TARIM KREDİ mağaza sayısı 1.400.

BİM mağaza sayısı, FİLE dahil 9.611.

A101 mağaza sayısı 11.000+.

ŞOK mağaza sayısı 10.141.

MIGROS mağaza sayısı 2.200.

CARREFOUR mağaza sayısı 596.

Daha ufak zincir marketleri de eklersek, Türkiye 40.000 zincir market mağazası var.

TARIM KREDİ MARKETLER,

2021 senesinde yaklaşık 250 Milyon TL zarar etmiş.

2022 mağaza sayısına bölersek, mağaza başı yaklaşık 180.000 TL zarar etmiş. Yani her market, aylık 15.000 TL zarar yazıyor.

Tarım Kredi Marketler'in brüt marjı ise %16. Yani BİM'in biraz altında.

Tarım Kredi Marketler, 2021'de 2 Milyar 176 Milyon TL ciro yapmış.

Bu kadar cirodan, son tahlilde 250 Milyon TL zarar etmişler.

BİM'in 2021 cirosu 70 Milyar TL.

Tarım Kredi gibi zarar etseler, 7 Milyar TL'den fazla zarar edeceklerdi.

Marketlerin hikayesi böyle.

TARIM KREDİ eğer, 40.000 mağazaya çıkarsa, farzedelim, tüm zincir marketlerin yerini alırsa, zarar;

40.000 x 180.000 = 7 milyar 200 Milyon TL

Üstelik, marjı aynı, bir ucuzluk sunduğu yok ekstradan.

Zamanla ÇİFTLİĞE döneceğini de hesaba katın.

KAPİTALİZM her zaman kazanır.

Hükumet çok iddialıysa, açsın 40.000 mağaza, görelim.

Madem zincir marketler aşırı kazanıyor?

Sonuç olarak hedef saptırmanın anlamı yok. 3 Harfli Marketlere yükleniliyor algısı yaratarak oy kazandığınızı zannediyorsunuz.

Ama matematik açık. YILLIK %180 enflasyonu kar marjı %10’nu geçmeyen yerde nasıl ararsınız?

Reel Faizin EKSİ %70 olduğu yerde ENFLASYON tabii patlar. 2+2=4 kadar açık. Bu kadar basit bir şeyi niye tartışıyoruz? 

Fıratın kenarındaki koyun bize emanet dediniz. Devletin okullarında 12 yaşında kız çocuklarına sahip çıkamadınız. Geceleri kadınlar erkekler yürümeye korkar hale geldi sokaklarda. Herkes tedirgin iş dönüşü akşamlarında. Emanete ihanet ettiniz. Üstüne bir de milleti açlıkla sınıyorsunuz. Allah’ın adaleti tecelli ettiğinde bakalım yirmi yıldır ülkeyi yönetenler olarak nasıl hesap vereceksiniz? Göklerden elbette bir karar gelecek. Ve biliriz ki Tanrı bazen çelişkiye düşse de, nihai olarak adildir ve dengeyi hep gözetir. Allah’ın adaletine ve merhametine sığınıyor ve Türk  milletini bu hale koyanları, bu yiğit ulusu böylesi harcayanları, Onun gazabına havale ediyoruz. Şüphesiz onun kimsesizlere merhameti ne kadar yüce ise zalimlere ve adaletten sapanlara gazabı o kadar o kadar şiddetlidir.

Altılı masa:

1. Altılı masanın sanırım önemli bir sorunu kronoloji nedir, bilmemesi. Önce seçimi kazanacaksın ki, Anayasa değiştirecek, ülkeyi yeniden tasarlayacak gücün olsun.

2. Son 3-4 ayda konjonktür tamamen değişmiş, rejimin momentumu artmış, sanki seçimi (hem CB ayağını hem MV ayağını) çok rahat kazanacakmış gibi açıklamalar, tartışmalar ve didişmelerle vakit kaybediyorlar.

