William Blake, “Hakikat’in haddi vardır da / Yanılgı’nın yoktur...” der. Çok doğru bir tespittir bu. Belki de hakikatin dile gelmiş halidir. Sürekli olarak yanılgıların yanında hizalanmak da bunun bir tezahürüdür. Yanılgılar içinde oluşan hadsizlik her şeyin dengesini bozmaktadır.

Sahtenin büyüsü herkesi irili ufaklı birer trol zihniyetine mahkûm etmiştir. Buradan bir verim elde edilemeyeceği gibi ümit ettirecek bir ışıltı da maalesef ortada görülmemektedir. Hakikati eksilterek ya da eğip bükerek hiçbir yere varılmayacağı çok açıktır. Bundan dolayı da söylemler etkisini yitirmekte, toplumsal olarak da irtifa kaybına neden olmaktadır. Her şeyden önemlisi ‘emanet ve ehliyet’, ‘güvenirlik ve doğruluk’ ortadan kaybolmuş hesapların içerisinde yok edilmiştir. 

Herkesin ve her şeyin sürekli nitelikten kaybettiği bir süreçte örnek olarak ortaya konabilecek hiçbir unsur kalmadığından tarihin tozlu sayfalarında ne varsa onlar bugünün iktidarının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bozularak, gerçekliklerinden soyutlanarak bir iletişim biçimine dönüştürülmektedir.

Zihinsel olarak hem bu çağın konforuna karşıymış gibi hamaset yapıp aynı zamanda da bu konforu en sonuna kadar yaşama arzusu da bir bünyede bulunabiliyor. Bu bakımdan öncelikle bir şeyin yanlış olduğuna kanaat getirmek başka bir şey, her şeyi kötüleyip o kötülükten uzak duramamak başka bir şey, bir de bütün olup biteni anlayıp-anlamlandırıp bir yol aramak bambaşka bir şey… Elbette üçüncüsü zor olanıdır. Bu zorluk, bu dünyada bir şeylerden vazgeçmeyi gerekli kılar. Zaten asıl özgürlük, vazgeçtiğinde başlayan bir şeydir. Bu bakımdan sunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki; zamanın sonunda bir yerdeyiz. Her şeyin metalaştırıldığı, duyguların pazarlanabildiği ve her şeyin bir veri mesafesinde ele alındığı ve de algıların yönlendirilmesi ile yol alınan bir noktadayız. Her şeyin günlük siyasi dilin, siyasi konumlanmanın belirlediği ve de bir şekilde herkesin karar mekanizmasını belirleyen temel ölçütün teke indirildiği bir yerden hayatı yaşıyoruz.

Hakikatten yana değil yanılgıların yanında hizaya girmiş bir toplum. Oysa her dem anlatılan Hz. Ömer ve onun adaleti gitmiş yerine betondan anlatılar kalmıştır.

Üç nokta:

Üç noktanın altını çizmeliyiz:
Birincisi, alınan kararın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye rağmen alındığını var sayamayız.
Diğer bir değişle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti kurmaylarının, bu kararın hem İmamoğlu’nu mağdur edeceğini ve güçlendireceğini hem de 6’lı Masa’yı kenetleyeceğini hesap ettiklerini var saymalıyız.  Bu riski göze alarak bu karar alındı.
İkincisi, hem de alınan karar yargıç değiştirerek alındı. Demek ki, kararın alınması için bu sefer yargıya da bir müdahale yapılması gerekiyormuş.  İmamoğlu’nun hapis ve siyasi yasak cezası alması bu müdahale ile garantilendi.
Üçüncüsü, eğer bir ve iki doğruysa, her ne kadar yargı süreçleri içinde ciddi hukukçuların söylediği gibi istinaf ve yargıtay inceleme süreçleri en az 1.5 yıldan 3 yıla kadar sürse bile, bu defa bu süre çok kısalabilir ve sonuç bir iki ay içinde çıkabilir.

Bu sonuç, olumlu değil; aksine sonuç Ekrem İmamoğlu’nun Belediye Başkanlığının düşmesi ve siyasi yasaklı konumuna gelmesi olacaktır.  Bu ihtimalin yüksek olduğunu düşünüyorum
Ya da Turgut Kazan’ın söylediği gibi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Ekrem İmamoğlu’nu görevden almasını izleyebiliriz.

