Antik Yunan felsefesinin babası olarak kabul edilen Sokrates, öğrencisi Platon tarafından yazılan diyaloglarda, demokrasi hakkında derin endişelere ve pesimizme sahip biri olarak tasvir edilir. Platon'un 10 kitaptan oluşan meşhur Cumhuriyet (Republic) isimli eserinin 6. kitabında Sokrates, Ademantus isimli bir diğer karakter ile demokrasi hakkında sohbet eder. Sokrates bu kısımda Ademantus'a demokrasinin eksiklerini ve hatalarını göstermeye ve anlatmaya çalışır. Bunu yapmak için Sokrates, toplumu bir gemiye benzetir. Sokrates şöyle sorar: Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?
Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir: Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?” SOKRATES
Sokrates'in bahsetmeye çalıştığı şey, seçimlerde oy kullanmanın bir "yetenek" olduğudur. Sokrates'e göre oy kullanmak, "rastgele bir sezgi" olarak görülemez. Dolayısıyla oy kullanmanın da, diğer her yetenek gibi insanlara sonradan, dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekmektedir. Yeterli donanıma ve eğitime sahip olmaksızın insanlara oy kullanma hakkının tanınması, yeterli donanım ve eğitime sahip olmayanlara fırtınalı bir havada yolculuk yapacak bir geminin kontrolünün kime teslim edileceği kararını alma yetkisi vermekle aynıdır.
Maalesef ki ne maalesef bu ülkenin 20 yaş altı gençlerinin geleceği ile ilgili kararı, fizyolojik olarak çok geleceği olmayan, düşünme-muhakame etme yetisinden uzak 70 yaş üzeri insanların ve bu ülkede hiç yaşamayan gurbetcilerimiz verecek.
Son söz: Demokrasi en büyük yalandır. Gelişmiş toplumlar ve aklı selim olanlar ile sağlıklı bir demokrasi mümkündür. Bu nedenle Ortadoğu’da ve dünyanın çoğunluğunda demokrasi mümkün değildir ve bir aldatmacadan ibarettir. Taşkesinlioğlu ailesinin birinin milletvekili, diğerinin SPK başkanı, gelinlerinin il milli eğitim müdürü; diğer yanda Sayan ailesinin biri milletvekili, diğeri BTK başkanı; öbür taraftan Kavakçı ailesinin mariam dahil durumu ortada. Eğer demokrasi böylesi vasıfsız, ahlaksız, yolsuz ve hırsız insan modeline yataklık ve yaltaklan ediyorsa insan kahrolsun demokrasi demesin de ne desin.
Not 1: Türkiye'de cehaletten bol birşey yok. Özellikle 60 yaş üstü çoğu insan boşuna nefes alıyor. Oksijen israfı hepsi neredeyse.
Not 2: Lümpenleşme evvelâ, hiçbir norm tanımayan tüketimde patladı. Bu lümpenleşmenin en esrik ve taşkın evresiydi. Kredi kapitalizminin imkânları bunu kolaylaştırdı. Ama herşey bununla sınırlı kalmadı. Lümpenleşmeler, her nev’i- dinî veyâ seküler - kültürel cemaatleşmeyle yoğunlaştı. Dindarlar burada büyük bir pay kaptıkları için sevindiler. Hâlbuki dine dönüş bu lümpenleşmenin içinde yaşanıyordu. Kamusal hayâtın kültürelleşmesi eski dâvâları yeniden alevlendirdi. Dâhilîlik-hâricîlik, dâhilîlik-dâhilî hâricîlik (dâhilî bedhahlık) refleksleri keskinleşti. Tüketimin morfolojik kodları bunu daha da biledi ve jilet kıvamına getirdi. Şu aralar, yaşanan ağır krizlerle berâber ortaya çıkan tüketim eksiklikleri esrikliği sona erdiriyor, ayılıyoruz. Ama bu ayılma şuurlanma değil; tam tersine hınç yüklü…
Not 3: Babaları bebekken ölen çocuklar, bilebildiğim kadarıyla diğerlerinden daha geri olmuyorlar. Kuşkusuz ideal baba, hiç olmamasından çok daha iyidir ama babaların birçoğu ideal olmaktan öylesine uzaklar ki olmamaları belki de çocuklar için bir kazanım.
Evlilik ve Ahlak, B.Russell
Not 4: “İnsanlar öyle eğitim görmelidir ki, aptal, boş, inançlı ve bilgisiz olabilsin. Bu şart şimdi okullarda gerçekleştirilmekte.”
Evlilik ve Ahlak, Bertrand Russell
Not 5: Nietzsche'ye göre Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu döneminde yaşamış korkak kölelerin zihninde şekillenmişti. Dağların doruklarına tırmanmaya cesareti olmayan bu köleler alçak yerlerin çok daha keyifli olduğunu iddia ederek kendilerini avutacak bir felsefe oluşturmuşlardı. Güçsüzlüğün adı "iyilik", sünepeliğin adı "iyi huyluluk", düşmana boyun eğmenin adı "itaatkârlık" ve Nietzsche'nin deyişiyle, "intikam almaktan aciz olma"nın adı "affedicilik" olmuştu.
