Bir insanın gücü ve zekası dar sınırlar içinde bulunur. Her şeyi yapmak isteyen hiçbir şey yapamaz. Bazen büyük bir müzisyen olsaydım, bazen sanayi işleri bana göre değil şu işi yapsaydım, bazen de eğer politika sahasına atılmış olsaydım hiç kuşkusuz başarırdım diyen kararsız insanları görürüz. Hiç kuşkunuz olmasın ki bunlar daima amatör müzisyen iflas etmiş bir fabrikatör ve başarı kazanamamış politikacı olacaklardır.
Napolyon savaş sanatının belirli bir noktada kuvvetli olmaktan ibaret olduğunu söylerdi. Yaşama sanatı da harekete geçilecek bir nokta seçmekten ve bütün gücü oraya toplamaktan ibarettir. Bir meslek seçimini tesadüfe bırakamayız; kendisine bir meslek seçmek üzere olan insan kendi kendine şöyle bir soru yöneltmeli: Acaba ne olabilirim? Çünkü kabiliyetlerinde olmayan bir şey için kendisini zorlaması abes olur. Eğer kızını cesaretli ise onu büro şefi yapmaktansa, pilot yapınız fakat bir kez meslek seçildi mi hata veya önemli bir arıza olmadığı taktirde pişman olmak ve dönmek yoktur.
Seçilen bir mesleğin içinde bile yeni yeni seçimler yapmak gerekecektir. Bir yazar bütün romanları yazamaz, bir devlet adamı idare mekanizmasındaki bütün birimleri ıslah edemez, bir gezgin bütün ülkeleri gezemez. Askerler bir emrin bütün sonuçlarını iyice tarttıktan sonra tartışmayı bir kelime ile sona erdirmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Siz de iç aleminizde yaptığınız tartışmaları böyle sona erdiriniz.
Gelecek sene ne yapsam, acaba şu sınava mı hazırlansam, yahut öteki sınava mı girsem, yoksa şu fabrikada mı işe gireyim; bütün bu problemlerin ciddiyetle tartışılması doğaldır ama bu tartışmalara bir sınır çizilmesi de şarttır. Bir karar alınıp iş başına denildikten sonra artık pişmanlıkların yararsız değişik kararların da sonsuz olacağını akıldan çıkartmamalısınız.Seçilen karardan ayrılmamak için zaman zaman bir çalışma yapmak yararlı olur bu planda, uzak amaçlar ve yakın amaçlar belirlenir. Birkaç ay birkaç sene sonra bir planı gözden geçirirken gücümüz ve imkan imkanlarımız hakkında bir fikir sahibi olmuş oluruz. Dikkat bütün yoğunluğu ile bu hedefe çevrilmelidir.
Yaptığın şeyi yap, onu bütün varlığınla yap, vücudun ve ruhun bu amaca yönelsin, oraya vardıktan sonra geriye dönebilir, yolunu kesen şu yan sokağa girebilir, şu manzarayı seyredebilirsin fakat asıl iş bitmedikçe yoldan sapmalar olmayacaktır. Hoşa giden kişiler her şeyle ilgili olanlardır, işleri başladığı gibi sona erdirebilen insanlar ise belirli bir zamanda ancak bir tek konuyla ilgilenenlerdir. Amerikalılar böylelerine One Tracker derler. Bir tek yolu izleyen akıllar bazen inatlarıyla, sabit fikirli oluşları ile can sıkarlarsa da; belirli amaca doğru yaptıkları tekrar tekrar atılımlarla sonunda bütün engelleri aşanlar yine bunlardır.
Son söz: Eski Vali Osman Bilginin açıklayamadığı 98 milyonluk bir serveti varmış.
Açıklama getirdikleri de göz önüne alınırsa yaklaşık 200 milyonluk bir mal varlığı var demekki.
Mahkemeler gözle görülmeden kesin kanıt olmadan haksız servet edinimlerini rüşvet saymıyorlarmış. Şimdi mahkemelere iki çift laf etsem dava eder mi beni yüce savcılar, yargıçlar ve adli kurumlar.
