Kırk beş yıl ipincecik bir çizgiyle bakıştım,
Büyüdüm okudum yazdım düşündüm sevdim
Gözüm hep o kravattaydı.
Sonra bir gün bir valinin boynunda gördüm.
Dikkat çekecekmiş kadına şiddet olayına
Astığı turuncu kravatıyla iki yakasına
Kimse de uyarmıyor kimseyi
Demiyor
Kulak asmayın sakın siz bu dolandırıcıya
Yıkıldı tüm hayallerim küstüm dünyaya..
Müfettişliğe devam etmeye karar verdim..
Zaten benim vali olmam için
Hz. Ömerin yeniden vücut bulup devlet başkanı olması lazım.
Üstelik toplum yeni Ömerlere hazır değilken!
Fukaralığa alışmış insanların ürkek mağrurluğu
sarmışken dört yanını güzel ve yalnız ülkemin..
Son söz: Geçmiş hayat doludur, bu yüzden kızdırır, yaralar, o kadar ki, bu yüzden onu yok etmek ya da yeniden yaratmak isteriz. (MILAN KUNDERA / Gülüşün ve Unutuşun Kitabı)
Özdeyiş: Büyük dağın büyük dumanı olur, derler.
Literatür: Kararname çocukları diye bir söz dolanıyor ortalıkta. Yusuf Tekin meselesinin buralara evrileceği belliydi. Camdan evde oturup caka satılmıyor maalesef.
Bu yaşa geldim böyle küfür ne işittim ne de ettim; bakanın yerinde olsam Taksim meydanında Ekrem Başkanı vurur namusumu temizlerdim, bu işi ancak kan temizler.
Aforizma: Ticaret güneş ışığı gibidir, bulduğu her delikten içeriye girer..
Tadımlık: “Bir toprak parçasının etrafını çevirip ‘Burası yalnız benimdir’ demeyi aklına getiren ve etrafında ona inanabilecek kadar saf insanlar bulan ilk kişi, medeni toplumların gerçek kurucusu olmuştur. Oysa biri çıkıp ‘Ben bu işte yokum’ dese, ‘Bu dolandırıcıya kulak asmayın siz. Bu dünyanın meyveleri hepimizindir, dünya hiç kimseye ait değildir! Bunu unutursak bittik demektir!’ diye haykırsa… İnsan soyu bugüne kadar yaşadığı onca suçu, savaşı, sefaleti ve korkuyu yaşamamış olurdu.”
Statü Endişesi/ Alain de Botton
Yiğidin hakkı yiğide: “Bildiğim kadarıyla devrimciler aşık ve edebiyatçı olurlar.” Güldü ve: “Doğru diyorsun Ahmed, doğru diyorsun” dedi, “ama bizim gibiler için değil. Filistin halkı için bu durum doğru değildir. Vietnam, Küba, Çin Halk Cumhuriyeti devrimcileri için söylenebilir, ama öyle anlaşılıyor ki bizim kaderimiz, bir tek sevgiyi yaşayacağımız şekilde yazılmış. Bu toprakların sevgisi! Öyle görünüyor ki bu topraklar, çocukluklarından beri kendisine aşık olanların, bu sevgiye başkasını ortak etmelerini kabul etmiyor.”
Diken ve Karanfil/ Yahya Sinvar
Kulağa küpe: Sosyal medya algoritmama ne oldu bilmiyorum ama son günlerde karşıma sürekli romantik ilişkilerle ilgili taktik ve stratejiler içeren reels videoları çıkıyor. “Hayatında en illet olduğun şeylerden biri nedir?” diye sorsalar, vereceğim cevaplardan biri, ilişkilerde strateji ve taktiklere başvurmak diyebilirim.
İşin özüne inecek olursak, bir ilişkiyi gerçek yapan şey eşit ilişkilenmedir. Tüm taktikler ilişkide konrolü ele almaya yani ilişkiyi yöneten taraf olmaya dair yapılan yatırımlardır. Bir ilişkide bir taraf yönetiyor diğer taraf yönetiliyorsa ya da iki kişi arasında sürekli bir güç mücadelesi varsa, o ilişkide aşk değil savaş vardır. İnsanlar bu tür basit oyunların tutkuyu beslediğini iddia etse bile, tüm o küçük oyunlar uzun vadede insanı karşısındakinden uzaklaştırır.
‘Kaçan kovalanır‘ örneğiyle başlayalım. Evrimsel psikolojinin kulaktan dolma bilgilerle tek bilimsel gerçeklikmiş gibi ortaya saçılması ve insanların bu kirli bilgileri işine geldiği gibi sahiplenmesi oldukça üzücü. Eğer bir insanla beraber olmak için kaçmanız gerektiğine inanıyorsanız, sizi yakaladığını düşündüğü an siz onun için artık fethedilmiş, yakalanmış olursunuz. Dolayısıyla, kaçanı kovalama ihtiyacı içinde olan bir insan sürekli başka bir kaçan arama ihtiyacında olacaktır. Bir insan bilerek sizden kaçıyor ve kovalanmayı bekliyorsa, ilişkinin kontrolünü ele almaya çalışıyordur. 2024 senesinde bir insan hala bu klişe taktiğe düşüyorsa bu evrimle ilgili değil; kişinin kendi problemleri ya da toplumdan gelen ortalama altı mesajları içselleştirmesi ile ilgilidir.
