Her şey 7 Aralık‘ta Hamas‘ın İsrail’e gerçekleştirdiği saldırı akabinde başladı. Orta Doğu‘da Taşlar yerinden öyle oynadı ki yepyeni bir Orta Doğu düzeni ile karşı karşıyayız bugün. Esat rejimi devrildi 12 günlük kısa bir süre içinde. Aslında 13 yıl artı 12 gün. 2011’den beri bir iç savaş içerisinde; milyonlarca sığınmacı çevre ülkelerde çoğu da Türkiye’de.
Hamas‘ın gerçekleştirdiği saldırı sonrasında İsrail Orta Doğu‘da kendisini rakip olarak gördüğü herkese saldırdı. Gazzeyi dümdüz etti, büyük bir katliam gerçekleştirdi. Hizbullah’ın ve Hamasın liderlerini öldürdü. Hizbullah’ı sokağa çıkamayacak şekilde köşeye sıkıştırdı. İran’ı bombaladı tehdit etti onu köşeye sıkıştırdı. Rusya zaten köşeye sıkıştığı için Suriye alanı bomboş bir vahaya dönüştü ve burada çok büyük bir uzlaşıyla İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail’in ve Türkiye’nin desteklediği bir operasyonlar kümesiyle 12 gün gibi çok kısa bir sürede HTŞ yanındaki farklı gruplarla birlikte Şamı işgal etti ve esat kaçmak zorunda kaldı.
Peki buraya kadarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Suriye’nin akibeti bundan sonra ne olacak? Bu soruyu bir uzmanın yanıtlama şansı yok. Çok çetrefili çok yönlü bir mesele. Yanıtlamak zor, sadece bildiğimiz şu:
Talibanvari bir rejim olmayacak tabii ki; bunlar da İslamcı tabii ki, bunlar da Cihatçı ama Taliban dünyanın öbür ucunda. Suriye İsrail’in komşusu fakat.
Ben bu Şamın el ele geçirilme sürecinin bir uzlaşı ile yapıldığını ve bir centilmenlik anlaşmasıyla yapıldığını düşünüyorum. Yani Suriye’yi bundan sonra yönetecek olan aktörlerin İsrail’in varlığını kabul edeceği, İran’ı ve Rusya’yı o topraklara bir daha sokmayacağına ve Kürtlerin varlığını kabul edeceğini peşinen kabul ettiklerini, gizli bir anlaşmayla bunları verdikten sonra Suriye’yi aldıklarını düşünüyorum.
Suriye iç savaşı tam 13 sene sürdü milyonlarca insan dünyanın dört bir yanına kaçmak zorunda kaldı. Yüz binlercesi öldü yaralandı ve tam 54 sene sonra Hafız Esad’ın kurduğu diktatörlük yıkılmış oldu. Hafız Esat diktatörlüğü daha ziyade toplumun %12’sini kapsayan Nusayri Arap Aleviliği diye anılan Şiilerin Şia olarak kabul etmediği, Türkiye’deki Alevilerle de çok fazla benzeşmeyen bir yapı üstüne inşa edilmiş, azınlık üstüne inşa edilmiş diktatörlüktür.
Sünni nüfusu tanımayan, Kürtlere kimlik bile vermeyen, çok sert işkenceler idamlar yapan bu Baas rejiminin sonuna gelinmiş oldu. Türkiye’deki bazı aktörler son laik Arap Cumhuriyeti de gitti diye yakınıyor ama tablonun sadece görünen kısmı; laiklik üstünden yorum yaparsanız yanlış bir yere savrulursunuz.
Kim kazandı, kim kaybetti?
Şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri Ukrayna’dan sonra Suriye’de de Rusya balonunu patlatmış oldu: Rusya dış politikada kaybetmeye devam ediyor. Suriye Rusya için çok çok önemli bir ülke, orası onun için Afrika demek, Orta Doğu demek, sıcak denizlere inmiş olmak demek; hepsini bir anda kaybetti. Bundan sonra Rusya’nın orada varlığının çok güçlü olamayacağını net bir şekilde söyleyebiliriz.
