Bir video düştü önüme. Bir kadın konuşuyor:
"Sokaklarda çocuklarımızı öldürüyorlar!"
Saldırgan köpeklerin parçaladığı çocuklardan bahsettiğini düşündüm ilk önce. Sonra fark ettim ki, "çocuklarımız" derken köpekleri kastediyor.
Fıtratı bozulmuş, istikametini şaşırmış, insanlıktan çıkmış ruh hastaları, "hayvanseverlik" adı altında memleketin mazlum insanlarının üstünde tepiniyor.
Oysa kaide son derece net:
İnsana zarar veren her canlı, başka türlü kontrol imkânı yoksa, imha ve itlaf edilir. Bu kadar.
Şu saldırgan sokak köpekleri meselesini bile isteye çözmeyen, bundan nemalanan, köpekleri tepemize çıkaran ve insanı insan yerine koymayan herkes, bu memleketin ve halkın düşmanıdır.
Başına iş gelmeyenin pervasızca “karşıyım” dediği başıboş köpekler sorunundan söz ediyorum.
Şu cümlelere bakın:
“Sokaktan köpek almaya gelen önce beni alsın!
Bu işin ucu nereye giderse gitsin geri adım atmayacağız!
Siz kimi öldürüyorsunuz?
Köpek katliamına sonuna kadar direneceğiz!
Hayvan düşmanları!”
Bu ifadeler buraya yazılabilecek türden olanlar. Diğerlerini sosyal medyadan takip edebilirsiniz.
Kim yazıyor bu cümleleri?
Aklı başında olduğunu düşündüğümüz insanlar.
İflah olmaz azılı muhalifler falan değil.
Köpeklerin de köpek severlerin de başımızın üstünde yeri var.
Bir köpeğin, bir karıncanın, herhangi bir canlının kıvranarak ölmesine destek veren var mı, bilmiyorum; varsa da biz onlardan beriyiz.
Herkesin ortak önerisi “kısırlaştırma ve barınaklarda toplatılma” yönünde.
Bunun dışına çıkan da yok.
Şartlar sunulmuş.
Sahiplenilmeyen ve sokaklarda ölüm saçan köpekler kısırlaştırılacak daha da olmazsa uyutulacak.
Burada uyutulacak kısmına karşı çıkanı anlarım.
Buna karşı çıkalım ama sokakları da çocuklarımız için, yaşlılarımız için, kadınlarımız için yaşanılır hâle getirelim.
Ne o öyle üst perdeden irrite edici konuşmalar, demeç vermeler falan.
Sahiplenmene engel olan mı var?
Bir de o üst perdeden konuşanlara sorarlar:
Kışın her yeri kar kapladığında dağlara çıkıp dağ hayvanlarına ot, yem, ekmek attın mı?
Sokaklarda dolaşan atlara eşeklere saman, yem verdin mi?
Dünyada sadece köpek ile kedi yok.
Sokakta başıboş dolaşan ve çocuğa saldıran bir köpeğin zehirli yılandan farkı yok.
Örneğim abartı gelebilir ama…
Sokakta yılan da besleyelim mi, mevzu hayvan ise?
Arabasından inmeden, hiçbir zaman sağa sola saldıran köpekle karşılaşmadan, bir köpek tarafından acımasızca ısırılmadan duygu sömürüsü yapmanın âlemi yok.
Herkesin ortak kaygısı şu:
Sokaklar insanlar için yaşanılır hâle getirilsin.
Çocuklarımız sokakta rahatça oynayabilsin. Kampüslerde gençler köpeklerden köşe bucak kaçmasın. Okul bahçelerine köpekler girmesin.
Öyle ya da böyle bu sokaklardaki başı boş köpek meselesi çözülmek zorunda. Ayak diremenin anlamı yok. Sabahın erken karanlık saatlerinde ve gece geç vakitlerde bir köpek sürüsünün saldırısına uğrarsanız ne demek istediğimi daha net anlarsınız. Daha fazla çocuk telef olmadan, eyyamcılara kulak verilmeden bu sorun çözüme kavuşturulmalıdır.
