Kış soğuk ve uzun geçip erzak azalınca Hoca, eşeğin yemini yarıya indirmiş. Bakmış öyle gidiyor, bir yarıya daha çekmiş. Bakmış yine eşekten itiraz yok bu kez bir avuca düşürmüş ama bakmış yem bitti bitecek. Bahara da az kalınca Hoca kasabaya inip yem parası ödememek için bazı günler yem vermemeye başlamış. Tam karlar erimeye başlayınca “şu eşeğe bakayım” demiş ki eşek can çekişiyor. Hoca da kulağına eğilmiş: “Ölme eşeğim ölme. Otlar büyüyecek, sen de yersin ben de!” demiş.
Türkiye'nin Kovid-19 salgını öncesine denk gelen 2020'nin ilk çeyreği itibarıyla işgücü ödemelerinin milli gelir içerisindeki payı yüzde 39.1 düzeyindeydi. Son iki yıllık dönemde 13.7 puanlık bir azalış var. Oysa net işletme artığı/karma gelirin payı ise yüzde 54'e çıkmış durumda. 2020'nin aynı döneminde bu oran yüzde 41.7'ydi. Salgın döneminde kısa çalışma ödeneği gibi durumlar yüzünden ücretlerde erozyon görülürken, 2021'in üçüncü çeyreğinden itibaren yaşanan sert enflasyonist süreçte emek kesiminin ücret artışlarının bölüşümde eşitsizliği önleyecek düzeyde olmadığı anlaşılıyor. Ocak ayında yapılan asgari ücret ve kamu çalışan maaşları artışları bu dengeyi kurmaktan uzak kaldı. Temmuzdaki artışla birlikte bir miktar dengelenme görebiliriz belki ama mevcut eğilimin sürmesi halinde eşitsizliğin yıllara sair giderilmesi daha çok zaman alacak gibi görünüyor. İktisatçı hocamız Bilsay Kuruç'un deyişiyle, “Enflasyonda sayılar kayar, kaybolmaya başlar. Halk sayıların (fiyatların) peşinde koşar, yetişemez, tıknefes kalır. Sermaye sayıları koşturur, koşturdukça önce normal, sonra olağanüstü kazançlara erişir.”
Elbette ki dünyanın her yerinde seçime giden hükümetler genişleyici politikalar ile kendilerince seçim yatırımı yaparlar. Ama bizde durum biraz farklı çok uzun süredir benzer uygulamalar yaşanıyor ve artık ipin ucu kaçmış durumda.
Atılan her adım bir önceki yanlış adımı daha da ileri seviyeye taşıyan başka bir yanlış adım olarak karşımıza çıkıyor.
Konumuza dönecek olursak, Türkiye’de ortaya konan büyüme modeline baktığımızda şu soruyu sormak kaçınılmaz hale geliyor;
‘Evet Ekonomi Büyüdü Ama Kime Büyüdü’…
Yani emekli, asgari ücretli, beyaz yakalı, esnaf yani toplumun önemli bölümünü oluşturan kesimler bu büyümeden ne kadar pay aldı?
Dolayısıyla büyüme denilen kavram, toplumun tüm kesimlerine adil bir şekilde dağılmıyorsa, yoksul kesimden varlıklı kesime sermaye transferine neden oluyorsa yani yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapıyorsa bu sadece istatistiki bir aldatmacadır.
Anlayacağınız acı gerçek şu: 3 yıl önceki satın alma gücümüze ulaşmamız için çok uzun süre beklememiz gerekecek anlaşılan. Ölme eşeğim ölme misali.
Temsili Demokrasinin işlevsizliği üzerine: İnsanlar gerçekten adil, eşitlikçi, özgürlükçü ve istikrarlı bir yönetim istiyorlar mı?
İtalyan iktisatçı Vilfredo Pareto’ya ve yine İtalyan siyaset bilimci Gaetano Mosca’ya göre insan toplumlarının sosyal evrimi her toplumdaki üst düzey elitler vasıtasıyla gerçekleşir. Bu anlamda teorideki demokrasi hiçbir zaman sosyal evrim sürecini desteklemez, çünkü elitler azınlıkken sıradan insanlar çoğunluktur. Gerçekte demokrasi olarak tanımlanan yönetimler aslında birer elit oligarşisidir. Ülkenin yönetimi elitlerin elindeyken, seçimlerle elitlerin kararları halka onaylatılır. Yani aslında demokrasi bir aldatmacadan ibarettir. Bu haliyle teoride bahsedilen demokrasi insan doğasına aykırıdır. Bu görüşü savunanlar, başta adı sayılan iki İtalyan aydın olmak üzere, demokrasi yerine totaliter ve korporatist yönetimleri tercih ederler. Faşizmin İtalya’da ortaya çıkmasında bu gibi görüşlerin çok katkısı olmuştur.
Temsili demokrasilerin yapısal sorunları vardır. Bunların engellenebilmesi için kuvvetler ayrılığı prensibi, laiklik, siyasi azınlık haklarının kanun garantisine alınması, bağımsız yargı ve bağımsız kurumlar gereklidir. Yarı şehirli toplumlarda toplumsal sorunları aşabilmek için sendikal örgütlenmenin kuvvetlenmesi, eğitimin herkese eşit fırsatlar sunar şekilde kamu eliyle verilmesi, ciddi sosyal devlet kurumlarına dayalı sosyal politikalar uygulanması ve modern sanayi toplumunun sınıfsal ilişkileri ile yeniden kurulması gereklidir. Bunun ötesinde ulus devletlerin ve onların liderlik edeceği planlı kalkınma politikalarının yeniden hayat geçirilmesi, küreselleşmenin yarattığı bağımlılık sürecinin etkilerini en aza indirmek açısından önemlidir.
Denetimsiz kapitalizmin yol açtığı iktisadi sorunlar olan istikrarsız ve orantısız büyüme süreçleri de, yine, merkezi planlı ekonomi politikaları ile kontrol altına alınabilir. Bu şartlar yerine getirilirse, demokrasi de demokrasi gibi olabilir. Ancak en önemli soru yazının sonunda gelmektedir: İnsanlar gerçekten adil, eşitlikçi, özgürlükçü ve istikrarlı bir yönetim istiyorlar mı? Yoksa kendilerine kısa yoldan köşe dönmeyi vaat eden kuralsız ve istikrarsız bir toplumda mı yaşamayı tercih ediyorlar? Bu sorunun cevabını hepimiz yakın gelecekte kendi gözlerimizle göreceğiz…