En büyük kazananlardan bir tanesi de İsrail. İran’ın diriliş cephesi ya da direniş hilali dediği alanın en önemli parçalarından biri Suriye'ydi, lojistik merkezi ve güzergahıydı. Hizbullah desteği buradan akıyordu; yani İran’ın balonu da çok büyük ölçüde söndürülmüş oldu. İran Suriye’ye sahip çıkamadı, gümbür gümbür gelen işgale karşı yek bir asker gönderip direnemedi, rejim kendi içine kapandı, ben kendimi nasıl koruyabilirim refleksleriyle geriye çekildi. bundan sonra İran'la iş tutup piyasaya çıkan herkesin çok fazla korkması gereken bir Orta Doğu‘yla karşılaşmış bulunuyoruz; yani çıkarları rejimin çıkarlarıyla çakıştığı zaman tıpkı Amerika Birleşik Devletleri’nin Afganistan’da yaptığı gibi kendisiyle çalışanları ortada bırakıp sessiz bir şekilde sonucu izlemeye başladı. Kendi içinde de bunu şöyle pazarladı. HTŞ de aslında İsrail karşıtı, şimdi onlarla çatışırsak ileride dostluk kuramayız gibi pragmatik bir açıklama yapmak zorunda kaldılar. İran için de artık geri sayımın başladığını rejimin çok çok büyük bir sarsıntı yaşayabileceğini kendi içine kapanarak rejimi ayakta tutmanın yollarını arayacaklarını söyleyebiliriz. Şüphesiz tüm İran muhalifleri Esad’ın devrilmesine çok sevindi ve bu dalganın İran’a gelebileceği ümidiyle yaşamaya başladıklarını söyleyebiliriz.
Kürtler de kazandı: Kürtler zaten Amerika Birleşik Devletleri'nin hamiliği ile defakto olarak Suriye’nin en az üçte birini kontrol altında tutuyorlar ve çok ağır silahlarla silahlanmış durumdalar. Ben yeni Suriye yönetiminin Kürtlere karşı bir savaş başlatmayacağını düşünüyorum: Kürtlerle uzlaşı içinde olduklarını düşünüyorum, bunu Türkiye’nin Öcalan’ın meclise davet etmesiyle birlikte okursak Türkiye’nin de bu bölgesel özerk yönetimi Defacto kabul ettiğini ve bu varlığa göre dış politikasını devam ettireceğini söyleyebiliriz.
Kazananlar arasında en nihayetinde ülkemiz Türkiye'nin de olduğunu söyleyebiliriz. Sonunda şans yüzümüze güldü. Erdoğan Suriye’de çok büyük hatalar yaptı. Rusya ve İran’ın orada çok güçlü bir şekilde dinamik bir şekilde olduğu dönemde rejimin devrileceğini zannetti. Bu olmadı çok büyük bir şans eseri İsrail’in saldırıları sonucunda ve Ukrayna Savaşı’nın uzaması neticesinde tam 13 yıl süren, Türkiye’yi de mahveden göçmen dalgalarıyla, Avrupa’yı da mahveden çok uzun bir Ukrayna savaş sonrasında ve planlı ve stratejik olarak olarak değil, tarihin tamamen akışının enteresan bir şekilde değişmesi akabinde sayın Erdoğan da dış politikada yaşadığı en büyük bataklıktan bir zafer hikayesi çıkartmayı başardı. Büyük bir piyango vurdu dış politikada Erdoğan’a ve Türk milletine; Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan en büyük çöküntüsünün üstüne şimdi fetihçi bir kimlikle çıkacaktır. Ve yaptıkları ilk açıklama Suriyeliler artık geriye dönebilir açıklamasıdır. Bu iç politikada çok güçlü bir şekilde kullanılacak, bu Suriyelilerin hemen doğrudan direk akın akın oraya gideceklerini zannetmiyorum; şimdi sosyal medyaya