BİR TOPLUM PANORAMASI:
Olayı hepimiz dehşetle takip ettik. Türk ordusunun emekli bir albayı ve eşinin hayatı karardı. 20 yaşındaki gencecik fidan gibi oğulları Ata Emre Akman bir serserinin daha doğrusu azmettirici serseri bir babayla hasta olduğu açık Lombrosso tipi iki insanın saldırısına uğradı ve hunharca katledildi. Bu tiplerin sayısı hızla artmaya başladı. Daha doğrusu varlardı da artık daha cesurca ortaya çıkmaya başladılar.
BU KİŞİLER NASIL ORTADA DOLAŞIYOR?
6 tane sabıka kaydı bulunan kesinlikle gözaltında hiç değilse devamlı takip altında tutulması gereken biri nasıl ortada dolaşıyor? Bu tip gençleri azmettiren babaların sayısı hayli yüksek. Telefon dolandırıcılığı yapan aile tipi şebekeler, hırsızlık yaptıranlar, tepesi attığı zaman onu bunu katlettirenlerin içinde kalabalık sayıda baba var. Buradan şu netice çıkıyor; katilin veya hırsızın yaşıyla ucuz kurtulmasında infaz biçimi artık teşvik edici hâle gelmiştir. Azmettirenlerin cezasının artırılması gerekir.
Bir hafta önce bir öğretmen öldürüldü.
Şimdi de bir genç, bu ikinci olay. Azmettirenlerin ve katillerin toplum dışı oldukları birçok kriminoloji ve ceza hukuku üstadının reddettikleri İtalyan Lombrosso’nun tipolojisini maalesef haklı çıkarmaya başladı. Ama bunu doğal nedenlere bağlamaktan çok toplumsal yapıyla izah etmek gerekir. Şehirlerimiz çok aşırı büyüyor. Kırsal bölgeler bütün hastalıklarını şehre doğru kusuyor. Bu vakalar şehirlerimizde artık istisnai değil kural haline dönüşmeye başlıyor. Ona göre tedbir alınması gerekir.
Yarın insanları keyif için öldüren Karındeşen Jack’ler, emniyet mensuplarına saldıran veya kendince infaz eden çetelerin sayısı artarsa ne yapacaksınız? Tedbirler en başından alınmalı. Göçler ve kontrolsüz imar faaliyetleri Türkiye’de kışkırtıcı unsurlardan biri haline dönüşüyor. Dünden bugüne yetkililerin etraflarına bahşettikleri imkânlarla tahrip edilen tabiat, yağmalanan kıyılar ciddi birer problemdir. Biz her şeyden evvel huzurla yaşamak istiyoruz.
Son söz: Bugün Türkiye’de güzellik, “toplumsal ayrıcalık” görmenizin ilk ve en kestirme yolu. Hemen her şeyin kabukta, dışta, dışarıda yaşandığı bu şişirilmiş dudaklar cumhuriyetin-de herhangi bir “içsel meziyet”e ihtiyaç duymadan hayatınızı idame ettirebilirsiniz. Eğitimli olmanıza, statü sahibi olmanıza, bir şey başarmış olmanıza, hatta en önemlisi olarak ahlaklı olmanıza falan hiç gerek yok. Kültür endüstrisinin dayattığı ölçüde güzelseniz aradığınız ayrıcalığı derhal ve zaten elde ediyorsunuz.
Aforizma: Zeka ve yetenek başarı için yeterli kriterler değildir. Yanına ahlaksız olmak da eklenmelidir.
Tadımlık: Kapalıçarşı civarında eşimle dolaşırken bir caminin çınarının altında oturduk dinlenmek için. Yanımızdaki beyefendinin bir dostuyla olan telefon konuşmasına kulak misafiri olduk: "Seni Allah için çok seviyorum güzel dostum. Sen adamın kralısın. Cuma namazında dua ettim sana, az sonra ikindi vakti girecek, bir daha dua edeceğim sana. Allah tüm güzellikleri sana nasip eylesin."