Peki, böyle riskli bir karar niye alınıyor?
Birincisi, seçimler öncesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi AK Parti’nin eline geçecektir. Bu durumun seçimleri kazanmak için İktidar tarafından kritik önemde olduğunu anlıyoruz.
İkincisi, Ekrem İmamoğlu kararı/hamlesi yaklaşan seçimlerin muhalefet için çok zor şartlarda geçeceğini gösteriyor. Bu bize bu tür hamlelerin devam etme olasılığının yüksek olduğunu söylüyor.  Bakalım bundan sonraki hamle ne olacak? İzleyip göreceğiz.
Üçüncüsü, demek ki 2023 seçimlerinin kaybedilmesi kritik ve gerçekleşme olasılığı yüksek bir sorun olarak İktidarın masasında duruyor.
Böyleyse, 6’lı Masa ve muhalefetin de 14 Aralık’tan gerekli dersleri alarak, doğru aday/takım, doğru strateji ve doğru karar ile siyasi hamlelerini yapması gerekiyor.


BASKI ve DEMOKRASİ..

AKP'nin ilk 10 senesine bakarsanız, büyüme var.

İkinci 10 senede ise küçülme var.

Ne tesadüftür, ilk 10 senede hükumetten halka BASKI yokken, ikinci 10 senede tam tersi ağır BASKI var.

Ekonomik büyüme, biraz da DEMOKRASİ ile alakalıdır. Bu devirde sermayeyi ürkütmeyeceksin.

Normalde AKP iktidarı, 2016 civarı zaten bitecekti.

2013'de sokakları karıştırdılar, 2016'da tankları yürüttüler, 2013 öncesi esas amacı adalet olmayan operasyonlar yaptılar.

2016'da muhalefete düşecek bir parti, 2022'de hala iktidar ise, 2013'deki HAYAT ÖPÜCÜĞÜ etkendir.

Muhalifler kendilerine soruyor mu?

Dolar 2 TL iken, niye sokakları yaktık diye?

Sonuçta ne oldu?

Kim kazandı?

Halk üstündeki etkisi ne oldu bu eylemlerin?

Bir siyasi partinin ömrünü uzatmak istiyorsanız, ona karşı GEZİ yapacaksınız. Müthiş etkili bir taktiktir.

GEZİ olaylarının esas amacı, AKP iktidarının ömrünü uzatmaktı.

Şahane operasyonlar aslında.

Milyonlar'ın oluk oluk, ENAYİ gibi kandığı istihbarat projeleri.

İktidar partisi tam zirve yapmış, zayıflamaya başlayacak iken, HAYAT ÖPÜCÜĞÜ veriyorsun.

Şaka gibi değil mi?

En az 12 Eylül öncesi ortam kadar önemlidir bu operasyon.

Gelecekte daha iyi anlaşılacak.

Bakmayın, şimdilerde o olaylara katılanlar da anlamaya başladılar ama, söyleyemiyorlar. Jeton düştü...

Sosyal medya:

Eskiden medya, “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılır, aslında birinci kuvvet vazifesi görürdü. Şimdi sosyal medya onun yerini aldı. Hükümetlerden bile güçlü konuma geldi. Çocuklardan ve gençlerden başlayarak tüm insanlığı kuşattı. Kitleleri harekete geçirecek, gündemi belirleyecek, hatta ülke yönetimlerini değiştirecek güce ulaştı.

Yazılı ve görsel medya gerilerken sosyal medya adımlarını hızlandırdı. Neredeyse her girişimci bir tarz belirleyip sosyal medya yayıncısı olmaya başladı. Tüketimde hiç sıkıntı çekmedikleri de açık. Çoluk çocuk, genç ihtiyar, yediden yetmişe sosyal medya mecralarından nasibimizi alıyoruz.

Makine üretip satmak, tekstil sektöründe dev olmak, gıda yahut muhtelif ihtiyaç maddeleri ihraç etmek şüphesiz önemli faaliyetler. Ancak bunu yapan her sanayici sosyal medya alanına da el atmalı. Bin, üç bin, beş bin kişi çalıştıran bir işverenin 3 – 5 kişilik bir sosyal medya ekibi kurup desteklemesi vacip olmaktan çıktı, farza dönüştü.

