Türkiye'de bir ÇETE gidiyor, yerine başka ÇETE geçiyor.

Çünkü SİSTEM kötü.

HUKUK çalışmıyor. Çalışmayacak şekilde dizayn edilmiş.

Bu sebeple de ülkenin ÇETESİ bitmiyor.

Bu devlet bir an önce düzene girmezse, Türkiye'nin son yüzyılı.

SUÇA karışan SAVCI işi çok tehlikelidir.

Önce FETÖ, şimdi öteki taraf.

Çok sıkıntılı bu gidişat. Böyle olmaz.

Böyle bir düzende SUÇLULAR kral olur. İşler suçu, öder parasını, kapattırır dosyayı.

Bu gidiş, gidiş değil. Türkiye böyle içeriden çürür ve bir gün içeriden çöker.

Fenerin tezahüratına gelelim.

Fenerbahçe seyircisinin Dinamo Kiev gol attıktan sonra “abartılı sevincini” protesto etmek işin Putin tezahüratı çocukça, yakışıksız ve holiganca. Ülkesi işgale uğramış ve büyük acılar çeken bir ülkenin takımın oyuncuları ile empati kursalar daha iyi olurdu.

Ben Fenerbahçe seyircisini o muhteşem “Ali İsmail Korkmaz, Fenerbahçe yıkılmaz” tezahüratıyla hatırlamayı tercih ederim.

Olur böyle şeyler. Takılmayalım. Koskoca bir camiayı ve taraftarını da bir tezahürata bakarak hemen gömmeyelim.

Sorun Fener seyircisinde değil; bu ülkenin şirazesi öyle kaymış ki, hiç bir ahlaki bariyer, edep, adap, utanma, sıkılma kalmamış.

Ayıp diye bir şey yok. Medeniyet bu topraklardan uçup gideli çok olmuş.

Recep Tayyip Erdoğan karşısında Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçimi kazanabilme ihtimali.

Benim etrafımdaki, ağımdaki her dört kişiden üçü elim mahkum Kemal Kılıçdaroğlu’ya oy veririm diyor. Ancak yaklaşık yarısı kazanabileceğine inanıyor. 

Anadolu'ya göre hizalanacaksak işimiz iş. Kadına vermezler, solcuya vermezler, Alevi'ye vermezler... Bu kafayla 10 seneye kalmaz ülke Ortadoğu çöllerine döner. Ayrıca taşrayı o kadar da önemsemeyin. Seçmenlerin üçte biri üç büyük kentte.

Bu ülkenin artık çıtayı sabahtan akşama TRT seyredip büyük oyunu çözmüş, 75 IQ'lu vasıfsızlara göre koyma lüksü kalmadı. Üç vakte kadar öyle iri ve yıkıcı bir şey geliyor ki, değil Alevi'ye, solcuya, hippiye bile verirler. Ne yapalım yani. Yozgat'taki hacı amca da oy vermeyiversin. Onun gönlünü yapacağız diye ülkeden kaçan nitelikli gençlerden mi vaz geçeceğiz?

Tekrar ev ve araba fiyatları..

Bir zamanlar araba aldığınız fiyata motorsiklet, ev aldığınız fiyata araba alırken, ev alabilmek ise imkansız kategoriye geçti.

Ev-Araba modern iktisatta özellikle halkın geniş kesimleri için özellikli tüketim nesneleri arasında yer alır. Türkiye’de her ikisini almak hiçbir zaman kolay değildi. Ama 2022 Türkiye’sinde bu bambaşka bir moda evrildi.

Gelinen noktada varılan çaresizlik öylesine büyük ki, ev ve araba kredisi kullanmak fiilen yasaklandı.

Hala AKP’nin arkasında sıralananların anlamamakta direndikleri bir gerçek olsa da, Türkiye’de fiilen ne ev ne de araba kredisi kullanılamıyor bir süredir.

Enflasyon ve istikrarsızlığın kendini açık bir biçimde kredi piyasasının kelimenin gerçek anlamda yok olmasında gösterdiğini söylemek gerekiyor.

