Meksika’nın önemli liman kentlerinden biri olan Veracruz, geçen yüzyılın başında hızla artan göçe paralel olarak büyük bir barınma sorunu ile karşı karşıyaydı. İş bulma amacıyla her gün kente göç eden kitleler, tuvaleti ya da akan suyu bulunmayan, rutubetli yapılarda balık istifi yaşamak durumunda kalırken, kazançlarının büyük bir kısmını ise buralarda barınabilmek için sürekli olarak artan kiralara harcamak zorundaydılar. Kentteki bu barınma sorunu, Ocak 1922’de Herón Proal önderliğinde bir sendikanın kurulmasına sebep oldu; ‘Veracruz Devrimci Kiracılar Sendikası’.
Sendikanın gerçekleştirdiği yürüyüş ve eylemler hızlı bir biçimde güç kazanmasına sebep oldu ve bir kira grevine dönüştü. Kiracılar evlerinin kapılarına ‘Kira ödemiyorum çünkü grevdeyim’ yazıları asıyor, tramvay ve otobüs ücretleri ödenmiyor, kentin her yerinde gösteriler düzenleniyordu.
Mart ayına gelindiğinde Veracruz’da başlayan kiracı eylemleri ve kira grevi başkent Meksiko’ya sıçramıştı. Tabii bu sıçrama kendiliğinden gerçekleşmedi. Komünist Parti mensubu iki düzine gencin günlük gerçekleştirdiği faaliyetleri, kurulan mahalle ve komşu komiteleri, dağıtılan binlerce bildiri ile ilk bir iki haftada binlerce kiracı örgütlenmişti. 15 Mart’ta gerçekleştirilen ilk eylemin jandarmalar tarafından dağıtılması, bu gençlerin ısrarlı çalışmaları sayesinde bir son değil, güçlü bir başlangıç olmuştu. Başkentte kiracı sendikası güçlenirken, Guadalajara, Orizaba, Xalapa gibi kentlerde de benzer kiracı sendikaları kurulmaya başlanmıştı.
Ancak federal hükümetin ve eyaletlerin baskılarıyla, evden çıkarmalarla ve tutuklamalarla baş edemeyen kiracılar sendikası ağustos ayında grevi sonlandırarak ev sahipleri ile orta yolda buluşmak ve kiracılığı düzenleyen yeni yasa ile yetinmek durumunda kalmıştı. Ancak kiracılığı düzenleyen bu yasa tasarısı da kanunlaşamayacak, kiraların artışı ve evlerin barınmaya uygunluğu belirli bir düzenlemeye tabi olmamaya devam edecek, 1923’te sendika etkinliğini yitirecekti.
Kiracılar sendikası ve kira grevinden tam 100 yıl sonra, geçen hafta Meksikalı kiracılar yine aynı kırmızı-siyah bayraklar altında benzer taleplerle yine başkent sokaklarındaydılar. Bir süredir, başkentin özellikle merkez mahallelerinin hızlı bir biçimde soylulaşması, Roma ve Condesa gibi mahallelerin, ABD’li ve Avrupalı, uzaktan çalışan ve yüksek gelirli kişiler tarafından yoğun bir biçimde tercih ediliyor olması kiraların da yerli nüfus tarafından karşılanamayacak seviyelere çıkmasına sebep oluyor. 2017 depreminin de etkisiyle yeni bir inşaat dalgası kenti avucunun içine almış durumda. Soylulaşan merkez mahallelerden çepere kaçan nüfus da buradaki kiraların artmasına sebep olarak kentin tamamında bir kira yükselişini beraberinde getiriyor. Bu hızlı soylulaşma sürecine karşı kentin yüzde 26’sını oluşturan kiracıların kırmızı-siyah bayraklarını yüz yıllık sandıklardan ne kadar sıklıkla çıkarabileceklerini bilmesek te, 1922 kira grevinin ve kiracı örgütlenmesinin önemli bir yol gösterici olduğu ise muhakkak.
Tabii tüm bu hengamede bizde de kiralar ve ev fiyatları can yakmaya ve garibanın ocağına incir dikmeye devam ediyor. Çok şükür ki hükümetimiz hemen bir paket açıklıyor ve 150 bin konut için TOKİ’yi harekete geçirdiğini deklare ediyor. Ne diyelim: Allah akıl fikir versin. Yahu 150 bin konut hangi konut krizine çare olacak. Devasa orman yangınına bir kaşık suyla müdahale etmeye benziyor. Allah ayağınızın altından halıyı çekince demekki bir tane isabetli karar almak mümkün olmuyor. Selametle. Hoşça bakın zatınıza..
