Hizmet içi eğitime amenna, elbette zamanla pek çok şey değişiyor, öğretmenlerin de diğer meslek grupları gibi zaman zaman bilgilerinin tazelenmesine, yeni bilgileri öğrenmesine lafım yok. Ama bu kadar zamandır hizmet vermiş öğretmenleri sınavla sınamak çok rencide edici!
Tabii en komedisi MEB Mahmut hocanın önce kariyer sınavı deyip sonra öğretmenlik yeterlilik sınavına girmeye niçin korkuyor, demesiydi. Maaşlarının yetmediği öğretmenler hem ailelerine hem de öğrencilerine yetmeye çalışıyorlar. Daha ne istiyorsunuz.
Doktorlara tek seferde altın vuruşla sınavsız bir öğretmen maaşı kadar (10 bin TL) zam yaparken, yardımcı sağlık personeline bin TL alın harcayın denirken, öğretmene bin liralık zam için sınav şartı koymak ahlaksızlıkta sınır tanımamak demektir. Bu arada doktorlara verilen zam analarının ak sütü helaldir. Hele Ak Parti'yi ve hükümeti yola getirip aldılar ya hak ettiklerini 200 kere helal olsun. Doktorların zamları değil sıkıntı. Madem zam yapılırken sınav şartı geldi öğretmenlere, herkese. Sayın Bakan dahil sınav şartı getirilsin diyen Fatih Altaylı’ya öğretmenler yeterlilik sınavına girmekten niçin imtina ediyorlar, demesi tam bir aymazlıktır.
Madem öyle gel yiyorsa sen de gir uzman ve başöğretmenlik sınavlarına. Hatta a kadron olan bakan yardımcılarının ve genel müdürlerin de girsin görelim boyunuzun ölçüsünü. Bir de utanmadan sendikalar sınav istedi, ben sınav istemedim diyorsun Sayın Bakan. Yalan söylüyorsun utanmadan milletin yüzüne baka baka. Yazıklar olsun. Allah Türk milletini sizin gibi okumuş yalancılardan korusun.
Para ile itibar arasında bir ilgi olmamakla birlikte, kariyerle para arasında da bir samimiyetten bahsedilemez. Asıl olan zaten itibarlı olan meslek erbabını parasızlıkla itibardan düşürmemek, namerde muhtaç etmemektir. Öğretmenler geçim derdiyle dertlenmek yerine entelektüel kaygılarla kaygılanmalıdır. Asli ihtiyaçlarını karşılayamayan şayet öğretmen ise anlatacağını tam anlatmaz, eğer öğrenci ise anlayacağını eksik anlar veya hiç anlayamaz.
Oscar Wilde’nin ifadesiyle “bazı insanlar her şeyin fiyatını bilirler ama hiçbir şeyin değerini bilmezler”. Neredeyse her şeyin rakamlarla açıklanır hale geldiği dünyamızda gençlerimizin üniversite tercihlerini bile, “Mezun olduktan sonra bu alanda kaç para kazanırım?” doğrultusunda yapar hale geldiğini düşünelim ve bir zahmet kaygı duyalım. Parayı kazanırken insanı kaybediyoruz. Öğretmenlerin göz ardı edilen bir misyonu da toplumun danışma heyeti olmalarıdır. Öğretmenler de bugün ne yazık ki dinlendikleri oranda toplumu dinliyorlar. Öğretmen toplumu ne denli şekillendiriyorsa toplum da öğretmeni öyle biçimlendiriyor.
Ne diyordu Alexandre Dumas: “Öğretmen tahtaya kalkmaz, tahtaya kaldırır!”
Not 1: Eskişehir’de Sen suya %40 zam yap. Zamdan yürürlüğe girmeden önce su yüklemek isteyenlere kota koy, en fazla şu kadar yükleme yapabilirsiniz diye icat çıkar. Zam duyumu alınca sigaraları tezgah altına saklayıp satmayan açgözlü esnaf mısın sen mübarek, bırak isteyen istediği kadar yüklesin!
Not 2: Ünlü bir vakıf üniversitesinin ekonomi bölümü 19 kişilik burslu kontenjanını 205'inci ile, 109 kişilik burssuz kontenjanını 201 bininci ile kapatmış. İlk 205'e giren öğrenci ile ilk 201,000'e giren öğrenci aynı bölümde okuyacak yani.
Sahi üniversite sınavlarının amacı neydi?
Asıl soru: Bu durumda final sınavı soruları kime göre hazırlanacak?
Not 3: Küba'da eğitim sistemi o kadar gelişmiştir ki taksi şoförlerinin bile tıp ve mühendislik diploması vardır.
