Fakirler lütfen fakirliklerini bilsin, zenginler daha da zenginleşmek zorunda çünkü ülkemizde. Fakirin sırtından kamçıyı, zenginin cebinden vergi affını ve geçiş garantisini esirgemeyen bir idareyle karşı karşıyız. Ellerindeki her imkânı “Bundan nasıl sakal çözeriz?” diyerek kendilerince değerlendiren, ballı ihalelerle, çakarlı araçlarla, çöken ve çöküntü olmayı kendine tek ilke olarak seçmiş bir idare bu. İdare, yönetim bile değil. Günü geçirmesi onun için yeterli. Bir sonraki gün nasıl olsa daha da fazla yalanla dolanla o gün de geçer. Günler bitince ne olur, onu da bilemiyoruz. Büyük ihtimalle bizi idare edenler yine yolunu bulup ortalıktan sıvışır, biz kıçımız açıkta dımdızlak ortada kalırız. 

Malum dış borç şahlandı. Paramız pul oldu, gözünden lazer atan bakanların “Daha düşmez zaten dipte” demesine rağmen dünyanın en feci enflasyonuna (Neyse ki bizden beter Venezuela var) maruz kalıyoruz. O sırada vatandaşa ölümden sonra hayat güzelleniyor. Bu dünyada yaşanan fakirlik din soslu bir şekilde övülüyor. Öven kurumun bütçesine de dikkat. Bir sürü bakanlıktan daha fazla bütçesi var ve görevi topluma fakirliğin güzelliğini anlatmak. Zaten böyle bir görev ucuza da yapılmaz.

- [ ] En orijinal hülyalı olanı en bitkisel olanı. Sayın Bakan Nebati. Eline tutuşturulan kağıtı ilk defa okuduğu belli. İngilizcesi de olmayınca böyle komiklikler ortaya çıkarıyor. Gerçi doktorası var ya. Nasıl doktoraysa. Akademinin çöktüğünün delilidir resmen Nebati. İngilizce yok, sıfır bilgi, sıfır öngörü. Ve bu insan üniversite bitirip doktora yapmış. Tüm akademik ünvanlar tekrar değerlendirilmeli bir sonraki farklı iktidarda. Gelelim Nebatinin ekonomi teorilerine.

İktisat okulları arasındaki farklılıklar iki bağlamda ele alınabilir: yöntemsel ve ideolojik farklılıklar. Ortodoks iktisat veya Anaakım İktisat olarak bilinen Neo-Klasik Okul ve türevleri yöntemsel olarak “rasyonalite - bireycilik – denge” ekseninde temellenirken heterodoks iktisat okulları “toplumsal yapı ve kurumlar – sınıfsal ve toplumsal analiz – dengesizlik” ekseninde yer alırlar. “Hocam, ne diyorsunuz? Sizi de Nebati gibi hiç anlamadık.” Hemen açıklayayım: Neo-Klasik Okul ve türevleri bütün insanların kendi çıkarlarını en yüksek seviyeye çıkartacak akılcı kararlar aldığını, bunun temelinde her insanın hiçbir ahlâki, kültürel, dini veya toplumsal değerle değil sadece kendi bencil amaçlarıyla davranışlarını belirlediği, bu sayede kapitalist ekonomi düzeninin her zaman dengede olacağını, yani herkes için en idealin denetimsiz ve kontrolsüz bir serbest piyasa ekonomisinin olduğunu varsayar. Heterodoks iktisat okulları ise, kendi aralarında çok farklılık içermelerine rağmen, insanların kendi kafalarına göre değil içlerinde bulundukları toplumsal yapı ve kurumların (idare sistemi, bürokrasi, din, gelenekler ve kültür) belirlediği kural ve mantıkla karar aldığını,  bu yüzden iktisadi olgu ve süreçlerin insanların içinde bulunduğu sınıftan (işçi, çiftçi, sermayedar, toprak sahibi girişimci ve rantiye)  ve toplumsal yapıdan (tarım veya sanayi toplumu, şehirli ve köylü toplumu, Batılı veya Doğulu gibi) kaynaklandığını, iktisadi yapının dengeden çok dengesizlik içeren dinamik bir süreçle daha doğru anlaşılabileceğini varsayar. 

Sayın Nebati’nin bahsettiği nöro ekonomi iktisat modellemesinde kullanılan bir matematiksel ve bilişsel yöntemdir, köklü varsayımlara dayalı bir teori olarak kabul edilmez hatta nöro ekonomi daha çok Ortodoks iktisat taraftarlarınca kullanılır. Davranışsal iktisat dediğimiz de birbirinden farklı amaç ve yöntemlere dayalı bir akademik makaleler toplamıdır. Böyle bir iktisat okulunun var olması için gerekli yöntem ve düşünce birliğine sahip değildir.

