Çocuklar elbette çok değerli ve onları korumak sadece anne babaların değil, tüm insanların ortak sorumluluğu.
Bazı anne babalar çocuklarının mutlu olmak için her şeyi yapma hakkı olduğuna inanıyor. Sınırsız, kuralsız ve normsuz bir aile ortamında yetişen çocuklar ne yazık ki diğer çocukların haklarını gasp ediyor ve kendileri de hayata uyum sağlayamıyor. Çünkü sınırlar ve kurallar hayatın her alanında var.
Bazen 30 bazen 40 kişilik bir sınıfta öğretmenden kendi çocuğuyla bire bir ilgilenmesini istemek, çocuğunun suratı asık diye bir sınıf fotoğrafını öğretmenden ertesi gün yeniden çekmesini istemek, hep kendi çocuğunun sınıf başkanı olmasını veya en ön sırada oturmasını beklemek, çocuğun hatalı davranışları karşısında öğretmeni ve diğer tüm çocukları suçlamak, çocuğunun ödev veya not kaygısıyla söylediği bir yalan üzerinden okulu basmak, çocukların arkadaşlarıyla olan çocukça meselelerini büyüterek veli kavgalarına dönüştürmek….Bu listeye onlarca madde eklenebilir. Haber siteleri bu tür içeriklerle hayli dolu. Özellikle alanda çalışan öğretmenler bilhassa orta ve üst sosyo-ekonomik çevrelerde çalışan öğretmenler bu yanlış tavırlardan hayli mağdurlar.
Tabi ki her çocuk eşsiz, kıymetli ve özeldir. Ama sadece sizin çocuğunuzun değil tüm çocukların yaşama, gelişme, korunma ve katılma gibi temel çocuk hakları vardır. Sadece kendi çocuğunun istek ve arzularını merkeze alarak bir sınıfı, bir grubu, bir toplumu veya ortak bir yaşam alanını dizayn etmeye kimsenin hakkı yok. Üstelik bu tür tavırların kendi çocuğunuz başta olmak üzere hiçbir çocuğa faydası da yok.
Depremin ardından gayrimenkul sektörü:
Deprem sonrası, özellikle büyük şehirlerde şehir içi yer değiştirme ve göç dalgası beklenmektir. Özellikle Marmara depremi endişesi nedeniyle İstanbul’da riskli binalarda ve zemin riski olan ilçelerde yaşayan insanlarda ev değiştirme ve yeni binaya geçme talebi oluşacaktır. Ancak alım gücünün düşük kalması, inşaat maliyetlerinin yüksek olması, konut fiyatlarının hızlı artışı ilk başta olumsuz bir etken gibi görünse de “yeni konut” talebi zamanla birikecek ve ekonomik göstergelerin düzelmeye başladığı ilk fırsatta alıma dönecektir. 1999 depremi sonrası yaşanan 2001 krizi ve akabinde oluşan konut talebi 2002 yılında kurulan yeni hükümetin inşaat sektörüne yaptığı yatırımlar neticesinde 2003 yılında “mortgage” sisteminin devreye girmesi ile birlikte biriken yeni konut talebinin büyük bir konut furyasına döndüğü görüldü. O dönemde toplumda deprem endişesi nedeniyle ortaya çıkan yeni konut talebine cevap verebilen ve üretim yapan inşaat firmaları 10-15 yıllık süreç içerisinde binlerce markalı konut projeleri geliştirdi.
Günümüzde ise yine benzer bir tablo ile karşılaşma ihtimali yüksektir. Bir milyondan fazla riskli binanın bulunduğu İstanbul’da insanların imkanları çerçevesinde çözüm arayışları olacaktır. Konut yatırım aracı olmak yerine gerçek anlamda barınma ihtiyacı olarak tekrar gündeme gelecektir. İstanbul’da sahil kesimlerinden iç bölgelere özellikle Avrupa yakasında kuzeyde Başakşehir ve Arnavutköy çevresine, Anadolu yakasında ise Çekmeköy, Beykoz, Şile ve Ömerli çevresine doğru kayacaktır. Konut tercihinde ilk sırada yer alan ve alışılagelmiş olan merkezi konumda ev arayışı yerine konutun sağlamlık ve güven unsuru daha ön planda olacaktır. Şehrin içinde eski bir binada yaşamak yerine şehrin çeperlerinde ulaşım imkanları olan yeni bir binada yaşamak tercih edilecektir.