3. Altılı masa şu an bir adaya CB kazandıracak desteğe, güce sahip değil ki, güçlü, kazanabilecek bir adaya “seni aday gösterelim ama seçilince makamı biz yönetelim” diyebilecek cüretleri olsun.

4. Tam tersine, masanın bir ayağı çukurda; eğer adaylığı kabul edip çok sert mücadele edecek sağlam bir aday bulabilir, bu zor seçimi alabilirse bu altı benzemeze büyük lütûf olur.

5. Her gün sabah, öğle, akşam -sadece ve sadece-sığınmacı sorununu ve pahalılığı gündeme getirip doğru çözüm önerileri ile kazanılabilecek seçim (kasıtlı olarak) karşı tarafa bir kez daha hediye edilmek üzere. Millette iktidara karşı gönül yorgunluğu has safhada olmasa muhalefetin işi daha zor olurdu.

Mark Twain, Adem ile Havva’nın Güncesi:

Adem’in Güncesi
Uzun saçlı yeni yaratık hayatına girer ve sessiz, huzur dolu hayatı sona erer. Nereye gitse yaratık onu takip eder, yakın olmak ister, sürekli konuşur, hatta kurallar koyar. “Çimlere basmayınız” gibi. Ve “biz”, onun da diline dolar bu kelimeyi. Yerlere ve şeylere o ad takar. İçinden geldiği gibi. Ona danışmadan, söz hakkı vermeden. Kendine de bir ad koyar: Havva.

Havva hayatına da karışır. Ondan şelale üstünde yürümeyi bırakmasını ister. O heyecanı ve suyun serinliğini seviyordur. Havva için ise şelaleler sadece seyirliktir. Bunalır ve ondan uzaklara gider. Ancak Havva onu bulur ve geri getirir.
Derken Havva onu yasak ağacın meyvelerini yemeye teşvik eden bir yılanla arkadaş olur. Havva’yı kesin bir dille uyarır. Yasak ağaçtan uzak durmalıdır, durmazsa dünyaya ölüm gelecektir. Havva ise kararlıdır.

Bunun üzerine tekrar kaçar. Ve birden dünyanın düzeni bozulur. Büyük bir kargaşa olur. Hayvanlar birbirine saldırmaya başlar. Havva o meyveden yemiş ve ölümü dünyaya getirmiştir.
Havva onu tekrar bulur. Açtır ve Havva’nın getirdiği yasak ağacın meyvelerinden yer. Utanç duygusu basar birden ve örtünmek ister. Yapraklarla… Havva da öyle gelmiştir zaten, yapraklarla örtük halde.
On gün sonra Havva olan bitenden dolayı onu suçlamaya başlar. Mutlaka bir şey yapmış olmalıdır. Yaptığı saçma bir şakayı hatırlar. Evet sebep o şakadır. Suçlu artık odur.

Bir yıl sonra Kabil girer hayatlarına. Havva onu nasıl bulmuştur? Ve tam olarak hangi canlıdır? Sorgulamaları devam ededursun, Havva’nın bu canlıya daha korumacı, daha ilgili, daha şefkatli olduğunu fark eder. Kabil büyür. Derken Havva aynı türden bir tane daha bulur. Adını Habil koyar.
Yıllar geçer. Kabil ve Habil’in kendi çocukları olduğunu anlar. Kızları da olur. Ve Havva’ya olan duyguları derinleşir. Şöyle yazar güncesine:
“Bunca yıl sonra anlıyorum ki başlarda Havva’yı çok yanlış tanımışım. Onunla Cennet Bahçesi’nin dışında yaşamak, içinde onsuz bir yaşamdan evladır.”