Araba ve ev fiyatları o kadar yükseldi ki; bırakın enflasyona göre olması gereken ya da dopingle hormonla aşağı çekilmiş güncel faizi 0 faizle bile verseniz, kredinin anaparasını ödemeye gücü yeten birey sayısı çok az düzeyde indi.

Recaizade Mehamut Ekrem’in kitabından 150 sene sonra bize arabayı yeniden keşfettirme çabasında olan bir siyasi iktidar, aslında bakırdan altın üretme hayalindeki simyacılar gibi hayal ticaretinin peşindedir.

Yüksek enflasyon hükümetin celladı olacak.. Başta ev ve araba fiyatları artı gıdadaki fahiş artış hükümeti seçimde perişan edecek, muhtemelen % 25 bandını aşamayacaklar. Enflasyon devalüasyon spirali sonları olacak. Bu yola girip de iflah olan yoktur.

Sürecin başında yüksek enflasyonu düşürmek için daraltıcı para politikası uygulamayan hükümetin enflasyon – devalüasyon spiraline girildiğinde daraltıcı para politikasına dönmesi daha zordur. Çünkü bütün iktisadi aktörler üretim, tasarruf, tüketim kararları ve fiyat beklentilerini yüksek enflasyona göre uyarlamışlardır. Enflasyon – devalüasyon spiraline girildikten sonra parasal genişlemede sert bir fren, faizlerin birden fırlamasına, kredi arzının daralmasına, ekonomide görece bir sahte refah yaratan canlılığın bir anda sönmesine ve takiben büyük zincirleme iflaslara yol açabilir. Yani hükümet başta yapması gereken politikayı sürecin ortasında çok daha büyük bir maliyeti göze alarak uygulayabilecektir. Öte yandan enflasyon – devalüasyon spirali ekonomideki belirsizliği yükseltmekte, üretken yatırımlar ertelenmekte ve kaynak tahsisi bozulmaktadır. Bu durumda Hükümetler enflasyon – devalüasyon spiralini kırmak için çoğunlukla kurları baskılamayı tercih ederler. Bu politikayı uygularken tarihte birçok vakada tekrarlandığı gibi enflasyonun dış güçlere, dış ekonomiden gelen olumsuz şoklara bağlı olduğunu, bu süreçle mücadele etmenin bir bağımsızlık savaşı olduğunu dile getirirler. Kurları kontrol ederlerse her şeyin düzeleceğini, dünyayı yöneten büyük güçlere diz çöktüreceklerini ima ederler. Tersi politikayı savunanlar da “vatan haini” ve “emperyalist işbirlikçisi” ilan edilir. Kurların çeşitli yollardan kontrol altına alınması, enflasyonu durdurur mu? Hayır, çünkü enflasyonun asıl sebebi parasal genişlemedir ve hükümet buna tam gaz devam etmektedir. Bu durumda ihracatçılar ve turizmciler zora girerler. Bu da cari açığın daha da artmasına yol açar. Kurların belli bir seviyede tutulması için Merkez Bankasının rezervleri satılmaya başlanır. Merkez Bankasının rezervleri hızla azalırken cari işlemler açığı daha da büyüyecek ve ülkenin uluslararası riski artacaktır. Piyasa diliyle söyleyecek olursak CDS primleri yükselecek ve derecelendirme kuruluşlarının ülkeye verdikleri puan da düşecektir. Yani ülke daha yüksek faizle ve git gide kısalan vadelerde daha az miktarda dış borç bulacaktır. Uzun vadede bu süreç ülkenin cari açığını finanse etmek için dış borç bulamayacağı zamana kadar devam eder. Yani halk ağzıyla söyleyecek olursak ülke krize girip iflas edene kadar. Sonrasında IMF ve Dünya Bankası himayesinde çok sert bir istikrar programı devreye girmesi kaçınılmazdır.

Hükümetler bugün küçük bir siyasi maliyetten kaçınmak için yarın çok daha büyük bir siyasi maliyete yol açacak politikaları bu yüzden seçimi kazanana kadar sürdürürler. Seçim sonrasında kim iktidara gelirse gelsin uygulanan bu popülist politikadan vaz geçilir, dış destek için “acı ilaç” emekçilere, sabit gelirle çalışanlara ve fakire fukaraya içirilir. Sonuçta her zaman istifçiler, rantiyeler ve al-satçılar kazanır.

