“Yolsuzluğun olmadığı, yoksulluğun olamayacağı Türkiye’yi biz yaparız; şu an itibarıyla da onun hazırlığı içindeyiz” 

AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir açıklaması.. İnsan hayret bile edemiyor değil mi? O kadar trajikomik. 

Okuduğumda, “Acaba dinleyiciler bu cümleyi işittiklerinde ne düşünmüşlerdir?” sorusu zihnime takılıverdi. 
Cümleyi size de aktardım, sizler ne düşünürsünüz?
AK Parti 20 yıldır iktidarda.
İlk bunu düşündüm.
Hemen ardından da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, cumhurbaşkanı olarak başında bulunduğu ülkede yolsuzluk ve yoksulluğun varlığını kabullendiğini…

Parti kurulmuş ve iktidara yürürken, Tayyip Erdoğan ve kurucu arkadaşları, ‘3 Y’ adını verdikleri yanlışlıklarla -yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile- mücadele edeceklerini seçim kampanyalarında ısrarla kullanmışlardı.

O dönemde, seçimi kazanıp iktidara gelmeye hazırlandıkları ülkede, kitleler, ‘yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar’ ile mücadele edecek bir siyasi kadro bekleyişi içerisindeydiler.

Kampanya o bekleyişe cevap vermekteydi.
Aradan koskoca bir 20 yıl geçmiş, AK Parti’nin lideri şimdi de Tayyip Erdoğan ve gençlerin önünde o üç konudan ikisinin -yoksulluk ve yolsuzluğun- halen varlığını ülkede sürdürdüğü itiraf ediliyor…
“Şu an itibariyle” onlarla mücadeleye hazırlanıyorlarmış…

Ne anlaşılıyor şimdi Cumhurbaşkanı’nın söylediklerinden: 20 yıldır yönettikleri Türkiye’de yoksulluk da yolsuzluk ve rüşvet de var. Fakat bunu halledecek olan, yine kendileri. Bu görevi o kadar ciddiye alıyorlar ki, şu an itibarıyla hazırlıkları bile başlamış durumda.

2023’e yetişmeyecek, ha deyince bitmeyecek bir hazırlık söz konusu yani. 2053’ten 2071’e kadar yolu var daha. 

Aceleye ne gerek!
Hazırlık önemli, iyi hazırlanmadan çözülecek işler değil bunlar.
Rüşvet yemeye alışan; karar verdi, artık yemeyecek diyelim. Kolay mı, bir yılda nasıl bıraksın!

Yolsuzluğun müptelası; tedavi olmak istese terapisi 2053’e tamamlanmaz yahu, insaf! Boyacı küpü mü bu, içine batırıp çıkarasın.
AK Parti, üstelik prensipli bir iktidar; rüşvet ve yolsuzluk gibi yanlışlara bulaşan mensuplarını, bir kenara koyup yola öyle devam ediyor. Yakalayıp adalete teslim edecek hali yok bu saatten sonra.

Yoksulluğa gelince; ortadan kaldırmaktan vazgeçildiğine göre çaresi, birlikte yaşamaya alıştırmakta. O da sevabını övmek ve öbür dünyadaki büyük ödüle razı etmekle mümkün. Üç günlük telkinle olacak şey mi, zaman ister!

Türkiye iki yüz yıldır cari açık veriyor. İki yüz yıldır, takatinin üstünde cari açık verdiği için de iki yüz yıldır dış borçlara çok yüksek faiz ödüyor fakat Ak Parti dönemi bir istisna.
Borçlanma için ödenen yüksek faizler, Türkiye geri kalmışlığının temel sebeplerinden biridir.

Türkiye geçen yıl dış borçları için ortalama yıllık %5 faiz ödemiş olabilir. Faizler yükselme trendine girdiği için muhtemelen bu yıl %6, 2023’te %7 ve 2024’te de %8 ve 2025’te %9 civarında faiz ödenecek.
Rakamlara dökersek, tahminen, geçen yıl 21 Milyar dolar, bu yıl 25 Milyar dolar, seneye 30 milyar dolar, 2024’te de 35 Milyar dolar ve 2025’te 40 Milyar dolar.

Ya önümüzdeki beş yılda, dış borçlar için Türkiye toplamda 151 Milyar dolar faiz ödeyecek ya da Türkiye iflas edecek.
Ödenmekte olan faizlerin GSYH’ya oranı yaklaşık olarak %3,5 civarında gezinecek. Dünyada, aldığı dış borçlara GSYH’nın %3,5’i kadar faiz ödeyen ve iflas etmeyen ikinci bir ülke bilmiyorum.

Türkiye’nin faizli en az 420 Milyar dolar dış borcu var mı? Cevap: Var.
Bu dış borçlar içinde kamunun da borçları var mı? Cevap: Evet, 165 milyar dolar dış borç var.
O zaman bu faizleri kim ödüyor, diye sorsak şöyle bir cevap gelecektir: “Herkes kendi borcunun faizini ödüyor.” Yani özel sektör kuruluş ve şirketleri kendi borçlarının faizini, kamu kurum ve şirketleri de kendi borçlarının faizini ödüyor.
Sonuçta bu borçların faizi olan paralar Türkiye’den çıkıyor.
Eğer Türkiye’de bu faizleri ödeyecek para yoksa dış borç alınıyor.
Korkarım ki, eninde sonunda bütün dış borç faizlerini kamu üstlenip ödeyecek.
Nasıl mı?