Havva’nın Güncesi
İlk sorusu kim olduğu olur? Bir denektir. Ancak tek denek o değildir. Adını erkek koyduğu başka bir denek daha vardır. Evet ad bulmada çok iyidir. Yerlerin ve şeylerin adları içine doğuyordur. Estetiğe, güzelliğe düşkündür. En çok aya hayrandır. Yıldızları da seviyordur. Bir kaçını saçına takabilmeyi hayal etmiştir. Onlara ulaşırım diye ufka kadar yürümeyi bile göze alır. Diğer canlılara karşı ise şefkatlidir.
Meraklıdır. Yer ve gök, canlı ve cansız. Merakını tatmin için gezilere çıkar ve şeyleri keşfeder. Ateşi de keşfedecek ve o ateşle bir ormanı yakacaktır. Ve keşifleri neticesinde yaratılışının gayesini anlayacaktır. “Bu müthiş dünyanın sırlarını araştırmak, mutlu olmak ve Yaratıcı’ya şükretmek.”
Ancak erkek onun tam zıddıdır. Aylaktır. Kaba sabadır. Zevksizdir. Merhametsiz. Ve utangaçtır. O konuşmaktan büyük keyif alırken erkek hiç konuşmuyordur. Utangaçtır. Onu kırmaktan da, üzmekten de kaçınmıyordur.

Umarsızdır da. Ne adını umursar, ne ateşi, ne de bahçeye verdiği yeni düzeni. Şelalede yaptıkları onu korkutuyordur, ama bunu da umursamaz.
Erkekte bulamadığı dostluğu hayvanlarda bulur. Cennetten kovulduktan sonra ise erkeğe karşı hisleri derinleşir. Cennet büyüleyici bir yerdir. Onu yitirmiştir, ancak erkeği bulmuştur. Erkek onu artık “varıyla yoğuyla seviyor”dur. O da erkeği bütün tutkusuyla…

Peki onu neden seviyordur? Şarkı söylediği için mi? Akıllı olduğu? Nazik, kibar ve düşünceli davrandığı? Becerikliliği? Eğitimi? Mertliği? Özünde iyi biri olması? Güçlü ve yakışıklı olması? Hayır, hiç biri değildi. Onu sadece onun erkeği olduğu için seviyordur.
Kırk yıl sonra duası bu dünyadan beraber göçüp gitmektir. İkisinden birisi önce gidecekse de o gidenin kendisinin olması. Erkek güçlüdür, kendisi zayıf. O erkeğe daha çok muhtaçtır, erkek ona o kadar değil. Onsuz bir hayat zaten ölümdür.
Havva’nın mezarının başında Adem: “Onun olduğu her yer Cennet Bahçesi’ydi”.

Gazali’nin “kadını” :

Gazali’nin “kadını” karşı konulmaz bir arzuya sahiptir ve erkeğin, kadının bu arzularını tatmin etmek gibi bir toplumsal görevi vardır. Gazali’ye göre toplum düzeni kadının cinsel arzularının tatmin edilmesine bağlıdır. Çünkü kadın çokeşlilik gibi bir imkâna sahip olmayıp kendini kocasıyla sınırlar. Dolayısıyla kadının güçlü cinsel istekleri ve bu isteklerin doyurulmaması Gazali için büyük bir korku ve fitne kaynağıdır. Bu açıdan erkeğin etkin kadının edilgen olduğu Freudçu cinsellik kuramının aksine Gazali, kadın cinselliğinden duyduğu korkunun da etkisiyle, kadının cinsel açıdan tatmin edilmesi gerektiğini yoğun bir şekilde vurgulamakta ve erkekleri bu hususta teşvik etmektedir.

Freud’un “kadını” ise soğuk ve pasiftir. Kadının etkin cinsellikten yoksun olması, onu içe dönük mazoşist bir varlığa dönüştürmekte ve teslimiyetçi bir kimliğe büründürmektedir. Oysa Gazali’nin kadını, erkeğin direncini sarsarak onu edilgen uysal bir varlığa dönüştüren tehlikeli bir cazibeyle donanmıştır. Bilhassa öncesinde cinsel ilişkiyi tatmış olan kadınlar toplum için en tehlikelisidir. Her iki yaklaşımın ortak özelliği Doğu ve Ortaçağ Batı kültüründe kadın algısının toplum için yıkıcı olduğudur ancak Gazali bunun gerekçesini kadının şeytani derecede etkin ve güçlü olmasına bağlarken Freud ise etkin olamamasına bağlamaktadır.