Bu 20’nci Yüzyıl boyunca yaşanan 29 yüksek enflasyonun 25’inde rastlanan genel trenddir. Biraz dikkatle incelerseniz 1994, 2001, 2008-9 ve 2018-9 krizleri hep bu sürece benzerlik gösteren süreçlerde ortaya çıkmıştır. Tarihe, özellikle iktisat tarihine, hamasi duygularla değil ibret almak için bakmak bu yüzden çok önemlidir. 

TARİHTEN İBRET ALINMAZSA YAŞANACAK KADER HER ZAMAN ÇUKURUN İÇİNDE DEBELENMEKTİR.

Solucanlar gibi olmak istemiyorsak aklımızı başımıza almamız şart. 

Hoşçabakın zatınıza.

Not 1: Nitelikli insan alerjimiz var. Ya gidersen git diyoruz ya da hamasete kapılıp kaç kişi olduğumuzla övünüyoruz. Doğru tanım kaç kişi olduğunuz değil; işe yarayacak kaç kişinizin olduğudur. Siyaset dahil.

Not 2: Geçen bayağı eski bir haberi buldum, bir köşede saklamışım.

Okuyunca şaşırdım...

Gaziantep Üniversitesi'nden Prof. Dr. Mustafa Bayram, "Gelecekte gıdadan savaşlar çıkacak, besin sıkıntısı böcek yiyerek giderilecek" demiş.

Şunu da eklemiş...

"1994'ten beri çalışmalar başladı, biz de 5 tür böcek üzerinde çalışıyoruz. Böcekler başka bir şeye benzemiyor; üç hafta gibi kısa bir sürede yetişiyorlar..."

Not 3: Aslında sözcükler de insanlar gibi, ihmal edilmeye ya da unutulmaya gelmiyor. Ansızın ortaya çıkıp hakkını zorla alıyorlar. (ELIAS CANETTI / Sözcüklerin Bilinci)

Not 4: Z kuşağının pek sevdiği bir internet sitesi "Iyyy deme, hepsi nimet" başlığı atmış, böcek beslenmesi üzerine haberine...
Biliyorlar bu işleri!

Kaba siyasete, güncel gelişmelere bakanlar "bilemiyor" bir tek!

Sonra gelecek, gelince...

Apışıp kalıyoruz.

Not 5: Şimdi Avrupa entelijansiyası kıpırdanmaya başladı...

Kafalarda deli sorular...

"Yoksa bu Ukrayna işi Avrupa'nın yıkılıp yeniden kurulması için bir Anglosakson tezgâhı mıydı?" 

Bunu da konuşacağız...

Ve Moskova önüne gidip geri dönüşlerin hem Avrupa'yı, hem Rusya'yı nasıl değiştirdiğini tarihe iyice bakarsak anlarız.

Ukrayna büyük tezgâh, orası kesin!

Not 6: Sandalyelerde oturup masalarda yemeklerini yediklerinden beri, en uzun savaşları yapıyorlar. (ELIAS CANETTI / Marakeş'te Sesler)

Not 7: “Kibir, kendisinden habersiz, kendini bilmeyen insanın durumudur. Tıpkı güneşten haberi olmayan buzun kendini bir şey zannetmesi gibi” buyuruyor Hazreti Mevlana. Rahmet olsun.

Not 8: Sıradan insanların çoğu yaşamlarını, kendi koşulları ya da genel olarak dünyanın düzeni hakkında hiç düşünmeden ya da eleştiride bulunmadan sürdürür. Toplumda belli bir yerleri vardır ve günlerin getirdiğini hiç sorgulamadan kabullenir, ötesini hiç düşünmezler.

Neredeyse içgüdüsel olarak, hiç kafa yormadan ve içinde yaşadıkları koşulların yeterli çabayla değiştirilebileceğini hiç akıllarına bile getirmeden, sadece anlık ihtiyaçlarının tatmini için uğraşırlar.

Özgürlük Yolu, Bertrand Russell

Not 9: Doydukça azgınlaşan ve daha da hırslanan tek hayvan insandır..

Not 10: En büyük uçurum; gözdür.
Düşenin parçası dahi bulunmaz...