Yakında Türkiye'de de bu kadar gelişmiş olacak.
Az kaldı.
Not 4: Kader çok güçlü çok bilge bir adamı bir kadının hizmetine vermek isterse o kadına önce dayanılmaz acılar ve ihanetler yaşatır. Ki gelen okyanusun kıymetini bilsin. Onun değerini bilsin. James Cameron olsun. Ridley Scott olsun. Kader hepsinden daha derin hikayeler yazar.
Not 5: Şirket/banka kârları tam anlamıyla patlamış. Bu büyüklükte artışlar sadece kur, enflasyon artışıyla izah edilemez. Emeğin ezilmesi ve eksi faizli kredilerin kaldıraç etkisi asıl sebepler. Şirketler, bankalar fahiş kazanırken, düşünün, kimler kaybediyor?
Ülkeyi yönetenler bu kârlar üzerinden vergi aldıkça (ve bir kısmının sahibi oldukça) onları rahatsız etmez. Tersine rahatça harcayabilecekleri parayı ve servet transferini enflasyon vergisi ve bu yolla yaratıyorlar.
Not 6: M2 para arzı son bir yılda %88 atarak 7.21 trilyon liraya ulaştı. Son dönem artışın hızına dikkatinizi çekerim.
Kurun 20 liraya çıkması halinde, oluşan 1.2 trilyon liralık KKM'nin Hazine ve Merkez Bankasına maliyeti 360 milyarı buluyor. Kur 22 olursa maliyet 500 milyar lira. İşte bu maliyetin TCMB kısmı için de para arzı daha da artmak zorunda.
Not 7: Talep aynı kalırken arz düşerse fiyat yukarı gider. Arz sabitken talep artarsa fiyat yine yukarı gider. Polisiye tedbirler sadece kayıtdışılığı artırır. Arz-talep fizik kanunları kadar gerçek bir olgu. Paranın değerini sadece ÜRETİM belirler. Bu kadar basit aslında her şey.
Yani enflasyon nasıl düşer?
Piyasadaki para hacmini kısacaksın.
Vadesi dolan krediler yenilenmeyecek.
Hiç kimseye maaş artışı yapılmayacak
Yeni Fabrikalar kurulup üretim artacak.
Fiyatlar tepetaklak gidiyor mu gitmiyor mu görelim beraber..
Not 8: Hazır son 3 haftada brüt rezerv 15,4 milyar dolar artmışken politika faizini indirip:
-Enflasyonu biraz daha artıralım
-Halkı biraz daha fakirleştirelim
-Gelir dağılımını biraz daha bozalım
-Varlık sahibini biraz daha zenginleştirelim
-Beton rantçılarını biraz daha sevindirelim..
Resesyon riski olan gelişmiş ülkeler buna rağmen %8-10'luk enflasyonu indirmek için faiz arttırıyor; biz de %80'lik resmi enflasyona rağmen o ülkelerdeki resesyonun bize yansıması ihtimaline karşı faiz indiriyoruz. Müthiş akıllıyız.
Not 9: Enflasyon, kodamanları (büyük zenginleri) orta hallilere kıyasla daha da zenginleştirir. Çünkü yeni ortamda finansal yönetici ve aracıların önemi artar; bunlardan da sadece kodamanlar yararlanabilir. (Thomas Piketty)
Not 10: Enflasyon ortamında para birimi değerini ve kimliğini yitirir. Paraya güvenmeye alışmış bir insan, onun değer kaybını kendi değer kaybıymış gibi hissetmeden edemez. (Elias Canetti, Kitle ve İktidar, 1925-60)
Not 11: EV SAHİPLERİ DUYMASIN
Devlet durmadan banknot basıyor, fiyatlar almış başını gidiyordu. Kiraları arttırmayı yasaklayan bir yasa sayesinde, (Viyana’da) bir dairenin yıllık kirası bir öğle yemeği fiyatının altına düşmüştü. (Stefan Zweig)
Not 12: Kağıt para, devletin halka verdiği sözdür. Bu söze güvenen halk, kağıt parayı kullanmakla devlete kredi açar. Zayıflayan hükümetler, açıklarını kapatmak için “parayı çoğaltarak” değerini düşürürler. Çaresiz kalan halk, başka devletlerin parasını kullanmaya başlar.
Not 13: Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği.
Ataol Behramoğlu
Not 14: Bir insanın eğitiminin okuldan sonra, hatta üniversiteden sonra bile bittiğini düşünmekten çok uzağım. Sadece gençler için değil aynı zamanda yetişkinler için de devam okulları olmalı.