Oyunlar yerine daha sağlıklı iletişim yöntemleriyle ilişkiyi geliştirmek mümkündür:
Dürüstlük ve açıklık: Duyguların ve beklentilerin açıkça ifade edilmesi, güven inşa eder.
Empati: Partnerin duygularını anlamaya çalışmak, oyunların yerine gerçek bir bağ kurmayı sağlar.
Doğal davranmak: Strateji yerine doğal davranmak, ilişkinin temelini sağlamlaştırır.
Özetle, siz siz olun eşten dosttan duyduğunuz taktiklerle ya da uzman etiketi altında yalan yanlış bilgileri pazarlayan insanları dinleyerek ilişkilenmeye çalışmayın. İlişkiler hayatı kolaylaştırmak ve insanı mutlu etmek için vardır. Taktik, oyun, güç savaşına girmek hayatı daha da zorlaştırır ve mutsuz eder. Unutmayın, samimi bir yalnızlık, samimiyetsiz bir birliktelikten çok daha iyidir.
Not 1: ÇALIŞMA SÜRESİ, sizin ÇALIŞKAN olduğunuzu göstermez.
Türkiye'de genellikle çalışanlar TEMBELDİR.
TEMBEL olduklarını, iş kalitelerinden rahatlıkla anlayabilirsiniz.
Her türlü KAYTARMA fırsatını da değerlendirirler.
Not 2: Yunanistan'da EMEKLİLİK YAŞI şu anda 67.
Kadın - Erkek aynı.
Biz de yeni EYT verdik.
Not 3: Türkiye'de öğrencilerin % 80 ı KOPYA çeker.
VERİMSİZLİK böyle başlıyor.
Sonra da tüm çalışma hayatları böyle devam eder.
TÜRKİYELİLER çalışmaz; çalışır gibi yaparlar.
Not 4: Ülkenin 70 senti de yok. Kasadaki paraların hepsi %9 ortalama dolar faizi ile toplumun omuzuna yük olandır.
Yöneten merak etmez. Onlar kendi kasalarının peşinde. Nasıl olsa yemeğin bedelini onlar ödemeyecek.
Şimdilik tabii.
Not 5: OECD veri tabanında yer alan ülkeler içinde, çalışmayan ve herhangi bir eğitimde olmayan, yani halk diliyle” boş gezen” genç (18-25 yaş arası) oranının (% 25) en yüksek olduğu yer Türkiye.
Not 6: İsmet Özel: Doğrunun yarısı yanlışın tamamıdır.
Not 7: “İman edip salih amel işleyenler için Rahman, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.” (Meryem, 19/96.)
“Müminler birbirlerini sevmekte, merhamet etmekte ve korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğunda, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
Not 8: Zannetme bu dünya seninle döner
Sen yoksan saatler durur zannetme
Zannetme gidersen yıldızlar söner
Gelmezsen denizler kurur zannetme.
Not 9: “Ölüm denizin kıyısında anacığım
Ölüm göğün yüzünde
Ölüm yerin dibinde
Ölüm soluk alışında
Ölüm baş ucunda
Sevgi gözümün kökünde yavrucuğum
Sevgi kuşun kanadında
Sevgi ne göğün yüzünde
Sevgi ne yerin dibinde
Sevgi baş ucunda” (Ahmet Çahacı)
Not 10: “Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle? ”
(Şükrü Erbaş)
Not 11: “İnsan aslında karmaşık bir varlık değil. Çoğunluğu zamanın büyük bir bölümünü yaşamak için kullanıyor, geriye kalanı ise, özgür oldukları küçük zaman diliminden öyle korkuyor ki, ondan kurtulmanın her türlü yolunu deniyor. İşte insanın değişmez yazgısı!”(Genç Wertherin Acıları, 43-7)
Not 12: Zihin nereden geliyor? İlkelerimizi genişlettikçe zihnimizi ve bilincimizi de genişletiriz. Neden? Çünkü olduğumuz şey olma ve başkalarının bizden istediği şey olmama özgürlüğünü kazanmak için. Durum gayet basit: Aile, bir klan, yakın bir birlik görevi yapan topluma bağlıdır. Bu yüzden bir klana ait olan bir insanın en büyük korkusu sürgün edilmektir. Aile şöyle der: “Değişirsen, bizim bir parçamız olmazsın, yani değişirsen, seni artık sevmeyiz.” (Alejandro Jodorowsky)
Not 13: Ülkemizde eğitim kurumları ve diplomalı insanlarımız çoğalırken diğer yandan da eğitimsiz insanlarımız artıyor. Diplomalı ama eğitimsiz. Eğitimin niteliği, kalitesi veya eğitim kadrolarının yetkinliği vb. konuları hiç gündeme dahi getirmeden kabaca sadece sosyal hayatımızdaki cinnet hali bile bize birçok şeyi açık veri olarak gösteriyor. Yolsuzluk, hırsızlık arsızlıktaki diplomalı sayısı diplomaların bile yüzünü kızartacak kadar artmıştır. Biz insanımıza ne veriyoruz ve onlardan ne istiyoruz? Asla cevap bulamayan soruların başında geliyor. Hele son günlerde ajanslardan duyduğumuz haberlere baktığımızda ne körpelere merhamet eden ne engelliye şefkat gösteren ne de yaşlıya, kadına, çocuğa titizlenen bir toplumdan en ufak bire emare görebiliyoruz.