Projelerde sosyal imkanların yerine yapım aşamasındaki inşaat teknikleri ve depreme dayanıklı olup-olmadığı sorgulanacaktır. İnşaat aşamasında yapım sürecini görerek topraktan konut satın almak tekrar yaygınlaşacaktır. Yaşadığımız deprem toplumun yeni konut talebini arttıracak ortaya çıkan talep son 5 yıldır azalan inşaat faaliyetlerinin tekrar yükselmesine ve GSYH’deki büyümede arttırıcı etkisi olacaktır. Gayrimenkul sektöründe ortaya çıkan yeni konut talebi, önümüzdeki dönemde konut finansman enstrümanlarının oluşturulması ve yaygınlaşması ile birlikte canlanacak inşaat sektöründe büyüme yeniden başlayacaktır. Yıllık 900 bin konut ihtiyacının olduğu ülkemizde başta deprem bölgesi ve yoğun göç alan illerde olmak üzere yeni konut projeleri yapılması planlanmaktadır. İnşaat maliyetlerinin yüksek olması, krediye erişimin zorluğu ve konut fiyatlarının yüksek olmasına rağmen 2023 yılında inşaat sektöründe büyüme beklenmektedir.
On bir ayın sultanı Ramazan:
Ramazan kulun Allah’a en yakın olduğu aydır. Farzların en çok yapıldığı, rahmet kapılarının açıldığı bu mübarek ayda Allah huzurunda bilincinde olarak ibadet yapmaktır.
Ramazan ayı Kuran ayı demektir. Kuran-ı Kerim Allahu Teâlâ’nın sözlerini okumak anlamaktır. Rabbimden gelen sözler ne demek istiyor anlayarak içselleştirerek okumak gerekiyor. Kuranı okurken ayetin mealine bakılmalı ve ciddiyetle yaklaşılması gerekir. Kuranı gönderiliş amacını manasına bakılmalıdır. Kuranı kerimi okumak anlamak öğrenmek Müslüman için farzdır. Bu hayatı mutlu bir şekilde yaşamak için bize yol gösteren inananların yol rehberidir.
Bu aylarda çokça dua etmeliyiz. Peygamber efendimiz (sav) diyor ki üç dua vardır ki geri çevrilmez onlardan biriside oruçlunun duasıdır. Birisi mazlumun duası biriside adil yöneticinin duasıdır Ramazan’da tam iftar saatinde oruçlunun duası makbuldür. Oruçlunun iftar vakti yaptığı duayı Allahu Teâlâ geri çevirmez. [Beyhekî]
Gaflet uykusundan uyanma vakti gelmedi mi? Bu mübarek aylara erişmiş isek fırsat ganimettir. Ömrü faydasız işlerle geçirmemeli, Hak telanın rızasına uygun olarak yaşamalı ve işler ile meşgul olunmalıdır.
Ne güzel söylemiş Mevlana:
Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim…
Her türlü amelde çok ahesteyim…
Kabrim beni bekliyorken dünyalık hevesteyim…
Uyandır artık ya Rab!
Belki son nefesteyim.
Siyaset ve ahlak:
Şu bir gerçektir ki;
İlkeli olmanın ve erdemliliğin tanımı, sayısı ve önemi değişse de değişmeyen şey ilkesiz ve erdemsiz bir yaşamın “yaşanmaya değmez” oluşudur. Erdem muhakkak burada yalnızca ahlaki bir mesele olmanın ötesinde “olguları yerli yerinde değerlendirmek, hayatı anlamlı kılmak ve özüne uygun gelişiminin doğrultusunda kendini ve daha özelde amaçlarını bilmek” tir. Bu bilgi, bize çeşitli erdemlerin insana yaraşır olduğunu belirleme ve yaşama dâhil edilmesi, karşısında yer alanların ise terkedilmesi gerektiği sonucuna ulaştırmıştır
Erdemler mutlu bir yaşamın ilkeleri olmakla birlikte zıddı olan hırs, tutku, iştah ve şehvet gibi çeşitli duygular kötü huylar olarak anılmaktadır.
Ama felsefi anlamda bilgeliğin tam karşısına konumlandırılmış bu erdemsizlik bugün modern hayatla birlikte ne yazık ki sıradan bir davranış biçimine, siyaset alanının bir rutinine dönüşmüş durumdadır. Bunun yanı sıra dürüstlük, duygularda ölçülülük veya iffet ve bilgeliğin itidali ile adalet ayakta tutulmalı ki, siyaset kurumu kritik bir öneme sahip bir değer olarak tarih sahnesinde yer alabilsin.
