MALA ÇÖKME, bir Anadolu kültürüdür. Ganimet kültürü ise ta Cahiliye devrine ve ardından savaşları teşvik için kullanılan tüm dinlerce ve devletlerce teşvik edilen ve kullanılan bir yöntem. Neticede cennet vaat etmekle ölüme herkesi göndermezsiniz. Dünyevi havuç şart. Biz de ganimet kültürünü güzelce benimsemişiz. Başka çare var mı o dönem zor.
Başka bir deyişle mala çökme ve ganimet kazancı SEFER kültüründen gelir.
Eskiden GAVUR, KAFİR diye aşağılanan komşu milletlerin topraklarına girilir, malları yağmalanır, erkek çocukları asker köle, kız çocukları Cariye veya KÖLE yapılırmış.
Batı toparlanıp, bize temiz bir sopa çekince, İÇ YAĞMAYA dönüştü bu kültür.
Önce Ermeni, Rum, Yahudi mallarına, ve bazen de canlarına ve ırzlarına çöküldü.
Ardından sıra Aleviler'e geldi.
Şimdi ise sıra Türkler'e geldi.
Sıra sıra gidiyorlar.
Nemalananlar aynı grup.
Netflix, eski İstanbul'u anlatınca, MİLLİYETÇİLER ayağa kalkmıştı.
Halbuki, orada bir OPERASYON anlatılıyor.
Şimdi aynı OPERASYON sana yapılıyor.
Geçmişte seni kullandılar. Şimdi ise hedef sensin.
Amaç hiç bir zaman Rum malını sana vermek değildi ki... Emanetçiydin sen.
Sadece metot daha BİLİMSEL şimdi.
Eskiden CANINLA tehdit edilirdin, korkuyla giderdin.
Şimdi KİRA ile işi çözüyorlar. Tatlı tatlı.
Vaktinde Yahudi, Ermeni, Rum komşularının malına çöken kimi Anadolu eşrafına, bugün aynısı başka şekilde yapılıyor.
Etme bulma dünyası.
BİAT etmeyen kitlelerin yerine BİAT edecekler getirilir.
Anadolu'daki Osmanlı bürokrasisinin temel politikası budur.
BİAT ve VERGİ.
Göreviniz bu.
Görevinizi yapmazsanız yallah!
Kitlelerin eline bilgisayar telefon verdiler.
Gelecekte de SANAL GERÇEKLİK GÖZLÜĞÜ verecekler.
Böylece kitleler uyutulmaya devam edilecek.
Hiç bir şeyiniz olmayacak, yani aslında sanal versiyonları olacak, ama mutlu olacaksınız. Öyle vaadediyorlar.
Birdenbire astronomik çizgiye çekilen ev kirası yüzünden apar topar büyükannesinin yanına yerleşen bir tanıdığımın evindeydim geçenlerde. İki evin eşyaları birbirine girince oturacak yer kalmamıştı ve keşmekeş hakimdi. Çok üzüldüm.
Aynısını yapmaya hazırlanan dolu insan var.
Hatta geniş evini yabancıya kiralayıp kendine "gelir" yapan ve anne babasının mütevazı evini paylaşmaya başlayan birini de tanıyorum.
Çoluklu çocuklu ailelerin halini ise hiç sormayın!
Semt değiştiriyorlar.
Semt nedir ki!
Aslında hayat tarzlarını değiştiriyorlar...
Dünyaya bakışları ve gelecek algıları da bir miktar değişecek ister istemez yakın zamanda...
Niye anlatıyorum bunları?
Pandemi günlerindeydik, "Siz olayı virüs sanıyorsunuz, oysa hayatlarımız değişecek" diye söyleyip yazdığımızda burun kıvıranlar vardı.
Onları da geçtim...
Değişimi sadece hayatın dijitalleşmesi olarak algılayan dostları da unutmamalı...
Oysa gündelik hayatın bütün dokusu hiç çaktırmadan değişmeye zorlanıyor.
Pandemi sandınız...
Oysa enflasyon olacaktı, oldu.
Maaşlar ne kadar yükseltilirse yükseltilsin, peşinden koşturup bir türlü yetişemediğimiz hayat pahalılığıydı...
Hiç hesap etmediğiniz savaş atmosferiydi...
Dahası... Ruhsal çözülmeydi...
Ve daha birçok şey sırasını bekliyor.
Emlak sorununu çözmek için geniş kitlelerin kira bedeli öder gibi ev sahibi yapılması için projeler üretilmesi güzel.
