Evet, evet! Sayın Başkan Erdoğan gelir adaletsizliğinden şikayetçi oldu. Ama ülkemizde değil dünyadaki gelir adaletsizliğinden. Sebep olarak da kapitalizmi gösterdi.

Akledebilenler için vahim bir durum!

Bir kişi düşünün ki 22 yıldır iktidar da olsun v bu kişinin yönettiği ülkede ülke genelinde askıda ekmek, askıda simit, askıda fatura kampanyalara başlatılsın.

Bizzat ilgili bakanı, '5 milyon haneye (20 milyon kişi) sosyal yardım sağlıyoruz' diyor. Yani 5 milyon haneye sosyal yardım vermesek yeme, içme, giyinme, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz, diyor.

Erdoğan döneminde en az güvenilen devlet kurumlarından olan TÜİK bile gelir adaletsizliğini gizleyemiyor ve 2023 verilerini aktarıyor;

'En yüksek fert gelirine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay arttı; en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay azaldı.

En yüksek gelire sahip olanların payı yüzde 48'den yüzde 49,8'e yükseldi. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun payı ise yüzde 5,9'a geriledi.

Gelirden en fazla pay alanların geliri, en düşük pay alanların 15 katına yükseldi' diyor.

Yine TÜİK verilerine göre Türkiye'de yıllık ortalama hane halkı kullanılabilir geliri 2023 yılı anket sonuçlarına göre yüzde 70,7 artarak 167 bin 983 TL (aylık 13 bin 988 TL) oldu.

Dünyadaki gelir adaletsizliğinden şikayetçi olan Sayın Erdoğan'ın yönettiği ülkemiz gelir adaletsizliğinde Avrupa'da ilk sırada. Türkiye'nin arkasından Bulgaristan (38,4), Litvanya (36,2) ve Letonya (34,3) geliyor. Dünyadaki 130 ülke içinde ise 28. sırada bulunuyor.

Fakirden zengine doğru artan bir servet transferi yaşanıyor. Afrika'dan Asya'ya milyarlarca insan bir avuç kişi için adeta seferber olmuş durumdadır.

Elini vicdanına koyan hiç kimsenin bu manzarayı içine sindireceğini düşünmüyorum. Kapitalist sistemin serbest piyasayı teşvik ediyor gibi görünse de tekelleşmeyi, paradan para kazanmayı ödüllendirdiğini görüyoruz. Fakiri daha da fakirleştiren bu sistemin dertlerimize derman olamayacağını hepimiz kabul etmek zorundayız."

İlginç değil mi? Bu tablo kapısının önünü çöpten, atıktan pislenmiş bir kişinin, komşusunun kapısındaki pisliklerden şikayet etmekten başka bir şey değildir.

Not 1: Gözlerini dikmiş hüzünle bakan köpeklerin hayatını kurtaran bir toplumun her şeye gücü yeter.

Köpeği tanımayanlar, kurt gibi dişlerine ve cüssesine bakıp onlardan korkarlar. Tehlike korkunun kendisidir, başınıza gelmesinden korktuğunuz şey sadece o korku yüzünden gerçekleşir. Sizin paniğe kapıldığınızı gördüğü zaman köpek de paniğe kapılır ve kendini korumaya girişir. Günlerdir aç, sefil vaziyette hep itilip kakılan köpeklerin paniği de kontrolsüz olur. Ne var ki bu korku yüzünden yaralanan, hatta ölen insanlar oluyor. İnsanların köpekler yüzünden sokağa çıkamaz hale gelmesi de ciddi bir sorun.

İstanbul sokaklarında uyuşuk uyuşuk dolaşan obez köpeklere aldanmayın. Anadolu’nun köylerinde ve civarlarında aç ve hastalıklı köpek sürüleri o kadar çok ki. Altı aydan iki yıla kadar hapis cezası caydırıcı oldu ve köylüler kendi bildikleri yöntemle köpekleri itlaf etmeyi bıraktılar. Belediyeler bu işleri hizmet satın alarak gördürüyor. Bu şirketler de topladıkları köpeklerden en ucuz ve etkili yönteme başvurarak kurtuluyor: Kırsal kesime götürüp salıveriyorlar. Köy yollarına girerseniz, uyuza yakalanmış, karnı midesine yapışmış, melül-mahzun asfaltın üzerine yatan köpek sürüleriyle karşılaşmanız kaçınılmaz.