Not 14: Kötülüklerin başında olan insanların titrlerine baktığımızda ise başımızdan kaynar sular dökülecek gibi oluyor. Kötülüğü, uğursuzluğu, hadsizliği, ahlaksızlığı gizleyecek maskeler o kadar işlevli seçilmiş ki insan hayret bile edemiyor. Memleket, milliyet, vatan, din vb. maskeler altında islenen kötülüklerin toplumdaki yansıması kuralsızlık, hak-hukuk bilememe ve de hakkına razı olmama şeklinde tezahür ediyor. Yazık ki eğitimliyiz (diplomalıyız)! Bizi bir turlu bırakmayan çürümenin izlerini sürmeye artık gerek yok çünkü çürüme ile çepeçevre sarılıyız. Neresinden tutsak elimizde kalıyor. Son bir gayret diyoruz ki “bu düzen değişmeli!” daha cümle ağzımızdan çıkmadan bütün şiddeti ile ağzımıza tıkılıyor. Belki de alışmışlık hali, herkes alışık olduğu çürümenin içine uyunmak istiyor. Belki de hep birlikte çürümektir akıbetimiz! ‘Ne seninle ne de sensiz’ der gibiyiz. Yaşlı adam arka koltuktan uzanıp yavaşça; “Allah encamımızı hayreylesin” diyor. Sessizce ‘Âmin’ diyorum. Hoşça bakın zatınıza…
Not 15; Ormanın ancak yarısına gidebilirsin yarısından sonra dönüş yolu başlar.
Not 16: "Eşit olmayanlar arasında eşitlik arayan, saçmalık arıyor demektir."
Baruch de Spinoza
Not 17: Devam eden bir enflasyon süreciyle hükumetler, vatandaşlarının servetinin önemli bir kısmına gizlice ve fark edilmeden el koyabilir.
- John Maynard Keynes
Not 18: Öğretmenlik mesleği son zamanlarda tartışma konusu oldu. Özellikle öğretmenlerin atama biçimleri tartışılıyor. Öğretmenler girdikleri yazılı sınavın sonunda bir de mülakata tabi tutuluyor. Aslında öğretmenlik mesleği bir uzmanlık mesleğidir. Eğitim fakültesini bitiren bir öğretmenin diplomasında bu yazmaktadır. Bunca eğitimden sonra öğretmenleri bir de sınava sokmak ve onları mülakata almak ne kadar doğrudur? Lisans eğitimini alarak öğretmen olmaya hak kazanan gençlerimiz geleceğini planlayamamakta ve karamsarlığa düşmektedir. Atılacak temel adım şudur: Ülkenin ihtiyacı kadar öğretmeni eğitim fakültelerinden mezun etmek gerekir. Fazla eğitim fakülteleri kapatılmalıdır. Buradaki akademisyenler, MEB ve YÖK arasında imzalanacak protokolle öğretmenleri mesleki anlamda geliştirecek hizmetiçi eğitimlerde değerlendirilmelidir. İstihdam fazlası akademisyenler, MEB tarafından kurulacak akademilerde görevlendirilebilir.
Yeterli kadro açılmamasının bir başka sebebi de okul sayımızın azlığıdır. Okul azlığından dolayı atamalarda yeterli kadro ilan edilemiyor. Şayet yeni okullar yapılsa, buna ihtiyaç da var, daha çok öğretmen atanacaktır.
Eğitim kadromuzun bir başka kanayan yarası da özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerimizdir. Asgari ücret şartlarında hizmet veren emekçi öğretmenlerimizin hakkını savunan yok gibidir. Tamamıyla patronların vicdanına bırakılan on binlerce öğretmenimizin sesini yetkililer duymalıdır.
Çocuklarımızı, geleceğimizi emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin beklentilerini, sosyal ve ekonomik haklarını çağın şartlarına uygun şekilde revize etmek gerekir. Elbette son zamanlarda öğretmenlerin haklarını iyileştirecek adımlar atılmaktadır da. Ancak bunlar yeterli değildir. Öğretmenlik mesleği eskiden olduğu gibi tercih edilen bir meslek olarak itibarını devam ettirmelidir. Bunu sağlayabilmek için de öğretmen yetiştirme politikamız başta olmak üzere yeniden gözden geçirilmeli, bu alanda fazla mezun verilmemeli, atama şartları daha şeffaf ve âdil olmalı, öğretmen adaylarımızın devlete güvenleri zedelenmemeli, umutları ve idealleri öldürülmemelidir.
Not 19: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Geride paramparça bir şiir coğrafyası
Yıkılmış viran olmuş bir hal olmuş bize"
Şiirler/Osman Sarı
Not 20: “Büyük hasret ejderha
Yağmurla ıslanan Sahra
Kutsal deve Kusva
Gelir geliyor bir daha.
Güzel çocuk elveda
Karşımda yükselen dağ
Kalbe atılan ağ
Ve ordusuyla Taha
Geliyor geliyor bir daha.
İçli ağaç Hannâne
Göçler ki hane hane
Geliyor geliyor bir daha."
A.Özdenören
Not 21: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Yüzün tarihi
İnsanın da tarihidir
Eksik yazılmışsa
Yalandır tarihler."
Yüzün Tarihi/Ali Göçer
Not 22: Gazze, 'uygarlığın kırıldığı an'dır. Yaşama hakkını sadece kendilerine reva görenlerin öteki saydıklarına karşı yıkıcı/ yok edici potansiyelini göz önüne serdi. 'Dünyada kimin yaşayıp kimin yaşamayacağına' karar vermek Nazilere özgü bir anomali değilmiş, bunu acıyla anladık.