Eskiden “Delikli demir çıktı, mertlik bozuldu” şeklinde bir ata sözü vardı. Şimdi bunu “Sosyal medya çıktı, insanlık bozuldu” diye uyarlamak, yanlış olmasa gerek. Çünkü bu sosyal medya sadece mertliği değil, güzel ahlaka dair ne varsa, adeta hepsini paspas yapmış durumdadır. Edep, haya, ar, namus, saygı, sevgi, şefkat, merhamet, fazilet, erdem, tevazu, hoşgörü, kısaca insan fıtratına ait her güzel davranışı tersine çevirmiş durumdadır. Eğer önlem alınmaz da bu süratle devam ederse, insanlık kendi mezarını kazmış demektir. Ancak insanlığın hepsi birden imha olduğundan, ölüsünü gömecek kimse de bulunmayacaktır.

Evet, bilgisayar, akıllı telefon vs. teknolojik cihazlar, haddi zatında büyük bir nimet ve imkan da olabilir. Ancak bunların kumandası, insanlık fıtratını kaybetmemiş, yaratanına kul olmayı varlık sebebi bilen kimselerin elinde olursa, o zaman bu teknoloji, insani değerlerin ihyasında istihdam edilir. Ancak ne yazık ki, halen gidişat tam tersine gitmektedir. İleride insani değerleri hatta İslami değerleri ilke edinenler, boşluğu kapatıp tüm bu imkanları yeniden insani değerlerin hizmetine alabilir mi? Bunun için çok ciddi gayret ve çabaya ihtiyaç var.

Sosyal medyayı izleyip orada tasvip edilmeyen içeriklerden şikâyet eden çok. Peki inandığı dava için sağlıklı içerikler üretmeyi düşünen kaç kişi var? Her doğan güneşle birlikte heybesini doldurup evrende dağıttıracak babayiğitler nerede? Çocuklarımıza sanal ortamda sunacağımız en güzel hediyeleri düşünen var mı?

İnsanların kalbine, gönlüne, ruhuna dokunan sözler üretip yaymak şüphesiz ciddi bir uğraş gerektirir. Bir ilk adımla başlanacak yol önce şoseye, ardından asfalta, sonrasında otobana dönüşebilir. Sosyal medyaya atılan her tohum büyüyerek ağaca, ormana dönüşebilir. Dünyanın gidişatını gönüllere ulaşan sözler değiştirecektir şüphesiz. Yunus’un dediği gibi:
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ide bir söz.

Şımarıkların Çağı:

“Şımarma! Allah şımarıkları sevmez.” (Kasas, 76)
Bugün gönüllere bu ayeti nakşetmemiz gerekiyor…
Şımarık yaşamların tehdidi altındayız… Şuursuz ve şükürsüz savrulmalar bizi nankörlüğün karanlığına itiyor…
Şımardıkça beynimiz küçüldü, ruhumuz daraldı, vicdanımız azaldı, kalbimiz karardı… Sonrasında itidali yitirdik, istikameti bozduk, istikrardan koptuk, ihlası ihmal ettik, çünkü şımardık ve de şaşırdık…
Hayatımızın şatafatı nasıl bir şımarıklığa sürüklenmekte olduğumuzun kanıtı değil midir? Bunca israf ve tüketim çılgınlığı hangi hallerimize işaret ediyor? Nerede duracağını bilmeyen hadsiz, haksız, hayasız, hesapsız ve hoyrat hayatlar şımarıklığı tescilliyor…

Bolluk, tokluk, çokluk, varlık şımartıcı virüsler…
Egosantrik ruh halleri…
Başarı budalası, zafer sarhoşu, şöhret manyağı, güç zehirlenmesi ile bitik nesiller kimin eseri?
Para, pazar, parti, pazu gücü… Yüksek performans ve puan… Prestijli edinimler nasılda şımartıyor…
Konfor, kariyer, koltuk, kapital, konum, kuvvet katmerli şımarma tezahürleri…