Türkiye’de “nereden buldun” yasa teklifleri hep ret olunmuştur. Bu nedenle şahısların cezalandırılabilmesi için veya mal varlığına el konulabilmesi için kaynağı belirsiz ya da açıklanamayan paranın gayri yasal yollarla edinildiği kamu tarafından ortaya konulmak zorundaymış. Yüksek kahkahalar atası geliyor insanın.
Bizzat görülüyor zaten. Hep de görülür gören gözlere rüşvetin varlığı. Tanrının varlığı gibi. Göremiyorsun ama sonuçlarından hissediyorsun.
Veya karanlık enerji ve karadeliklerin varlığı gibi. Gözle görülmüyor ama karadeliklerin varlığı kesin. Yerçekimi artıyor çünkü olay ufkuna yaklaştıkça. Neticede yoktan var etmek Allah dışında kimseye özgü değil. Açıklanamayan servet haksız edinilmiştir bu rüşvet yoluyla olur ya da nüfuz kullanımıyla; farketmez..
Not 1: saati cezveye koyup yumurta tutuyorum,
bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum.
aklım başıma gelmiyor,/başıma çarpmadan dallar
yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum.
nisan'a kaç var diyorum saati sorarken./hiç böyle olmamıştım.
bilenlere sordum;/'aşk bu' dediler...
(Metin Vural)
Not 2: Erken bir saat otelden çıkıp kendimi şehrin sokaklarına bırakıyorum. Kimsenin dikkatini çekmiyor yabancılığım ya da kimse de hayret uyandırmıyor meraklı bakışlarım. Sanki hep burada doğmuş, büyümüş, yaş almışım gibi salına salına zamana meydan okurcasına adımlıyorum caddeleri. Zaman ilerliyor, ilerledikçe de sokaklar giderek kalabalıklaşıyor. İnsanların istilasına uğramadan görmem gereken yerleri görmüş, şehri aşağıdan yukarıdan bir iki kez arşınlamış bir şekilde şehrin ritmine dâhil oluyorum. Çok acelesi yok gibi şehrin, herkes kendi günlük telaşesi kadar hızlı diyebilirim ama bir büyükşehir ahalisinin telaşesinin onda biri bile yok.
Not 3. Camdan dışarıya göz gezdiriyorum. Gökyüzü açık ama sert bir hava var. Dışarı adımımı atınca soğuk hemen yüzüme çarpıyor. Paltonun yakasını kaldırıyorum. Ağır adımlarla elimdeki adrese doğru yürüyorum. Tam da şairin dediği gibi: “Konvoylar geçiyor meşelikler arasından/Bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına/Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak/Unutulacak diyorum, iyice unutulsun/Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı/Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.” Bir tek kar yok. Yılların özlemi var, belki biraz kızacak, gönül koyacak habersiz geldiğim için, şaşıracak ama olsun. Nasıl karşılayacağını pek umursamıyorum aslında merak ettiğim bu kadar zaman sonra bıraktığımı bulabilecek miyim bütün kaygım burada.
Not 4: Mukadder olanın ufku kitlelerin ruhunu sarmışsa bir kere, geri dönüş yoktur.
İşte bu yüzden...
Şimdi Baba ve Oğul Esad'ın posterlerininağır ağır ( belki buna "tadını çıkarta çıkarta" demek yanlış olmaz ) yırtılmasına şahit oluyoruz...
Beşar'ın halkı (aslında memurlarını ) kucaklıyor gibi kolları açık yapılmış heykelleri tepe taklak halde...
Not 5: Avrupalı insanın bedeninde biriken her gram yağ, bu zavallı göçmenlerin gözyaşı ve kanından emilmiştir. (MEHMET EROĞLU / Kusma Kulübü)
Not 6: Bütün hayatını 'kazanma'ya adayan insanoğlunun nihai tabelasında 'kaybettin' yazıyormuş.