Bu hasbi muhabbete şahit olunca yorgunluğumuz üzerimizden kalktı, pamuk gibi olduk. Ne diyordu Efendimiz (sav): "Bir kimse din kardeşini severse sevdiğini ona söylesin."
Allah bizi de böyle güzel dostlara rast getirsin. (Âmin)
Kulağa küpe: Dünyanın her yerinde dert aynı. İnsan kendini Tanrı sanır ama hamam böceği gibi yaşar. Acısının kaynağı budur, kusurlu varoluşunun hiç kırılmayan döngüsü..
Özet: Hayvan, aç ve hayatı tehdit altında olduğu zamanlarda tehlikelidir.
İnsan, tok ve güçlü olduğu zamanlarda...
Aliya İzzetbegoviç
Not 1: İnsanlığın en eski en büyük buluşu EKMEK,en yeni en büyük buluşu ise internet-cep telefonu.İnsanlık bu ikisi arasına sıkıştırılmış vaziyette. Kurtuluşun yolu bunu farketmesi ve kurtulmayı gerçekten istemesine bağlı. İnsanlık tarihte hiç bu kadar risk altında olmamıştı.
Not 2: Ruhta yer edineni, kalp nasıl unutsun.
Not 3: Büyük şehirde her şey büyük
Zevk büyük
Acı büyük
Caddeler ve binalar gibi tıpkı
Küçük insanlar
Hiç rahat etmeyecekler büyük şehirde..
Not 4: Kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları onlar…
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar…
Halil Cibran
Not 5: Bugün erkek bedeni de tabii ama bilhassa kadın bedeni “kişinin kendisine ait mahrem bir alan” olarak değil “kapitalizmin alışveriş mabedi” olarak değerli. İnsanı “nesinden memnun değilse osundan kurtulabileceği” bir androide, bir “atölye üretimi”ne dönüştürdü küresel kültür endüstrisi.
Not 6: Kırışıklığa, inceliğe, kalınlığa, kısalığa, uzunluğa, fazlalığa ya da eksikliğe tahammülü kalmamış şişirilmiş dudaklar cumhuriyeti vatandaşlarının iki büyük korkusu vardır: “Güzel değilken ölmek” ve “makbul tanımlamanın dışında kalmak.” İnsanı çikolata reklamlarıyla diyet listelerinin arasında bir gergiye raptetmeyi başaran kapitalist tanrılar insana, bedeni üzerinden sürekli “sen benimsin artık” cümlesini fısıldamaktadırlar böylelikle.
Not 7: İnsanın dünyaya direncini sağlık sektörü eliyle de kaybettiği bu aptal yeni dünyada şişen sadece dudaklar değil, insanın bitmek bilmez arzuları ve egosudur aynı zamanda.
Çirkinin kendisine yer bulamadığı bu aptal yeni dünyanın aynı zamanda berbat sonuçlara gebe bir “güzellik faşizmi” ürettiğinin ise kimse farkında değil. Çirkin doğan çocukların diri diri toprağa gömüleceği bir gelecek, tahmin ettiğimizden çok daha yakın olabilir.
Not 8: Başından sonuna kadar boğazımda bir düğümle izlediğim sarsıcı bir film. '3000 Layla' adıyla çevrilen filmde, İsrail hapishanelerinde yapılan zulümler sanki elle tutabildiğiniz bir acıya dönüşüp, fil gibi göğsünüze oturuyor; bitince kendinize gelemiyorsunuz, sarsılıyorsunuz, öfkeleniyorsunuz..
Not 9: Serbest güreşte defalarca şampiyon olan Türkiye’nin bir voleybol ülkesi haline gelmekle övüneceği kimin aklına gelirdi?
