İzmir’in kurtuluşunun 100.yılı kutlamaları çok görkemliydi.
İşte gözlemlerim:

1) Tunç Soyer: Çok güzel bir konuşma yaptı. Geceye değer kattı. 

2) Kemal Kılıçdaroğlu: Kutlamayı siyasi şova çevirmedi, ev sahibini ezmedi. Konuşma yapmaması onu yüceltti. 

3) Sahne şovu: Dengeli, ölçülü, milliyetçilik, hamaset tuzaklarına düşmeyen harika bir gösteriydi 

4) Tarkan: Türkiye’nin tartışmasız süperstarı. Türkiye tarihinin en büyük konserine yakıştı. Play-back yerine canlı söylese daha iyiydi.

5) Telif hakkı meselesi: Anlayamadım, Iron Maiden, Metallica konserleri televizyondan canlı yayınlanıyor ve telif sorun olmuyor.

6) Televizyon kanalları: Türkiye’nin en önemli gündemi bu kutlama iken stüdyo konuğu alarak, bayatlamış konuları tartıştırarak kötü not aldılar. Bir canlı yayın arabası, üç kamera, amatör bile olsa cadde röportajları yapmak yeterdi de artardı bile.

7) İzmir: Tartışmasız Türkiye’nin en yaşanılır kenti (belki de tek yaşanılır kenti)

8) İzmir halkı: Muhteşem insanlar. Her türlü övgüyü sonuna kadar hak ediyorlar

9) Karnı ağrıyanlar: Ortak paydası kurtuluş, cumhuriyet, aydınlanma, devrimlere karşıtlık olan hep aynı kesimler.

10) Cumhuriyet mitingleri, Gezi Direnişi, Adalet Yürüyüşü, Mİ mitingleri gibi etlinliklerde kendisini milyonlarla ifade eden devrimci, aydınlanmacı ruh aynı şekilde ve çok daha güçlü bir şekilde ayakta.

İzmir en yaşanılası şehir sözüme takılan arkadaşlar olabilir. Çünkü İzmir’in sahil kısmı dışındaki mahalleleri tam gece kondu, büyük bir köy. Maalesef gerçek bu. Ve fakat deniziyle, iklimiyle ve özgür yaşamıyla cazibe merkezi, kabul etmek lazım.

Ne yazık ki 21. yüzyılın şehirlerinin hepsi benzer durumda: Londra’nın merkezinden (kuzey ya da doğu yönünde uzaklaştıkça) bir Avrupa şehrinde olduğunuza inanamazsınız. Paris -en başta metrosu- leş gibi kokan bir şehir.

Roma’yı birkaç sene önce fare bastı. Atina çok eski ve dökülen bir kenttir. Barcelona yaz sonlarında pislik içinde kalır, belediye temizliğe yetişemez. Viyana kent merkezinden uzaklaştıkça pırıltısı söner. En beğendiğim şehirlerden Köln istasyonu bizim Harem’den beterdi.

Amerika’yı görmedim. Pek olumlu şeyler işitmiyorum. Bildiğim kentlerin hepsi turiste gösterilen yüzü hariç pisti, tehlikeliydi, varoşlara gittikçe dökülüyordu. En beğendiğim kentler olan Berlin ve Valencia bile 3-5 günlük turistik seyahatler dışında sorunları olan kentler. Dünyaya açık, kozmopolit, turistik kentler böyledir: Zenginler ve turistler iyi yaşasın, eğlensin, yesin içsin diye kalabalık bir proleter nüfus beslemek zorundadırlar ve proleterlere kent hizmetleri anlamında pek bir şey düşmez.

Hele bir de 20 senedir muhalif partiyi seçen bir kent, ancak bu kadar bir bütçe ile çevrilir ve ancak bu kadar hizmet götürebilir. Armudun sapı, üzümün çöpü dert edilecek bir ülkede yaşamıyoruz; kendilerinden olmayan herkesi illet/zillet kabul eden bir anlayışın iktidarındayız.