Not 5: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
“başka yolu yok,
çatal yüreklerimizden gayrı
nemiz var, evimizde bırakıp,
çoluk çocuk, torun torba
Kudüs’e yürüyelim,
Kudüs’e, gülceğizim,
büyük intifadaya...
biz yeryüzünün bütün yoksulları,
yoksulluğuna paradan, puldan
çok güvenenler,
yoksulluğunu adından, şanından
çok yüceltenler
ve dokuz doğurtanlar ona,
yoksulluğunu, hayatın, insana
sabahları agu agu agu gülen
bebeklik yüzü gibi,
akşamları, şiirin ve hakikatin
yanaklardan süzülen
bilgece hüznü gibi sevenler
ve yüreklerine zırh gibi kuşananlar onu...
yoksulluğunu, yerin ve göğün
memelerinden emzirenler,
yoksulluğundan allı pullu kanatlar,
kayaklar, patenler, kaydıraklar
yapmasını bilenler
kafalarına ve yüreklerine...
yersizler, yurtsuzlar, evsizler,
gönülleri yer kadar bereketli,
gök kadar geniş ve derin olanlar,
çobanlar, çerçiler, işçiler,
çöp ayıklayanlar, atık toplayanlar,
acı toplayanlar, kahır toplayanlar
ve siz gönüllerimizin aziz misafirleri,
yerin ve göğün muhacirleri
siz sevgili Halepliler, Hamalılar, Şamlılar,
gelin, yollara dökülelim,”
Küresel İntifada İçin Rap Sözleri/ Cahit Koytak
Not 6: Dostlar bizi cesaretlendirir, aşılmaz eşikleri aşmamıza, tıkandığımız yerde gizli kapıları bulmamıza yardımcı olur. İyi bir dost hem bize anlaşıldığımız duygusunu verir, hem de bizim kendimizi daha iyi anlamamızı sağlar. İnsanın dünyadaki cenneti, anlaşıldığını hissetmektir.
Not 7: 'Ancak sevginin sıcaklığında ruh kendisi olabilir. Kaderin tüm olasılıkları ruhunuzda uykudadır. Siz bu olasılıkları gerçekleştirmek ve onurlandırmak için buradasınız. Sevgi yaşamınıza girdiğinde, kaderinizin tanınmayan boyutları uyanır, çiçek açar ve büyür.'
John O'Donohue
Not 8: İncitmek isteyen yüzleşmediği bir yaradan saklanıyordur. Başkalarını küçülten, kendi aşağılık duygusundan kaçıyordur. Dünyaya verdiğiniz zaten sizde olandır.
Küp içindekini sızdırır.
Not 9: Para kazandıran her şey mubahtır anlayışına dayanarak insanları insanlıklarından uzaklaştırdığı için yaygınlık temin eden “kapitalist sistem” ufku neresi idiyse oraya kadar ulaştı.
İsmet Özel Cuma Mektupları-II
Not 10: Her kim ki Suriye'nin kafasına kese kağıdı değil de, demokrasi torbası geçirmek istiyor, onların benim de canıma kastettiklerini biliyorum.
İsmet Özel, 2012
Not 11: Gotthold Ephraim Lessing’le ağız birliği ederek diyeceğiz ki “Eğer bir kimse belli şeyler üzerine aklını kaybetmiyorsa, onun kaybedecek aklı zaten yoktur”. Yani dünya o haldedir ki en düzgün sözü dünyaya bakıp saçmalamayı seçenler söylemiş olabilir.
İsmet Özel Cuma Mektupları-II
Not 12: 2 yıllık tahvilde sert yükseliş var. Bu, piyasanın faiz indirimine açık vetosu. 100 bp'den fazla faiz indirimi olursa hiç iyi şeyler olmaz.
Not 13: biraz şeker belirtileri var bende. dün sabah beyaz ekmeği bırakma kararı aldım. akşam geç saatlerde karnım acıkınca beyaz ekmeği kızarttım, yanına bir tabak şavak tulum peyniri koydum, bir güzel sildim süpürdüm. öleceksek de ekmek ve tulum peynirinden ölelim. başlarım protokole!