Basit bir insani-vicdanî sorun hemen büyük bir siyasî soruna dönüşüyorsa ve suç toplumda ise bu işten köpekleri yok etmeyi savunanlar kazançlı çıkar. Bas bas bağıran iki yüzlüler ise, bu kirli işi yerine getirdiği için güç sahiplerine içten içe saygı duyarlar. Demokrasi, sadece yönetimin sınırlandırılması ve halkın denetimine verilmesi demek değil, böylesine hassas sorunların çözümünün de halkın gücünde ve vicdanında bulunması demek.

Not 2: Bir millet beş asırda boydan boya kendine mal ettiği şehrin ele geçirilmesini neden kutlar? Kime neyi hatırlatıyorsunuz? Size meydan okuyan mı var? Kaybetme endişesi mi taşıyorsunuz? Halbuki Fatih’in İstanbul’un fethinden daha değerli bir armağanı, bize miras bıraktığı bir hazine var. “Yasağ-ı Padişahî” usulünce “Kanunname-i Ali Osmani”yi bizzat kendisi yazarak devletinin merkezine ölümsüz bir yasa fikrini yerleştirmiş. Protokolü olmayan devlet olmaz. Gelmiş geçmiş bütün büyük milletler bir yasa fikri etrafında tarih sahnesine çıkmış ve kalıcı olmuştur. Solon Yasalarının yarattığı Yunan Medeniyetinden başlayarak Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesine, oradan hukuk etrafında oluşan Avrupa Birliği’ne insanlık tarihini ruhundan yakalayabilirsiniz.

Bizim tarihimiz de bir yasa (yasa, “yasak” kelimesidir, “kanun” Latincedir) fikri etrafında oluşmuştur. Irkıl Ata’ya atfedilen Oğuz Töresi tarihimizin kalbine yerleşmiş zemberektir. Oğuz Töresi, Oğuz boylarını teşkilatlandırarak, aralarındaki ilişkiyi ve iş birliğini düzenleyerek, temel anlaşmazlık konularına ve suçlara karşı kurallar koyarak, yasa etrafında bir millet fikri oluşturmuştur. Ele avuca gelmez, enerji dolu, savaşçı-kavgacı göçebe Oğuz boylarını tespihe dizer gibi düzene sokmuştur.

Yeni bir hikâye arayanlar, işte bu yasa fikrine bakmalıdır.

Not 3: “Türklerin dünyada en çok savaştıkları, en çok can alıp can verdikleri millet yine Türklerdir” demiştim. Orta Asya’daki göçebe-otlakçı atalarımız yüzyıllarca hayvanlarını beslemek için taze otun peşinden gittiler ve meralar için birbirleriyle savaştılar. Az buz savaşlar değil, bir tarafta 300 bin yaydan bahsediliyor. Bugün Anadolu’da akrabalar arasında bile benzer kavgalar su, mera ve miras için küçük ölçülerde devam ettiğine göre, Türkün Türk’le savaşı Orta Asya’da yaşanan uzun bir tarihin özeti gibidir. Gök Bilge Kağan’ın Orhun Kitabelerine övünerek yazdırdığı tam 12 adet seferinin ve savaşlarının biri hariç tamamı yine Türklere karşıdır. Hatta bu seferlerden biri için şöyle der: “Dokuz Oğuz milleti kendi milletim idi. Gök-yer bulandığı için düşmanım oldu.”

Not 4: Oğuzların yani atalarımızın tarih sahnesine bütün ihtişamı ile çıkışını sağlayan kader anı olan Dandanakan Savaşı (1040) Gazne devletine, yani Türklere karşı yapılmıştı. Ankara Savaşı’nda (1402) Doğu Türklüğünü temsil eden Topal Timur’a karşı Osmanlı, kaybettiği savaştan sonra Oğuznamelerle, Oğuz Kağan efsaneleriyle Oğuz töresine dört elle sarılarak ayakta kaldı. Buna rağmen Otlukbeli’nde Osmanlı Ordusu yüz bin Türkmen’i (ağırlıklı olarak Bayındır boyunun liderliğinde Oğuzlar) kılıçtan geçirdi, Çaldıran’da yok ettiği Şah İsmail’in ordusu da silme Oğuzdu. Osmanlı Devleti’ni Avrupa’ya muhtaç hale getiren Kavalalı da Konya’da, Nizip’te iki defa imha ettiği ordu ile aynı dili konuşuyordu.