Not 23: İnsan hem sevgidir hem de irade. Hem kurduğu ilişki ve bağlardır, hem de seçtiği yolda, kendi başına yürümeyi bilmesidir.
Not 24: Bollukta şımarmayan, yoklukta şaşırmayan, zorlukta savrulmayan insanlar ne kadar muhteremdir.
Not 25: Erkeği üç şeyi bozar; para, güç, kadın..
Not 26: Bir büyüğüm derdi ki: Dişin keserken yiyeceksin kamışın göğe bakarken gökyüzünü içine çekeceksin..
Not 26: ABD’de yapılan bir araştırmada, 10-12 yaş arası çocukların yüzde 40’ı gelecek için en önemli hedeflerinin ünlü olmak olduğunu söylemiş örneğin. Bu oran Türkiye’de daha fazla olabilir. Hatta çocukları ünlü olsun gayreti içinde olan ebeveynlerin sayısı da epey artmış olsa gerek.
Ünlüler üzerine yapılan çalışmalarda, kişinin benliği ve bireyselliği toplum tarafından benzersiz, özel, mükemmel ve seçkin olarak kutlandığı için ünlü olmanın oldukça cazip ve zevkli bir durum haline geldiğini ama bu yüzden bağımlılığa dönüşme tehlikesi barındırdığı ve kendisini diğer insanlardan üstün olma yanılsamasına neden olup kişiyi yabancılaştırdığı üzerinde duruluyor genellikle. Ama bu artan gururun ve kibrin, kişinin sosyal statüsü için abartılı bir endişeye kapılmasına da neden olduğu açık. Bu yüzden ünlü biri, gerçek düşünce ve duygularını gizleme eğiliminde oluyor genellikle, herhangi bir linç ve benzeri iptal edilme tehlikesi yaşamamak için.
Not 27: Eylül ayında sanayi üretimi arttı.
PMI oranları yükselmeye başladı.
İşsizlik oranı artmıyor ve İŞKUR her ay 120 bin kişi işe yerleştiriyor.
Dün açıklanan kapasite kullanım oranları yükseldi.
Reel kesim güven endeksleri yükseliyor, konut satışları ve otomobil satışları bütün tahminleri aşarak rekorlar kırıyor vs. vs.
Yani ekonomide bir daralma veya büzülme yok.
Geçen hafta TCMB PPK faizleri sabit bıraktı fakat faiz indirimlerine başlayabileceğini ima etti ve piyasalar coştu; alenen yanlış.
Faiz indirimlerinden en çok kimler yararlanır: Bankalar, Hazine tahvili almış olanlar, yeni kredi kullanacak olan kişi ve kurumlar, carry trade yapanlar, borsacılar vs. vs.
Görüldüğü gibi zaten varlıklı olanların varlıklarına varlık katmak için faizler “erken” düşürülecek.
Faizler düşürülürse enflasyon daha geç düşer; bundan da en çok alt gelir grupları zarar görür.
Belirtmeden geçemeyeceğim: Eğer asgari ücrete beklenen enflasyon oranında zam yapılacağı garantisi verilirse, TCMB, kaygısızca faiz indirimlerine başlayabilir.
Bu kurgunun başarısı “zenginin daha zengin ve yoksulun daha fazla yoksullaşması” şartına bağlıdır.
Not 28: Ey TCMB yöneticileri eğer dindarsanız bilin ki, Aralık’ta faiz indirmek farz bir orucun ikindi saatlerinde bozulması,
Eğer futboldan anlıyorsanız, Aralık’ta faiz indirmek, sakatlığı geçmemiş bir futbolcunun maça çıkması,
Eğer botanikten anlıyorsanız, bir ağacın erken çiçek açması ve
Eğer hakkaniyet ve iktisat kavramlarını bir arada düşünebiliyorsanız, Aralık’ta faiz indirimi, yüksek enflasyonu yoksullar aleyhine uzatmak anlamına geliyor.
Not 29: Kişilerin maddi ve manevi esenliği toplumun ortak amaç ve katılımla bir sistem kurabilmesine bağlıdır. Sistem en temel element sayılan bireyin kendisine katılım derecesine göre sağlamlaşır, bağlılık derecesi kazanır. Bireyi kendi ilahiyatıyla ezen komünizm benzeri rejimlerle her tür faşist, teokratik, monarşiler ve krallıklar, demokrasi görünümlü baskı rejimleri aynı yerde buluşurlar. Kişi, sisteme ihtiyaç duyduğu ilk adımda ( adalet, sağlık, eğitim, güvenlik dörtlüsü) dışarıda tutulduğunu ve bütün sistemin gücü ve parası olana göre yapılandırıldığını fark ettiğinde gerçeğin sert duvarına çarpar. Gerçek bazen bir banka, bir şirket, devlet kurumu veya sosyal grup olarak temayüz edebilir.
Önemli olan kişinin yaşarken içeriden duyduklarıdır. Bu sebepten propaganda aygıtları ve gönüllü paydaşlar menfaat karşılığında devreye sokulurlar. Aydınlar hele onlar huşu içinde ve büyük kurtarıcı rolüyle sistem bekçiliğine soyunduklarında, doğrudan ve dolaylı koç başı hüviyeti kazandıklarında trajedinin derecesi iyice yükselir. Doğunun karakteristiği güce teşne ve üleşime hazır aydın grubunun hep hazır olmasıdır. Batıya nispetle entelektüel bağımsızlığın tarihi sakattır Doğuda. Doğu aydını teşne bir uyuşum ve uyuşukluğa temayüllüdür.