Babala TV:

Evet eksikleri olsa da Altılı Masanın ortaya çıkardığı metin çok değerli...
Ben Türk siyasetinin önündeki en büyük sorunun seçim barajı ve liderlerin belirlediği milletvekili listeleri olduğunu düşünüyorum.
Bu konularda defalarca yazıp çizdim.
Fikrimi soran olursa yine yüksünmeden söylerim.
Ama Altılı Masanın anayasa teklifinde seçim barajını yüzde 3’e düşürme hedefini gerçekten anlamadım.
İlgililere sordum.
Meclis’te bir karışıklık önlemenin hedeflendiği cevabını aldım.
Ne kadar da demokratik bir yaklaşım değil mi?
Yalnız kaleme alınan metnin çok ilginç bir detayı da var.
CHP ve İYİ Parti’yi çıkarınca masadaki 4 partinin toplam oy oranın yüzde 3 olmadığı düşünülürse büyük bir çelişki olduğu açıkça görülüyor.
Yani Meclis’te yasa yapmak ve halkın iradesini temsil etmek için anayasaya yüzde 3 oy alanların meşruiyet sağlayacağı şartını ortaya koyan partilerin oyu yüzde 3'e ulaşmadan meşruiyet dizaynı yapmaları çok garip...

Baraj ve liste kalkmalı...
Ön seçim, tercihli liste ya da dar bölge gelmeli...
Başkanlık sistemi ülke ve siyaset refleksimiz için çok iyi bir tercih... Revize edilmeli...
Şeffaflık ve denetleme artırılmalı...
Bakın bugün CHP’nin iktidar olma ihtimalini konuşuyoruz.
Parlamenter Sistem olsaydı CHP ana muhalefet partisi olmaktan öteye bir hedefe ulaşamazdı.

Şurada 4 senede Türk demokrasinin ne kadar hızlı geliştiğini göremeyen muhalefete kızarken iktidarın tüm uzlaşma zeminlerini yıkıp atmasını da anlamıyorum.
Vatandaş iktidara sorunları çözdüğü için tam destek verdi.
Eğer bir anayasa değişimi gündeme gelecekse bunun yolu seçim sonrası değil seçim öncesi olmalı...
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, İmamoğlu’nun parti içinde başka dengeleri gündeme getirmesi, Akşener’in seçim sonrası Meclis aritmetiğinde avantajlı pozisyon almak için türlü türlü adımlar atmasını bir kenara bırakırsak...

Dış politika çözümlerinde ortaklaşma sürecini hayata geçirme ve ekonomide ayağı yere basan önerileri ortaya koymaktan başka bir siyaset zeminin halkta karşılık bulması zor.
Siyasetçilerin kozlarını paylaştığı ekran münazaraları olmadan ise bu sürecin eksik olacağını söylememiz gerekiyor.

Sadece Babala TV ile yürütülmeye çalışılan kitle demokrasisi, basının ciddiyet zemininde varlığını iyice yok etmesine ve kulağı üzerine yatmasına neden olmamalı.

4 milyonu geçen izlenme oranları Oğuzhan Uğur’un başarısı olsa da halkın ve gençlerin doğru iletişim taleplerinin ne boyutlara vardığını da gösteriyor.
Siyaset; cesurların rüzgarı arkasına aldığı, planlı olanların son ana kadar gittiği, milleti okuyanların başardığı bir süreç...
Türkiye’ye ehveni şerden fazlası gerekiyor.