İdeolojik olarak farklılıklara gelince… Ortodoks iktisat veya Neo-Klasik Okul ve türevleri, dışarıdan hiçbir müdahale olmadığı, yani devletin hiçbir politika uygulamadığı ve dış ekonomiden gelen şokların bulunmadığı durumda, serbest piyasa ekonomisinin kendiliğinden dengeli ve istikrarlı bir büyüme sağlayabileceğini savunur. Bütün farklılıklarına rağmen heterodoks iktisat okulları kapitalist üretim biçiminin ve serbest piyasa ekonomisinin kendiliğinden dengeli ve istikrarlı bir büyüme sağlayamayacağını, hatta kontrolsüz ve denetimsiz kapitalizmin krizleri ve eşitsizliği doğuran ve onlardan beslenen dengesiz bir süreç olduğunu savunurlar. Bu yüzden de ekonomiye az ya da çok devlet müdahalesini öngörürler.

Heterodoks istikrar politikası ise, her istikrar politikasında olduğu gibi, enflasyonu düşürmeyi amaçlayan ve Ortodoks iktisatçıların savunduğu iki farklı politikadan birisidir. Ortodoks istikrar politikası enflasyonu düşürmek için sıkı para ve sıkı maliye politikasını önerirken heterodoks istikrar politikası sıkı maliye ve sıkı para politikası ile birlikte (enflasyon beklentilerini kırmak için) fiyat kontrollerinin de gerekli olduğunu söyler.

Sayın Nebati ve önceki Hazine Bakanları kapı kapı dolaşıp yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek için her türlü kulisi yapmışlar, yabancı sermayeye her türlü kolaylığın sağlanacağını da taahhüt etmişlerdir. Önemli bir noktada, AK Parti hükümetleri hiçbir zaman işçi sınıfı ve sendikal haklara yönelik bir politika geliştirmemişler, planlı ekonomiden yana olmak şöyle dursun, mevcut planlama teşkilatını da (DPT) lağvetmişlerdir. Bütün bu görüş ve uygulamalara bakarak AK Parti’nin ideolojik olarak hiç de heterodoks olmadığını, bilakis, bütün düşünce ve uygulamalarıyla Ortodoks iktisadın en güzide temsilcisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Haydi diyelim ki, Sayın Nebati ve onun danışmanları heterodoks iktisatla heterodoks istikrar programını karıştırıyorlar. O zaman Türkiye Ekonomi Modeli heterodoks bir istikrar programı mıdır?

Türkiye Ekonomi Modeli açıklandığı dönemde yeni atanmış Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin açıklamalarına göre bu model, zayıf Türk Lirası anlayışına dayanıyordu. Zayıf Türk Lirasına dayanmasından anlamamız gereken, aslında hızla yükselen dolar/TL kurundaki bu seyrin kurda kontrolün elden kaçmadığını ima etmesi ve bu durumun oldukça bilinçli bir tercih olduğunu göstermesiydi. Bu bilinç ise dış ticaret ve cari açığın seyrini değiştirecek bir bilinçti. Yeni ekonomi modeline göre kurdaki artışlarla Türkiye’nin ucuzlayan para birimiyle ihracat artacak, ithalat da azalacaktı. Üstelik ucuzlayan iş gücü ile birlikte Türkiye’ye yatırım daha cazip hale gelecekti. Böylelikle daha az ithalat daha fazla ihracat ile Türkiye’de daha fazla döviz kalacak ve cari açık yerini cari fazlaya bırakacaktı. Dövizin fazlalaşmasıyla da kurlar düşecek, enflasyon sorunu da ortadan kalkacaktı. O nedenle yeni model ihracat yapıp ithalatı azaltma ve önce dış ticaret fazlası verme iddiası olan bir modeldi. İstatistikler ise bu durumu desteklemedi.

Önce 2021 Aralık ayında rekor sayılabilecek bir dış ticaret açığı gerçekleşti ve açık 6,8 milyar dolar oldu. 2022 Ocak ayında ise yeni bir dış ticaret açığı rekoru geldi ve aylık olarak 10,3 milyar dolar açık gerçekleşti. Şubat, Mart ve Nisan aylarında görece daha düşük açıklar görülürken dış ticaret açığı hiçbir şekilde fazlaya geçmedi. Mayıs ayında ise üçüncü kez rekor kırıldı ve dış ticaret açığı 10,6 milyar dolar oldu. Dördüncü rekor ise Temmuz ayında gerçekleşti ve aylık açık 10,7 milyar dolar oldu. Ve son olarak geçen hafta açıklanan dış ticaret istatistiklerine göre yeni bir rekor daha geldi ve Ağustos ayı dış ticaret açığı 11,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ocak- Ağustos döneminde ihracat yüzde 18,2 oranında artarken, ithalat yüzde 40,1 oranında artmış oldu. Dünyada hızla yükselen enerji fiyatlarını göz önüne alıp enerji ve altını çıkarıp bakıldığında da hala ithalattaki artışın ihracattan daha fazla olduğu görülüyor. Ağustos ayında ithalat yüzde 16,6 artarken ihracat yüzde 9,3 oranında artmış durumda. Tüm bu istatistikler bize dış ticaret hedeflerinin şu ana kadar fiyasko ile sonuçlandığını gösteriyor.