Her şeyin iktisadi anlamda değerlendirildiği günümüzde, pragmatist bakış açısı Keynes’in deyişi ile “bakkal defteri ahlakı”nı doğurmuştur. Bu durum erdemlerin bütünlüğü içerisinde düşünüldüğünde diğer erdemleri ve hatta ahlaki yaşamı tehdit edecek seviyede kritiktir.
Siyaseti sadece “kaynakların paylaşımı mücadelesi“ değil, aynı zamanda “değerlerin paylaşılmasına hizmet eden“ bir araç olarak görmek lazım. Siyasetin pratikte toplumda uzlaşma ve bütünleşmeyi hedef alarak herkesin yararına bir toplum düzeni kurması için çaba harcaması nihai amaçtır…
Toplum organik bir bütün olmasına rağmen karşılıklı bağımlılık içinde olan çok sayıda alt topluluk Farklı olma hali yaşadığımız toplumun en belirgin özelliklerinden biridir.
Farklılaşma nedenlerinin siyasete konu olabilmesi için aynı konudaki çıkarlarını farklı algılayan, farklı tutumlar benimseyen topluluklar bulunması ve bunların siyasal sistemden değişik kararlar üretmesini beklemeleri karşıtlık olarak algılanmamalıdır. Zira farklılaşma sonucu toplumda ortaya çıkan görüş ve çıkarların uyumsuzluk göstermesi sosyal hayatın doğası gereğidir.
Siyaset ve siyasetçilere düşen, bu farklılıkları çatışmaya dönüştürecek varsayımları, uzlaşma ve mutlu bir toplumun kurulmasına kaynaklık edecek durumlara dönüştürmektir.
Son söz: Et, süt, yoğurt, peynir fiyatlarının düşmesinin 2 yolu var. Ya insan nüfusu azalacak (öyle veya böyle), ya da hayvan nüfusu artacak. Üçüncü bir yol YOK. Var diyen yalan konuşuyor. Fiyatı üretim belirler. TEK. Devlet belirlemez. İsterse komünist rejim olsun. İnsan nüfusu artarken damızlık hayvanları kesersen şu anda olduğu gibi peynir fiyatı et fiyatını geçer. Kesilecek hayvan kalmayınca da et fiyatı alır başını gider... Bu işin basit bir çözümü yok.
Üretici sütten para kazanırsa hayvan üretimi artar, eti de ucuza yeriz. Yurtdışında dana ve kuzu etinin pahalı olmamasının nedeni ikame domuz etinin çok tüketilmesi, dana ve kuzu etine talebin bize nispetle düşük kalmasıdır. Avrupa'da et fiyatlarını aşağı çeken temel faktör yetistirmesi çok kolay olan domuz. Ne bulsa yiyor.
Not 1: Taşrada yaşayanlar “iç ticaret hadlerinin” hizmet fiyatları lehine değişmesi üzerine, biz enayi miyiz deyip, kente göçmüştür. Bu yüzden büyümenin iktisadi gerekçesi “kendini doğrulayan yanlışa” (self-proving fallacy) dönüşmüştür. Şehirler kalabalıklaştıkça kentsel arsa kıtlığı ortaya çıkmış, bu kıtlık astronomik mekan rantları oluşmasına neden olmuştur. Kente önce gelenler kısa sürede emekçiliği bırakıp, rantiye olmuştur. Mekan rantı yaratmak ve yaratılan rantlardan pay kapmak için iktidarı ele geçirmek, yerli ve milli demokrasinin “ana teması” haline gelmiştir.
Not 2: Bir problemin tek bir çözüm yolu olsa bile, karar alıcının önünde her zaman “çözmeye çalışmak” veya “çözmeye çalışmamak” gibi iki seçenek vardır. Karar almak bir raddeye kadar hesap işidir. Nesnel yani objektiftir. Ama “son karar” daima bir tercihtir. Özneldir yani sübjektiftir. Karar alıcının tercih kıstası onun dünya görüşünü yansıtır. Halk, iki adaydan birini cumhurbaşkanı seçecektir. Bu karar tam anlamıyla sübjektiftir. Kim seçilirse seçilsin, karşısında; sorun çözmede kendisiyle aynı tercihte olanlar kadar onunla tercihi örtüşmeyen bir kütle bulacaktır.