ÇİN ZULMÜ:

Çin’in işgal altında tuttuğu Uygur bölgesinde, Doğu Türkistan’da erkeklerin sakal bırakması ve kadınların uzun kıyafet giymesi kısıtlandığını, halkın düğünlerde alkol kullanmaya zorlandığını, nüfusu oldukça az olan kırsal kesimlerdeki köylerde bile güvenlik güçlerince mercek altına alındığını, pek çok casusun yerleştirildiğini Batı medyası da yazıyor artık. Sadece bunlar mı? Camilerin kameralarla izlenip Cuma namazına gelenlerin fişlendiği, Çin’in Doğu Türkistan'daki demografi yapıyı da değiştirmek için Han Çinlilerini hızla bölgeye kaydırdığını, bölgedeki geleneksel İslam ve Orta Asya mimarisinin en iyi korunan yerlerinden biri olarak kabul edilen Kaşgar'daki tarihi birçok yapıyı yıkarak, Uygur tarihinin izlerini silmeye devam ettiğini de yazıyorlar artık.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Çin Direktörü Sophie Richardson, "Doğu Türkistan'da yaşananlar asla kabul edilebilir bir durum değil." demekten kendini alamazken, Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi Çin'i, Doğu Türkistan'ı hiçbir insan hakkın bulunmadığı kitlesel toplama kampına dönüştürmekle suçluyor.

Batı’nın alenen Çin’e Doğu Türkistan ve Uygur meseleleri üzerinden açık tavır aldığı düzlemde Türkiye, reelpolitik açıdan sessizliği tercih ediyor. Anlaşılabilir bir durum. Kompleks bölgesel sorunlarla, küresel güçlerle karşı karşıya olan ülkemizin, mevcut ortamda bir de Çin’i karşısına almak istememesi makul bir tercih. Bununla birlikte insanların özgürce toplanabildiği, düşüncelerini ifade edebildiği ülkemizde, Çin’i protesto eden sivil toplum kuruluşlarının da engellenmesi, bastırılmaya çalışılması, susturulması da anlaşılabilir bir durum değildir. Son olarak 30 Kasım Çarşamba günü Çin Konsolosluğu önüne gelen ve sayıları elli kişiyi bile bulmayan, çoğunluğu Uygur olan protestocuları hakaretlerle, “yurt dışı” tehditleriyle ve aşağılamalarla göndermeye çalışan güvenlik güçlerinin tavırları şok edici olmuştur. Üstelik tüm bu yaklaşımlar Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Geng Shuang’ın Türkiye’den hadsiz bir şekilde “Suriye’deki operasyonları ‘derhal’ durdurup doğru yola geri dönün” ifadesini kullandığı hafta gerçekleşmiştir.

Türkiye’de, Çin’e yönelik protestoların engellememesi hatta gayri resmî olarak teşvik edilerek geniş kitlelerce yapılması gerekir. Devletler arası ilişkiler çıkara dayalıdır ama halklar arası ilişkilere kimsenin karışma hakkı yoktur. Doğu Türkistan ve Uygur halkının hak ve özgürlük taleplerini dillendirmek, asimilasyon politikalarına karşı çıkmak; Batı ülkelerinden önce aynı dinin ve ırkın mensupları olarak Türkiye’ye düşer.

Türkistanlı kardeşlerimiz asla yalnızlığı hak etmiyorlar. Toplama kamplarında acı çeken, çoluğundan çocuğundan koparılan ailelerin veballeri üzerimize sağanak olarak yağmaktadır. Zalimce politikalar üreten Çin iktidarı, derli toplu, geniş katılımlı protestolarla kınanmalı, kamuoyunda duyarlılık artırıcı çalışmalar yapılmalıdır.

Son söz: Acının ve aptallığın ne sonu ne sınırı vardır.

Not 1: 2022 Temmuz-Eylül döneminde, istihdam hariç, ekonominin tüm dengelerinde ciddi bir bozulma yaşanmıştır. Büyüme, enflasyon, dış ve iç denge performansı bozulmuş, genel ekonomik performansı gösteren MPE değeri 81,8'e gerileyerek tarihi dip seviyeye inmiştir.

