Malum 2024 yılı emekli yılı ilan edildi. Tamam biraz refah bollluk olur demiştik hayatlarında fakat bu kadarı da beklenmiyordu..
Emekliler, ilan edilen bu 'emekliler yılı' sayesinde adeta bir elleri yağda, bir elleri balda bir hayat yaşadılar, yedikleri önlerinde yemedikleri ise arkalarında, ceplerinden ve sofralarından taştı döküldü!
İşe daha yeni başlamış olan, daha yeni atanmış olan gençler de, emeklilerin yaşadıkları bu bolluğu görünce onlara imrendiler ve biz ne zaman emekli olacağız diye hayıflanmaya başladılar!
Alt tarafı bir ilan… KDV'si yok, ÖTV'si yok…
Tadı damaklarında kalmış olacak ki, yaklaşık bir hafta sonra girilecek olan 2025 yılının dahi emekliler yılı olarak ilan edilmesini candan ve gönülden talep ediyorlar!
Son günlerini yaşadığımız 2024 yılı 'emekliler yılı' ilan edilene kadar gerçekten emekliler adeta sürünüyorlardı, bugüne kadar hiç görülmedik bir biçimde sefilleri oynuyorlardı, ne zaman ki emekliler yılı ilan edildi, öyle bir rahatladılar ki sormayın gitsin!
Çarşıları pazarları tam tadında gerçekten çarşı pazar oldu, bazıları kırk yıl, bazıları daha fazla yıllar boyunca ilgili kurumda biriktirdikleri emeklerinin ve alın terlerinin karşılığı olan primlerini 'bol kepçe' hesabından bol bol aldıkları için, maaşları tomar tomar harcamaları ise azar azar oldu!
Gölgesi başımızın üzerine düşmüş olan yeni yılın da 'emekliler yılı' olarak ilan edilmesini öneriyorum. Bolluk bereketi emekli başka türlü nasıl görecek!
Nesillerin sefaleti:
Enflasyon tek haneye düşmediği sürece ücretlilerin alım gücü erimeye devam edecek ve ücretler de asgari ücrete yakın bir ücrete dönüşecek. Emeklilerin durumu daha da kötü olacak.
Bugün yüksek olduğu iddia edilen faiz ekonomiye zarar veriyor iddiası miyopik bir bakışı gösteriyor.
Tek haneye düşmesi istenmeyen enflasyon devam ettiği sürece sadece fakirleşme olmayacak, nesillerin sefaleti de söz konusu olacak.
Zombi şirketler yaşasın diye gençlerin geleceği feda edilecek.
"Gençler feda edilirse edilsin, yeter ki zombiler yaşasın." Bunların savunduğu şey işte tam olarak budur.
Enflasyonu tek haneye düşürmek için verilecek mücadele geleceği kurtarmak için verilecek mücadeledir.
Ama geleceğin çok düşmanı var ülkemde.
Son söz: Mekke dönemini okuduğunuzda ilk iman edenlerin fakirler, köleler ve hiçbir şeyi olmayan insanlar olduğunu görürsünüz.
O yıllarda iman edenlere karşı yapılan zulüm kitaplarda yazılıdır. İman etmeyenler, iman edenleri canları ile malları ile tehdit etmiş. Onları aşağılamış, hor görmüş ve iftiralara maruz bırakmışlardı.
Yani can ve mal güvenliği yoktu. Hele üç yıl süren ambargo sürecinde iman edenler kuru deri parçalarını yemek zorunda kalmışlardı. Ama bir tanesi bile imanından dönmemişti.
Hicret ile beraber iman edenler her şeylerini Mekke'de bırakarak Medine'ye gitmişlerdi. Yani mal yok, tarla yok, deve, koyun, sığır vs. yok. Hiçbir şey yok.
Ama onları yaratan Rabbi ve onları çok seven bir peygamberleri vardı. Yüce Allah, birçok ayetinde 'sabredenleri müjdele' demiş, Peygamberimizde Allah yolunda katlanılan fakirliği ve de sabrın ne derece mühim olduğunu anlatarak, iman edenleri şeytan ve nefislerine karşı korumaya çalışmıştır.
Peygamber Efendimiz, Saray'da yaşayıp halkına fakirliği övmemiştir. Bizzat o fakirliği yaşamıştır.
Peygamber Efendimiz, devlet malını eş, dost, akrabaya değil halkın arasında eşit olarak paylaştırmıştır. Hatta Hz. Fatıma annemizin 'hizmetçi' talebini bile geri çevirmiştir.