Çok ihtiyaç var.
Ama şunu anlamak zorundayız...
Genç nüfusu ve evlenip yeni ev açma eğilimi yüksek bir ülkede kiralık ev sıkıntısı, arsız ve fahiş kira bedelleri daha farklı meseleleri de içeriyor.
Sonuçta ne oluyor?
Kimse sosyal medyadaki tatil fotolarına bakıp kendini aldatmasın...
Orta sınıf, ortanın üstesi, okumuş kesim ruhen ezile ezile aşağıya doğru itiliyor.
Bunun sosyal, siyasal ve kültürel sonuçları olacak ve korkarım çok ağır olacak. Umarım altında kalmayız.
Hükümet kira artışlarına geçici de olsa sınırlama getirdi ama bunu uygulayan pek yok. Özellikle büyükşehirlerde yüzde 25'lik sınır sembolik kaldı. Yüksek kira bedeli ev sahibine tatlı geliyor. Gerekirse, 1 Temmuz 2023'e kadar evini boş tutmaya razı olan bir kesim var. Ya da 'tahliye' baskısıyla zorla istediği zammı almaya çalışıyor. Tabii, ödeyebilen olursa bu resti kabul ediyor. Fahiş kira zammı yapınca bu kez de kiracı, kirayı ödeyemiyor, evdeki eşyalara zarar veriyor. Velhasıl, iki taraf açısından da iş çığırından çıkmış vaziyette...
Peki çözüm ne?
Konut edinme toplumun büyük kesimi için imkânsız hale geldiğine göre, ivedilikle sosyal konut projelerini devreye almak gerekiyor. Toplumsal problemlerin önüne geçilmek isteniyorsa, devletin konut sorununun çözümünde öncü rolü üstlenmesi şart...
Devlet, merkez bölgelerdeki konut alanlarını dönüştürebilir. Elindeki Hazine arazilerini yüksek fiyattan lüks konut yapacak müteahhide satmak yerine sosyal konut projelerine ayırabilir. Keza, belediyeler de... Belli büyüklükte konut üreten inşaat firmasına konutun belli bir bölümünü darorta gelirliye ayırmasını zorunlu tutabilir.
Birden fazla konutu olanlara daha farklı bir vergi sistemi uygulayabilir.
Ama daha da önemlisi bir an evvel kiralık sosyal konut politikalarını devreye sokabilir. Böylece konut sektöründeki balon patlar. Hem fahiş şekilde artan konut fiyatları hem de kira bedelleri daha aşağılara iner.
Not 1: Moral bozsun veya bozmasın, 1984 bir meseleyi çok güzel ele alıyordu:
Gücü elinde tutanın hakikati de tekeli altına almaya çalışması hakikat denen şeyin içini boşaltır.
Bunun bir güzel örneği, 1984’ün kahramanı Winston’ın gizlice boş bir defter satın almasındadır. Rejimin gözünde bir suçtur bu. Ama Winston, yaşadıklarını yazmak için yakalanmayı da göze alarak bir defter sahibi olur.
Günlüğüne şunları yazar Winston:
“Aslında hiçbir şey yasadışı değildi; çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.”
Hakikat da biraz öyle.
Onu berhava ettiğinizde, onun uğrunda mücadele verdiğinizi de söyleyebiliyorsunuz.
Not 2: Goebbels, bir parti ülke yönetimini ele aldığında parti ideolojisinin artık devletin de ideolojisi olduğuna inanmaktaydı.
Goebbels, ulus denilen şeyde, birinin evet dediğine diğerinin hayır demesini mahsurlu bulmaktaydı..
Kendisine sorulan “Küçük bir azınlık olarak 60 milyon kişi üzerinde nasıl diktatörlük kurabileceğinizi düşünürsünüz?” sorusuna, “Eğer koca bir ulus delicesine korkuyorsa ve devleti dönüştürecek güce sahip sadece bin kişi kaldıysa ulus dediğiniz aslında o bin kişiden ibarettir” yanıtını vermişti.Tabii ki Hitler de benzer fikre sahipti..Herhalde intihar etmeden önce ikisi şunu da öğrendi, eğer “koca bir ulus” korkmuyorsa o “bin kişinin” sonu çok kötü olur.Hepimiz biliyoruz ki “koca bir ulus” sürekli korkmaz, korkmaktan sıkıldığı zamanlar gelir...
Ulus korkmadığı zaman da o “bin kişi” ne yaptığına çok dikkat etmeli.