Eğer bir milletin varlık şartını oluşturan ortak kader duygusunu hareket noktası olarak alırsak “Genel Türk Tarihi” tabiri, ulus devletler çağında uydurulmuş bir kategoridir. Bizim tarihimiz, aynı yasaya tabi olanların ortak bir amaca yönelmeleri ile şekillenmiş ve bu yasa fikrinin gücü nispetinde başarıya ulaşmıştır.

Not 5: Anayasa Oğuz töresi gibi, toplumun kendi arasında bir sözleşmesi olacak ve devlet dediğimiz, irademizi devrettiğimiz egemen varlık meşruiyetini bu sözleşmeye uymaktan alacak. Bir tek kişinin hakkı bu yasaya aykırı şekilde ihlal edilirse, iktidar da devlet de meşruiyetini kaybedecek.

Kritik bir kurum olan Anayasa Mahkemesi’ne, bu temel hakları koruması, yani millet vasfımızı sürdürmesi için yasal güç verdik. Yeni anayasada bu kurala uyulmayacaksa, ortaya çoğunluk diktası çıkar, anayasa yapmaya gerek kalmaz. Eğer uyacaksanız, şimdi elinizi-kolunuzu bağlayan ne? “Anayasa Mahkemesi kararlarına neden uyulmuyor?” sorusuna tatmin edici bir cevap vermeden yeni anayasa yapılamaz. Daha kötüsü millet olarak yaşama iradeniz gölgelenir.

Not 6: “Millet”in çağımızda en şümullü ve etkili tanımı, “aynı yasaya bağlı insan topluluğu”dur.

Not 7: Tıpkı sürülmüş tarlalar gibiydi insan aklı ve ruhu, iblisler kötülük tohumlarını dur durak bilmeden işte bu hazır bekleyen tarlalara ekiyorlardı. (J.KOSINSKI / Boyalı Kuş)

Not 8: Mitomani arttıkça artıyor...

Toplumda gayet konforlu makamlara uzanabilmiş insanlar bile hayat hikâyelerini yalanlarla bezemekten kendilerini alamıyorlar...

Neredeyse sarhoşları andıran bir inatçılıkla herkes birbirine yalan söylüyor.

Ne için peki?

Biraz daha sevilmek için...

Biraz daha ilgi çekmek, bir parça olsun beğenilmek, azıcık etrafı çatlatmak için...

Ve asıl gözden kaçan şey şu ki, bu yalanlar en çok "kendini sevebilmek"için söyleniyor...

Sosyal medya da az gazcı değil hani...

Yalandan hikâyeleri süsleyip püslemede sosyal medyanın üzerine yok!

Not 9: Kendinize acıyorsanız, babanıza haksızlık etmeyin.

Ölümünden sonra onun size yaptığı en büyük haksızlığı bile affedip aklınıza geldikçe de gülüp geçiyorsunuz; ama sizin ona yaptığınız en küçük haksızlığın bile vicdan azabı bağrınıza saplı kalıyor.

Benden söylemesi.

Not 10: 21.yüzyılda iş için artık “4 yıllık üniversite diploması” şımarıklığı devri bitti. Meslek lisesi-yüksek okulu veya kurslarla el becerileri öğrenmek iş bulmanın-hayatta kalma becerilerinin en temel yolu. Ya da kendi başınıza bir iş kurmak…Bunlara odaklanın.

Not 11: Türkiye %13 tasarruf oranıyla içinde bulunduğu ülkeler kulvarının %30luk ortalama tasarruf eğiliminin çok altında olduğu ve giderek tüketilebilir gelir eğiliminde düştüğü-gelir adaletsizliğinin ise arttığı bir ülke. Reel geliri artırıcı ÜRETİM teşvik-tedbirleri  uygulanmalı.

Not 12: “Beni şeref ve haysiyetime verdiğim değerden dolayı, isterim ki öldüğümde  mezarıma dikine, ayaklarımın üzerine gömsünler” der bir alim.

İnsanlık şerefini, haysiyetini yitirmiş vicdan yerlerde, ahlak mefta, kurumlar çökmüş…Türk milleti kurban olmamak için her türlü tedbiri almalıdır.