Peygamber Efendimiz toprağı olmayana toprak, hayvanı olmayana hayvan vermiştir.
Fakirlik imtihandır, zenginlere ise hatırlatmadır. Övülen fakirlik yokluk anında şeytan ve nefsin aldatmasına karşıdır. Yüce Allah'ın ve Peygamberimizin övdüğü fakirlik değil fakirlerin duruşudur. (en doğruyu Allah bilir)
Bakara Suresi:
155 - Çaresiz biz, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!"
156 - Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah'a aitiz ve sonunda O'na döneceğiz." derler.
157 - İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır."
Kulağa küpe: Beyin çürümesiyle bezenmiş sosyal çürüme.. Gerçi beyni çürüyenin vicdanı da olmaz ahlakı da..
Aforizma: Yaşamayı arzu etmeyen bir hayat, sona erme yoluna girmiş demektir..
Özdeyiş: Yaptığı şeyden keyif alan birini asla yenemezsin.
Not 1: “En iyi anlatış artık susmaktır/ Anladım bunu ben seni bilince/ Gel denize yaslan yalnız denize/ Sırrını denizler taşır insanın” M. Âkif İnan gibi diyorum, bu ömrün sırrı ancak denizlerde kalabilir. Mavisinde kaybolmak sonsuz denizin ve sürgün kalmak gözlerinde.
Oruç Aruoba, “Her şeyi yazarım da/zamanı yazamam-/o yazar çünkü/beni.” böyle demişti. Bir yazının içindedir her şey. Okumakla bilinmez. Hissetmek en yetkin dildir. Hisset, dokun kalbime. Tekrarı yok hiçbir şeyin çünkü zaman geçiyor.
Not 2: Birçok hadîs-i şerîflerinde ümmetinin gelecekteki kimi durumlarından haber veren Peygamber Efendimiz (S.A.S.) bir defasında, “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit müminin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kiram, “Niçin eriyecek ey Allah’ın Resulü?” diye sorduklarında Peygamber Efendimiz (S.A.S.), “Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği için” buyurdular. (Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, III, 686/8463)
Not 3: Eğer yol yanlış ise rehber bir işe yaramıyor.
Kafeste dünyaya gelirsen kanat bir işe yaramıyor.
Yük ağırdır şu divanelerin omuzlarının üstünde.
Başta akıl yok ise baş bir işe yaramıyor.
El öpme sayesinde herkese makam mevki verdiler.
Okuyup eğitimli olmak bu ülkede bir işe yaramıyor.
Hırsız ve ev sahibi aynı sofrada oldukça
kapıya ve cisme zincir ile kilit bir işe yaramıyor.
Ey şair daralmış olan gönlün neyi istiyorsa söyle
ama eşeğin kulağına yasin okumak bir işe yaramıyor.
Not 4: Ege Cansen kriz yok demiş. %100 katılıyorum. Krizin ne olduğunu görmek isteyenler Lübnan'a gitmeli. Bidonla benzin alanlar, günde 6-8 saat elektrik kesintisi. Büyüme -%10-15'e inecek ki kriz oluşsun. Türkiye’de sorun açgözlülük.:
Not 5: "Kardeşiz demek yetmez.
Hâbil misin yoksa Kâbil mi?
Onu netleştirmek lazım..!"
Sezai Karakoç
Not 6: “Seni dünya gözüyle
bir kez daha görmek isteyen
biri varsa
buna şiir şahittir
ben değilim”
İsmet
Not 7: “Kaçıp gitmek suç sayılmaz.
Yüreklerin taş kesildiği yerden.”
(William Shakespeare, Macbeth, s. 41)
Not 8: Nâzım Hikmet’in dizelerini hatırlayalım:
Çıkıyor kayık
iniyor kayık,
devrilen
bir atın
sırtından inip
şahlanan
bir ata
biniyor kayık!
Not 9: sürsün orda bu meşum hikâye
ısrarlar, geçimsiz yurttaşlıklar
işte orda… on üç yaşında çocukların unutuldukları
herkesten bana sarkan acılar
kana kana öldür beni
toplum dediğin dizboyu ricalar
gerekirse geç gel ya da hiç gelme
ama uğrama bana… karanlık bir jilet taşır tüm uğrayışlar..
Not 10: yıkılan bir şeyin parçalarına bakmayı severim daha önce bütünlüklü olduklarını hatırlatır bana bu ölmenin canlı oluşun en iyi kanıtı olması gibi gün içinde bazen tırtıllar gibi kendini çeke çeke yürürken hayat büyüleyicidir yıkılan bir şeyin parçalarına bakmak ki bunu dalıp gitmemizden anlarız anlarız onların daha önce bütünlüklü olduğunu..