Not 3: “Mümkün olsa da elime bir silgi alsam ve geriye doğru yürüyüp hayatımın bütün yanlışlarını silsem...” diye geçirdi içinden. Geriye pek fazla bir şey kalmayacağını düşünerek bıraktı silgiyi hayalinin elinden.
Not 4: İnsan masumiyetiyle birlikte doğduğuna göre, yaşadıkça insanlığından, berraklığından, safiyetinden, kendiliğinden bir şeyleri kaybediyor aslında. Olgunluğu doğduğumuz günkü masumiyetimize geri dönmek olarak düşünmeliyiz belki de. Hayatın safralarını üstümüzden ata ata, yaşamanın kirinden, pasından arına arına, üstümüzdeki dünya ağırlıklarından kurtula kurtula... Albert Camus, ‘Yabancı’da şöyle işaret ediyor bu gerçeğe: “...hiç kimse Tanrı’nın bağışlamayacağı kadar günahkâr olamazmış ama bunun için insanın nedamet getirip ruhu bomboş, her şeyi kabullenmeye hazır bir çocuğa dönüşmesi gerekmiş”
Not 5: “Söylemesi kolay!” dedi beyaz saçlı adam, “O kadar çok yürüdük ki, başladığımız yerin o kadar uzağına düştük ki, geri dönmek için de bir ömür ister gibi geliyor bize!”
Not 6: Eskiden beri toprak sahiplerine ve mülk zenginlerine gıcığım var da; son kiraz zamlarından sonra birden fazla ev sahibi olanlardan iyice nefret ettim. Devletin belirlediği zam azmış. Git çalış rantçı azsa. Avantadan geçime alışmış pezevenk.
%25 kira zammı, zulüm falan değildir.
Ev fiyatlarını DOLAR bazında uçuran politikalar, halkı aç bıraktı.
Hem evin neredeyse X2 yapıyor. Bir de bu sefer, bu rakama göre X2 kira istiyorsun.
Ah ANADOLU ÇAKALLARI, size aslında AMERİKAN TOKATI lazım, ama hala yemediniz.
KİRA ile gelir elde etmeyi bizim ev sahipleri hala bilmiyor. CAHİLLER.
Kira çarpanı fırladıysa, evi satman gerekir.
Evi satarsın, FAİZE ya da DÖVİZE koyarsın, hem ev fiyatları da düşüşe geçer.
Rasyonel davranmanız gerekir.
Fiyat uçtuysa, yapıştıracaksın.
Not 7: İstanbul'dan ülkesine dönen Suriyeli: "Geldiğimizde idare ediyorduk ama artık her şey pahalı. Her şey çok zor burada şimdi. Kira pahalı, petrol pahalı, insan nasıl idare edecek?"
Ekonomi yönetimi, attığı mantık dışı adımlarla ülkeyi ekonomik açıdan biraz daha yaşanmaz hale getirirse mülteci sorunundan büyük ölçüde kurtuluruz!
Ülkedeki mültecilerin büyük kısmı ya kendi ülkelerine ya da 3. havalimanımızı kıskandığı iddia edilen ülkelere göç eder.
Not 8: Artık rakamlar da ortaya çıkmaya başladı...
Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre 18-24 yaş aralığında eğitimi terk etme eğilimi sıralamasında Türkiye birinci sırada...
Yüz öğrenciden 26.7'si çekip gidiyormuş.
Yeni değil bu süreç...
TBMM'ye yansımış rakamlara göre 2013 ile 2018 arasında kayıt sildiren ve donduran öğrenci sayısı dört kat artmıştı.
Bu eğilim şimdi durmuş olabilir mi?
Gerçekçi olalım...
Tam tersine, artacak.
Yetişkinler, siyasiler, eğitimciler, anne babalar, girişimciler oturup bir düşünsünler...
Mesela...
60 küsur bin iletişim fakültesi mezunundan biri olup ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı ve umutsuzluğu da nasıl derin bir sıkıntıdır!
Mesela, sanat tarihi ve arkeoloji okuyanların hâli...
Dikkat buyurun...
Her yıl sanat tarihçisi ve arkeoloji bölümlerine beş bin civarında öğrenci alınıyor; dört bin mezun çıkıyor ve sadece 20-30 kadarı alanında çalışma imkânı buluyor.
Bu tabloların makul ve verimli bir sonuca ulaşması mümkün mü? Hayır!
Konuştuğum gençler bu "diploma ve kimlik takıntısı"nı bir kenara bırakıp erkenden hayata atılmanın yollarını arıyorlar.