Sahip olduğumuz teknolojik güç bizi olgunlaştırdı mı yoksa ne oldum delisi mi kıldı?
Şehrin şımarıklığını görkemli yapılanmasından görmek mümkün…
Sanat, bilim, kültür, müzik, spor, sanal, sinema, medya sanki şahısları şımartmaya endeksli…
Şımarık starlar, idoller, fenomenler, elitler, aristokratlar, enteller, aydınlar, kendi başına buyruklar, zengin veletler, sonradan görmeler gırla gidiyor…
“Vay be! Ben neymişim?” havasında olanların, kibir patlaması yaşayan kendini bilmezlerin dünyasına kaldık…
Sanki bu durumlar biraz da bizim eserimiz…
Hak etmeyene verilen değer, gösterilen sevgi, sunulan övgü, gün be gün artan ilgi, işi bu raddeye getirdi…
Alkışlarımızla şımarttıklarımız… Yetmedi şımarıklığın adına “özgüven” dedik… Güya özgüveni yüksekmiş…
Aslında kimse dünyaya şımarık gelmez… Çevre, toplum, aile, sistem, kültür, gelenek bunu besler ve büyütür…

Evet, biz şımarttık… Kimleri mi?
Başta kendimizi, çocuklarımızı, çevremizi, yönetenlerimizi, sevdiklerimizi, menfaatlandıklarımızı…
Ve şimdilerde şımarık ailelerimiz, kurumlarımızı, yapılarımız, iktidarlarımız, medyamız, sermayemiz oluştu…
Sonrasında kimse kimseyi takmıyor, tanımıyor…
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” havalarında…
Poz adamları… Şov adamları… Rol adamları… Haz adamları ve oldukça şık şımarıklar çoğaldı…
İlk şımaran ve şımartanın şeytan olduğunu unuttuk…
Cinsiyeti, milliyeti, meşrebi ve mesleği ile şımaranların arkasında kim var acaba?
Takva ve tevazudan koptukça insan tanınmaz hale geldi… Pişkinlik, hodbinlik, hinlikte hayır beklenir oldu…
Asil ve aziz insan ağırlığını ve saygınlığını yitirmeye başladı…
Biz insanlar aciz olduğunu unutuyoruz…
Çare mi?
Vahyin terbiyesinden geçmek ve tezkiye süreçlerimizi tamamlamaktan geçiyor…

RECEP İVEDİK SEVEN:

Öncelikle söyleyeyim bu filme ve öncekilere gitmeyi kesinlikle düşünmedim, herhalde gitsem de dayanamaz yarıda bırakıp çıkardım. Ancak daha önceki filmleri televizyonda yayınlandığında ve netfliksde parça parça seyrettim ve çok tahammül edemeyerek kendimi başka kanala geçmek zorunda hissettim. Tabi gerek seyrettiklerimden gerekse film hakkında yazılanları okuyarak epeyce fikir de edindim.

Aslında filmler hakkında yapılan seyirci yorumlarını okuduğunuzda hak veriyorsunuz. İşte bu yorumlardan bazıları:

*2017 yılında böyle filmlerin Türk Sineması'nda yer almasından utanıyorum ama suçlu olan Şahan değil bizleriz. Bu filmlere gidip gişe rekorları kırdırırsak bu filmler gelmeye devam eder.
*Türk Milletinin zekâsına, yapısına hakaret ettiğini düşünüyorum.
*Sakın ailenizle izlemeyin. Çocuklarınızı uzak tutun. İğrenç sahnelerden, berbat repliklerden başka hiçbir şey yok, lütfen uzak durun.
*Her zamanki iğrençlik had safhada. Sinemaya gidilip de para verilecek film değil. Ayrıca zaman kaybı.
*Gerçekten çok kötü. Para kazanmak için çekilmiş.
*Seyirciyi enayi yerine koyan seviyesiz bir film. Kaba saba, hiçbir komik yanını bulamadım.

Bu yorumlara rağmen seyirci sevmiş görünüyor filmi. Buna rağmen seyirci sinema salonlarını doldurmaya neden devam ediyor denecek olursa şunları söyleyebiliriz:

*Ülkemiz üzerine çöken ağır havadan, enflasyon baskısından, siyasilerin abuk sabuk çekişmelerinden bunalan insanlar gülmek, gülerek rahatlamak istiyorlar.
*Filmin basitliği, senaryonun kolay anlaşılabilir oluşu da diğer bir faktör. Sinemaya gidenler filmi anlamak için zihinlerini yormadan, zorlanmadan izleyebiliyorlar.
*İnsanlar Recep İvedik şahsında kendilerine bazı benzerlikler buluyorlar, gerçekleştiremedikleri bir takım isteklerinin hallolduğunu görerek mutlu oluyorlar.