Not 11: herkesin yokuşu farklı kuşunki rüzgâr..
Not 12: Geçen hafta rastladım...
Bir restoranda servisi, dijital ekranındaki gözlerini devire devire dolaşan bir robot yapıyordu.
Çocuklar çok memnunlar...
Kimisi robotun arkasından koşturuyor; kimisi robota bakmaktan masadaki yemeğine odaklanamıyor.
Geleceği gördüm...
Çocuklaşmış işsiz yetişkinler ve kimse itiraz bile edemeden robotların hâkimiyetine geçmiş hizmet sektörü...
Not 13: Alışkanlık çevresinde ne varsa yutar, öğütür. Ahlakı bile...
Not 14: Bir şeyi daha anladım ki biz her zaman karanlığın içinde yaşıyoruz, bazen onun içinde biraz olsun ışık beliriyor, işte böyle anlarda gece pervanesi oluyorsun. (VİKTORPELEVİN / Böceklerin Yaşamı)
Not 15: Cahit Zarifoglu'nun dediği gibi;
"Herkes kendi işine baksın değil, Herkes kendi içine baksın, Böyle daha güzel."
Not 16: Ümit, fakirin ekmeğidir..
Not 17: hızlı karar veren sinirli sinirli üç kişilik model oluşturdu çünkü iltihap beyinde de bir reaksiyona sebep oluyor onun için unutkanlıklar arttı değil mi saç boyaları ondan sonra saç iltihap oluşturdu hiçbir şeye katlanamayan hızlı karar veren sinirli sinirli bir kişilik modeli oluşturdu çünkü iltihap beyinde de biri açma sebep oluyor onun için unutkanlıklar arttı değil mi depresyon iltihaplı iltihaplı normal kararlar veremez yani insanlar dışarıdaki insanlar artık zombiye uçmuştur zombiye dönüşüm başlamıştır o cisim diye vurabiliyor
Not 17: “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” (Buhârî, Rikak, 7; Müslim, Zühd, 6)
Not 18: Bütün mutluluklar aynı olabilir ama herkesin mutsuzluğu, farklı farklıdır.
Not 19; Fiyat ile değerin farkı da yine aynı dinamikten doğar. Fiyat; bir şeyin arz ve talebinin buluşma noktasıdır. Değer ise o şeyin, fiyattan bağımsız taşıdığı özniteliktir. Fiyat nicelik, değer niteliktir. “Yükün de lalü gevherse yıkma boncuğun hanına… Sarraf olmayan ne bilsin; zanneder her taş incidir.”
Değer, bir yargıdır. Ölçersin biçersin, fayda veya zararına bakarsın, güzel mi çirkin mi kararını verirsin. Sonra bu tüm ölçülebilen şeyleri geriye atar, içinde oluşan yargıya “değer” dersin. Ya da değersizleştirirsin… Rahatın bozulmasın diye, hangi doğrulardan vazgeçtiysen, o fiyata satıldın demektir.
Not 20: Değer yargısı, toplumun kanaat çıktısıdır. Yöneltildiği şeyi abat da eder berbat ta eder. Bir uyarı; kendine biçtiğin değer, karşındakinin sana vereceğin değerin üst limiti olacaktır. Değersize değer verirsen, değerliye yazık edersin. Neye değer verdiğine dikkat. Değer verdiğin seni değersizleştirebilir. Eğer bu değerleri abartma veya küçümseme yönünde şişirirsen, enflasyon olur.
Not 21: Yığınlar bencildir. Kümeler; değer üretebildikleri sürece var olurlar. Bireyleri bencil yığınlar, kalıcı değer üretemezler. Kurnazdırlar. Nimeti alıp külfeti öteleme eğilimindedirler. Uğruna bedel ödenesi anlayış, toplumun çimentosu olur. Değerler kaybolduğunda toplum çözülür, çürür ve yok olur.
İçinde kıvrandığımız enflasyonist süreçte, endeksler çıktığı gibi iner de… Ancak enflasyonun değerleri çürütmesiyle yıkılan ahlak, çok kolay geri gelmez. Enflasyonu indirmek ekonomik maliyetlere bağlıdır ancak giden ahlakı getirmek, çok büyük toplumsal maliyetlere hatta kuşak kayıplarınayol açacaktır.