Çünkü yaşadığımız enflasyon sarsıcı...
Dört yıl eğitimin masrafları zaten az değildi, şimdi dağ gibi.
Dört yıl sonra mezun olsalar hâllerinin ne olacağını hiçbiri kestiremiyor.
Ebeveynlerin eğitim ısrarı ve toplumsal atmosferin kimlik vurgusunun çocuklara yardımcı olduğunu söylemek de zor.
Uyanmalıyız.
Bambaşka bir eğitim ve meslek edinme modeli oluşturmak için kolları sıvama zamanı...
Kaybedecek vakit kalmadı.
Not 9: Akıllı bir insan için asıl övgüler, dostlarının beğenmeleri değil, düşmanlarının diş gıcırtılarıdır. (KEMAL TAHİR / Çöküntü-Notlar)
Not 10: Bizi hür ve iradi bir varlık değil, yönlendirilebilir bir arzu yumağı olarak görüyorlar (...) Merakımızı kırbaçlayan onlar, arzularımızı pazarlayan onlar, gruplara ve kurumlara mahremiyet isteyenler de onlar... Bizi hem çıplak bırakıyor hem gözlüyorlar. Ne yapıp ettiğimizi elektronik göz her daim görüyor. Ama biz onlar hakkında hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Mahremiyeti, bizim için değil, kendileri için istiyorlar. (EROL GÖKA / Muhit Dergisi, son sayı - Byung Chul Han'da Mahremiyet Dikkat ve Zaman)
Not 11: Hiç kimse olmamak için herkesleşiyoruz. Ben, birine; biri, başkasına; başkası, yabancıya dönüşüyor. Kimse kendine benzemiyor. (ZEYNEP MERDAN / Kendilik Cesareti)
Not 12: Çok az toplumda "sınıf mücadelesi", "sınıf atlama hırsı" ve "sınıfsallığın bıraktığı izler" bizdeki kadar canlı ve belirleyicidir.
Lakin hiç konuşmuyoruz.
Bin türlü bahaneyle lafın oraya gelmesini önlüyoruz. Bu yüzleşmeden kaçışımız, bir gün başımızı yakacak..
Not 13: Dünyaya, çevremize, başkalarına, çiçeklere, böceklere, şehrin ve tabiatın seslerine kulak kabartmayı unutmak üzereyiz.
Varsa yoksa müzik! O kadar çok ve üstelik kötü müzik dinliyoruz ki, şöyle bir durup kendimizi dinlemeye bile halimiz kalmıyor.
Not 14: Günümüzü kuran iki büyük güç: Piyasa ve medya.
Birincisi borçlandırıyor.
İkincisi, borcu içsel bir gerçeklik gibi algılatıyor.
Not 15: Yasaklamakla hiçbir sonuca varamazsınız.
Eğitimle falan da olmuyor.
Herifin mayası bozuk.
"Birey" olarak hiçbir değeri yok.
Kendisinin olmayınca başkasını da düşünmüyor.
Daha nice kadınlar vurulacak, nice kadınlar ve damatlar da vatana millete hayırlı evlatlar yetiştireceklerdir.
Not 16: 12 yıllık Kemal Bey dönemi, siyasal gelgitler içinde bocalayan, son yerel seçim hariç tek seçim başarısı olmayan, "düşmanımın düşmanı dostumdur" oportünizminden medet uman, Atatürk ya da Ecevit çizgisinden sapan, emperyalist çevrelere göz kırpan, popülizm batağına saplanmış, kırıntıları kalmış mı belli olmayan devletin tam anasını ağlatmaya kararlı ve siyaseten son düzlükteki bir portrenin ibretlik öyküsünü tarihin tozlu sayfalarında miras bırakıyor.
Not 17: "Nuh'un Ankara Makarnası ve İs-Ra Gıda hakkında soruşturma açıldı."
İlgimi çekti çünkü Nuh'un Ankara Makarnası TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun ailesiyle ortak olduğu bir marka… Diğeri de Aydoğan ailesinin… Onlar da gıda distribütörü…
Rekabet Kurulu özetle diyor ki, "Nuh'un Ankara Makarnası ve distribütörüne alıcıların yeniden satış fiyatını belirlemeye yönelik eylemleriyle 4054 sayılı Rekabetin
Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesini ihlal ettikleri iddiası üzerine yürütülen ön araştırmayı karara bağlayıp, soruşturma açtım."