Not 2: Satınalma gücünün en az yarısını son iki senede kaybettin, ey halkım! Baz etkisiyle on puan düşecek enflasyon bu kaybı geri getirmez. O golleri yedin, böyle yöneticileri tercih ettikçe de daha çok gol yiyeceksin. Sefilliğe alış!

Hoş, halkın büyük bir kısmının önemli bir sorunu yok ki, ne anketlerde ne sokaklarda bu fakirliğin sebebi iktidara ve onun ekürisi sözde muhalefete önemli bir tepki yok. Devam, daha çok sefalet hakkınız! :)

Not 3: İnsanları değiştirmeye çalışmayın. Onları olduğu gibi reddedin.

Niccolo Machiavelli

Not 4: Eğer iyi bakılacak olursa, hayatımızın tümü bir masaldan, bilgimiz bir aptallıktan, emin olduğumuz şeyler hikayelerden başka bir şey değillerdir; kısacası bu dünyanın tümü bir oyundan ve sürekli bir komediden başka bir şey değildir.

Deliliğin Tarihi, Michel Foucault

Not 5: Kitaplar ve insanlar hakkındaki bilgilerini iyice sindiren insan, birkaç seçilmiş kişinin eşliğinden başka pek bir haz bilmez.

İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, David Hume

Not 6: Her ışık sönebilir. Akıl bir ışıktır. O halde o da sönebilir.

Tartışma Sanatının İncelikleri, Schopenhauer

Not 7: "Evli bir filozof komediye aittir"

Nietzsche

Not 8: Eğer tanrı varsa, umarım iyi bir mazereti vardır. Eğer bir tanrının var olduğu ortaya çıkarsa, onun kötü niyetli olduğunu sanmıyorum. Ama işin kötüsü epey beceriksiz olduğunu söyleyebiliriz.

Woody Allen

Not 9: Ah şu modern psikanalistler yok mu! Dünyanın parasını alıyorlar insandan! Benim zamanımda beş Mark'a Freud'un kendisi tedavi ederdi sizi. On Mark'a hem tedavi eder hem de pantolonunuzu ütülerdi. On beş Mark'a Freud kendisini tedavi etmenize izin verirdi.

Woody Allen

Not 10: Orgazmda hayatın bütün boşluklarını doldurabilen ağırlıklar var.

Woody Allen

Not 11: Ölümden sonra yaşam varsa ve hepimiz aynı yerde buluşacaksak, beni aramayın, ben sizi ararım.

Woody Allen

Not 12: İnsanlık bende kalsın diye diye çevremde hayvanat bahçesi oluşturmuşum.

Woody Allen

Not 13: Kimileri bilgi nehrinden kana kana içer, kimileri ise yalnızca ağzını çalkalar. Güzel ve iradesi yetkin kadınlar havuzundan kana kana içemedik.

Not 14: Para bas
Kredi dağıt
Enflasyonu azdır
Nominal ücretleri artır
Zamları bekle
İthalatı besle
Faizleri düşürerek artır 
...

Adına da Türkiye Ekonomi Modeli de.

Olmuyor. Olmayacak.

Not 15: BIST zincir marketlerde satışlar/satılan malın maliyeti oranına göre piyasanın en az kar marjına sahip firması.
BİM son 20 yıldır fiyatları aşağı tutan bir firma, iktidar açısından önemli bir destek.
"Her devrim kendi çocuklarını yer" sözü akıllara geliyor.

Not 16: Borsa Türkiye'de şirketler dahil herkesi zengin etmeye devam ediyor.
BIST şirketlerinin yapması gereken AR&GE, yatırım ve istihdam değil, eldeki nakdi kendi hisselerini alıp satmak için döndüre döndüre kullanmak.
Bu şekilde esas faaliyetlerine de gerek kalmamış olur :).