Şu an insanları sadece bir yaşam kazanıp evlenebilecekleri noktaya kadar eğitiyoruz; sonra sanki tam bir zihinsel donanım kazanılmış gibi eğitim tamamen duruyor. Yaşamın geriye kalan tüm karmaşık problemlerinin çözümü bireyin sağduyusu ve cehaletine bırakılıyor.
Düşüncesiz ve mutsuz sayısız evlilik, sayısız hayal kırıklığı tamamen bu yetişkin eğitim eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu yüzden çok sayıda erkek ve kadın tüm yaşamlarını en önemli şeylerden tam anlamıyla cahil kalarak harcıyorlar.
Kişiliğin Gelişimi, Carl Gustav Jung
Not 15: "İlk günah", insanı, yozlaştırmak şöyle dursun, özgürleştirmişti, tarihin başlangıcıydı. Însan, kendi gücüne güvenmeyi öğrenmek ve tam anlamıyla bir insan olmak için Cennet Bahçesi'ni terk etmeliydi.
İtaatsizlik Üzerine, Erich Fromm
Not 16: "Sessiz insanlar en gürültülü zihinlere sahiptir."
Stephen Hawking
Not 17: Dostlara ağırlık verme ve onları sık sık taciz etme. Bize hizmet eden zavallıları minnetle yâd ederek gönüllerini şad et. Güzel sözlerle ruhunu incelt. Güzel resimli defterler doldur. Küçükleri sevindir. Her türlü mahlûka acı. Örnek bir vatanperver ol! (A. SÜHEYL ÜNVER)
Not 18: Erdoğan’ın/AK Parti iktidarının en büyük şansı, Türkiye’nin 90’lı yıllarda yaşadığı çoklu kriz konjonktürünün düzen açısından yarattığı büyük meşruiyet krizidir. Düzen kendi meşruiyetini yeniden tesis edecek yeni bir siyasi aktör/özne ararken Erdoğan/AK Parti buna aday olmuş, düzenin sahipleri de, yani TÜSİAD sermayesi ve asker de, elbette ki perdenin arkasındaki ABD ve AB ile birlikte aradıklarını bulduklarını anında fark etmişlerdir. Erdoğan’ın/AK Parti’nin öncelikli görevi Türkiye’nin sermaye düzeninin yitirdiği meşruiyeti yeniden tesis olmuş ve bunu da başarmıştır.
Erdoğan ve AK Parti’nin iktidar olduktan sonraki en büyük şansı, 2000 ve 2001 krizlerinin halkta yarattığı tahribatın ardından, iktidarlarının dünyadaki yeni bir parasal genişleme dalgasına denk gelmiş olmalarıdır. Erdoğan/AK Parti bu dönemde ABD’yle, AB’yle, IMF’yle iyi geçinerek, “demokrasi” söylemini ön plana çıkararak ve reformcu bir parti gibi görünerek dünyadaki sıcak paranın bir bölümünü Türkiye’ye çekmeyi başarmış, bu sayede de döviz kurunu, faizi ve enflasyonu belli bir seviyede tutmuş, böylece de yeni bir krizi uzunca bir süre önleyebilmiştir. Bu ise halkın önemli bir bölümü açısından kısmi de olsa bir ekonomik rahatlama anlamına gelmiş, karşılığı da sandıkta alınmıştır.
Erdoğan’ın/AK Parti iktidarının başka bir büyük şansı, karşısındaki rakipler/muhalefet olmuştur ve bunlardan ilki olan Baykal, kendi küçük hesaplarıyla Erdoğan’a başbakanlık yolunu açmıştır. AK Parti 2002 seçimlerini kazandığında siyasi yasaklı olduğu için başbakanlık koltuğuna oturamayan Erdoğan’ın yasağı, kendisini seçimlerden iki gün sonra ziyaret eden Baykal’ın yasağın kalkması için yapılacak kanun değişikliğine destek vereceklerini açıklamasının ardından başlayan süreçle son bulmuş, Erdoğan’ın iktidar yolculuğunun önündeki en büyük engel Baykal CHP’si eliyle kalkmıştır.
Elbette ki MHP de Erdoğan/AK Parti için en büyük şanslardan biridir. Rejim inşasının en kritik uğraklarında Bahçeli ve MHP hep Erdoğan’ın arkasında durmuştur. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçilmesi ve türban serbestisi gibi iki büyük kriz başlığının Meclis’te AK Parti lehine aşılması MHP milletvekillerinin oyları sayesinde mümkün olabilmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, bir süredir rafa kaldırılan partili cumhurbaşkanlığı tartışmalarını açan da anayasa değişikliğine evet diyen de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı destekleyerek kazanmasını sağlayan da yine Bahçeli ve MHP’dir.