İsmet Özel
Not 10: Nasıl olmuşsa bilmiyorum, vurmuşlar bize, biz vurmamışız. Kaçabilir miydik bilmiyorum, kaçmamışız...
Cahit Zarifoğlu
Not 11: “Önce Krallar,Sultanlar ve Padişahlar Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesiydi”
Sanayi Devrimi ile PARA ve paranın baronları
Bilgisayar devrimi ile BİLGİye hükmedenler.
Biyogenetik devrim ile de ZİHİN yani bizatihi İNSANa hükmedenler tanrıcılık oynuyor.
Çare farkındalık!
Not 12: Türkiye ekonomisi/sanayi ARA MALI ithalatına bağımlı halde. Bu ise döviz talebini artırıyor. Çaresi üretmek ve katma değeri yüksek mal ihraç etmek ya da borçlanmak. Borç Osmanlıyı çökertti. Mevcut maliye-sermaye-döviz politikaları ile bu girdaptan çıkamayız. Ülke mamul ithalat cenneti.
Not 13: Medcezir'in senaristi Ece Yörenç ve başrol oyuncularından Serenay Sarıkaya, Netflix dizisi Kimler Geldi Kimler Geçti'de tekrar buluştu. Aşk sancılarını anlatan bu iki dizinin farkı, Medcezir'in üniversite öğrencilerine ve KGKG'nin 30 yaşlarındaki avukatlara odaklanması. Peki aradan geçen 10 yıldan sonra senaryo değişti mi? Yoksa 2024'teki Avukat Leyla, 2014'teki genç Mira gibi Mecnun'u mu arıyor?
Düşünün ki bir hukuk bürosunda genç ve güzel avukatların neredeyse tek işleri, etrafına ışık saçan meslektaşları Leyla'nın flörtlerini takip etmek. Kim, kiminle, nerede, ne zaman sorularını müvekkilleri için değil, birbirlerinin özel hayatları için soruyorlar. Adliye koridorlarında pek görmediğimiz avukatlar, aşk mesaisinde.
Avukatlık mesleği senaryoda elzem değil. Bu şık ve havalı karakterler bir reklam ajansında, tekstil firmasında ya da otelde çalışsaydı senaryo gene işlerdi. Hâlbuki senaryo bir yapboz gibidir. Bir parça çıkartıldığında kalanlar kenetlenemez. Fakat Leyla, aşçı ve mimar sevgilileriyle bir avukat değil de turizmci olsaydı da tanışırdı.
2024'te bile kadın temsilleri ne kadar aşk odaklı! Dizide tahsilli ve meslek sahibi kadınların, hoşlandıkları erkeklerin ne düşündüğü hakkında uzun uzun kafa yormaları üzücü. Leyla ve arkadaşları, ilk randevudan sonra neden aranmadıkları konusunda farklı teoriler üretir. Yakışıklı aşçı Feyyaz (Boran Kuzum) romantik bir gecenin ardından kayıplara karıştığında, "Yoksa başına bir şey mi geldi?" diye sorar Leyla. Avukatlar dava dosyaları yerine, sevgili adaylarının sosyal medya hesaplarını inceler.
Lüks restoranlarda ve gece kulüplerinde gezen varlıklı iş insanlarının tek derdi aşk. Herhangi bir ayrımcılığa uğramamış bu üst sınıf karakterler, bulutların üstünde yaşıyor.
Not 14: "Aşk da bir mikrop" diye tanımlayan kişi Van Gogh.
Akıl hastanesinde yatarken, kızkardeşine yolladığı bir mektupta, melankoli ve onmaz ızdıraplarının nedeninin, tıpkı aşk gibi, mikroplar olduğunu tahmin ettiğini yazmış.
Muhtemelen, portresini çizdiği hekimi, o yıllarda mikroplar hakkındaki araştırmalardan ve bunların insana dair anlayıştaki etkilerinden söz etmiş, o da bundan esinlenmişti.
Aslında içimizde trilyonlarca mikrop olduğuna, yani bizim de tıpkı bitkiler, hayvanlar gibi bir "holobiyont" olduğumuza ilişkin bulgular biyolojide bir paradigma değişimdir.