Not 22: Kararlılık; ikrar, oturma, yerleşme, sürgit… Düzene girmek, tahmin edilebilir olmak... Düzenlilik halidir istikrar. İstikrar, sonsuza dek var olamaz. Dünya, istikrar peşinde koşarken kararsızlıklarla yürür. İstikrar bir özlemdir. Ancak ülkede istikrar, refah düzeyini artırmak, mutluluk üretmektir.
Uzun dönemde hepimiz ölüyüz ve ancak mezarda istikrar bulacağı söylenir hayatın… Oysa orada dahi döngü sürecinde sürekli devinim söz konusudur. Kısaca istikrar; bir yaklaşım, bir kabul, bir varoluş öyküsüdür. Sonlu hayat içinde sonsuzluğu arama sevdasıdır. Bulamasak dahi arayışımızın adıdır.
Not 23: Düzenlilik içinde sürüp gitme; her vakada arzulanmayabilir. Sistem sizi kölelik üzerine tanımlamış ise istikrarı kendi elinizle bozar, özgürlüğe doğru hareket edebilirsiniz. İstikrar, bizi var eden bir yarın vaadidir. Eğer böyle bir yarın vaadi yoksa istikrar; bozulasıdır. Bu da düşük yoğunluklu ölüm olur.
Not 24: Size ekonominin vaziyetini anlatayım;
SPOTÇULAR: Bedava eşya reddediyor.
İŞÇİLER: Abuk paralar istiyor.
BİLARDO ÜRETİCİLERİ: Son 10 günde 3 ayrı şehire teslimat. Hem de kış ortası.
ALT SINIF: Ölmüş.
BAĞIMSIZ İŞÇİLER: Kral.
ORTA SINIF: Ölmüş.
ÜST SINIF: Bilardo üstü keyif..
Not 25: İstanbul'da evi olanların, satması gerekiyor.
DEPREM sonrası 5 para etmeyecek.
REZERV ALAN ---> KOCAELİ KUZEY TOKİ
Sonra ağlamaca yok...
Not 26: gel ey ciğerime saplanan hançer,
gel ey yüreğime oturmuş kurşun,
göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan,
gel artık,
ne olursun.
Y. B.
Not 27: “Kurtlar sülük oldu, sıyrıldı posttan
Kaçan kurtuluyor, ahbaptan dosttan
Değişti bahçıvan, bozuldu bostan,
Hıyarlar acıdır, karpuzlar kelek
Beş sene dolmadan doğma ha bebek.
Vaziyet bambaşka vaziyet oldu
Yaşamak işkence, eziyet oldu
Dalkavukluk üstün meziyet oldu.
Sanatkârlar sansar, dâhiler şebek
Sözümü dinlersen hiç doğma bebek.”
(Abdurrahim Karakoç/Bebeğe İhtar)
Not 28: “Sıkıntı kollarını göğsümde kavuşturmuş.
Soluk alırken, genişleyip daralan kaburgalarım,
zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor.
Çoktandır yabancı bir cismin kalbime sürtünmekte olduğunu biliyorum.
Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim.
Kederli olduğum da söylenemez zaten.
Buna sebep de yok çünkü.
Ne taze bir ölüye sahibim ne felâket geçirenlerim var.
Dedim ya oturuyorum öylece.
İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok.”
(Cahit Zarifoğlu)
Not 29: Heveslerimiz, hırslarımız hiçbir engel tanımıyor. Sahip olduklarımızı her geçen gün genişletmek ve imkânları daha da çoğaltmanın peşinden sürüklenirken kendimizi bir nevi çeşitli tutsaklıkların, mahrumiyetlerin içerisine sokuyoruz. Özgürce bir adım atabilmenin insan gibi hissedebilmenin yoksunluğu ile kendimizi zayi ediyoruz. Hattı zatında sahip olduğumuz olanakları, kapasiteleri bile içerisinde debelendiğimiz çaresizlik içerisinde heba ettiğimiz gibi, üstüne kendimizi avutacağımız bahaneler geliştirmek hususunda da giderek gelişim gösteriyoruz. Bir nevi vicdanimiz, yüzümüz ve kalbimiz nasir tutuyor.
Not 30: Barınma, beslenme, sağlık, güvenlik gibi en sıradan ihtiyaçları bile kâmil manada karşılanamayan bir insanın beklentisi en fazla bunların sağlanması olur. Diğer taraftan hani bir köşeye çekilip, biraz toprağa dokunup ince zevkler geliştirsen geçecekmiş gibi gelen hissin aldatıcılığı ile bir topluluğa bağlanıp hiçbir sorumluluk alamadan paçayı kurtarmış olma zehabı ile aynı şey aslında; ikisi de büyük bir aldatmacadan başka bir şey değil. Belki de bu sadece ortak bir insanlık bahçesinde ikamet ediyor olmanın bahtiyarlığı zehabıdır. Kim bilebilir?