Not 1: Söyledik, tekrarlayalım; din çoğaldıkça ahlak azalır. Ahlak azaldıkça mabetler büyür. Ahlaksız toplumlara büyük mabetler ve tabii imam fenerleri gerekir. Hepsi ahlaksızlığı örtmek içindir.
Diyanet’i cumhuriyet icat etti ama artık görülüyor dini kontrol etmekte hiçbir etkisi yoktur. Diyanet’i kapatmak ve imameti cemaate bırakmak devrimci olmanın ötesinde “demokratik” bir yoldur. İmanı olan imamını arar bulur. Çok gerekliyse, aralarından birini, ücreti mukabili, imam atayabilir. Esası devletin bu işlerden uzak durmasıdır. Diyanet’i kapatarak başlayabiliriz öyleyse. Bu yolla 130 bin imam da özgürleşmiş olacaktır. Unutulmasın, iman varsa imama gerek yoktur.
Not 2: SÖYLE BANA HİNDİBA...
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları...
Sen nasıl bu kadar gönül hanesi
Sen nasıl bu kadar yâr divanesi
Sen nasıl bu kadar çerağı ömür
Sen nasıl bu kadar inci tanesi
Not 3: Ürettiğin ne olursa olsun, sanayi sürgit devamını ister.
Neticede, sanayisi olmayan bir ülke, yarış arenasında atsız koşucu gibidir. Eninde sonunda geçilecek, nal toplayacaktır.
Not 4: Yasa ile faizi, yasa ile eti, sütü, yumurtayı, sebzeyi, meyveyi belirlersen, piyasa yerine yasa getirirsen rahatlıkla kendi halkına, gönül rahatlığıyla (!) “size açlık ve karaborsa vadediyorum” diyebilirsin.
Not 5: Çok sevdiğim yazar C. Bobin ne güzel anlatır: "Kayıp zaman masada unutulmuş ekmek gibidir, kuru ekmek.
Serçelere verebilirsin. Atabilirsin de. Ama süte batırır, yumurtaya bular ve bir tavada pişirip tıpkı çocukluğundaki gibi hoşnutlukla yiyebilirsin."
Olabilir mi? Yapabilir miyiz bunu?
Tövbe mesela...
Ve güzel hatırlamak...
Not 6: Bir butik otel işleten arkadaşım anlattı geçen gün: Misafirleri olan hanımlar geldikleri an kuaför sormuşlar. Sonra hemen saçlarına fön çektirmeye gitmişler. Ardından da "beach club"lara... Ama dikkat! Kaldıkları üç gün boyunca o fönler bozulmamış...
Not 7: Ah Emily Dickinson!
O yıllarda valizimi kaptığım gibi yola çıkar, şafak söktükten hemen sonra kasabaya varırdım: Odamda lavanta kokulu temiz çarşafların üzerine kendimi bırakınca gözüm yatağın arkasındaki nişte duran Emily Dickinson'un kitabına takılırdı. Bilirdim, o sayfa kıvrık durur: "Daha yalnız olunabilirdi/ Yalnızlık olmasaydı."
Not 8: "Yaz göğünü görmek/Bir kitaba hiç girmemiş bile olsa/ Şiirdir." E.D.
Not 9: Hassas yürekler için bu dünya cehennem
Cellat vursun boynunu ayrılığın..
Not 10: Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız. İmran Ailesi 145. Ayet
Not 11: Faizi yüzde 14’e indirip kuru ve enflasyonu patlattığınızda, hala da bu faiz seviyesinde devam edeceğinizi söylediğinizde bireyler ve şirketler kendi mali varlıklarını korumak için önlem alırlar. TL tutan, 3 haneye koşan enflasyona karşı yüzde 20 civarında faizlerle varlığını koruyamıyorsa ya da bu yönde düşünüyorsa ‘iyi paraya’ yönelmesi kaçınılmaz. Şirketler kesimi için de sermayesini korumak için döviz tutmak, stok arttırmak yegâne korunma aracı. Ya da döviz kredisini kapatarak, döviz yükümlülüğünü azaltmak.
Kimse Kavcıoğlu’na ‘bu resmi siz yarattınız’ diyemedi.
İSO’ya söylenecek söz ise ‘bu resmi yaratanları da süreç içinde siz yarattınız’ olmalı.
Sanayiciler şu soruyu yanıtlamalılar; tüm toplumun üzerinden silindir gibi geçen, yoksulu daha yoksul, orta sınıfı da yoksullar kervanına katan enflasyon yangınına yol veren politikalar, sadece şirketlerinizin karlarının maksimizasyonu için mi var?