Felsefenin Tesellisi, Alain de Botton
Not 6: Büyük Engizitörler ve diktatörler kendi düzenlerini oluştururken insanların kuzu olduğu fikrine dayanmışlardır. Dahası, insanların "kuzu" ya da "koyun" olduğu, bu nedenle kendileri adına karar verecek önderlere gereksinme duydukları inancı yüzünden önderler de şuna içten inanmışlardır: Kendileri, insanlara istediklerini verdiklerinde —acı
olsa da— ahlaksal bir görevi yerine getirmekte, insanların omuzlarından sorumluluk ve
özgürlük yükünü almaktadırlar.
Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Erich Fromm
Not 7: Türkiye'de devletin ne kadar kötü yönetildiğinin ispatlarından birisi de, marketlere gelen POŞET BEYANI.
Saçmalığa bak!
Madem poşet az kullanılsın isteniyor, üretim aşamasında basarsın anormal bir KDV, iş biter.
Marketçinin işi yok, beyan hazırlayacak poşete.
Not 8: Kapitalist ideoloji, tüm toplumu dayattığı popüler kültür vasatlığında eşitliyor. Tektipçi olmakla biteviye suçladıkları SSCB’nin yanına dahi yaklaşamayacakları bir diktatörlükle hepimizi barbarlığa sürüklüyor kapitalizm. Yoksullar hep bir ağızdan haykırıyor! ‘Okudun da ne oldu?’ Eğer direnen ve inatla mücadeleye tutunan insanlar olmasaydı muhtemelen pek çok gerçekten bihaber olacak ve kendi yaşam hikâyemizden uzaklaşacaktık. Okuduk ve bu oldu.
Not 9: Ukrayna savaşına milyarlarca Avro para yatıran İrlanda, vatandaşlarını uzun bekleme listelerinin gölgesinde ölüme terk etti. Doktor göçü ve desteklenmeyen kamusal sağlık hizmeti tek bir şeye işaret ediyor: ‘Parası olan sağlık hizmeti alsın’ diyorlar. ‘Ne var canım, yıllarca bekleyeceğine özel hastaneye 100 Avro ver kurtul’ söylemi bir veba gibi hızla yayılıyor. Eğer bir deri hastalığından mustaripseniz sakın kamu hastanesine gitmeyin. Bugün başvurduğunuzda sadece muayene için size muhtemelen 2025 yılına randevu verecekler.
İrlanda’da hastaneler ağırlıklı olarak kilisenin kontrolünde, İrlanda’da kamudaki yığılmayı karşılayabilecek doktor yok! Neden? Bu çok uzun bir makalenin konusu ve okurları köşe yazısının kapsamını aşarak esir almak istemiyorum. İşçi sınıfını doktorsuz bırakıyorlar, çünkü patronları daha çok zengin etmek istiyorlar. Ve emperyalist güçler Türkiye gibi ülkelerin sağlık sistemlerine bir kene gibi yapışarak, kendilerini pahalı sağlık eğitiminin yükünden kurtarmaya çalışıyorlar. Dev medya tekellerinin yurt dışı reklamlarını (haberlerini değil) geniş yönlü olarak ele almak zorundayız. Doktor transferi çok kârlı bir iş, elbette reklamı yapılacak.
Koalisyon hükümetinde başbakanlık görevine hazırlanan Fine Gael lideri Leo Varadkar, enflasyonun %9,1 seviyesine ulaştığını ve bunun 38 yılın en yüksek oranı olduğunu söyledi. Enflasyon oranındaki bu yükseliş bir zirve noktası mı? Belli değil.4 Yine İngiltere’de 2010 yılında 66 gıda bankası varken bugün en az 2000 tane var. Bu rakam ülkedeki McDonald’s şubelerinden bile daha fazla.
Cumhuriyet nedir? Her şeyden önce insanın yurttaş olabilmesi ve sınıf ayrımı olmadan eşit imkânlara ulaşabilmesidir. Bu yüzden artık burjuva cumhuryetlerinin sonuna geldik. Bu cumhuriyet anlayışı Michael D. Higgins’in söylediği gibi yoksul İrlandalılara başlarını sokabilecekleri bir ev veremiyor. Öğrencilerini yurtlar inşa etmek yerine sokağın ve sermayenin insafına terk ediyor. İşte bu yüzden cumhuriyetimiz, bizim büyük büyük başarısızlığımızı temsil ediyor.
Anlatılan yer sanki bizim ülkeye de benziyor biraz değil mi!
Gazeteciler, doktorlar, öğretmenler, inşaat işçileri, göçmen-mülteciler ve tekstil fabrikasında direnen kadınlar; bizi birbirimize düşürmek isteyen bu alçak medya kuşatmasına rağmen sıkıca kol kola girip eşitlikçi o dünyayı yaratmak zorundayız. Aksi takdirde ömrümüzü bir ev alabilmek ya da hastane sırası beklerken tüketmemiz kaçınılmaz.
Not 10: Hırsızlar çalarken değil, paylaşırken kavga ederler.