Bu ülkede neden sürekli birilerinin borçları siliniyor, affa uğruyor? Hadi iktidarı geçtik, muhalefeti de "ödemeyin, sileceğiz" diye geziyor. Biz neden bir şeyleri olması gerektiği gibi yaptığımız için kendimizi sürekli salakmış gibi hissetmek zorundayız?
Gelişmemiş, gelişmek istemeyen, gelişime karşı olan Türkiye gibi ülkelerin ortak özelliği popülist aflardır.
–Ceza affı
–Vergi affı
–Sicil affı
–İmar affı
–...
Bu ülkeler 500 yıl da geçse gelişmiş ülke olamazlar.
Ayrıca ekonomi, sosyal ve toplumsal alanlardaki yanlışların yanında ya da türevi olarak kangrene dönüşmek üzere olan Türkiye’yi kasıp kavuran daha doğrusu zengin azınlık ve mutlu azınlığın haricindeki toplumun bir kısmını kasıp kavuran bir hayat pahalılığı sorunu var. Hayat pahalılığın ne olduğunu kısa bir anlatalım: Eğer gelirleriniz enflasyon oranı kadar artmıyorsa hayat sizin için pahalılaşıyor demektir. Türkiye’de enflasyon, kimine göre %70, ki inanma imkânı yok. Kimine göre ise %100-150, eğer sizin gelirleriniz de aynı oranda yani %100-150 arasında artmıyorsa hayat sizin için pahalanıyor ve geçim sıkıntısı çekmeye başladınız, hayat standartlarınızı koruyamıyorsunuz demektir. Türkiye böyle bir sıkıntı içerisinde ve bu sıkıntının bugünkü hükümetle aşılabilmesi imkânı Erdoğan’ın Nas’a dayandırdığı faizleri düşürerek ben ekonomiyi düzelteceğim inancı içinde devam ettirdiği politikayla düzelme imkanı var mı, hiçbir şekilde yok.
Bugünkü durumda, Merkez Bankası kaynaklarının bu kadar sıkıştığı durumda asgari ücretin artırılması, kamu çalışanlarına bazı imkanların tanınması gibi tedbirler alınabilir, alınmalıdır da. Ama alınacak bu tedbirler, gelirleri hiçbir zaman enflasyon oranı kadar artıramayacaktır ve halkın hayat pahalılığı altında ezilmesine engel olunmasına imkân bulamayacaktır.
Sanırım Reis de bu olasılığı gördü ki, seçime kadar durumu idare etmek için Rusya’dan Suudi Arabistan’a para bulma turlarına çıktı. İlginçtir, Sevgili Abim Nebati’ye göre Rusya ve Körfez Krallıkları gibi kadim dostlarımızdan gelecek olan $50 milyarın döviz kurunu bu seviyede tutup tutmayacağı hararetli bir tartışmaya neden olurken, bir Allah’ın kulu da 90 milyonluk ülkede seçim kazanmak için tek çaresi elden para dilenmek kalmış bir rejimin kollektif akıl sağlığını sorgulamadı.
Dedelerimizin çok güzel bir sözü vardır her genç damat adayına: “El parasıyla gerdeğe girilmez”. Her ne kadar taksitli düğün kredileri icat olunduktan sonra bu Anasözünün piyasa değeri derin bir iskonto yediyse de, özü hala geçerli. Koskoca Türkiye’nin anlı şanlı başkanı artık vatandaşın ona ebedi sevgisinden, ekibinin ekonomiyi düzeltme kapasitesinden, hatta $6 trilyonluk jelibon rezervi ve 2053’te karaya çıkacak Karadeniz doğal gazından umudu kesip, ecnebiden para dilenecek acizliğe düştü.
Bu denli strateji ve ahlaktan yoksun bir rejimin “ne yapıp yapıp bir yol bularak seçim kazanacağı”nı düşünenler ise rejimden daha düşük bir zeka düzeyine sahip. Dışardan $50 milyar gelmez, gelse de, ekonomiyi kurtarmaz. Elden gelen öğün olmaz. Çiçekten harman olmaz yardan derde derman olmaz.
Not 1: Dört ay sonra.
İncitici de olsa bir takılma, ağır bir şaka için mürur-u zaman (zaman aşımı) sayılabilecek bir süre dört ay.
Ağır cümleyi söyleyen şarkıcıyı, kırmış ve incitmiş olabileceği kişilerden alenen özür de dilemesine rağmen, önüne çıkarıldığı savcı tutukladı; ancak bana kalsa, eğer mutlaka biri o olaydan dolayı suçlanacaksa, o çirkin anlık takılmayı bütün ülkeye duyurup incinen sadece bir kişiden ibaret kalabilecekken onu bütün bir camiaya dönüştüren kişi buna daha çok müstahak.
Şarkıcının dört ay önce bir konserde kendi orkestrasından bir üyeye takılırken sarf ettiği “İmam Hatip’te okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor” cümlesi, ihbarı yapan kişi yüzünden, ülkeyi ayağa kaldırdı.
Gülşen’i özür dilemesine rağmen cezaevine de düşürdü; akıl alır gibi değil ama bu da oldu.
Buna sebep olan kişiye bir şey diyen yok.
Yeniden mesajlar yayınlamaya başlayan, kendisinden ‘suç örgütü lideri’ diye söz edilen Sedat Peker, şarkıcıyı cümlesinden ötürü kınarken, bunun, kendisinin aynı gün kamuoyuyla paylaştığı siyasi ağırlıklı mesajlarının önemini gözlerden saklamak amaçlı bir algı operasyonu olduğu görüşünü açıkladı.
Haklı olabilir.
Ben ise, ‘baskın seçim’ takıntım var ya, bu olayı da seçim tarihine yakınlaştığımızın kanıtlarından biri olarak görme yanlısıyım.
Not 2: Yalnız kalmaktan korkan insanlar, hayatı hep eksik yaşarlar. Yalnızlığı göze alacaksın ki, hayatının hakkını vere vere yaşayasın.
Not 3: “Yazılım mühendisliği” diye bir iş var. En çok kazananlar listesinde başı çekiyorlar.
Göcek’teki teknelerde bir Rus oligarklar, bir iktidara yakın müteahhitler, bir de yazılım mühendisleri var!
Sosyal medyada kadının biri durmadan kocasının aldığı hediyeleri paylaşıyor. Mercedes jip almış, içine gül doldurarak “duygularım da var” demeye getirmiş.
Ne aşksa yetinmemiş, karısına pırlanta set almak yerine, pırlanta mağazasını toptan almış!
“Bakın kocam bana ne aldı”nın 4 milyon takipçisi var! Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar durumu.
Bu kadar kolay harcayan bir adam ne iş yapıyor olabilir dedim baktım, yazılım mühendisi çıktı iyi mi?