Not 3: Büyümek, çevreden daha fazla kaynak kullanmak demektir. Filler, geyiklerden daha çok nebat tüketir. Daha fazla bitki yemesi, fillerin çevrelerine geyiklerden daha yararlı olduğunu göstermez. Filler bu yaşam tarzını, çevreye faydalı olduğu için değil, diğer hayvanlardan güçlü olduğu için sürdürür. Onlar yedikçe güçlenmiş, güçlendikçe daha fazla yemiştir. Şehirler de önce “tarımda” daha sonra “sanayide” yaratılan katma değeri kendine çekerek büyümesini finanse etmiştir. Buna karşılık ülke ekonomisinin ihtiyacı olan “hizmetleri” üretmiştir. Bunların başında iç ve dış ticaret, bankacılık, eğitim, sağlık ve eğlence gelir. Ancak kentlerde üretilen hizmetin büyük kısmı üretildiği yerde tüketilir. Mega kentler bu bakımdan kendi memesini emen inek gibidir.
Not 4: Cicero, Dostluk Üzerine’de; “Hiçbir şey erdemden daha sevilebilir değildir, hiçbir şey insanı onun kadar sevmeye çekemez, erdemlerinden ve dürüstlüklerinden ötürü, hiç görmediğimiz insanlardan bile hoşlanırız” der. Gerçekten sevdiğiniz, ona gönülden yakınlık duyduğunuz insanları bir gözden geçirin, çoğunluğu bu özelliklere sahiptir. Onun için bu zamanın insanlarının muhabbeti de, dostluğu da eşiklere kadar. Her eşik yeni bir ilişkiyi her ilişki de yeni bir takım menfaatleri, fedakârlıkları gerekli kılıyor. Geçek manada refik bulmak oldukça zor ondan dolayı da yola değil yolun eğiticiliğine değil kestirmelere ve kavşaklara tutuluyoruz.
Not 5: Ekonomiyi hayatın değişmez tek unsuru gibi yansıtmaktan vazgeçin artık. Müslüman olma bilinci, bir insanın bu dünyaya geliş sebebinin para kazanmak olmadığının ayırdına varmasıyla başlar. Paraya pula, mala mülke kul olmak amentümüzü darmadağın ediyor da farkında değiliz. İnsanın para ile ilişkisi ihtiyacının üzerinde olmaya başladığında başkalarının makul paraya ulaşmamalarına da kayıtsız kalacaktır.
Not 6: Bana öyle geliyor ki, din anlatıcıları sanki zaruri ve zorunlu bir şeymiş gibi anlatmaya başlar başlamaz kendilerinden geçerler. Bu kendinden geçme durumu, anlatıcıdaki doğal durumu ister istemez ortadan kaldırmaktadır. Sanki hisseden ve düşünen anlatıcı da seslendiren onun içinde gizli başka birisi imiş gibi. Hâlbuki o yapay anlatı moduna kapılmayıp kendi öz sesi ile konuşup anlatmış olsa din anlatıcılarının muhataplarında bıraktıkları etki çok daha fazla olacaktır.
Not 7: Bütün kanallar siyasi tartışmalardan geçilmiyor. Üstelik değişmez kadrolarla. İnsanın aklını ve ruhunu besleyen tek bir cümle bulabilene aşk olsun! Ekranında çoğumuzun saçını taradığı bir aygıttır şimdilerde evimizdeki televizyonlar. Şu mübarek günlerde oruçlarımıza seyirci kalmamayı da katsak fena mı olur?
Not 8: Çok ilginç bir seçim olmayacak. Bütün şişirmelere rağmen Mİnce maksimum %3 alacak. Muhtemelen bu oran bile Erdoğan’a can simidi olmayacak. Sinan Oğan Mİnce’den daha fazla oy alırsa şaşırmam. Oğan en azından bir politik çizgiyi, diğer iki adaydan farklı bir duruşu temsil ediyor. Mİnce neyi temsil ediyor?