Heteredoks istikrar politikası sıkı maliye ve sıkı para politikası ile birlikte (enflasyon beklentilerini kırmak için) fiyat kontrollerinin de uygulandığı bir politikalar bütünüdür. Fiyat kontrolleri ile kasıt çoğunlukla kurun belli bir süre için sabitlenmesidir. Bazı durumlarda ücret ve kiralar, hatta bazı temel tüketim malı ve hammadde fiyatları da belli bir süre için sabitlenebilir. Buradaki amaç, enflasyon beklentilerini kırmak ve toplumda enflasyonla mücadele programının başarılı olacağı kanaatini pekiştirmektir. KKM uygulaması ile kurlar üzerinde kısmî kontrol sağlanması dışında Türkiye Ekonomi Modelinin heterodoks istikrar politikası ile uzaktan yakından alakası yoktur. Para ve maliye politikaları ters yönlü işletilirken, politikanın hedefi de enflasyonu düşürmek değildir.

Pekiyi o zaman bu politika ne politikasıdır? Merkez Bankası politika faizi indirimlerine ve karşılıksız sınırsız para arzına, basımına dayalı politika uygulamalarının herhangi bir ekonomik modele dayanmadığını, ana akım veya muhalif bilinen hiçbir iktisat okulundan feyz almadığını, sadece siyasi başarı hedefiyle kotarılan politikalar olduğu gayet açık ve nettir. Ve bu saçma sapan politikanın tüm ömrü en fazla seçime kadardır; o da sürdürülebilirse. Seçimden sonrası? Tabii ki buzul çağı. Hiperenflasyon eşliğinde küçülme, daralma. Yani slumpflasyon. Bugün zor, yarın daha zor olacak. Belki uzun vadede gelecek muhteşem olacak. Ve fakat kim öle kim kala. Siz yarın ölmeyin de.. Gerisi hayırlısı.

En basiti şöyle kiralık ev haberlerine, dükkan ilanlarına şöyle bir göz gezdirin. Bizi nelerin beklediğini hatta çukurun tam ortasında olduğumuzu anlarsınız. Tabii çukurun dibi yok.Hani hep "bu artık enflasyon, pahalılık sorunu falan değil, basbayağı insan ve ahlak sorunudur" dediğim nokta!..
Kiralık daire için aranan şartlar arasına maaş bordrosu ve kredi notunu eklemişler.
İstenen peşin kira ve aidat bedellerini hiç açmayayım...
Yuh diyor musunuz?
Demiyorsunuz, çünkü bu anormallikler hepimize normal gelmeye başladı.
İşin fena yanı bu...

Oysa daha dört beş yıl öncesine kadar "kimse kimsenin özel bilgilerini sorgulayamaz" diye atıp tutuyorduk.
Açtım, kiralık daire ve dükkan ilanlarına bakmaya başladım ve sinirim tepeme çıktı.
Şunu uzatmadan söyleyeyim.
Geldiğimiz noktadan hızla dönmeliyiz.

Başka bir hülyalı bakanımız daha  var, fizik kanunlarına, matematiğe genelde hepsi düşman zaten. Bakanımız diyor ki ‘memleketteki tüm teröristlerin ayakkabı numarasına kadar bilgi sahibiyiz.’ Bu bilgiler eşliğinde yapılan terör saldırısının 12-13 saat motor takılmış paraşütle uçarak ülkemizin sınırlarının içine sızan teröristlerden, dakika hassasiyetinde haberdar ediyor bizler. Heyhat, dakikası dakikasına bilinen, havada 12-13 saat uçarak ülkemizin içine sızanları kimse göremiyor, engelleyemiyor. Neyse başka sefere…

Milletçe sert yaşam şartlarından ötürü vahşi hayvanlara dönüşmüş bir toplum olduk zaten. Herkes hakkını kaba kuvvetle aramak istiyor. Çünkü bir yaptırımı yok. Artık kötülük yapanın yanına tamamen kâr kalıyor. Kötülük memleketteki tek geçer akçe oluyor. Tüm kötüler kol kola, fotoğraf albümlerinde hepsi bir yerde. Çünkü gerçek kötülük bunu gerektirir. Garibanın da zaten belasını hayat şartları ve diğer kötüler veriyor. Adam kayıra kayıra kötülüğün bir parçası oluyor hayatta kalmak isteyen her açgözlü vatandaş. Lüks hayatlar yaşanırken, sıradan hayatlar ellerimizden kayıyor, gidiyor.