Vay anam vay…
Belli ki, Rekabet Kurumu, Nuh'un Ankara Makarnası ile birlikte distribütörü konumunda bulunan İs-Ra Gıda'nın marketlerdeki raf fiyatlarına müdahale ettiğine yönelik bazı bulgulara ulaşmış!
Öyle ya, ateş olmayan yerden duman çıkmaz…
Taa geçen yıl yazdım. Markette Oba Makarna fiyatı 3.95 TL'yken, Nuh'un Ankara 6.95 liraydı. O zaman biri de korkudan 'Hayırdır başkan, sizin buğday
Arjantin'den mi geliyor?' diyemiyordu!
Şimdi ahkam kesiyorlar Sermaye seviciler.
İnsan gerçekten hayret ediyor!
Not 18: Hiç lafı eğip bükmeye gerek yok.
Konuşma belli çevreler tarafından sağa-sola çekilmeye, istismar edilmeye çalışılsa da mesaj gayet net:
"Kimse devletin parasını ucuza alıp, gidip yatırım-üretim-istihdam yaratmak yerine dövize istifleyemeyecek. Bunu yapana da izin verilmeyecek." Başkan yüzlerine bakıp, rakam vererek 'ne yaptığınızı biliyorum' diye haykırınca, afalladılar.
Bu sefer bağırmaya başladılar:
'Krediye erişemiyoruz', 'Eximbank kaynakları kıstı', 'Dövizi ithalat için alıp, tutuyoruz'.
Rakamlara bakalım...
Veriler açık...
2021'in ilk altı ayında TL kredi kullandırımı 75.6 milyarken, 2022'de 11 kat artıp 820 milyara çıktı. KOBİ kredileri ilk altı ayda 14 kat yükseldi. Kredi kullanan firma sayısı 82 bin, KOBİ sayısı 195 bin adet yükseldi. Keza reeskont kredileri de öyle... Kavcıoğlu geldiğinden bu yana limitler 10 milyar dolar daha artarak 30 milyar dolara çıktı. Kaynağın faizi düştü, vadesi arttı.
Eee öyleyse dertleri ne?
Ben söyleyeyim...
Yıllardır bu tayfa, Eximbank'ın sağladığı ucuz kaynağı kendilerine has kullanmaya alışmışlar!
Anlayacağınız, al gülüm, ver gülüm... Soran yok, eden yok...
Şimdi Merkez Bankası kurallar koydu. Eximbank'ta reeskont kredisini kullanmak isteyenlere diyor ki, 'ucuz kaynaktan yararlanmak istiyorsan, önce dövizini bozdur, bir ay da vereceğim parayla döviz alma.' Üstelik ucuz kaynağın tamamını 'büyükbaşlar'a (!) vermek yerine üretim yapan imalatçı küçük işletmelere daha fazla akıtıyor.
O tayfanın tüm derdi de, tasası da bu...
Alışmışlar devletten para alıp, götürüp dövize-altına-eve-arabaya yatırmaya...
Biri bunu yüzlerine vurduğunda kakofoni yaparak üste çıkmaya çalışıyorlar.
Valla niye yalan söyleyeyim?
Aklımda kaç gündür şu soru var; 'Acaba en çok bağıranlar, dövizi en çok stoklayanlar mı?'
Not 19: Kisiyi insan yapan sey ahlak ve vicdandir. Kisi insani, vicdani ve ahlaki melekelerini kaybetmisse, insanlari otekilestiriyorsa, İnsan sevgisi yoksa, bazi tabu ve putlara adanmissa, bilgisi, varligi ve statusu ne olursa olsun insanliktan istifa etmistir.
Not 20: Ukrayna, NATO'ya girse bile, “Ukrayna-Rusya” ve “Rusya-AB/NATO” ilişkileri bugünkünden kötü olmazdı. Putin hata etti. Çin şimdilik akıllı davrandı gibi duruyor. ABD'nin kışkırtmasına kendini kaptırmadı. Pentagon, eskalasyonu daha da artırmasın diye “Pelosi'ye çok kızmış gibi yapıp”, üst perdeden konuştu ama cevaben sınırlı askeri manevrayla iktifa etti. Yani dolduruşa gelmedi. Biz de Çin gibi davranırsak iyi olur. Bölücü terör örgütü PKK ile mücadelede bugüne kadar nasıl hareket ettiysek, öyle devam etmeliyiz. PKK'nın kökünü kazımak gibi olmayacak bir şey için Suriye'ye sefer düzenlemek gibi tuzaklardan uzak durmalıyız. Zaman lehimize işlemektedir.