Not 14; esed gibi bir diktatörün devrilmesi güzeldi. ama bölgeye baktığımda israil'in planlarının adım adım geliştiğini görüyorum. akşama kadar "kahrolsun israil" diye slogan atan islamcılarımız tam olarak neyin bayramını yapıyor, bilemiyorum doğrusu. israil, kahrolmadı hiç.
Not 15: Erken ve acı verici bir şekilde çocuksu her şeye gücü yetme, yani omnipotentlikten mahrum bırakılanlar aşırı iyimserliğe daha yatkın olurlar diye psikanalitik bir tespit var. Gerçekçi umutla patolojik arasındaki ayrım, gerçekliğin göreceli hale gelmesiyle karışmış gibi gözüküyor. Aşırı ve sahte umut, sadistik bir eğilim taşır, sürekli umut talep ederek sürekli hayal kırıklığı yaşatarak. Benzer profildeki erkek ve kadınlara âşık olanların aynı hüsranla baş başa kalarak bütünüyle aşktan ve ilişkiden korkar hale gelmeleri gibi. Sahte umutla siyaset yapanların siyasete küsmesi ve küstürmesi gibi.
Peki ama neden aşırı umuda ihtiyaç duyarız? Çünkü aşırı umut, bizi gerçeklikten koruyan bir zırh işlevi görür, böylelikle içimizdeki iyi nesneyle bağımızı sürdürürüz. Aşırı umut, kişinin narsistik kendi kendine yeterliliğinin bir ifadesi olarak hizmet eder. Bu tür bireyler için şimdiki zamanın yalnızca ikincil önemi vardır. Gelecekteki ödüllerin her şeyi değerli hale getireceği umuduyla hemen hemen her acıya tahammül edebilirler. Aşırı umudun günümüzdeki asıl işlevi, sürekli olarak kışkırtılan ve boca edilen arzuyu sınırlayabilmesinden kaynaklanır.
Not 16: Şimdi mevsim döndü. Bölüm bölüm açılır kitap. Dersler okunur. Dertler artar. Umut bir dağ olur. Kaf Dağı belki. Uzar gider yollar. Kesişir yollar. Karşılaşmak dindirir yürek sızısını. Göğsünün sıcaklığında uyumak, huzur bulmaktır hayat. Kalır, uyur, dindirir özlemi. Canlanır yüzü, başka sayfa açılır. Ve zaman iyileştirir. Yazılır reçeteye: “Sevilmek iyi geliyor.”
Yorgun kuşlar daha güçlü uçar. Nefes olur her bakış. Bir avcı merhamete gelir. Kafesler açılır. Ruhun kanatları özgürlüğe uçar.
Zaman geçer belki arzular da geçer. Geçer her şeyin hükmü. Bir yanılsamadır şu görülen. Ne ki dünya denilen şuh bakış, sönecek bir gün ve zaman geçecek. İhmale gelmez sevmek. Her çiçek mevsiminde açar, her kalp mevsiminde sever. Tedavülden kalkar mı sevmek? Zaman geçmeden bilmek, zaman geçmeden sevmek
Not 17: İnsan kendi hikâyesinde kaybeder. Başka zamanda başka hikâyelerin akışında yer bulma isteği…Arar, bulur, durur. Durduğu yer, kendi yeri değildir. Yabanıl bir ruh olur durduğu yerde. İstasyona son anda yetişen yolcu telaşı. Şaşkınlık. Ne yapacağını bilememek… Çocukça sevinçler kaplar gökyüzünü. Sürer gider, akar ömür.
“En iyi anlatış artık susmaktır/ Anladım bunu ben seni bilince/ Gel denize yaslan yalnız denize/
Sırrını denizler taşır insanın.”
M. Âkif İnan gibi diyorum, bu ömrün sırrı ancak denizlerde kalabilir. Mavisinde kaybolmak sonsuz denizin ve sürgün kalmak gözlerinde.