Bu yeni paradigma, biz içimizdeki trilyonlarca mikroorganizma ve kendi hücrelerimizden oluşan bir "süperorganizmayız" diye de basitleştirilebilir.
21. yüzyılın ilk on yılında başlatılan geniş ölçekli uluslararası bir proje olan "mikrobiyom projesi" önce içimizdeki trilyonları sınıflayıp, kodlarını çözmekle başladı.
Mikrobiyom diyalektikleri, gezegenin (Kopernik) ve yaratılışın (Dar) efendisi olmadığımız gibi bedenimizin de efendisi olmadığımızı gösterdi.
Şimdilerde, sağlıktaki denge ve çeşitli hastalıklarla ilişkisi giderek daha kanıta dayalı biçimde ortaya konulmakta.
Tek yumurta ikizlerinde bile ancak yüzde 23 benzeşen, parmak izi gibi kişiye özgü mikrobiyom yalnızca bedenimizle değil bilincimiz ve ruhsal durumumuzla da yakın ilişkili.
Genomumuz, bilişselliğimiz, duygulanımlarımız, mikrobiyom ile karşılıklı ilişkiler ile gerçekleşiyor, bu kalabalık yaşam formları ile etkileşimlerimiz sonucu bireyselleşip, otonomi kazanıyoruz.
Yalıtılmış bireyler olduğumuz paradigmasının değişmiş olması ve "ekolojik diyalektler" vurgusu yalnızca geleneksel olan biyolojik yalıtılmışlık fikrini ortadan kaldırmakla kalmadı.
Not 15: Berlin Duvarı 1989’da yıkıldıktan, komünizm çöktükten ve Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra özgürlüğün ve liberalizmin kesin zaferi ilan edilmişti. Fukuyama, Huntington’un medeniyetler çatışması tezini hafife alarak 'tarihin sonu'nu ilan etmişti.
Ancak Amerikalıların çoğu tarihin sonundan mutlu değil. Amerikan ekonomisi genelde iyi durumda. Enflasyon ve işsizlik düşük. Yaşlılar ve çocuklar nispeten sosyal güvenlik altında. Geride, altta kalanın canının çıktığı, işlerin bazen iyi, bazen kötü gittiği kapitalist düzenin doğal dalgalanmalarıyla savrulan, küreselleşme yüzünden yüksek ücretli işlerini kaybeden, iş güvenliğinden ve sağlık sigortasından yoksun, evine ekmek götürebilmek için birkaç part-time işte çalışmak zorunda olan milyonlarca insan var. Lafın kısası herkes çabuk değişim istiyor ve Trump sandıkta bundan yararlanabilir.
Not 16: Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger ABD’deki başkanlık sisteminin başkana “taçsız kral” yetkilerini verdiğini ve bunların zaman içinde arttığını söyler. Yine de sistemdeki kuvvetler ayrılığı ve denge ve kontrol mekanizması sayesinde yasama ve yargı organları başkanı büyük ölçüde denetler ve yerinde frenler.
Öte yandan siyasetçilerin devamlı bağış toplamak zorunda olduğu ülkede kapitalizmin ağababalarının onları dolaylı bir biçimde satın almaları mümkündür ve bu büyük ölçüde gerçekleşmektedir. Bu nedenden ötürü başkanları derin devletin kuklaları olarak adlandırmakta gerçeklik payı vardır.
Not 17: ABD’de tek sorumlu kişinin başkan olmasına rağmen bu modern ve federalizmin ve uluslararası ilişkilerin daha da karmaşık hale getirdiği dev mekanizmayı yönetmek için liyakatli bir kadroya ihtiyacı vardır. Oysa Trump için sadakat liyakatten daha önemlidir. Başkanlık zamanında etrafını sözünden çıkmayan yağcılarla doldurmasına rağmen bugün onların çoğu Trump’a sırtını döndü ve onu yerin dibine batıran hatıralarını yazdı, bazıları da onu devlet düşmanlığıyla, hatta Putin’in ajanı olmakla suçladı.