yansıyan böyle birkaç düzüne insanı sınırdan geçme görüntüleri var, hiçbirinin kolay kolay Türkiye’yi bırakıp akın akın ülkelerine döneceğini zannetmiyorum. Bir ülke altüst olmuş durumda, işleyen bir ekonomi yok, altyapı yok, tüm bunların halledilmesi gerekiyor ki; bence Türkiye kamuoyu da birazcık daha sabırlı olması gerekiyor, on yıllık bir ev sahipliği ve misafirperver mihmandarlığı daha güzel taçlandırmanın daha güzel neticelendirmenin yollarının aranması gerektiği kanaatindeyim. Şimdi bakıyorum sosyal medyada bir saldırı başladı: Hadi gidin bakalım defolun yallah arkadaş falan gibi. Böyle değil bu kadar beklenildi orada öngörülebilir bir zaman diliminde takvime bağlanmış bir zaman diliminde altyapı çalışmaları tamamlandıktan ve ekonomi kısmen işler hale getirildikten sonra geriye dönüşleri önü açılabilir. Tabii Suriyelilerin verdikleri ilk tepkiler kovmazsanız gitmeyeceğiz tarzı olacaktır çünkü onlar entegre oldular, bir şekilde Türkiye’den gitmek istemeyeceklerdir bir çoğunluğu ama ben seçim öncesi Erdoğan’ın ciddi bir kısmını projelerle geriye göndererek Türk halkta puan kazanma yoluna gideceğini düşünüyorum.
Türkiye açısından önemli bir gelişme de YPG‘nin kontrol ettiği alanlara komşu olmuş yani Türkiye bundan sonra YPG ile ya da Kürt bölgesi ilişkilerini nasıl sürdürecek, kendi içindeki Kürt barışını nasıl sağlayacak, kendi içinde Öcalan’ı affederken siyasi suçluların hücrelerde çürüdüğü bir rejimi devam ettirmenin mümkün olmayacağını görmeleri gerekiyor. Öcalan’ın affedildiği ya da affedileceği işte bunun üstünden belki PKK’lı bir insanların affedileceği bir Türkiye’de, siyasi suçluların, Nasuh Mahrukilerin hücrelerde tutulmasının imkansız olduğunun da görülmesi gerekiyor.
Peki başta Suriye olmak üzere Orta Doğu nasıl etkilenecek?
Suriye’de şöyle bir rejim inşaa edilebilir: Çevresindeki komşularla iyi geçinmeye çalışan, kendi içindeki tüm azınlıkların hakkını tanıyan, büyük katliamlar yapmış sembolik isimler hariç cezalandırma yöntemini seçmeyen ve dünyaya pozitif mesaj göndermeye çalışan bir rejim bekliyorum. Öncelikle iç güvenliği sağlaması gerekiyor ve sembolik olarak kurulacak yönetime mesela bir nusri bakan, bir Ermeni bakan Suriye’de biliyorsunuz Osmanlı’dan kaçmış ve oraya sığınmış bir sürü Hristiyan da var. Böyle bir fotoğraf dünyaya verebilirler, bunu başarabilirlerse kısmen büyük bir krediyle: önemli bir krediyle, biz Taliban rejimi gibi değiliz kredisi ile yola başlamış olabilirler.
İran’ı da konuşmamız gerekiyor. İran’ın ne kadar bağnaz bir rejim olduğu ne kadar güçsüz olduğu, Orta Doğu’da kullandığı enstrümanları karşısına sert bir güç çıktığında nasıl yerle bir olduğunu gözlemlemiş olduk. Bundan sonra Suriye’nin de Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in dolaylı kontrolüne girmesi akabinde İran için de geri sayımın başlayabileceğini, rejimin orada kademeli olarak zayıflayabileceğini, bu kadar hızlı olmasa da bir geri sayım sürecine girebileceğini söyleyebiliriz.