Not 9: İç dünyalarını arasanız da bulamayacağınız, salt maskelerden ibaret kadınlar vardır. Böyle adeta hayalet gibi, zorunlu olarak doyumsuz bırakan varlıklara gönül indiren erkekler yakınıp duracaklardır, ama tam da bu kadınlar erkeğin isteğini en güçlü bir biçimde kışkırtabilirler: erkek onun ruhunu arar - arar durur hiç durmadan.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 10: Karı koca bir arada yaşanmasaydı, iyi evliliklere daha sık rastlanılırdı.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 11: Kadınların güzelliği ile birlikte, genel olarak utangaçlıkları da artar.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 12: Kadınlar önemli bir erkeği genellikle ona tek başlarına sahip olmak isteyerek severler. Kibirlerine dokunacak olmasaydı, seve seve kilit altında tutarlardı onu: kibirleri ise o erkeğin başkalarına da önemli görünmesini ister.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 13: İnsanın iyi bir babası yoksa, kendine bir tane edinmelidir.
İnsanca Pek İnsanca 1 Nietzsche
Not 14: Kur korumalı mevduat hesaplarında faiz üst sınırı kaldırıldı.
Bu karar aslında Eylül 2021den beri süren faiz indirim sürecinin iflasının ilânıdır. O kadar büyük kötülük yaptılar ki, ülke halkı büyük fakirliğe düştü, MB döviz borçlusu oldu, ülke dış kreditörlerin şantajına açık hale geldi. Tarih yazacak.
Not 15: 1991’de iktidara gelen DYP-SHP koalisyonu, Demirel’in unutulmaz popülizmi “onlar ne verirse ben kilo başına elli kuruş fazla vereceğim” sloganı ve “genç emeklilik” faciası dengeleri kökten bozdu. Çiller koalisyonu baştayken Türkiye 1994 krizine sürüklendi, ekonomi -6.1 küçüldü.
Bunu, Ecevit koalisyonu döneminde 1999 depremi, 2000 ve 2001 krizleri izledi.
Kitaplarda yüz yıldır yazmakla beraber, yaşayarak şunları öğrenmiştik:
• Para politikaları milletin ekmeğidir, politikacının oy hırsına bırakılmamalı, Merkez Bankası bağımsız olmalı. (Nobelli iktisatçılar Kyndland ve Prescokk’un ‘zaman tutarsızlık’ teorisi.)
• Oy için yapılan verimsiz yatırımlar, yandaşa verilen ihaleler israf ve yolsuzluk yaratıyor. Kamu ihalelerini şeffaf ve bağımsız bir kurum yapmalı.
• Kamu Bankaları bankacılık kurallarıyla çalışmalı, “görev zararı” israf önlenmelidir.
• Bütçe açığı politikacıya popülizm imkanı veriyor, ‘Mali Kural Kanunu’ çıkarılarak önlenmeli.
Liste böyle devam eder…
Not 16: Uzun iktidarı boyunca AKP ve lideri Erdoğan, hayatın çan eğrisi ya da eğik atış grafiği misali yükseliş, olgunluk ve ardından yaşlanma/gerileme evrelerinin her birini uzun uzun yaşadı. Kontrollü bir inişi kabullenemediği için katastrofik bir çöküşün eşiğinde olması kuvvetle muhtemel. Sosyolojik bir gözlem, AKP’nin popülerliğinde seçim arifesinde görünür hale gelen tükenmişliğin ‘metal yorgunluğu’ olgusuna eşlik eden ekonomik sıkışma, sosyal tatminsizlik ve güvenlikçi aygıtlar da kullanılarak dayatılan kültürel kısırlığın toplumun sofistike yapısıyla kan uyuşmazlığı gibi bir dizi faktörü ortaya çıkaracaktır. Son yıllarda ‘nas’ ve faizler meselesinde görüldüğü üzere ideolojinin ekonomiyle kavgasına tanık olduk ama birçok durumda siyasetin de artık sosyolojiyle kavgaya tutuştuğu gözlemlenebilir. Böyle durumlarda nihai kazananın daha ayakları yere basan taraf olarak ekonomi ve sosyoloji olması kaçınılmazdır.
Not 17: Yapay zekâyla ilgili ilginç tartışmalar yaşanıyor, yüceltenler epey ağırlıkta ama endişe edilmesi gerektiğini düşünenlerin vardığı sonuç, insani durumları veriye dönüştürürken insan yeterliliğini ve insanlık durumunu azaltıyor olması. Örneğin cep telefonları olmadan evvel onlarca telefon numarası ezbere biliniyordu, bellek kullanımı daha aktifti. Daha pek çok örnek verilebilir, dikkat eksikliğinde gelinen nokta da düşünülünce. İnsanların bir tür otomata dönüşme ihtimali, uzaylı gibi hissedenlerin yabancılaşmasını açıklayabilir bir yönüyle.