Not 13: Şimdi bu vicdansız kadın, Azra Kohen aydın mı? Ulan katiller çadırları bombalıyor, bebek öldürüyor. Azra Hanım’ın yaptığı savunmaya bak! Ölen şehit  Filistinlilerin annelerini suçluyor. Bu ne aymazlık… Az sonra yayınevinden savunma mesajı gelir, peşinden de yanlış anlaşıldık bla bla blası. Her geçen gün daha çok tiksiniyorum bu camiadan!

Not 14: İsrail mesele değildir. İsrail öfkemize dahi layık değildir. İsrail hiçbir şey değildir. Gerçek katil, bebek katili, insanlığın katili, umudun katili, adı batasıca katil, haydut Amerika'dır. Küçük şeytanı taşlarken büyük şeytanı görmüyoruz. Kahrolsun Amerika ve onun bölgesel uşakları!

Not 15: Türkiye’de tasarrufa etki eden üç temel unsur:

Ev sahibi olma,

Otomobil sahibi olma,

Çocuk.

2.1 lik Altın Oran’nın altına inmiş, 1.4 lük doğurganlık oranı ile çocuk devreden çıkmış. Toplumun %80’i için bu ev-araba fiyatları uçuk rakam.

Otomotivde ÖTV indirimi tasarrufu teşvik eder.

Not 16: Sosyal medyanın lay lay lom platformları da çok öğretici bugünlerde...

"Refah'ta katliam var" yazısı koy...

Görev tamam!

Sonra eskisi gibi devam edebilirsin!

Gelsin Paris gezileri; gelsin aksırıncaya tıksırıncaya kadar yemek yeme öyküleri...

Şizofrenik gelmiyor mu, itiraf edin!

Biliyorum, hayat devam ediyor, diyeceksiniz.

Peki içimizdeki ses niye "Artık böyle devam edemeyiz" diye fısıldayıp duruyor?

Gazze'ye bakıp içimiz yanıyorsa, bir yandan da dünyanın cilasına kanmak için daha nereye kadar çırpınabiliriz?

Not 17: "Yani neden çalışıyoruz ki? Sadece daha fazla şey satın almak için mi? Yediğimiz dondurmaları ve giydiğimiz spor ayakkabıları hak ettiğimize bizi inandıran ne?" Bu sözler üzerine Margaret elindeki kahve bardağını sehpaya koydu ve işe gitmeyi bıraktığımızda olacaklardan korktuğumuz için hepimizin sabahları işe gittiğini söyledi. (DOUGLAS COUPLAND / X Kuşağı)

Not 18: Doğum oranlarının düşüşünde çözüm yanlış yerlerde aranıyor. Sorun ekonomik değil. Ekonomik olsa en düşük gelir grubu en fazla çocuğa sahip olmaz. Sorun sosyolojik. Altında yatan şeyse sosyal medya. İnsanlar çok fazla alternatifleri olduğuna inanıyor.

Not 19: Çalışanlara zam yapılmamalı demiyorum. Fakat yapılacaksa yapılan zam oranı kadar üretimde artış olmak zorunda.

Yoksa filmi yine başa sararız. Bundan yorulmadık mı? Hızla 90'lı yıllara geri gidiyoruz.

Not 20: Sosyal medya, ALGI YÖNETİMİnin bir savaş alanıdır. Stanford Üniversitesi ”İnsan Davranışları Enstitüsü”nün 40 yıllık araştırma raporuna göre insanlar sadece %6 mantıklı, %94 bilinçaltı etkilerle karar verir.

Not 21: Güzel vatanımızın her bölgesinde yetişen ve şifa kaynağı olan siyah-beyaz dutların tam zamanı. Bir dostumun bahçesinde “mor-lacivert”  cinsini de gördüm. Şimdi tazesini kışın ise özütünü sağlık için tüketiniz.

Not 22: Ne söylerseniz söyleyin, insanlar çoğu zaman ne anlamak istiyorlarsa onu anlıyorlar.

Not 23: Ya Rabbi / Gönlümdeki boşluğu sevdiğin baki şeylerle doldur.

Ben ne koydumsa / çürüdü gitti.

Not 24: Her şeye sarılan ilgileri, ruhlarının boşluğunu ve sevgi yoksulluklarını kapayan bir örtüdür.