Ülke sırat köprüsünden geçiyor, İzmir beğenmeyip haksızlık etmemek lazım. Çöpmüş, kalabalıkmış, varoşmuş söylemleriyle en erdemli muhalefet kentine laf saydırmayalım. Ondan sonra AKP niye 20 senedir iktidarda deyip dizlerinizi döversiniz. Zaman muhalefetin daha doğrusu CHP’nin adayı kim olursa olsun; ki bu saatten sonra Kemal Kılıçdaroğlu olacaktır; o adayı Cumhurbaşkanı seçtirme vaktidir. Eleştiri iyi de suyunu çıkarmamak lazım. Daha da önemlisi; kafamıza silah doğrultuşmuşken dudağa sürülecek rujun rengi ya da kalitesinin bir önemi yoktur.

Son söz: En büyük tehlike, kimsenin seni umursamadığını hissetmektir.

Not 1: Yargının bile bağımsızlığının tartışıldığı bir ülkede borsayı siz sorgulayamazsınız. O halde borsada ne oluyor? Borsada hükümet kontrollü büyük bir operasyon yapılıyor. Kur korumalı mevduat ile vatandaşın elindeki dövizi bozduramayan AKP şimdi borsa vasıtasıyla onları bozdurmaya çalışıyor.

Son günlerde herkes borsayı soruyor.
Borsa daha yükselecek mi?
Halkbank hisse senedini gördün mü yüzde 120 yaptı. Bazı gazeteler tablo bile yapıyor.
1000 dolarınızı 18 liradan bozdurup Vakıfbank alsaydınız bugün 2 bin 200 dolarınız olacaktı.
Ya da Akbank alsaydınız 1980 dolarınız olacaktı.
Sabahın ilk saatlerinden itibaren Halkbank ve Vakıfbank hisse senedi direkt tavana yapın bir fiyattan açılıyor. Yüzde 7-8 primli. Siz seyrederken bir anda tavana kilitliyorlar ve bir bakıyorsunuz ki yüzde 10 prim yapmış. Artık isteseniz de alamazsınız.
O halde ne yapacaksınız?
Hemen başka bir banka hisse senedine yapışıyorsunuz. Ya Akbank ya da İş Bankası.
Bu senetlerde yüzde 100 prim yapmış bir ayda ama en azından satın almak için yetişebiliyorsunuz.

Dahası bankacılık endeksi XBank’ın hergün yüzde 8 yükselmesinin bir mantığı var mı?
Elbette yok!
Bu sağlıklı bir hareket değil. Zaten Türkiye’de sağlıklı ne kaldı ki?

Not 2: Öncelikle Borsadaki bu operasyon kamu bankalarıyla başladı. Neden kamu bankaları derseniz dolaşımdaki tüm hisselerin büyük bir bölümünün kamu bankalarının portföy ve iştiraklerinin kontrolünde olması.
Halkbank takasına baktığınızda 4.3 milyar hisse senedi olduğunu görüyorsunuz. Bunun yüzde 98’e yakını Halkbank’ın portföylerinde. Diğer kurumlarda 300 milyon lotun altında bulunuyor.
Aynı takas Vakıfbank hisse senedinde de geçerli. 4 milyar senedin yüzde 95’i bu kurumun takasında bulunuyor.
Yani çok az bir işlem ile bu hisse senedi tavan yapılıyor.
Buradan hisse alamayan yatırımcı doğal olarak başka banka hisse senedine yöneliyor.
Bu hareket daha ne kadar devam eder?
İşte bunu kestirmek için iktidarın beyninin içindekileri okumak lazım.
Evet niyetlerini biliyoruz çünkü burada dövize yönelik bir operasyon var.
Ama ne zaman biter sorusuna ise hani eskiden Galata Köprüsü’nde kumar oynatanlar vardı:
Bul karayı al parayı!

İşte karayı bulabilmek için o kartları dağıtanları tanımak onlarla yakın olmak gerekiyor.
Olmayanların ise hiç ama hiç şansı yok. Belki de borsa tarihinin en büyük batığı BİST’te yaşanacak.