Geçenlerde bir gazeteci bunu ona hatırlattığı zaman Trump her zamanki gibi saldırışa geçti. Yumuşak kalbi yüzünden ve onları utandırmamak için istifa etmelerine izin verdiğini söyledi ve bundan sonra beceriksizleri kovacağını ekledi.
Başkanlık seçimlerine beş ay kadar bir zaman var. Trump daha önceki seçim kampanyalarına oranla avantajlı bir durumda gözüküyor. Tüm kamuoyu yoklamalarında az bir farkla Biden’ın önünde gidiyor. En önemlisi seçimin sonucunu belirleyecek salıncak eyaletlerin, yani bazen Demokrat, bazen de Cumhuriyetçi Parti’ye oy veren eyaletlerin çoğunda Trump’a oy vereceklerini söyleyenlerin sayısının biraz daha fazla olmasıdır.
Not 18: Bize dediler ki siz Devlet’in mevcut bürokratik yapısıyla neoliberal iktisat programı uygulayamazsınız. Toplumsal kalkınma hedefine koşullanmış, Devlet Planlama Teşkilatı’nın verilerine duyarlı bürokrasinizi tasfiye edeceksiniz ve serbest piyasa ilişkilerine uygun yeni bir bürokratik yapı kuracaksınız. Katılımcı olacaksınız. Devlet bürokrasisinin kapılarını zenginlere, burjuvaziye açacak fakat yurttaşlara kapatacaksınız. Kendiniz yönetmeyeceksiniz, sermayeyle birlikte “yönetişeceksiniz.” Şimdi buradayız…
Hani şaşıyoruz ya Maliye Bakanı Nebati’nin tekstil şirketleri ya da Sağlık Bakanı Koca’nın hastaneleri veya Turizm Bakanının otelleri nasıl oluyor diye. İşte bu yüzden oluyor. Sermayenin sahip olduğu güç Devlet’in içine aktarıldı. Sermaye sınıfı, bütün diğer sınıfların zararına devlet yönetimine fiilen katıldı, siyasî iktidara bakan verdi, devlet bürokrasisini oluşturdu.
Devlet anonim şirkete dönüşünce bakanlıklar da şirketin şube müdürlüklerine dönüştü. Bakan ve onun hemen altındaki yüksek bürokratlar zengin, alttaki memurlar ise giderek esnek ve güvencesiz çalışacaktı. Kaz kafalı siyasîler üretimden koparılmış halka aş evleri açmakla, fakir-fukara-garip guraba dedikleri işsizlerin cebine sosyal yardım diyerek para koymakla övüneceklerdi.
Doğru ve kesin sonuç şudur: Devlet teşkilatı yeniden yapılandırılmadıkça neoliberal iktisat politikalarının yıkıcı etkileri önlenemez, kamucu bir iktisat politikasına geçilemez, halkın ihtiyaçlarına öncelik veren üretim ağırlıklı bir ekonomi örgütlenemez.
Not 19: Çıkar çatışmalarının arenasına dönüşen her devlet çözülür, ufalanır. Devrim koşulları böyle oluşur. Yukarısı yönetemez, aşağısı da yukarısının yönetmesini istemez.
Siyasî toplumda hiçbir “normalleşme” bu saatten sonra partileşmiş Devlet’in çözülmesini önleyemez. Saray’ın var gücüyle denetim kurmaya, şişeden çıkardığı bütün etnik ve dinsel cinleri yeniden içeri tıkmaya çalışacağı fakat bunu başaramayarak denetimi tamamen kaybedeceği, ekonomi, siyaset ve suç şebekesi baronlarının birbirine girerek kusursuz fırtınanın kaotik koşullarını elbirliğiyle oluşturacakları çıplak gözle görülmektedir.
Bizi bekleyen yakın gelecek budur.