Tabi film insanlarımızın seviyesine de uygun herhalde ki izlenme oranı böylesine yüksek.

Uğultular:

Yaşadığımız çağ, insanı insandan uzaklaştıran her şeyin şaibeli olduğunu ve bu düsturla reddettiğimiz her yolculuğun bizi hikâyemizin başladığı yere geri götüreceğini, bizatihi deneyimleterek öğretiyor. Buradan yola çıkarak değerlerimizin, Ahsen-i Takvim yolculuğundaki insanı asla yarı yolda bırakmadığını öne sürdüğümüzde “O eskidendi.” kabilinden, zamanla ölçülen, sevimsiz bir savunmanın dinleyicileri oluveriyoruz. Uğuldamaya başlıyor lakin söz hakkı istemiyoruz. Bu nedenle söz hakkı karşı tarafa geçiyor…

“İnsan aynı, fakat dünya çok değişti.” diyen ‘canavar uğultular’a, dünyanın esasen insandan müteşekkil olduğunu fakat insanın dünyadan müteşekkil olmadığını hatırlatmak boynumuzun borcu olarak kalıyor.
Bu borcumuza, İslam’ın insana yüklediği emaneti türlü türlü araçlarla sabote edenlerin, esasen kendilerini yok etmeye çalıştıkları gerçeğini de dâhil ediyoruz. Fakat bu gerçek, insanı bir makine haline getirmeye çalışan, dünyaya geliş amacını unutturan zehirli ve yok edici düşünceler kadar gündemimizi meşgul edemiyor.

OysaNietzsche’yi oldukça meşgul etmişti... Çünkü Nietzsche, 19. yy ‘da çağdaş olarak addedilen kültürün, İslam irfanı yanında son derece ‘yoksul’ ve ‘oldukça geç kalmış’ olduğunu söylüyor ve “Haçlılar, esasen önünde saygıyla eğilmeleri gereken asil ve yüksek bir kültüre karşı savaş açmışlardı.” Diyordu.

Kalabalığın boğuculuğundan beslenen ve modern hayatın tam ortasında kendine sarsılmaz bir makam elde eden ‘canavar uğultular’ın tekrar yükselmeye başladığını duyuyoruz. Zaman, insanlığın yeniden dirilişi için modern dünyanın ‘hiç bir şey’ haline getirdiklerini, yeniden ‘her şey’ haline getirmek için çalışma zamanının geldiğini gösteriyor.

HAK:

Evrendeki bu ölçü ve kanunlara işaret eden ayet-i kerimelerde buyuruluyor ki;
“Göğü o yükseltti. Ölçüyü o koydu.” (55/7)
“Ölçüyü ve tartıyı eksik tutanların vay haline.” (83/1)
Aynen bunun gibi insanlar arasında da sosyal haklar ve ölçüler vardır. Onlara da uyulmadığı zaman her şey ters yüz olur, felaketler yaşanır. Bu hususta da ayet-i kerime de şöyle buyuruluyor.
“İnsanların kendi elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı ki Allah, yaptıklarınızın bir kısmını kendilerine tattırsın. Belki tuttukları kötü yoldan yaptıkları haksızlıklardan-dönerler diye.” (30/41)

BÜTÜN HAKLAR İLAHİDİR, TANRISALDIR

Alemin esasını teşkil eden bütün haklar, Allah Teâlâ tarafından verilmiştir. İnsanlar hak namına hiçbir şey ihdas edemezler. (yaratamazlar var edemezler) Bu alanda yaptıkları tek şey güçlerinin yettiği kadarıyla bu hakları sahiplerine vermeye çalışmaktan ibarettir. Onu da adalet anlayışıyla yaparlar. Çok kere de hak dağıtmaya çalışanlar haksızlıklar yaparlar. Kanunları yaparken objektif olamazlar. Kendi haksız kazançlarını önde tutarlar. Tarafsız olan, adil-i mutlak olan Allah ise asla haksızlık yapmaz. Bu sebeple, adaleti sağlayıp hak sahiplerine haklarını vermek için onun kanunlarına uymamız gerekir. Aksi halde hiçbir suretle haksızlıkların önüne geçemeyiz.