Bizim içimize gelelim. Esad kaçmadan Şam düşmeden bir gün önce CHP Genel Başkanı Özgür Özel şöyle açıklama yaptı: Esat’la görüşülüp bir orta yol bulunup Suriye meselesi çözülmeşi buna ben talibim.
Ben Özgür Özelin yerinde olsam tüm dış politika danışmanlarının, dış politika uzmanlarının hepsinin istifasını isterdim. Çok talihsiz bir açıklamaydı. Şam'ın düşebileceği konuşulurken hatta kesinlen, kesinleşmişken, Türkiye’nin bir numaralı partisinin genel başkanının çıkıp Esad’la da görüşülmesi lazım gibi bir ifade kullanması, eşzamanlı olarak dünyayı okumakta ne kadar zayıf, bölgeyi okumakta ne kadar aciz olduklarını gösteriyor. Bu ümit kırıcı bir şey Türk milleti adına. Bir tarafta sayın Erdoğan zafer kazanırken, diğer tarafta muhalefetin bu kadar kafasını toprağa gömerek açıklama yapması izaha muhtaç bir şeydir.
Başkan Erdoğan cephesine gelecek olursak. Bir diktatör rejim devrilirken ve bu rejimin devrilmesinde büyük yükü omuzlamış bir milletin lideri olarak tabii ki AK Parti ve hükümet sevinecek, ki bence vicdanlı herkes böyle acımasız bir katil diktatör gitti diye sevinmeli. Ve fakat tarihin bir cilvesi ile önlerine bir zafer opsiyonunun kırmızı halıyla serildiğini ve bu an’ın sadece farklı güçler tarafından pişirilmiş, bu zaferden kendilerine bir pay düşürdüklerini görmeleri gerektiğini düşünüyorum. Buradan bir ders çıkartacaksanız çıkartmanız gereken ders şudur: Kendi içinde otokratikleşen liderlerin akıbetinin hiç hoş olmadığı ve çok yanlış yerlere savrulabileceklerini görmeniz gerekiyor. Ve insana dayanmayan insanı ve ihtiyaçlarını merkeze almayan hiçbir ideolojinin ve güç aygıtının olmadığını fark etmek gerekiyor. Allah’tan başka her şeyin ve herkesin bir sonu var.
Bir de son olarak tüm bu olup biteni komployla izah etmeye çalışanlara bir kaç laf söylemem gerekiyor. Komplocu arkadaşlar, Esad kafasını kullanabilseydi, doğru hamleleri yapabilseydi, kendi halkına savaş açmasaydı, çatışma kısmen durduktan sonra gerekli reformları yapsaydı Türkiye ile farklı aktörlerle işbirliği yapmaya hazır olsaydı 12 gün içinde devrilmeyebilirdi. Her şeyi böyle büyük komplolarla orada izah etmek akıllıca değil. Orta Doğu’da büyük komploların bile işlemeyeceğini, günlük politikaların günlük hataların her şeyi değiştirebileceğini, zeminin çok zayıf olduğunu. Orta Doğu rejiminin tel tel döküldüğünü görmeniz gerekiyor. İnsanların elektrik, su ve gıda gibi temel ihtiyaçlarını karşılanmakta zorlandığı ve tam 13 yıldır başta ABD olmak üzere dünyanın çoğunun ambargo uyguladığı bir ülke olan Suriye’de bu gelen sonuç geç kalmış geciktirilmiş sonuçtur.
Son söz: Her şeyin bir sonu vardır ve dünya yaşamı fanidir, geçicidir. Yöneticilerin bu gerçeği akıllarından çıkarmamaları gerekiyor. Sonsuz olan sadece Allahın zatıdır..