Not 30: Tam da burada, her şeyin büzüşüp uyuştuğu, sistemin açık ve dolaylı paydaşlarla bölüşülüp yürütüldüğü zamanlarda insan faktörü devreye girer. Varlığa umut olsun, bütün yollar kapanıp erdem hepten teslim alınmasın diye onlar, o fedakar kişiler, aşk ve sabırla hayata katılırlar. Sistemin tıkanıp karardığı yerlerde mütevazı birer kahramana dönüşürler. Mesela Türkiye’de eğitim çok az sayıdaki idealist, fedakar ve erdemli öğretmen ve yönetici vesilesiyle hepten çökmekten kurtulur. Tek bir öğrenci olsun, ona ulaşmak için her tür engeli aşmaya çalışırlar. Bir yanda sistemi temsil edip elindeki imkanı ulufe gibi etrafa saçan, her fırsatta toplum katmanlarını yaralamak için şiddet diline yapışan devletlular diğer yanda yeryüzünden eylem sahibi bir varlık olarak geçmenin şuurunu taşıyanlar. İnsan olanlar, insan kalanlar.
Not 31: Yetmedi sadece kurumsal yapısı değil varlık gerekçesi de muğlaklaşmış, girmesi çıkması bir dert, ulaşımı zor, birimler arası eşgüdümü çözülmüş bir sağlık kuruluşu düşünün. Eğer para varsa anında her branşta özel hastanelerde randevu bulma şansınız varken pek çok alanda randevu bulmanın, tetkik ve ileri görüntüleme imkanlarına erişmenin mucize olduğu hastanelerde çalışanlar bıkkın, idareciler çaresiz insan olarak alınan hizmetin kalitesi tartışmaya açık dururken…Nadir bulunan branşlarda uzmanlaşmış, özel hastanelere gitse paraya para demeyecek bir doktorun devlet hastanesinde peygamberane bir sabırla hizmete durduğunu görürsünüz. Sistem ihalelerle, tayinler ve propaganda ile meşgulken o şifa denilen erdemin başında ellerini berrak suda tutuyordur daima.
Not 32: Ellerinde, bakanlık, belediye, medya kuruluşu, dernek, şirket fark etmez sistem çarkını çevirenlerle, bir, bağımsız, müdanasız, insandan ve toplumdan yana tavır olan şahsiyetler. Binaların, salonların, gazete ve televizyonların, yolların ve dilden dile kutsanıp şişirilenlerin dışında, eserde kalanlar. Sistem yoksa insan var, olmalı diyenlere ve iyi insan kalmaya ve bağrından çıkan halkına fedakarca ve hakkıyla hizmet edenlere ve etmeye çalışanlara selam olsun.
Not 33: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"MARAŞ
"-Sohbeti hoş
hocam maşallah
onu hiç giymedim
giymeyeceğim dermiş
inşallah-
gülün oymağı bizdedir
gör ki acıdandır rengi
zaman garbıyelidir eser
usul ve sessiz, dervişim söyle ki
gönül gergefinde dokuyup
biçtiğin kumaş, sonra
konup göçtüğümüz, kervansaraylarca
eski, bu maraş
dervişim söyle ki
gülün oymağı bizdedir
gör ki acıdandır rengi
su akar, yeniler kendini
toprak; depremlerin ustası
taşı en güzel
gediğine koyandır
sonra bir fırtınadan, bir fırtınaya
tutulmuş günlerin ardından
kalaylı taslarda hüznü
meyam şerbeti gibi sunandır
dervişim söyle ki
gülün oymağı bizdedir
gör ki yüreğimizde büyüyen kurşun dengi
ırmak kendince açar yolunu
direnir ve akar; dicle geceyi
fırat sabahı bekleyen
iki nöbetçi: nice uçurumlardan geçip
toprağın acısından
dağın isyanını gördük
dervişim söyle ki
acının oymağı bizdedir
o da zulmün kendi
yol uzun, yaz bakır
bir sinide sunulan
erken olgunlaşan kabarcık
üzümü gibi ince ve saydam
yüzleriyle yedi adam
bu toprak kir tutmaz deyip
yağlı ilmiklere uzatıp boyunlarını
şafakta birer haberdiler
ve biz, gide gide
acının sonuna geldik
dervişim söyle ki
acının tutanağı bizdedir
Güne Doğan Koşu -Dosyalar-/Arif Ay
Not :34: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Artık hazırım
Bir komutla işleyebilir hayat!
Ne apartmanlar
Ne surları kalelerin
Ne beton yığınları
Ne demir kütleler
Ne binbir türlü bahaneler
Ne de zavallı hükümdarların buyrukları
Yolumu kesebilecek değil!
Çıktım yola
Artık bir leyla var
Demek istediğim bütün leylalar
Yani bir de yalnızca sen varsın
Herbirimize özel ve herkese rahmet
Artık buyruk senin hayat sen
Doğmadan önce sen ölümden sonra sen
Arada hep sen!
Al beni Rabbim
Çöz beni çoğalt beni
Bütün yarattıklarınla bir kazanda kaynat beni
Aşk girsin yürürlüğe
Yeryüzünde ve gökyüzünde
Hayatın bu yüzünde ve öte yüzünde.