Hoşça bakın zatınıza…

Not 1: Uçak yaptık, Drone yaptık, Tank yaptık...vb.

Güzel de, SAVAŞLARDA esas önemli olan, toplam ekonomindir.

GSMH 700 Milyar Dolar'ın altında.

Var sayalayım, 7 Trilyon Dolar'lık bir ekonomi ile savaşa girdin.

Kazanabilir misin?

Hayır!

Ne üretirsen üret...

Esas güç EKONOMİDİR.

Not 2: "Bir kişiye bağlanıp kalmamalı: En sevilen kişi bile olsa. Her kişi bir hapishanedir, bir kuytudur da."

İyinin ve Kötünün Ötesinde, Nietzsche

Not 3: Bana öyle geliyor ki, iyi okurlar,
iyi yazarlardan da az.

Alçaklığın Evrensel Tarihi, Jorge Luis Borges

Not 4: " Ey gençliğin hayalleri, ey aşkın bakışları sizi ne tez kaybettim. Sizi bugün ölülerim gibi anıyorum. "

Böyle Buyurdu Zerdüşt, Nietzsche

Not 5: ‘’Mutluluk ve özgürlük, bir tek ilkenin açık seçik anlaşılmasıyla başlar: Bazı şeyleri kontrol edebiliriz, bazı şeyleri kontrol edemeyiz.’’

Epiktetos

Not 6: Soğan ve patates sepetinin önünde alacağı dört soğanı seçen emekli bir kadın, “Soğan on lira. Emekliyim, aldığım maaş zaten belli. Et alamıyoruz, peynir, yoğurt alamıyoruz. Bugün aldığımızı yarın alamıyoruz. Strese soktular beni.

Not 7: Çok değerli bir kelime, hatta cümle: Ahmak..

Not 8: Türk lirasına itibar kazandırmak ancak enflasyonla mücadele ederek, itibarlı para politikası uygulayarak ve liyakatli kişilerin yönetiminde saygın kurumlar oluşturarak mümkün.
 
Yabancı para mevduat yapanları ve bankaları cezalandırarak Türk lirasının itibar kazanamayacağını, bu düzenlemeleri yapanlar da aslında gayet iyi biliyorlar. Tek amaçları seçime kadar bu akıl dışı politikaların makyajının dökülüp gerçek yüzünün ortaya çıkmaması.
 
Onlar kadar masum olmasalar da zamanında pasta cila yapıp aracın satılabilmesi için “Doğan görünümlü Şahin” ilanı verenler gibi.

Not 9: Bu ülkede bir üni öğrencisi otobüste açlıktan bayılıyor. Arkadaşlarının verdiği su be bisküvi sonrası kendine gelen öğrenci çağırılan ambulansa binmek üzereyken yol kenarına fırlayıp “açım geçinemiyorum” diyerek intihar etmeye çalışıyor.

Ekonominin hali bu.

BÜYÜME REKORU kırdığı iddia edilen ekonomi.

Not 10: Müthiş!

1. Seçim: Ekrem İmamoğlu kazanıyor. Ama mazbata vermiyorlar.

2. Seçim: Dilek İmamoğlu kazanıyor.

Böyle giderse, 2023 seçimlerle geçen eğlenceli bir sene olacak.

Not 11: Ne olacak şimdi?
Seçime doğru yol alınan bir ülkede bu tür tezlerin çarpışmasını normal karşılamak mümkün değil. İmamoğlu aday olsa, nasıl aday olabildiği tartışılacak. İmamoğlu aday olup seçilse de, aday olduğu halde siyasi yasaklı hale düşürülüp mazbatası verilmese de doğal sayılmayacak bir ortamın ürünü haline dönüşecek seçim. Millet İttifakı bir başkasını aday çıkarsa tercihte bu gelişmenin etkisi hissedilecek. Cumhur İttifakı adayı seçime rakipsiz kalarak girse ve seçilse bir türlü, bu gelişmenin etkisiyle oluşmuş bir tercih ürünü sayılacak Millet İttifakı adayı ile yarışarak seçilse bir başka türlü.
Her halükarda tartışılacak bir seçim ve o seçimin sonucu var kaçınılmaz olarak önümüzde.