 Son söz: Adam öldürmenin sinek öldürmek kadar kolaylaştığı ülkemden başka ülkelere, başka başka şehirlere göç edenlere, özelde de gençlere kızmayın. Kendisine bahşedilen yaşamak, düşünmek, öğrenmek, sevmek hakkını bulamadığı topraklardan ayrılmak asla vatan hainliği değildir.

Not 1: Karşılaştığı yalanlar ve ikiyüzlülükler tabiatını baştan aşağı şekillendirmiş, düşünme tarzını tümden tayin etmiş, dimağında ve mizacında kötücül ve yaralayıcı bir tesir bırakmıştır. ( THOMAS BERNHARD / Neden )

Not 2: AKP'nin, ciddi oy kaybedeceğini bile bile sansür yasasını çıkarması, acaba başka bir durum mu var diye düşündürüyor.

Mesela bir SAVAŞ mı yaklaşıyor?

Sansür yasası, bunun için mi lazım?

Not 3: Biliniyor: AKP sağlık başlığında oy oranını artırmıştı…
İşte o yüzden seçim sathında hekimlerin maaşları diğer kamu çalışanlarına kıyasla son temmuz zamları ile artırıldı. Yetmedi, cumhuriyet tarihinde görülmemiş oranda sağlık çalışanı alınacağı ilan edildi. Sağlık Bakanı “Yıl sonuna kadar 85 bin kadro açılacağını” söylemekle kalmadı şöyle devam etti: “Bu sayı bazı ülkelerin nüfusundan fazla.”
Atın ölümü arpadan, AKP’nin sonu sağlıktan mı olacak ne! Bu telaş boşuna değil...
Seçim sathında, hükümetin sağlık başlığındaki açmazlarına dair, muhalefetin halkın sesine tercüman olabilme kapasitesi ise işin bam teli.

Not 4: Edebiyatta ego savaşları hem beden hem de ürün noktasında kıyasıya süren bir var olma mücadelesidir. Vücudunu ortadan kaldıramadığın bir yazar, şair ya da sanatçıyı en kestirme öldürme biçimi onu yapıp ettikleriyle yok saymak ve görmezden gelmektir. Edebiyatta egoya dayalı sürekli başkasını kenara itip öne geçme çabalarını bu anlamda ömrünü olabildiğince uzatma biçimi olarak görebiliriz. Bu tip edebiyatçılar hep kendilerinden bahsedilsin isterler. Bunun için en büyük engel nitelikli başkalarıdır. Onların marifetini görünmez kılmak için başta karartma uygulama olmak üzere her çareye başvururlar. Nitelikli başkalarının yaşama belirtisine bile gönülleri razı olmaz. Sanki gizli gizli onların yazdıkları nitelikli metinler ve güzel işlerin üzerine ölü toprağı serpiyor gibidirler.

Ben zaman olsam bu şöhret budalalarını yaşadıkları zamanın tozu dumanı içerisinde bir başına bırakırdım. Kaderin hükmüne razı olmadıkları için bir de onları gerisin geri toyluk zamanlarına geri gönderir, nereden gelip nereye gittiklerini görmelerini sağlardım. Kendi ömürlerini uzatmak için nasıl başkalarının ömürlerinden yemeye kalktıklarının hesabını unutulma cezası vererek sorardım. Sükût ormanına fırlattıkları cesetlerin nasıl dirilip bir gün ayağa kalktıklarına gözleriyle tanık olmalarını isterdim. Tabii ki ben olsaydım; ne yazık ki ben değilim! 

Not 5: Bu yerlerin havası ağacığım / Bize yaramadı. / Gün be gün zayıflıyoruz / Ne üst ne baş kaldı. / Sen her gün akşama kadar ağacığım / Anaya hasret, babaya hasret, / Ekmeğe, insan yüzüne, / Sokaklara hasret. / Lavanta kokuları gelir uzak mahallelerden, / Yel estikçe sıra sıra kavaklar sallanır, / Bir fakirlik, bir yalnızlık, bir gurbet / İnsan nasıl olsa katlanır. / Türkiye uçsuz bucaksız ağacığım! / Bu yerlerin havası bize yaramadı, / Kalkıp başka şehirlere gidelim artık / Çare kalmadı.
Cahit Külebi

Not 6: Bir evi olsun ister
Bir de içmeyen kocası
Tanrı ne verirse geçinir gider
Yeter ki mutlu olsun yuvası
Alpay - Fabrika kızı