Ey toprak! Benim işleyen gücüm;
Durmak yorulmak bilmeyen;
O benim cevherimdir ben onun mayasıyım
O benim bedenimdir ben onun ruhuyum
O tarla
Ben tohumum
O hep susar ben sözcüyüm.
Ne o uyur ne ben uyurum
Her an diriyiz
Birlikten nöbetteyiz
Birlikte işleriz
/Ey bütün kirler paslar cerahatlar
Tükettiklerimiz bozuk bıraktıklarımız
eskittiklerimiz
Saptırdıklarımız çarpıttıklarımız inkar
ettiklerimiz
İçimizde korkuttuklarımız dışarıya attıklarımız
Biz temizleriz bütün kirleri, kirlenmişlikleri
Bazan toprak bazan ben bazan ikimiz/
Yıldızlar kayar gökyüzünde
Nehirler akar yeraltında ve yer üstünde
Dolaşır sular toprağın damarlarında
Ağaç bedenlerinde dallarında yapraklarında köklerinde
Bazan iner gökten yere
Bazan çıkar yerden göğe
İşler hayat
İşler tabiat!
Kalbim kalbine
Rüzgarlar yapraklara
Denizler karalara çarpar
Yağmurlar yağar
Çarpar damlalar senin yüzüne benim yüzüme
Anka açmış kanatlarını
Durur gökyüzünde!
Bir ezgi bağlar seni bana
Bir bebek büyür annesinin damarlarında
Her gün ayın büyümesi gibi gökyüzünde
Bir atın ön ayakları zınk diye durur bir uçurumun
kenarında
Bir kadının kolları açılır Allahına
Durur çölün ortasında Meryem gibi
Değişmeyen biçimde
Değişmeyen konumda.
Yollar çağırıyor bizi
Yolculuklar çekiyor bizi
Çekiyor hepimizi
Yalnız değiliz
Bizimle konuşur ıssız yaz geceleri
Bizi çağırır karanlıklarda çakalların sesi
Hiç durmadan çınlayan ağustos böcekleri
Kurbağalar baykuşlar
Homurdayan motorlar
İşleyen fabrikalar
Yürüyen makinalar
Bizi çağırırlar!
Ey mızrak nereye akıyorsun
Ey kurşun nereye gidiyorsun
Ey kan niçin çıktın damardan
Ey çığlık niçin koptun
Nereye hicret ediyorsun?
Ah bu göç niye
Bu sararmış yapraklar
Yollara savrulan bu kağıtlar
Yuvarlanıp duran bu bozkır dikenleri
Esip duran bu rüzgâr
Tepelerden pınarlara akan bu koyun sürüleri
Dalga dalga gelen bu ceylanlar antiloplar
Kovanlarından dışarıya uğramış bu arılar
Kendilerini dağıtmış bu anneler
Gözlerine sinekler konan saçları dağınık
Sümükleri hep akıp duran bu çocuklar
Nereye gidiyorlar!
Kımıldarsan bir gemi limandan kopacak
Bir elma dalından
Bir kuş yuvasından!
Ey Ankara ayırma gözlerini
Boşlukta duran
Yumurtadan!
Gelecek Zaman Risalesi/Erdem Bayazıt
Not 35: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"İdeolojiler bir bakıma insanların gördükleri düşlerdir, yaptıkları gözlemlerdir. Kendi beyin ve gönül süzgeçlerinden geçirdikleri, 'gerçek'diye öne sürdükleri varsayımlardır. Gerçek, ideolojilerin de ötesindedir. İdeoloji gerçeğin yerine ikame edilmeye çalışılandır. Bu ikame edimi de dil ile gerçekleştirilir. İdeoloji, dar veya geniş çevrede egemen düşünceyi ifade eder ve hegemonik, faşizan bir tutumla çok yakın bir ilişki içindedir.
İnsana düşen ödev, söylemi çözümlemektir. Dilin, söylemin arka planını, üretilen dildeki ideolojiyi görebilmek, insanı, dünyayı, evrenin, olguları sağlıklı bir şekilde anlamlandırabilmektir."
Görmek/Göstermek/Hilmi uçan
Not 36: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"İslâm dünyası halen kendisini hamasî bir kültürle ifade etmeye çalışıyor. Hamasete ve romantizme yaslanan halklar yaşadıkları dünyanın gerçekleriyle yüzleşemezler. İslâm dünyası büyük bir ufuksuzluk ve boyutsuzluk içerisinde yaşıyor. Müslüman halklar propagandacı bir söyleme koşullandırıldıkları için, içerisinde yaşadıklarıı kültürel hiçliği ve bilinç bunalımını aşamıyorlar.
İslâm dünyası kendisini İslâmî kimliği doğrultusunda düşünsel ve kültürel olarak yeniden inşa etmek durumundadır. İslâm dünyasında anlam ve amaç bilincinin yenilenmesi gerekiyor. İslâm toplumlarında İslâm'a özgü bütün boyutların temel bir bütünlük içerisinde yerli yerine konulması icap ediyor.