Not 18: Tarih, zalimlere uzun ömür bahşetmez.Rusya ve İran’ın desteğiyle ayakta kalmayı başaran Esad, aslında ülkesinin bağımsızlığını rehin bırakan bir lider olmanın utancını taşıyor artık. Uluslararası arenada yalnızlaşan Suriye, ekonomik yaptırımlar ve siyasi izolasyon altında bir harabeye dönüşürken, halkının açlık, yoksulluk ve umutsuzluk içinde kıvrandığı bu topraklarda Esad’ın iktidarı zaten enkazın üzerinde dimdik duran bir hayalet gibiydi.
Tarih, zalimlere süre tanır ancak affetmez.Esad’ın iktidar tahtı, zulüm ve acıyla örülen dikenli taçtan başka bir şey değil artık.
Hafız Esad’ın heykeli yerlerde sürünürken, Angelopulos’un Ulysses Gaze filminde geminin üstünden Lenin heykeli akıp giderken, yazının içerisinde bahsettiğim tüm diktatörler kara bir ruhla anılırken, aklımda şu ayet belirir.
“Şimdi görüyor musun onlardan bir geriye kalan.” 69-8
Not 19: Vakt-i Şerifleriniz Hayrola.
Cumanız Kutlu olsun.
“BAĞDAT’A DÖNEN ŞİİRLER
Şam Konuşuyor
Ben şam
Adım akşam
Denkleri ipek, baharat ve kitap olan
Kervanlar bende konaklar
Çok yaşlıyım
Binbir gecelerden geçtim
Masallar kadar yorgunum
Akşamı benim Hicaz’ın
Gecesi kardeşim Bağdat
Şam-ı muğberim ehlibeyt’ten beri
Etrafıma Suriye adıyla çekilen telörgüden dolayı
Tutsağı oldum Umumi Harbin
Kırıldı Osmanlı denen billur avize
Bin parçaya bölündük
Şam-ı garibanım, öyleyim
Cebel-i Kasiyun’dan bakanlar bana
Bu bizim Şam-ı Şerif derler hala
Acıyla açılıp kapanırken akşamları o yara
Gülden bir tül örter yüzümü
Küffara karşı yay gibi atarken bastığı üzengi
Bende medfun Nureddin Zengi
Mezarından doğrulmuş Bilal-i Habeşi
Ezanını dinler Hz. Yahya Nebi
Abdestini tazeler Emevi Camii’nde Muhyiddin İbn Arabi
Önünde saygıyla durur devrimci Ali Şeriati
Zeynep’in gözyaşıyla
Kılıcını mest eder Halid bin Velid
Vahdeddin Han’ın kabrindeki gülleri sular kırk yıldan beri
Selimiye Camii imamı, padişahımızın türbedarı Ebu Mervan
Salah Rihavi
İşte ben bunlarla Şam-ı Şerif’im
Bir şiiri şehreder gibi Mevlana Halid-i Bağdadi
Ben de halimi şehrederim
Biraz Konya’ım, biraz Bursa’yım ve hep Osmanlının Şam-ı muğberiyim”
Şiirimin Şehirleri/Arif Ay
Not 20: Hayalcileri tanırsın
Yağmur taşırlar gecelere ürkersin
Erguvan dökülür yaralarından
Bahar sanırsın.
Not 21: Bahtı teninden yanık bir serencamdı
Bir ömrün bana giydirdikleri
Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin
Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı
Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim..
Not 22: Modern barbarlığın dünyasında insan, temel güdüsü güç ve kontrol olan bencil bir varlıktır. Ahlak bir illüzyon, iyilik bir tür zayıflık ve güven saflıktır. Esas olan rekabettir ve nihai amaç daha fazla güç ve maddi çıkardır.
Bu karanlığı delebilecek ışık ancak ve ancak merhamet eşliğinde adalettir..
Not 23: Din ve devlet tek yumurta ikizidir. Bu ikisi birbirinden ayrılamaz..
Not 24: Bizlere ahlâk dersi vermeyi ihmal etmeyen, yüce değerleri savunan, ama kendi çıkarları söz konusu olduğunda mahalle çocukları gibi kavga eden patronlar... (MEHMET EROĞLU / Kusma Kulübü)
Not 25: Tıpkı yeni modaya uygun elbise gibi, yeni bir "ben" uydururuz. Eskiler depoya atılır, çok geçmeden de daha önce nasıl olduğumuzu zorlukla hatırlar hâle geliriz. (VİKTOR PELEVİN / Kurt Adamın Kutsal Kitabı)
Not 26: Birden hatırıma geldi. Çok eskiden dinlediğim ya da okuduğum bir dini hikâye.