Bütün özel sektör şirketlerini tek bir şirket ve bütün bankacılık ve finans sistemini de tek bir banka olduğunu varsayalım.
Özel sektörün dış borçlarını ödeyemediği durumda ne olur?
Banka, özel sektörün dış borçlarına kefil olduğu için önce bu borçları öder; sonra gider alacaklarını tahsil etmek için firma aleyhine kanuni tahsilat süreci başlatır.
Bu normal zamanlarda bile çok sık rastlanan bir olgudur.
Peki, bankalar yurtdışından aldıkları ve taahhüt ettikleri dış borçları ödeyemezse ne olur?
Cevap: Bankalar TMSF’ye geçer yani bir bakıma kamulaştırılır, kamu da bu bankalara para bularak dış borçların tamamını ve birikmiş faizlerini öder.
Peki, ödeyemezse ne olur? Cevap: Ülke resmen iflas eder.
Geçmişte yaklaşık olarak batan kırk Türk Bankası, kamulaştırılarak TMSF bünyesine geçmiş ve bütün yurt dışı taahhütleri ödenmiştir.

Görüldüğü gibi ülke içindeki bütün dış borçlar, bir kriz anında, borçluların kim olduğuna bakılmaksızın kamulaştırılmaktadır.
Türk ekonomi tarihinin bütün sorunlarının kök sebebi bu cari açık ve etkileridir. 

Şüphesiz cari açık verip durmamızın ana nedeni de ehliyet ve liyakate riayet etmeyen yolsuzluğa ve hırsızlığa boğazına kadar batmış politikacılarımız ve devlet erkanımızın gaflet ve delalet hatta kötü niyet peşinde ya da kendi öz çıkarlarını maksime etme yolunda çalışıp millete yüz çevirmeleridir.

Üçüncü konu olan ‘Y’ -yasaklar- ne durumda?
An itibariyle o da gündemde varlığını koruyor.
Gün geçmiyor ki, AK Partili il-ilçe belediyelerinin birinden, her yıl yapılmasına alışılmış festivallerin veya çeşitli örgütlerin davetiyle verilmek istenen konserlerin iptal edildiği haberi gelmesin…
Daha önemlisi de, Meclis’e AK Parti tarafından sunulmuş ve sunulduğu haliyle yasalaşırsa haberler ve yorumların anayasada öngörüldüğü serbestlik içerisinde insanlara ulaşmasını engelleyecek bir tasarının varlığı…

‘Dezenformasyon yasası’ adıyla reklamı yapılan, ancak meslek örgütlerinin ‘sansür yasası’ saydığı düzenleme ile ülkeye ‘yeni yasaklar’ gelmiş olacak.

Şunu bilelim: Yasa tasarıdaki haliyle daha önceleri olsaydı bir yıl içerisinde kamuoyunun bilgisi dahiline girmiş pek çok olaydan habersiz kalınacaktı.
Yolsuzluk ve yoksullukla ilgili haberlerden…

Yasaklar koymada üstümüze yok da maalesef Ülke değer üretmiyor... Çünkü ülkede BİLİM bile hor görülüp dışlanır olmuş.
2000’lerde yüksek teknoloji (yani kazandıran ürünler) ihracat oranımız %6,5 seviyelerinden bugünlerde %2,5 seviyelerine kadar geriledi. Ne mi ihraç ediyoruz: Daha çok hıyar ihraç ediyoruz! (Hıyar ihracatı semboliktir; katma değersiz ihracat açısından)

Bir ülkede bilim gidiyorsa bir ülkede akıl gidiyor demektir... Aklın gittiği yerde de kimse gelecek bir refah artışı beklemesin... Bu kadar basit.
Bunu biz istedik ve sonucunu yaşıyoruz.

Son söz: Home is where the heart is.


Not 1: Artık "dışarıda" orta halli bir restoranda yemek sinir bozucu hale gelmeye başladı.
Kapısında havalı biçimde "Trattoria" yazan bir yerde parmesanı geçtim ona benzer bir peynir bulmak bile zor artık.
Bir başkasında o leziz çıtır salata tabakları gitmiş, yerine minik ve soluk yeşillikler ve mayonez bulamaçları gelmiş.
Et lokantaları ve kebabçılardan hiç söz etmeyeyim, daha iyi.
Hesaplarsa enflasyonla uyumlu, uçuyorlar. Bu sistem bu maliyetlerle yürümez. İşletmeler için asıl zor zamanlar şimdi başlıyor. Serviste çalışanların endişeli gözleri her şeyi anlatıyor aslında.