İslâm dünyasının akla ve bilgiye dayalı bilinçle, kalbe ve aşka dayalı bilinci bütünleştirmesi hayatî bir zorunluluktur. Dış Dünya bilinci ile iç dünya bilincinin bütünleştirilmesi de hayatî önem taşımaktadır. İslâm dünyasında bir yanda akla karşı güvensizlik içerisinde bulunan, bir diğer yanda da kalbe karşı güvensizlik duyan akımlar vardır. Bu durum bilincin parçalanması sonucunu doğuruyor. Hepimiz bilincin bütünleştirilmesi yolunda çabalar harcamalıyız. Özsüz, ruhsuz biçimciliğe, derunî boyutu zayıflamış anlayışlara karşı dikkatli olmalıyız. Her şeyden önce temel anlamlara ve temel amaçlara yönelmeliyiz."
Evrensel Ufkun İmkânları/Atasoy Müftüoğlu
Not 37: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede.
Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede.
Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin
Sığınacak yatağımız olurdu bu bizim yatağımız derdik
Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı yüreklerimiz
Camilere dolardık tüm olmaya ererdik
Biz vardık şimdi o biz nerede."
Şiirler/Erdem Bayazıt
Not 38: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Ne korkunç bir iklimdi çocukluğum
Uyku yansın yürek mecburlansın
Beden bedende artmaya can bedeni aşmaya
Ağız ilk şanlı yemek
Olan ölümü
Başlasın anlatmaya
İz sürmek bundan gerek
Ok bize düşmüş kemiği deşmişti"
İşaret Çocukları/Cahit Zarifoğlu
Not 39: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Gerçek insan kendi insani görevini yerine getirir veya bu görevi yerine getirmek için çabalar. İnsani dediğimiz şeyin başı da sonu da bundan ibarettir. Bu görevi ise genelde herkes kendine göre anlar. Din ve ahlak bu görevin nesnelleştirilmesi, belirlenmesi ve öznelliğinin azaltılması çabasıdır. Bu her zaman, salt biyolojik durumdan öte bir şey olmuştur. Zira hayvan da yaşar. İnsan ise gerçekten insan olabilmek için biyolojik hayattan fazlasına ihtiyaç duyar. Bu, nasıl yaşanır değil; neden yaşanır meselesidir."
Özgürlüğe Kaçışım/Aliya İzzetbegoviç
Not 40: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır.
Tüm organlarımıza buyuran bir güç var onda. Anlatmaya, yorumlamaya gücümüzün yetmediği bir giz birikimi bu. İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden!
Kaygan, yabancı madde dolu bir şey olup çıkacak sonunda.
Kalbin gereksinmelerine dikkat edilmedi mi emek de, ekmek de yitiri verir anlamını.
Ne emek, ne ekmek; önce, kalbimiz bozuluyor çünkü."
Bir Yazarın Notları I/Nuri Pakdil
Not 41: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Sözvermenin bütün ağırlığını taşıyan, düzenleyici gücüdür. Her bireyin, her topluluğun başödevi dünyayı yaşanır bir düzene ulaştırmaktır. Çabalar hep bu amaca yönelmiştir. İşte sözverme hep bu çabaların içine örülmüştür; bu çabaların çoğu sözvermeden başka bir şey değildir. Böylelikle insan, yaşama koşullarına kendi dileklerine uygun bir kılık kazandırmaya girişir. Verilen söz bir varoluş yöntemidir. Nasıl varolacağını verdiği sözle belirler insan. Söz, varoluşun kesinliğidir. Belli, pek belli bir yaşama kararını dile getirir söz; ya da bir kararı belli eder, pekiştirir. Sözveren açıkça demese de, sözvermesiyle, sözvermesinde şöyle der: şunu yapacağım; herşeyimle çalışacağım buna; yapmaya da başladım bile. Bir yolculuktur sözverme: verilen söz gidilen yolu çizer. Ondan, bir yaşama tasarısı, bir yapıp etme taslağı gözüyle bakılabilir sözvermelere. Tasarılar olmadan da yürümez hiçbir iş. Neyi nereye koyacağını daha önce düşünüp tasarlamadan ev dikmeye kalkışanın oturulur bir evi olacağını ummam."
Dilin Gücü/Nermi Uygur
Not 42: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"İşte lânetli Karl Marks... Kim izin verdi Lübnan'a gelmesine?
Hangi Lübnan konsolosluğu giriş vizesi verdi ona?
Niçin kontrol etmediler çantalarını havaalanı gümrüğünde?
Bu lânetli Karl Marks evimizi yıktı, kadınlarımızı dul koydu, çocuklarımızı yetim kıldı. Lübnan toplumunun tarihsel bağlarını kopardı.
Onu asla sevemem. Asla sevemem onu.
Bir gün onu Burç/Kale meydanında halk lokantalarından birinde fasulye yerken görmüşler. Sıradan insanlarla konuşuyormuş, onlara broşürler ve inanca ilişkin kitaplar dağıtıyormuş.
Bu adamın öteki turistler gibi bir turist olmadığını anladım. O yıkıcı bir plânı gerçekleştirmeye; gözü kaşa karşı, ayağı başa karşı Bistat tüccarını El-Hamra Caddesi tüccarına karşı, teneke evleri alüminyum evlere karşı kışkırtmaya gelmişti.
Allah'ın yarattıklarına neden karışıyor Karl Marks? Neden tanrısal gidişi değiştirmeye kalkışıyor?
Geceyi ve gündüzü yarattığı gibi yoksulluğu ve varsıllığı yaratan da Allah'tır. Acıbakla ve sarıleblebi yiyenleri yaratan da O'dur; havyar ve şriyan yiyenleri, Napolyon konyağı içenleri de.