Saliha bir kadın evinin penceresinden sokağa bakıyor.
Tesettüre pek riayet etmemiş.
Şehirde dedikodu var. Filan kadın pencereden bakıyordu, saçı görünüyordu ve saire.
Güya ehli irfandan bir zat da kadını o halde görmüş.
Neden böyle yapıyorsun diye sorma ihtiyacı hissetmiş.
Kadın, o zatı içeri çağırmış. Gel buradan bak demiş.
O zat, kadının baktığı pencereden bakınca ne görse iyi?
Sokakta insan falan yok.
Yılanlar, çiyanlar, böcekler, irili ufaklı hayvanat gelip geçiyor.
“Bunların nesinden sakınayım?” demiş güya o saliha kadın.
Hikâye bence de pek tutarlı sayılmaz.
Ama masanın öbür tarafına geçince bu taraftakiler börtü böcek gibi mi görünüyor sorusu aklımı kurcalamaya devam ediyor.
Not 27: çekmeköy'ü çavuşbaşı'na bağlayan sıradan bir yol vardı. yolun sağına ve soluna 20'ye yakın özel okul yapıldı, şimdi okul saatlerinde bölgenin trafiği felç durumda. türkiye; plansızlığın, düzensizliğin, düşüncesizliğin, başıboşluğun, kuralsızlığın, yağmanın ve talanın ülkesidir.
Not 28: Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği
Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır gibi
Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız.
E.Cansever
Not 29: İnsanımız giderek içine doğru çekiliyor ve orada yaşamaya çalışıyor. Ya da yaşamaktan vazgeçiyor. Yavaş yavaş kavgalarını, hayallerini, hayal kırıklıklarını ardına bırakarak kendini çekiyor. Son zamanlarda bu zamanın yıkıcılığı karşısında, içine çekilen insanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Sanki neresinden tutsan elinde kalan bir yaşam biçimi insana dayatılıyor ve üstüne bir de bunu canla başla savunan insanların gerekçesiz gevezeliği ne kadar da yorucu oluyor. Ne yapmaması gerekiyorsa hepsini yapan, yapması gerekenlerin hiçbirini yapmayan üstelik her şeyden o kadar emin bir şekilde “garanti” bir hayat yaşadıklarını düşünenlerin saygısının çokluğu, kalabalıklarını ve küstahlıklarını da ekleyince insanın çekilmekten başka ne çaresi olabilir ki?
Not 30: Kibrin sarıp sarmaladığı vasat altılığın makulleştiği ve de makul tip tanımlamasına uyanların yüceltildiği bir yerde kiminle hemdem olunabilir ki? Kimsenin kimseyi aratmayacak kadar bayağılaşabildiği bir zamanın insanı olmak bazı ruhlar için ağır gelmektedir. Onlar halen daha olması gerekenin olması hususundaki inançlarını korusalar da her geçen gün daha da yalnızlaştıklarının farkına varıyorlar. Søren Kierkegaard’in ifadesi ile; “Bilinç ne kadar artarsa umutsuzluk da o kadar şiddetlenir.” Geçenlerde vefat eden Teoman Duralı’nın da bir röportajında ifade ettiği gerçeğin altında bu bilinç düzeyi yatmaktadır. Ne yapılabilir ki? Ya alışacaksın ya da uyum sağlayacaksın olmadı aklından olacaksın. Başka bir seçeneğin kalmadığı giderek tımarhaneye benzeyen bir yaşantıyı nasıl kaldırabilir içinde sızısı dinmeyenler! Bu sızıya hangi merhem çare olabilir ki?