OBLOMOV, İ. A. GONÇAROV

Not 25: Her duydukları şey üzerinden inceden inceye fikir yürütürler, ama aslında hiçbir şeyle de candan ilgilendikleri yoktur. Ha böyle gürültü patırtı etmişler, ha uyumuşlar, hepsi bir. Konuştukları şeyler kiralanmış elbiseler gibi, kendi malları değildir.

OBLOMOV, İ. A. GONÇAROV

Not 26: Bir tekinde bile sakin, berrak bakışlı göz yok. Herkes birbirine hastalıkların en korkuncu olan can sıkıntısını aşılıyor, herkes dertler içinde bir şeyler arıyor. Nerede bir arkadaşları başarı kazansa, betleri benizleri soluyor.

OBLOMOV, İ. A. GONÇAROV

Not 27: Hem derin devlet onu kullanıyordu; hem de o derin devleti kullanıyordu.

Eşinin siyasi gücünü paraya tahvil etmeyi başaran, dönemin mafyasıyla omuz omuza vererek, önemli yolsuzluklara imza atmış önemsiz bir şahsiyetti.

Tansu Çiller’in kocası ölmüş.

Not 28: "Sürekli gece, sürekli kış, sürekli ölüm yoktur."

Sezai Karakoç

Not 29: Sığ bir muhitte,

derinlik arayışında bir insan olmak

çok zordur.

Not 30: Nimet, insana gaflet verir; şükür uyandırır.

Not 31: Der misin ki bir gün;

“İnşallah çok bekletmedim seni.”

Cahit Zarifoğlu

Not 32: Onca sevgiye rağmen kalbi filizlenmemişse, toprağı sen değilsindir. 

Cahit Zarifoğlu

Not 33: Yaz sıcağı bastırdı

Kar eridi,

ben susadım;

hiç bu kadar öksüz olmadım. Turgay Kantürk

Not 34: Julie Reshe, ‘Negative Psychoanalysis for the Living Dead’ adlı kitabında, keder, üzüntü, ıstırap veya travma gibi olumsuz şeyler hakkında sadece onları iyileştirme veya semptomlarını hafifletme bağlamında konuştuğumuzu, yani aslında onlar hakkında asla konuşmadığımız anlamına geldiğini yazmış. Sanki tüm bu olumsuz şeylerden kaçarak kurtulabilirmişiz gibi. Üzüntü mü hissediyorsun, tersini düşün ve kendine telkinde bulun, toksik pozitiflik... Ya da günümüzde baskın iyileşme yolu, negatif düşünceleri pozitif olanlarla değiştirme. Düşünme tarzını değiştirince seni üzen şey de kaybolur. İşe yaramıyor mu, travmanı silme seçeneği mevcut. Her şeyin kolayı var, tıpkı TV dizilerindeki gibi. Sorunlardan çok onlarla başa çıkma stratejilerine kafa yoruyor.

Not 35: İnsanları birbirlerine ve diğer canlılara bağlayan o görünmez bağlar olmadığında kişi dünyayla baş edemez, başkalarıyla nasıl ilişki kuracağını bilemez, iyicil ve kötücül fantezilerin içinde kaybolur. Benliğini oluşturan parçaları bir bütün olarak tutan bağlar zamanla kopar. Neoliberalizm, kopan bu bağları tüketime bağlayarak varlığını sürdürür, utanç ve hasetle...

Not 36: Heinz Hartmann‘ın ‘Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu’ adlı kitabında Freud’un şu sözüne rastlamıştım: "Dürtüsel yatkınlıklarımız ve çevremiz göz önüne alındığında, diğer insanlara duyduğumuz sevgi, insanoğlunun varlığını sürdürmesi açısından en az teknoloji kadar vazgeçilmez sayılmalıdır." Teknolojiye verilen önem artarken, ötekine duyulan sevginin azalması, hatta insan sevmezliğin, mizantropinin bir salgın gibi yayılışı, uygarlık krizini derinleştiriyor.

Kapitalizm, sevgi yerine artı değeri artı zevke dönüştüren bir toplumsallaşmayı yaygınlaştırıyor, eğlen ve zevk al emri uyarınca. Sevgi yerine artı değer ve artı zevk öne çıkınca, bastırılan anlamsızlık ve boşluk duyguları, yaygınlaşan depresyon ve kaygı, kaçınılmaz.

Sivri Dil