Eşekleri yaratan da, Rolse Royce arabaları yaratan da aynı Allah. Örme pabuçları yaratan da, Pierre Cardin mallarını yaratan da O. Hasır üzerine doğan çocukları yaratan da O, maket üzerine doğan çocukları yaratan da.
Gözyaşlarını içenleri yaratan da O'dur, İvian ve Vichy sularını içenleri de.
Lânetli Karl Marks, beyrut'a gelmeden önce hayat yağ ile bal idi. Herkes Allah'ın verdiği kısmete razıydı.
Yoksullar yoksulluklarına razı, varsıllar varsıllıklarına razıydı. Başlar ve ayaklar birbirleriyle geçiniyor ve Lübnan mucizesine inanıyorlardı.
Karl Marks bizi şereflendirdikten; seyyar satıcıların, inşaat işçilerinin, liman hamallarının, servis şoförlerinin, sakız ve piyango bileti satıcılarının dostu olduktan sonra; işçi sendikalarına, öğrenci birliklerine üye olduktan sonra her şey sarsılmaya başladı. Ayaklar, düşük insanlık koşullarının değişmesini istemeye başladı.
Öfke patladı. Mazlumlar zulümlerden Allah'ın sorumlu olmadığını kavradılar. İnsana zulmeden, derisini yüzüp yiyen yine insandı.
Havyar ve şriyan yiyenlerin ortaya çıkması için Beyrut'un yanması zorunluydu. Yoksulluk kâfirdi. Açlık kâfirdi. Hastalık kâfirdi. İnsan aç kaldığı zaman dişlerini ayın etine bile geçirirdi."
Ben Beyrut/Nizar Kabbânî
Not 43: Vakt-i Şerifleriniz Hayrolsun.
"Lübnan'da siyaset makinesi dışında her şey elektrikle çalışır. O ise hâlâ on sekizinci yüzyılın trenleri gibi odunla ve buharla çalışıyor.
Motoru urganla çevrilen ilk ford otomobilleri gibi...
Lübnan'ı yerkürenin her noktasına bağlamak amacıyla Şarku'l- Avsat Havayolları, sahip olduğu Boeing filosuna ek olarak yakında iki Concorde uçağı edinecek ama Trablus ile Zagarta, Baalbek ile Zahle, Şeyyah ile Aynu'r-Rummâne, Kale meydanı ile Bâbu İdris, Basta ile Eşrefiye arasındaki uzaklığın arttığını görüyoruz. Bir mahallenin halkı arasına düşmanlığın taşındığını görüyoruz. Balkonları birbirine yaslanmış, birbirine güven duymuş, mehtaplı yaz gecelerinde birbirlerine açıkça kur yapmışken şimdi binaların, pencerelerin, terasların birbirlerine sırt çevirdiğini görüyoruz.
Hizmet ekonomisi canlı, hareketli...
Beyrut uluslararası havaalanı, liman, gümrükler, bankalar caddesi, borsa, kaldırım kahveleri, güzellik salonları, flippers mekânları, döşeli dâireler, taksitle kat satışları, taksitle otomobil, taksitle vicdan satışları...
"Halkla İlişkiler"bürolarında dekorlar güzel, sekreterler daha güzel... Onlar size istediğiniz her şeyi teleks aracılığıyla satmaya hazırdırlar: Honolulu'dan çalınmış bir genç kız, İngiltere'de Kent bölgesinde tarihsel bir köşk, bir silah gemisi, İspanya'da Torimalino kıyısında mükemmel bir turistik kompleks, eski cumhurbaşkanının dul eşi, vs , vs... Ayrıntılar katalogda belirtilmiştir.
Lübnan'ın siyasal aklı da ticari aklı gibi olsaydı, Birleşik Devletler bugün Lübnan askerlerinin, topraklarından çekilmesini isterdi. Lenin bugün Moskova'da Venicia otelinde müdür muavini olarak çalışıyor olurdu. Stalin Leningrad'da şef garsonluk yapardı.
Ancak Lübnan'ın siyasal aklı, parlamenter hayatın başından beri Necme meydanındaki İyi Uykular otelinden dışarı çıkmadı.
O hep, çizgili İpek pijaması ile kahvenin kapısında oturdu; sağ elinde kamışı, sol elinde çerez torbası. Masada rakı şişesi, devlet işleri, kâğıtları, mühürleri...
İş sahibi halk çocukları, uzun bir kuyrukta dururlar, çerez çorbasının bitmesini beklerler, rakı şişesinin bitmesini, ömürlerinin bitmesini...
Lübnanlı bir bayanım ben; demokratik kurumlarıyla, parlamenter düzeniyle; hani İngiltere Avam Kamarası'ndaki gibi; iki partinin başkanları halkın, kendi çıkarlarını ve umutlarını gerçekleştirmek için daha çok seçtiği parti programından sonra nöbetleşe yönetime gelirler ya.
Ama ben parlamenter hayatın karşısındayım. Halk kahvehanesinin, adından başka halkla ilgisi kalmadı artık.
Kahvehane sahipleri arasında düşünceye yahut ortak reforma dair herhangi bir bağ kalmadı artık. Allah'ım, tek arzuları; müşterileri dört yıl boyunca, ceplerindeki son kuruşa, gözlerindeki son damla yaşa kadar sömürmek..."
Ben Beyrut/Nizar Kabbânî