşmesi için ek sıkılaştırma yapılması gerekiyor.

Yani TCMB son toplantısında faiz artışı yapmalıydı.

Not 16: “İnsanlar birbirlerini severlerse hiçbir sorunun kalmayacağı öğretilmişti bana çocukken. Bu, çok doğal ve insancıl görünmüştü o dönemde; ama uygulamaya kalkınca sevilecek insanın çok az bulunduğunu; kendimin bile pek sevilecek biri olmadığını anladım."

Gülen Düşünceler, G.B Shaw

Not 17: Iphone 16 Pro Max Almanya fiyatı:1.449€
%19 KDV hariç fiyat 1.217€

Iphone 16 Pro Max Türkiye fiyatı:99.999₺
%20 KDV hariç 83.332₺
%50 ÖTV hariç 55.555₺
%12 TRT payı hariç 49.602₺
%1 Kültür Bakanlığı payı hariç 49.111₺

Toplam vergi, harç yükü %103,6

Not 18: Onca sevgiye rağmen kalbi filizlenmemişse, toprağı sen değilsindir.  

Cahit Zarifoğlu

Not 19: Ebû Berze el-Eslemî’nin (r.a) naklettiğine göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Hiçbir kul, kıyâmet günü şu beş şeyden hesâba çekilmeden bir adım dahî atamaz:

- Ömrünü nerede tükettiğinden,

- İlmini nerede kullandığı ve onunla ne ameller işlediğinden,

- Malını nereden kazandığından,

- Malını nereye harcadığından ve

- Vücudunu nerede yıprattığından.” 

(Tirmizî, Kıyamet 1)

İmtihanı kazananlardan olabilmemiz ümidiyle cuma gününüzü tebrik eder, duâlarınızı beklerim.

Allah'a emanet olunuz.

Not 20: İçinin sessizliği senin servetindir, onu kaybetme de neyi kaybedersen kaybet, zaten başka kayıp da yoktur. (ŞULE GÜRBÜZ / Kıyamet Emeklisi)

Not 21: Orta sınıfın yaklaşan çözülüşüne ilişkin gören gözlerce yapılan tespitler bazılarımızın tepesini attırıyor.
Gerçekler böyle tatsızdır, rahatsız eder.
"Makul ücretler; normal harcamalar"a dair zihnimizde oluşmuş psikolojik bariyerler yıkılmaya mahkum...
Nobran insanlar dolduracak etrafımızı...
Cömertlik mi?
Sizlere ömür, geçmişte kalmış bir güzel hal!
Depresif, panik ataklı, aklı para hesabında, mecburen bencil insanlarla ne cömertliği!

Not 22: Amerika'nın desteğiyle İsrail, HAMAS ve HİZBULLAH'ı bitirmek için devrede. 7 EKİM'de yeni bir saldırı yeni bir ses getirecek eylem yaparlar mı? Bilinmez.
RUSYA'ya yapılan KURSK saldırısının (Elon Musk'ın uzay araçları görev aldı) bir benzeriydi Lübnan patlamaları! TEKNOLOJİNİN sıra dışı bir şekilde kullanılmasıydı.
Artık savaşlar FREKANS ARALIKLARIYLA ölçülecek. Bir sinyal 5 bin kişiyi ölüme götürebiliyor.
KURSK ve ÇAĞRI CİHAZI SALDIRILARI yeni bir dönemi açaçak. NET...

Not 23: Beklenmedik bir başarı kazanıldığında sonucu yönetmek, süreci yönetmekten zordur. Başarının kalıcılaşması için çalışmak, durumdan kimlerin nemalanacağını hesaplamaktan öncelikliyken hep tersi olur.

Not 24; Güzellik Yarışmasında birinci olan genç kızın güzel bulunmayışıyla ilgili tartışmaları geçiyorum. Üzerinde düşünmemiz gereken başka bir şey var. Kadın bedeninin metalaştırılmasına, şekle indirgenmesine itiraz edenler görece eğitimli kesim değil miydi? Ve fakat, yarışmaya katılıp son 20’ye kalan genç kızların 12’si, iyi üniversitelerde öğrenci ya da mezunlardı. Birinci olan yarışmacı, tıp mezunuydu! Aralarında doktora, yüksek lisans yapanlar vardı. Ne dediğinin, ne yaptığının, nasıl göründüğünden önemli olduğuna inanması gerekenlerin güzellik onayına ihtiyaç duyması, ruhsal bir açlığın işareti olmalı. Ve elbette, “toplumsal bilinç” yokluğundan şikâyet ederken, bireysel bilincin iflasından da söz etmeli.