Not 18: Günümüzde TV programlarından dizilerine kadar her yerde etik meseleler ana gündemi oluşturuyor. Ya da neredeyse her TV dizisinde bir terapist görür olduk, çünkü çoğunluk yaşadıkları dünyayı yorumlayamaz hale geldi, çevrelerini saran işaretleri, yaşadıkları duyguları ve düşünceleri anlamakta zorlanıyorlar. Onlar adına birilerinin yorumlamasını ve anlatmasını istiyorlar. Bu yeni insanlık durumu, bir yandan kaosu işaret ediyor. Dünyanın içinden geçtiği bu süreç, belirsizliklerle dolu.
Not 19; Aşağılanmaktan ve yalnızlıktan bunalmış geniş yığınlar yarattı kapitalizm ve insanlığı tüketmekten başka bir şey sunamadı. Bu yeni dünya, gerçeklikle kurulacak yeni bağlarla ve insanlık durumunu güçlendiren yüzleşmelerle mümkün olacak. O zamana kadar dünya gezegen olarak uzaylı istilası altında…
Not 20: ABD’de yapılan bir çalışmada üniversite öğrencilerinin dikkatlerini bir işe en fazla on dokuz saniye verebildikleri, ofis çalışanı yetişkinlerde ise bu sürenin en fazla üç dakika olduğu tespit edilmiş. Her yıl, kitap okumaya ayrılan süre de YouTube v.b. platformlardaki video izleme oranlarının tersine azalıyor. Gülten Akın’ın o meşhur şiirindeki gibi “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya / Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar / Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya / Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı / Bakıp kapatıyorlar / Geceye giriyor türküler ve ince şeyler…” Her şey geceye giriyor, depremler ve bütün o acılar, çaresizlikler…
Not 21: Odaklanamayan insanlar basit otoriter çözümlere daha fazla yönelecek, bu çözümler başarısız olduğunda da durumu açık seçik göremeyeceklerdir. Twitter ile Snapchat arasında gidip gelen dikkat yoksunu yurtlardan oluşan bir dünya, hiçbiriyle başa çıkamadığımız krizlerin sağanağı altında kalan bir dünya olacaktır.”
Not 22: “Birbirimizi sevmezsek öleceğiz.” II. Dünya Savaşı’nın başlangıcında söylemiş bu sözü , W. H. Auden. Dikkatimizi toplayamazsak kaybolacağız bu gidişle, sevgisiz ve yalnız…
Not 23: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Resmi Gazete’den KKM’deki üst faiz sınırını kaldırma kararını ilan etti. Tam olarak yazıda konu edilen nedenler yüzünden KKM artık çöp. KKM ile birlikte Yeni Ekonomi Modeli de çöp. Faiz artışı yerine girilen yan yollar servet transferi yapmanın ötesinde enflasyonla mücadele açısından da TL’nin değerini korumak açısından da iflas etti. Erdoğan’ın bu adımı faiz artışı yapmakla eş nitelikte çünkü piyasa faizi artık olması gereken yere doğru daha da yükselecek. Erdoğan seçim geri sayımında defacto faiz artışı yapmışken politika faizini indirdiği masalını anlatırken, resmi faiz artışı yapmak, enflasyonla gerçekten mücadele etmek de Erdoğan’ın ardından gelecek yeni iktidara kalacak.
Not 24: Samuel Johnson: “Vatanperverlik bir alçağın son sığınağıdır”. Bu hükmün isabetine bütün kalbimle inanıyorum. Alçaklar öylesine alçaktırlar ki alçaklıklarını devam ettirebilmek için sair çarelerini hızla tüketip en sonunda vatanperverliğe sığınırlar.
İsmet Özel, Cuma Mektupları
Not 25: bir yerde din adamları, muktedirlere, "israf yapmayın, halkı yoksul bırakmayın, kul hakkına girmeyin" diyemeyip; garibanlara, "aza kanaat edin, kemerleri sıkın, sabredin, şükredin" diyorsa; orada din, uyandırmak için değil; uyutmak için vardır.