Sonradan düşman olsalar da Gülen Cemaati de Erdoğan ve AK Parti’nin büyük şansıdır. İktidara geldiğinde devlet içerisinde kadrosu olmayan AK Parti, ilk başta burada kendisini ancak Cemaat’in 40 yıllık örgütlenmesiyle var edebilmiş, sonrasında da kumpas davalar aracığıyla gerçekleştirilen tasfiyelerde Gülenci emniyet-yargı kadrolarından yararlanmıştır. Dolayısıyla rejim inşasının en önemli ayaklarından biri, sonradan kendisi de tasfiye edilen Fethullahçı çete sayesinde geçilebilmiştir.
Bir diğer kullanışlı ahmaklık madalyası ise elbette ki ulusalcılara verilmelidir. Daha düne kadar, savcısının kim olduğu belli kumpas davalarla Silivri’de yatırılanlar, çıktıktan sonra “devletin bekası” ya da sözde bir “anti-emperyalizm” adına Erdoğan’ın/AK Parti’nin arkasında hizalanıp hazır ola geçmişler, bugünün “yetmez ama evetçileri” olarak iktidarın yeni emir erleri olma rolünü iştahla üstlenmişlerdir.
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu kriz de AK Parti’nin en büyük şanslarından biri olmuştur. Tam da bu nedenle Erdoğan, demokrat Obama’yla Ortadoğu’daki eski rejimlere örnek olma üzerinden anlaşabildiği gibi cumhuriyetçi Trump’la da sağ popülizm noktasında buluşabilmiş, her iki ismi de tabiri caizse idare edebilmiştir. Benzer şekilde, bir yandan NATO’da aktif bir üye olarak yer alıp diğer yandan Rusya’yla ilişkileri iyi tutabilmek, bir NATO üyesi olduğu halde S-400’leri satın alıp F-35 programından çıkarılmak dışında gerçek bir yaptırıma maruz kalmamak, aynı anda Ukrayna’ya SİHA satıp ayda bir Putin’le dostluk pozları verebilmek vs. de yine emperyalist sistemin kriziyle ilgilidir ve Erdoğan/AK Parti çoğu başlıkta şans ve becerisini birlikte kullanarak bu krizi lehine çevirmeyi bilmiştir.
Not 19: Milletvekili eş, dava dilekçesinde rektör olan eşinin 2015 yılına kadar bir üniversitede rektörlük yaptığını, aktif iş hayatının olmadığını söylüyor. Hatta rektör eşinin ve ailesinin kendisinin siyasi gücünden yararlanmaya çalıştığını ileri sürüyor. Eşinin malvarlığını uzun bir liste halinde sıralıyor. Neler yok ki, kaç milyon dolarlık yatlar, yazlık evler, kışlık evler, çiftlikler, oteller, arabalar, pahalı iş merkezlerinde ofisler, hisse senetleri vesaire, liste uzuyor gidiyor…
Ve diyor ki, ticaret yapması için rektör eşime 2, 5 milyon dolar verdim.
2,5 milyon dolar?!
Bir rektörün maaşı da bir milletvekilinin maaşı da ortada ama listedeki malvarlığı muazzam servet.
Bir rektörün bu kadar malvarlığının olması normal mi? Ya bir milletvekilinin 2,5 milyon dolar borç verecek kadar servetinin olması normal mi?
Tekrar altını çizeyim ki, söz konusu milletvekilinin “toplamda 70 milyon lira tazminat” istediği eş, bir işadamı değil, üniversitede bir rektör…
Yolsuzluk bütün devlet kurumlarını, kuruluşlarını yozlaştıran ve toplumsal çürümeyi beraberinde getiren ölümcül bir hastalıktır. Yoksulluğun en önemli sebebi yolsuzluktur. Bir siyasetçi zenginleşiyor mu, siyaseti kendi çıkarları için kullanıyor mu, mal varlığı listesindeki değerler nasıl artıyor halkın bunu görmeye bilmeye hakkı var.
Türkiye’nin evrensel hukuka ihtiyacı olduğu gibi, o hukukun bir parçası olan yolsuzlukla mücadele ve şeffaflık yasalarını çıkarmaya da ihtiyacı var; hatta ihtiyacın ötesinde artık zorunlu.
1478-1535 yılları arasında yaşayan, Rönesans döneminin hümanist yazarlarından olan İngiliz devlet adamı, hukukçu Thomas More’un Ütopya’sındaki şu tespiti ile yazımı bitireyim: “Büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken, doymak bilmez bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir devlette mutluluk olamaz.”