Not 25: Polat’giller “örgütlü suç”, “kara para”, “yasa dışı bahis” ve daha nelerle 40 yılla yargılanıyorlardı. Ki… Önce kadın serbest kaldı, altın tozlu kahve içmek suç değildi, olsa olsa görgüsüzlüktü. 
“Hesabı kocası verir” dedi insanlar. Geçenlerde koca da serbest kalınca, toplumda ruhsal kıyamet koptu. 
Geçen ay elinde palayla, önüne geleni doğrayan manyağı hatırladınız mı? Engin Polat’ın tahliyesi o hesap. Bir tahliye kararıyla itibarı yaralanan Adalet, Emniyet, Maliye (MASAK), Milli Eğitim, medya kurumları. “Yapanın yanına kâr kalıyor” algısı moralleri bozdu. Sorular ortada duruyor: Suçluysalar neden serbest kaldılar, bırakılacaklarsa neden tutuklandılar? Yakalanmalarına yeten deliller, bırakılmalarını nasıl sağladı? Tutuklamaları talep eden, serbest kalmaya itirazları reddedilen savcıların, operasyonları yapan emniyet güçlerinin moral motivasyonu ne olacak? 
“Okuyunca iş bulamıyorsun ama okumaz da başka işler çevirirsen yırtarsın” anlayışının kazanmasıyla eğitim sistemine güven sarsıldı. 
Üstelik serbest kalınca abartılı sevinç ve paylaşımlarıyla toplumla, devletin kurumlarıyla dalga geçtiler. Özgüvenleri, tedirgin olmayışları neden ve nereden? Adı suça karışan insan suçluysa ve utanmıyorsa, suçlu değil de adı karıştığı için bile utanmıyorsa korkmamız gerek. 

Not 26: Filozof Herder, zamanın ruhunu anlayabilmek için iki koşulun gerektiğini söylüyor;
“Aklı eren, bilge kişinin itinalı eli” ve “zamanın ruhuna teslim olmak.”
Öyleyse, bu “ruha uygun siyaset tarzı” için ne yapmak lazım, özetleyeyim;
Bir, siyasetçi odaklı iletişim anlayışından insan odaklı anlayışa geçmek,
İki, az konuşup çok dinlemek, duymak,
Üç, insanları büyük gruplara (cinsiyet, eğitim vs.) ayırmak yerine her meseleyi tekil düşünebilmek,
Dört, tek, katı, değişmez bir söylem yerine, çok yönlü bir politika geliştirmek,
Beş, “yasak” sözcüğüyle yan yana durmamak, anılmamak ama kamu adına denetimi de ihmal etmemek,
Altı, çevre, iklim, hayvan hakları, dezavantajlı gruplar gibi konularda hassas bir tavır geliştirmek,
Yedi, “çok önemli biriyim” duruşundan kaçınıp herkesle eşit, mütevazı bir duruş benimsemek,
Sekiz, ciddi, kasan, mesafeli iletişim anlayışından rahat, doğal, içten, kendiyle barışık bir iletişim yoluna geçmek,
Dokuz, insanlar dinlemek yerine görmeye geçtiği için anlatmak yerine göstermek,

Not 27: Çocuklarınıza gelenekleri mutlaka öğretin. Önce şikâyet ederler sonra, bir de bakarsınız ki onlar da gelenekleri yaşatıyorlar.

Not 28: Bir insanın başarısını en son kendi çevresi kabul eder. Uzakta olan anlar, yakında duran anlamaz.

Not 29: Dünya nasip yurdudur. Evvela insanlıktan nasibimizi almalıyız.

Not 30: EYT yaparsanız, şimdi okullara TEMİZLİKÇİ bile tutamazsınız!

Çok uyardık çok...

Not 31: 600$'a yakın ASGARİ ÜCRET belirlenirse, FABRİKALAR da tek tek MISIR'a kaçarlar!

Not 32: Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere
Anne gitti ve sular buruştu testilerde
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir
Bir vakitler anne açarken kapıyı
Şimdi kimse yok kapayacak kapıyı
Anne gitti ve açıklandı ki
Yarasalarda incir buğusu gibi bir şeydi

Gün Doğmadan/Sezai Karakoç

Not 33: Dönüyor burgaç 
Dünya üstten yanlardan daralıyor 
Ovalardan 
Dar geçitlere sürülen sığırlar gibi 
Bir gün ister istemez 
Karşısında olacaksın kaçtıklarının 

Dua et 
O gün henüz mahşer olmasın 

Korku ve Yakarış/Cahit Zarifoğlu