Not 31: Belki işin başına doğru kişiyi getirince hesap da kitap da düzelir. Liyakatli ellerle her şey kendi mecrasına kavuşur ancak içine çekilmiş bir insanı düzeltecek, çekip hayata döndürecek ne bir iksir ne de bir merhem bulunabilir. Onun içindir ki insanın göçmesi hiçbir şeye benzemiyor. Hemhal olunacak bir aralık kalmadığında dünyanın da demi gitmiştir. Elbette ki en büyük sıkıntı insanların bu kadar çok kendilerinden vazgeçmiş olmaları ve hiçbir şey karşısında bir farkındalık ortaya koyamamalarıdır. Bu kadar algının bu kadar dış etmenin belirleyici olduğu bir zamanda, insan merak ediyor; acaba insanların içlerine ne oldu? İçi göçmüş bir insanın dışını neyle kaplarsan kapla ancak kocaman bir tenekenin kaplanması gibi bir şey olur. Yani teneke kaplansa ne olur kaplanmasa ne olur. Teneke tenekedir.
Not 32: Ruhunu yitirmiş bir zamana yeniden ruh kazandırma sızısı duymadan kocaman kocaman lafların, kendine göre icraatların hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Sızısı sadece kendi boğazından geçenlerle ya da elde ettikleri ile ilgili olanların bu dünyada yapabilecekleri ancak kendilerinden öncekilerin yaptıklarından farksız olmayacaktır. Onun için sızısı kendinden mülhem olanların yürüyecekleri yol, söyleyecekleri sözleri yoktur. Hayat elbet döngüsünü tamamlayacaktır. “O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz.” Günler döndükçe elbette umut da olacak endişe de ama var olabilmek için sızıyı duymak lazım. Hoşça bakın zatınıza…
Not 33: Ve ben sonsuza dek kova burcunun çocuğu
Sanki bir yağmur yağsa oluklardan gök boşanır
Yüzüme öyle dönüp dönüp bakma
Bana artık herşey yakışır
Terzim dünya çünkü, o ki kimlere neleri yakıştırdı
günlerini ölüme teğelledi
ölümlerini unutuşa kopçaladı..
A.E.
Not 34: Çok mürekkep yaladım
ama tükürüyorum burada hepsini
Bütün sözcüklerini
Okuduğum kitapların
Yazdıklarımınsa arasından bilmem ne kalır
Aynalarda her sabah her sabah
O cam kırıklarından oluşmuş yüzü görmekten bıktım
Hiç değilse elişi kağıtlarım olsaydı
İpsiz uçurtmalarım
Göğe fırlatılan bir naylon tabak gibiyim
Ve kendi kollarıma atılıyorum her keresinde
Not 35: Atılan güller solar, geride hep taşlar kalır..
Not 36: Ne saptan yanayım şimdi ne de baltadan
Kırdığım ceviz sayısı kırkı geçmedi daha
Ama hiç değilse az kaldı
Hele bir geçsin
Olurum iyi bir aile babası
Not 37: Ölüm ki ancak bir başka ölümle yıkanır
Teneşirler bu yüzden hep beyaz kalır..
Not 38: Kardeşler, bu dünya bana göre değil
Kötü basılmış bir kitap gibiyim
Çamur duygusu veriyorum okuyana
Elimde bir gümüş zincir
Alnımda bir derin leke
Kar mı yağmur mu ne yağdığını bilmediğim bir gecede
Ey hayat, seni sevdiğim için özür diliyorum..
A.E.
Not 39: Radikal bir çiçeğim ancak kendi saksısında açan
Annesini hala seven ve unutmayan
Uzun zaman önce ölmesine rağmen
Kızının okul servisi taksitlerini ödeyen
Karısını ancak barışırken görebilen
Böyleyim, sulak toprakta gövermeyen tek ekin
Bilmem bir yerde durur muyum, durulur muyum
Alnıma dövülürse kara bir yalnızlık gibi ölüm
Arkamdan üç kulfallahi bir elham bir de enam okunsun
Amenerresulü okunursa da cabası
Sonra naaşım mümkünse Tekel kibritiyle yakılsın krematoryumda..
Nasılsa gözyaşları söndürür..
Ağlayanımız elbet olur arkamdan nasıl olsa!