Not 2: Çarşıya çorap almaya gidecek olsak bile tanıdık biri var mı yok mu diye etrafa soruyoruz.
Uç örnek verdiğimin farkındayım.
Daha ucuza almak değil aslında derdimiz. Biliyoruz ki bir tanıdık aracılığıyla gittiğimiz yerlerde pazarlık bile yapamayız.
İlgi istiyoruz, ayrıcalıklı ilgi istiyoruz aslında.
Gittiğimiz zaman başköşeye oturtulmak istiyoruz.
Birilerinin selamı ile gittiğimiz zaman daha pahalıya veriyorlar genelde ama yalan yok, ilgi de gösteriyorlar.
İşin tuhaf tarafı şu ki:
Çorap almak için bile birilerinin selamıyla gidiyoruz bir yerlere ama birilerinin selamıyla bir yerlere gelenlere de lanet okuyoruz.
Onlarla ilgili konuşurken en üst perdeden konuşuyor, kendimizi onlardan saymıyoruz ya da karşımızdakilere “ben onlar gibi değilim” demek istiyoruz. Ama her bulduğumuz fırsatta da ayrıcalıklı olmak için her yolu deniyoruz.

Not 3: Bir yönetici, yönettiği kurumda adil olmak istiyor. Adalet disiplininden ayrılmadan kurumunu yönetmek istiyor.
Adaletten ayrılınca çalışma barışını bozacağını, kimseye söz geçiremeyeceğini, insanlar arasında fitne fesadın yaygınlaşacağını ve buna da engel olamayacağını düşünüyor. 

Bu yöneticiye “yukarıdakilerin” sahip çıkması gerekli değil mi?
“İşini düzgün yapıyor, adaletten ayrılmıyor, işinin hakkını veriyor.” diye…
Tam tersi oluyor maalesef…
Yukarıda olanlardan beklenen olmuyor.

Araya giren adamlar, araya giren başka adamların adil olmayan işlerini adil davranmak isteyen yöneticiden istiyorlar.
Arabanın yakıtına su katılmış oluyor böylelikle.
Su katılan yakıt da motora zarar veriyor. Motor da o yöneticiyi yolda bırakıyor.
Yolda kalan yöneticiye de arabayı yolda koydun diye savaş açılıyor.

Not 4: Bir hayata çattık! Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. / Geldi ölümlü yalan gitti ölümsüz gerçek.

Not 5: İlerlemeye devam etmek isteyen güven veren olmaya devam ermelidir ki güvenilir olabilsin ve takip edilen olmayı sürdürebilsin. Bazen kişinin kendisinden kaynaklanmıyor olabilir. Çevresinde bulunanlar en az onun kadar önemlidir.  Kiminle çalışıyor ve kiminle kurduğun hayaller için çaba sabrediyorsun.

Not 6: “Senin gerçek kardeşin, daima yanında bulunan ve sana faydalı olmak için zarara katlanan, zamanın felaket ve musibetleriyle karşılaştığın zaman ne pahasına olursa yardımına koşandır.” -Hz. Ali (k.v.)

Not 7: “Kötüler birleştiği zaman, iyiler de bir araya gelmelidirler; yoksa teker teker giderler.” -Burke

Not 8: Kaymakamlar da ilçeden gitmeden önce lojman yenilerler ya da sıfırdan yaptırırlar, bakanlar yeni makam araçları alırlar. Bazıları makam odasına banyo yaptırır, büyütür. Gitme vaktin gelmişse büyük işler yaparsın ya da çok çalışırsın. Ölümü gelmiş yaşlılar yazlık villa alırlar ya da durmadan yeni ev alırlar damatlar rahat rahat bol parayla kızlarını aldatsınlar diye. Hayat böyledir. Silahınla vurur seni.

Not 9: Anne burda işler iyi
Ser veriyon sır alıyon
Merak etme beni gayrı
Ar veriyon yar alıyon 
Bu nasıl alışveriş
Anlamıyon  anlamıyon..

Not 10: Her neyzenin ney’inden çıkan, ayrı bir sadadır. Zira insan kendinden gayrısını üfleyemez. 

Not 11: 2016 yılında ülke gelirinin %33,1’i çalışanlara gidiyordu; şimdi bu oran %24,6.... Ücretler düşükken neden tüketim çılgınlığı yaşanıyor sorunun cevabı bu oranlarda yatıyor. Çalışanın sırtından zenginlik kuranları burada görüyoruz.
Bu ülkede kiracılık oranı 2013’ten bu yana %21’lerden %27’lere yükselmiş... Yani ev almayı bırakın mevcut bazı ev sahipleri bile evlerini satmışlar.
Bir kadın başına doğum 2,1’den son 6 yılda 1,7’ye kadar düşmüş. Boşanan aile sayısı 120-130 bin aralığından 175 binlere hızla yükselmiş ama ne çare ki toplum fakirliği, yoksulluğu hala tercih eder durumunu sürdürmüş.

Not 12: İyi bir damadın olursa iyi bir erkek evladı kazanmış olursun, kötü bir damadın olursa bir kız evladı kaybetmişsin demektir.