Not 26: Emine Hanım’ın kocasının maaşıyla Chanel’den alışveriş etmesi beni zerre ilgilendirmez ama o paranın kaynağı ve kimlerin hakkını yedikleri hepimizin malumu iken, binlerce insan deprem bölgesinde halâ çok kötü koşullarda yaşıyorken, kendisi tarifeli uçakla (!) Amerika’ya gidip onlarca korumayla alışveriş yapıyorsa, üstelikte bizim paramızla, elbette beni ilgilendirir.
Not 27: Bunca yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa rağmen iktidardakilerin en az yüzde 30 oyu varsa, ahlaksız olan sadece iktidar mı sizce?
Not 28: Yolu sana çıkmayanların yolundan ayrıldığında, iyileşmeye başlayacaksın.
Not 29: Tahminim o ki Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanır.
Seçim sisteminden kaynaklanan nedenlerle TBMM çoğunluğunun AKP ve küçük ortaklarında olma olasılığının çok yüksek olduğunu düşünüyorum.
Eğer Kılıçdaroğlu, Anayasa'nın kendisine verdiği yetkileri kullanmakta tereddüt etmezse bu sorunun üstesinden gelebilmesi mümkün.
Anayasa, bir tek kişinin TBMM'ye rağmen ülkeyi istediği gibi yönetebilmesine olanak veriyor.
Anayasa değişikliği sırasında bu konuyu çok eleştirmiştik, AKP'liler o günlerde o eleştirilere kulak vermedikleri için dizlerini dövebilirler.
Not 30: bana düşen budur
bana düşen
bir perdenin asılışının benden aldığı gökyüzüdür
bana düşen terk edilmiş bir merdivenden inmek
ve yalnızlık içinde çürümekte olan bir şeye ulaşmaktır
bana düşen hatıralar bahçesinde hüzünle dolaşmaktır
ve “ellerini seviyorum”
diyen sesin kederinde ölmektir
ellerimi bahçeye dikiyorum
yeşereceğim biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın arasına
yumurtlayacaklar..
Füruğ
Not 31: ve bir dahaki yıl, bahar
pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
ve teninde fışkırdıklarında
uçarı yeşil saplı fıskıyeler,
çiçek açacak olan o iki genç el
sevgili, ey biricik sevgili
inanalım soğuk mevsimin başlangıcına…
Füruğ
Not 32: Bahar akşamlarının yalnızlığı
Neye benziyor
Yavaş yavaş bilemiyorum..
S.B.
Not 33: Porsuk’un üzerindeki köprüleri konuşuyoruz,
nehirde dolaşan gondolları. “Eskişehir son günlerde
ne kadar Venedik’e benzedi,” diyor gülümseyerek.
“Biliyor musun, bir pizzacı açmış şehirde,
bizim açıkgöz araştırma görevlilerinden biri,
darphane gibi para basıyormuş her gece.
Bizse kaç zamandır Frankfurt Okulu’nu anlatıyoruz,
bir Adorna köftecisi bile açamadık ömrümüzde.”
Ünsal Oskay
Not 34: İnsan eninde sonunda her şeye alışır.
Yabancı, Albert Camus
Not 35: “Sana dürüst davranmak istiyorum" diye söze başlayan birisi nasıl da çürümüş ve sahtekardır. Ey insan sen ne yapıyorsun böyle? Her seferinde Bunu neden söyleyip duruyorsun ki? Dürüstlük kendiliğinden anlaşılmalı, yüzünde yazmalı insanın, sesinde çınlamalı, gözlerinden fışkırmalı.
Not 36: Değirmenden indim, beygirim yüklü
Şu kızı görenin deli olur aklı
On beş yaşında da kırk beş bölüklü
Bir kız bana emmi dedi, bir kız bana emmi dedi, neyleyim?
Birem birem toplayayım odunu
Bilem dedim, bilemedim adını
Elbistan yanaklı Kürt'ler kadını
Bir kız bana emmi dedi, bir kız bana emmi dedi, neyleyim?
Bizim ilde üzüm olur, alç olur
Sızılanır, bozkurtları aç olur
Bir yiğide emmi demek güç olur
Bir kız bana emmi dedi, bir kız bana emmi dedi, neyleyim?
Karacaoğlan der ki: ne oldum, ne olayım?
Akan sularınlan ben de geleyim
Sakal seni cımbızınan yolayım
Bir kız bana emmi dedi, bir kız bana emmi dedi
Neyleyim, neyleyim, neyleyim, vay
Neyleyim, neyleyim, neyleyim, vay, vay