Not 31: Bu zamanın adını ‘zorbalık çağı’ olarak anabiliriz. Çünkü meşruiyetin kaynağı yapabiliyor olmaktan geçiyor. Birisinin bir şeyi yasa ile, kural ile değil de sadece yapabiliyor olmasından aldığı ve zorbalığını durduracak hiçbir şeyin bulunmaması ile kendine yeni kapılar açtığı bu çağda nasıl geleceğe güvenle ve huzurla bakabilir? Küçük ve zayıf görülenleri cezalandırmak için devreye sokulan kurallar, kurallar sadece madunlara uygulandığında zulmün meşruiyeti hayattaki bütün basitlikleri ve masumiyeti alıp götürüyor.
Not 32: “İşte biz, kazandıkları günahlar yüzünden zalimleri kötülük işlemede birbirine böylece dost ve yardımcı yaparız.” (En’âm / 129)
Not 33: Mutluluk, tatlım, çok çelişkili bir şey. Dostoyevski, bedeli bir çocuğun gözyaşlarıyla ödendiyse mutluluk hakikaten mümkün olabilir mi diye sormuştu. Nabokov ise, tersine, o yaşlar olmaksızın mutluluğun olamayacağını düşünür. (VİKTOR PELEVİN / Kurtadamın Kutsal Kitabı)
Not 34: Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün/Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra birgün/Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün/Her şeye rağmen ellerin üşür/Üşürse beni unutma..
Not 35: Boşlukta kalınca ateş düşer ortasına ellerin. Hasreti, duaya katıp da en yüce makama sunan bu eller değil miydi? “Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum” diyordu Cemal Süreya ve başka bir dizesinde “Önce bir ellerin var/Yalnızlığımla benim aramda” derken de yine eller ile başlıyor sevmeye.
Not 35: “Bana ellerini ödünç versen, dünyada çöl kalmazdı, her yere çiçek dikerdim.” denilen yerde hayat bulur her şey. Ve Turgut Uyar’ı dinlemek iyi gelir: “Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız/ Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız”
Not 36: Bu eller miydi masallar arasından/Rüyalara uzattığım bu eller miydi/ Arzu dolu, yaşamak dolu/Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan..
Not 37: Mustafa Kutlu bir ilçe parti başkanı üzerinden bir tablo sunar. Parti başkanının siyasette bulunma sebebi ticarettir. Milletvekilleri ile arayı iyi tutar, iş alır, ticaretini büyütür. Birilerini işe yerleştirir, aracılık yapar. Bağlı olduğu partinin finansmanını sağlasa iyi ama onu da yapmaz, sürekli yemeye bakar. Siyasî giderleri de belediye başkanına ödetir. Başkan da böylece gelecek dönem adaylığı garanti altına alır. Çark! Dedik ya taşrada çark böyle dönüyor.
Not 38: Ah, yine bir vâveylâ oldu dünya. Bir avuç kar alıp tutuyoruz güneşe. Eriyip yok oluyor. İşte ömür bu! Vardı ama eridi. Şimdi sorsak kar tamamen yok mu oldu? Hakikatte varlığı belki devam ediyor ama gözümüz göremiyor. Zamanın parçalanamayan bir bütünü içinde hiçbir şeyin yok olmadığını düşünmeye başlıyor insan. Düşündükçe yaşadıklarımıza anlam yüklemeye başlıyoruz ama içinden çıkamıyoruz bu girift hâlin. İltica ediyoruz, bu muammayı çözemediğimiz için.
Yahyâ Kemal ne güzel anlatmıştı dünyayı: “Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile/ Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle” Avunup durduğumuz bu dünyayı gözümüzde büyüttükçe hakikat âlemine açılan kapıları, pencereleri bir türlü açamayacağımızı öğrenmek gerek. Yaşanılanlara baktıkça hayalbaz arıyoruz perde arkasında. Bazen gerçek sanarak izliyoruz bazen de hakikatin gölgesine bakarak.
Not 39: Ilgıt ılgıt esen seher yelleri / Esip esip yâre değmeli..
Not 40: Neyleyim ben sarayı köşkü, içinde salınan yar olmayınca..
Not 41: Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu