Bartın'da meydana gelen grizu faciasinda
Hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Cenabı Hak'tan rahmet,
Üzüntülü ve kederli ailelerine,
Sevdiklerine
Bu derin acıya dayanma gücü
Ve sabır vermesini
Rabbimizden niyaz ederim.
Kömür karasının alın teline karıştığı,madencilik mesleğinin maalesef böyle büyük bir tehlikesi var.
Hemen suçlu aramaktan ziyade olay detaylıca incelemeli, olası sorumlular varsa takibat yapılmalıdır.
Ülkece hepimizin başı sağ olsun,
Yaralılara acil şifalar dilerim.
Tabii genel anlamda kömür madenciliği ile bir kaç kelam etmek ölen güzel insanlarımıza borcumuzdur. En azında bundan sonra yaşanmasın diye yaşananlar. Aslında bu işin en köklü çözümü kömüre daha az ihtiyacın olduğu ülke yaratmak.
Bakanlığıın sitesinde halen var olan Rüzgâr ve Güneş Enerjisi Potansiyeli Atlaslarını inceleyin lütfen. En muhafazakar hesapla bile yerli ve ithal kömürden elde edilen enerjinin birkaç katını bu iki kaynaktan üretebiliriz.
Termik santrallerden dolayı her yıl 5 bine yakın erken ölüm, 30 bine yakın bronşit vakası ve neredeyse 1.5 milyon iş gücü kaybı yaşanıyor. Sağlık giderlerinin ülke ekonomisine faturası yıllık 3-6 milyar Eruo!
Güneşimiz açık, rüzgarımız bol ama biz hala 19 yüzyılın dehlizlerinde enerji arıyoruz. İhtiyacımız olan yeşil dönüşümdür. Bu dönüşüm hem yeni isithdam yaratacak hem de istihdamı ülkenin dört bir yanına eşit dağıtacak. Yol yakınken..
Türkiye kömüre muhtaç değil!
Bakın, Almanya güneş ışınım ortalaması bizim en az güneş alan Karadeniz seviyesinde ama buna rağmen onlar bizden 5 kat fazla güneş enerjisi üretiyor.
Tercih meselesi.
Türkiye’nin kronik sorunlarını dert edenlerin önündeki en büyük tuzak “öğrenilmiş çaresizliktir.”
Ülkede yaşanan bütün bu sorunların bir tercih ya da sistem tasarımı sonucu ortaya çıktığını muhalefet bile unutmuş görünüyor.
Bazı genişlemeler obezlik gibidir. Yavaş yavaş başlar ve bünye birden taşınmaz bir hale gelir. Bugün bu obezlik giderek her yerde karşımıza çıkıyor. Onun için sıhhate ihtiyaç var ve her balon er ya da geç patlar. Bugün kendilerine gaz verenler biraz daha fazla gaz verdiğinde akıbetleri ne olacak yaşayıp göreceğiz. Onun için insanları akl-ı selime çağırmak gerekir ve akl-ı selim er ya da geç hâkim olur. Makul ve mantıklı atılan her adım güzellikleri de beraberinde getirir. Öteki nefreti davet edicinin en büyük handikabıdır. Nefret yaklaşımı ise faşistliğin en üst eşiğidir. Onun için ne kendi nefsine ne de başkasına zulmetmenin bir anlamı yoktur.
Bugün herkesin her zamankinden daha çok yekvücut olması gerekir. Çünkü yol sancılı bir noktaya varmıştır. Bu sıkıntının ardı selamettir. Hoşça bakın zatınıza…
Son söz: Nihayet onlardan birine ölüm gelince, "Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım" der. Hayır!Bu sadece onun söylediği bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar bir perde (berzah) vardır.
Mü'minun 100. Ayet
Not 1: İktidar seçmeni muhalefete kaymıyor diye 6 ay önce yazdım çünkü muhalefette plan, proje, eylem planı YOK. İktidara gelseler net olarak ne yapacaklar bilen de yok. Örneğin muhalefet enflasyonu nasıl düşürecek? Veya düşürmek gibi bir niyet ve amacı var mı? Herşey flu.
Atanamayan herkesi devlet memurluğuna atamaktan başka muhalefetin elle tutulur hiç bir vaadi yok. Bu eğer gerçekleşirse 1 lt mazot en az 50 TL olur. Halk bu günleri mumla arar.
Not 2: Hareketsizlik ve ataletin karşıtı hız değil harekettir, ayağa kalkmaktır. İyilik bulunduğun yerin sınırlarının dışına çıkabilmekle mümkündür. Âkif’leyin söyleyecek olursak: “His yok, hareket yok, acı yok; leş mi kesildin?” Kalbin çarpması ve nabzın atması ile senkronize muharrik bir hayatı olmalı inanmış insanın. İyilik kalbin her atışında telkin ettiği şeydir. Sinan Özyurt’a kulak verelim: “Ömür çok kısa. Senden geriye gümrah bir iyilik ormanı kalsın. İnsanların nefeslendikleri, kendilerini buldukları yemyeşil bir orman, güzel bir bahçe bırak ardında.”