Not 3: Kafamda dolaşarak beni her gece uykusuz bırakan bazı sorula cevap bulamamaktan tedirginim. Acaba, Türkiye 21ci Yüzyılın en ağır ekonomik ve siyasi buhranını yaşarken, bilumum fuzuli konularla uğraşmasının nedeni ne olabilir?  Artık Türkiye’de kimsenin okumadığı ama muhalif yazarların sürekli kerteriz alarak bunalıma girdiği havuz medyası mı?   Mesela, Sevgili Bakanım Nebati’nin sürekli ekonomiyi öven, performansımızla böbürlenen mesajları havuz medyasında parlatılmasa da,   muhalif yazarlar kararsızların AKP’ye geri döndüğünü sürekli tekrarlar mı?  Yoksa, biz mazoşist miyiz toplu halde? RTE’ın yıllardır bize çektirdiği yoksullaştırma politikası sonunda artık acı çekmekten keyif alır hale mi geldik topluca?  Eğer durum buysa, Nebati Abim enflasyonu %20’ye düşürerek seçim kazanmak yerine, %200’e çıkartacak bir strateji izlese daha randımanlı olmaz mı?

Not 4: Ben yeni yılda yoldan geçene ucuz kredi döneminin başlayacağını düşünüyordum, herhalde AKP-MHP anketlerde fena sıçmış olmalı ki, bir çeyreklik bir yavaşlamayı göze alamıyorlar. Velakin, krediler sadece KOBİ ve AKP’ye yakın iş kesimine verileceği için, bu kez kredi pompasının ekonomiye katkısı geçmiş dönemlere nazaran daha cüzi kalabilir.

İkinci yöntem, faiz-dışı bütçe harcamalarını patlatarak refah satın almak.  Bakalım akademisyen yazarımız Orhan Yalçınkaya bu konuda ne diyor:  “Temmuz 2022 itibariyle merkezi yönetim bütçesi yılın ilk 7 ayında 29.5 milyar TL fazla verirken OVP’de 2022 yılı bütçe açığı gerçekleşme tahmininin 461,2 milyar TL olduğunu gördük. Bu da yılın kalan 5 ayında bütçenin 490.7 milyar TL açık vereceği anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde faiz dışı giderlerin hızla yükseldiğine şahit olacağız”

Velakin kredi ve bütçe harcamaları ile büyümeyi sürdürmenin istenmeyen çok yan etkisi var. Güvendiğim ekonomistlere göre, yılın ilk yarısı sonunda çıktı fazlası GSYH’nin %3’i civarındaydı. Yani, ekonomi zaten aşırı ısınmıştı. Çünkü, ekonominin kas ve kemiklerini öyle insafsızca ameliyat ettik ki, gövde  bırak sprint atmayı, düz yolda yürüyemiyor. Bu zayıf bacaklara dev miktarda gelir yüklerseniz, arz tarafı talebi karşılayamaz. Yeni yılda düşecek diye halka yemin-billah ettiğiniz enflasyon 3 haneye çıkar. Rusya’da para gelecek palavrasıyla geciktirdiğiniz döviz talebi KKM’da de servetinin eridiğini anlayınca, kuru yukarı iter.
Ve.. daha yüksek enflasyon ve daha değersiz bir TL’yle başladığımız yere döneriz:  Yani, Milli ve Ebedi Ekonomik Buhranımıza.

Not 5: Ödlek insan, içinden her zaman hayır dediği halde, hep evet çıktı dudaklarından.

İnsanca, Pek İnsanca 1, Nietzsche

Not 6: İnsanların genellikle yazgı dedikleri şey çoğu kez sadece attıkları aptalca adımlardır.

Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, Schopenhauer

Not 7: Kendinden hiç bahsetmemek çok zarif bir ikiyüzlülüktür.

Nietzsche

Not 8: “Anlamsızlığın, yaşamı dolu dolu yaşamayı engellediği için bir hastalıktan farkı yoktur. Birçok şeyi, hatta belki de her şeyi dayanılır bir hale dönüştüren anlamdır.”

Anılar, Düşler, Düşünceler, Carl Gustav Jung