Not 3: Kalbe iyi gelen şeylerden biri de “sevmek”tir. Sevmek kalbin nefes alışı. Aldığını verir, verdiğinin peşine düşmez. Oksijen alıp karbondioksit vermek ne mekanik ne de otomatik bir harekettir. Sevgi enerjisinin yeşerttiği bahçedir o. Sevmek fiilinin yoğun biçimde dolaşımda olması kimseyi aldatmasın. Sevmenin lafını etmek cevizin içini atıp kabuğunu yemek gibidir. Sevmek statik bir sayıklama nöbeti değil, kalbin varoluş sebebidir. Şu ince tespiti de Sinan Özyurt’tan okuyoruz: “Hz. İbrahim, ‘Ben kaybolup gidenleri sevmem’ diyerek ulaştığı tevhit inancını sevgiyle ifade etmiştir.” Kalp bir mühletin işleyen saatidir.
Not 4: “Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam; ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın.
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın, ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte, yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.”
(Konstantinos Kavafis/Kent)
Not 5: Biliyorum kimse artık bir başkasının tecrübesine, yaşanmışlığına, tavsiyesine ve nasihatine itibar etmiyor ama insan da denemekten vazgeçmiyor. Tıpkı hocanın yoğurt hikâyesinde dediği gibi, ya tutarsa. Biraz onlara kulak verince anlıyorum ki onların hiç sürece tahammülleri yok her şeyin hemen anında olmasını istiyorlar. Hayatları gibi her şey, çok hızlı. Ve de her şey daha kişisel, daha yalnız ve çok çabuk olumsuzluğa savruluyorlar. Her şeyden çok çabuk vazgeçilebiliyor. Hatıralar bile telefon hafızası kadar. Onun için sorumluluk da sadece kişinin kendi gündelik ihtiyaçlarına yönelik. Sanki, “Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin” mısrasındaki gibi hep bir gitme telaşında, hiç kalmaya niyetleri yok gibi. Vermekten çok almaya yönelik bilinç düzeyi ama işte gençlik de böyle bir şey değil mi? Sadece gençlik değil artık bütün yaşlar aynı düzeyde. Niyetim gençleri kötülemek değil sadece akıp giden zamanın içerisinde tutunacak sağlam bir dal bulunamayışının verdiği hüzün söyletiyor.
Not 6: Akşam eve dönerken önümden beyaz bir İmpala akıyor. Klasik arabaları ile şehirde turluyorlar. İbrahim Sadri’nin bir şiiri vardı, 90’ların sonu 2000’lerin başında pek bir modaydı. O zamanlar arkadaşlarla kasetten epey dinlerdik. Aklıma iki dize geliyor. “Geride eski şarkılar kaldı sadece masalara çizdiğimiz. (…) Geride bir ömür kaldı yarım bıraktığın / Hani güzel günler gelecekteydi Sabri abi / Hani beyaz arabamız, bir İmpalamız olacaktı.” Galiba Sabri abilerin bir şeyi olmadı ama Sabri abiye ağıt yakanların çok şeyleri oldu. Ancak ne ağızda tat ne de o taze heyecan hiçbiri daha bulunmadı. Ne menekşelere bakan adamlar kaldı ne de yarınlar güzel oldu. Sadece her iyi şey; iyi niyet, iyi dilek hatıralarda kaldı. Herkeste ağır bir nostalji hastalığı baş gösterdi. Ne gençlik ne de genç kaldı. Ağır bir unutkanlık, sarsıcı anımsamalar arasında deveran eden bir hayat elde kaldı.
Not 7: Böyle bir dünya yok. Hem reel sektörü ithalatla terbiye edeceksiniz; hem kur ve maliyet riski bindirirken, fiktif kazançlarını görmezden gerip vergi talep edeceksiniz; bir tarafta bankacılık sistemini sıkıştırırken, riski üstlenmemelerini faiz lobisi olarak nitelendireceksiniz; ama arka kapıdan size borç vermeleri için de her türlü ortamı sağlayacaksınız.
Bugünkü sorunun temelinde yanlış ekonomi politikaları var. Üretime olan inançsızlık ve samimiyet sorunu mevcut. Proje odaklı değil, tapu odaklı kredilendirme işlerliğine devam ediyor. Ama hepsinin ötesinde rehinli kredi uygulanıyorsa, bunun özeti iki kelime de gizli: Güvensizlik ve öngörülemezlik.
Not 8: Bu insanlar yiyor, içiyor, gülüyor ve bütün dünyanın kendilerine ait olduğunu sanıyorlardı. ( NİKOS KAZANCAKİS / Günaha Son Çağrı )
Not 9: Michelin'den yıldız alan restoranların "bunu sonuna kadar hak ettiklerini" yazan yazar ve yorumcularımız bu kanaate nereden ulaşmışlar acaba, aklıma takıldı. Restoranlarımız daha yeni yıldız alıyor; üstelik artık ahı gitmiş vahı kalmış Michelin'den...
Fakat sanırsınız ki, yazarımız, tüketicimiz, boğazına düşkünlerimiz, sosyal medya fenomenlerimiz falan ezelden "gurme"ler.
Not 10: Raflarda yeni bir dergi var: Mızmız. Kendini "Duygu ve Düşünce Dergisi" olarak tanımlıyor. Meraklısına duyurulur. Ali Lidar'ın dergideki şiirinde geçen şu dizeye özellikle takıldım: "Ölümü yeterince gördüm sıtmaya razı değilim."
Not 11: Kokoreççiler lezzete takla attırmaya başladılar. Hepsinde ayrı bir kalite yükselişi...
Kuru fasulyeciler ise dökülüyor; kullanılmaya başlanan yağlar kaliteyi yere serdi.
Not 12: Her gün içimde kendini peydahlayan isyanları bastırmak için, cephe cephe yalın kılıç savaşmaktan yorgun düşüyorum!