Bütün okulları bitirdim de… Okulların okul olamayışını telafi edeyim diye evi kitaplarla doldurdum.

Eve, arabaya, mutfağa gidecek paraları da kitaba yatırdım. 
Şikayetçi miyim! 
Hayır! 

Yalnız ülke gündemi artık yormaya başladı. Biraz da tadı kaçtı. Neyse, etki ajanı olmayalım da!

Ortalık toz duman, hemen herkes bir operasyon yapıldığından hemfikir.  Lakin operasyonu kimin kime yaptığı belli değil, mafyaya karşı başarılı operasyonlar yapmakla övünen İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya şimdi hedefteki isim oldu. Gözler yeniden Süleyman Soylu’ya çevrilmiş durumda, sekiz yıl İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan ve bazı kesimler tarafından suç işlerine bulaşanları korumakla itham edilen Süleyman Soylu, geçen yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinden sonra koltuğu sayın Ali Yerlikaya’ya bırakmıştı. Bakanlık koltuğuna oturduğu andan itibaren organize suç örgütlerine karşı operasyonlara girişen Yerlikaya muhalif kesimin büyük takdirini kazanmaya başladı. 

Yeni kabine açıklandığında yeni bakanları nasıl bulduğumu soran dostlarıma verdiğim bir cevap vardı: Üç isim kritik önemde deyip sıralamıştım; İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin. Söylediklerimi son zamanlarda dostlarım bana hatırlatıyor. Ne demiştim: Sayın Bakan Yerlikaya, Erdoğan’ın istediği gibi olacak biri. Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan ortamın sertleştirilmemesini istiyorsa, Yerlikaya ülkeyi bir günde barut fırçasına çevirir; eğer Başkan Erdoğan’dan toplumun yumuşamaya ihtiyacı olduğu mesajı gelirse bir günde ülkeyi batı Avrupa standartlarından kavuşmuş hissi verdirir. Diğer bakanları başka yazıda yorumlarız detaylı. Zaten biri kişiye özel çiftlik gibi Dışişleri Vakfı kurma peşinde, diğeri müfredat değiştirip millî eğitimi bitirme peşinde.

Sayın Ali Yerlikaya bugüne kadar üstlendiği rolleri başarıyla oynadı yalnız suç örgütleri ile mücadele rolüne kendini fazla kaptırdı gibi. Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘ya yakınlığıyla bilinen suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan‘ın 6 Eylül 2023’te yurt dışına çıkmak isterken Esenboğa Havalimanı girişinde yakalanması pek çok şeyi değiştirdi. Ayhan Bora Kaplan'ın yalnızca Soylu’yu değil aynı zamanda MHP yönetimine de yakınlığı işi çıkmaza sürükledi.  Devlet içindeki ülkücü yapılanma Kaplan'a yapılan bu operasyonu bir türlü hazmedemedi.

31 Mart yerel seçimlerinde iktidar partilerinin hezimete uğraması Ayhan Bora Kaplan olayında Serdar Sert Çelik’in itirafçı olarak çıkıp anlattıkları; buna karşılık eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayetinin MHP’ye uzanıyor iddiasının ortalıkta dolaşır hâlde olması iktidar ortakları arasında gerilimin artmasına neden oldu.

Başkan Erdoğan 2002-2013 arasında yoldaşlık yaptığı Gülen cemaatini, sonraki adıyla FETÖ'yü bir bahaneyle silkeleyip attı; şimdiki ortağı MHP’yi ise kolaylıkla atabilmesi mümkün değil. Rusların sözü olduğu söylenen “Ayıyı dansa kaldırırsan dansın ne zaman biteceğine sen değil ayı karar verir.” deyişinde olduğu gibi MHP ile ortaklık kurduğunuz da ne zaman biteceğini ülkenin en güçlü adamı da olsanız siz karar veremezsiniz.

Sinan Ateş cinayetinde bütün okların MHP Genel Merkezini gösterdiği iddia edilse de olaydan 16 ay sonra hazırlanan 145 sayfalık iddianamede tek bir cümleyle bile örgütsel bağlantı kurulmaması pek  çok yorumcu tarafından MHP’nin korunması olarak yorumlandı. 

Cinayet sanıkları taşıyan 06 A5 1021 plakalı çakarlı aracın Ülkü Ocaklarına ait olduğu bilgisinin de sızdırıldığı 31 Mart seçimlerinin üzerinden bir ay geçmesine rağmen; birbiriyle görüşmeyen Başkan Erdoğan ve Türkmen beyi sayın Bahçeli son gelişmeler üzerine bir hafta içinde iki kez bir araya geldi. MHP liderinin ikinci kez Erdoğan’la görüşmesinin ardından Ayhan Bora Kaplan operasyonunu yapan polis ekibi gözaltına alındı. Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Çelik, Organize Şube Müdür Yardımcısı Şevket Demircan ve komiser Ufuk Gültekin‘in evlerinde aramalar yapıldı.

Başkan Erdoğan gelişmeler üzerine gece yarısı MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç‘u Beştepe Külliyesine çağırdı ve operasyonu yapan polisler İçişleri Bakanı'na bağlı olmasına rağmen Ali Yerlikaya bu mini zirveye alınmadı. Sayın Bakan Yerlikaya da dün grup toplantısı öncesinde sosyal medyadan yaptığı paylaşımda; kendilerinin suç örgütlerinin üzerine gitmesinin 'Fetövari' taktiklerle engellemeye çalışıldığını öne sürdü. Bakan Yerlikaya son dönemde yapılan operasyonları Erdoğan’a karşı bir darbe girişimi olduğunu öne sürüyor; operasyonlar İçişleri Bakanlığı bünyesindeki polisler tarafından yapıldığına göre Bakan Yerlikaya başında bulunduğu kuruma hakim değil demektir. Ankara’da emniyet içinde Süleyman Soylu ekibiyle Ali Yerlikaya ekibi arasında bir çekişme var. Bu gerilim aslında AKP ile MHP arasındaki gerilimin bir parçası.

Erdoğan’ın AK Parti Grup Toplantısında söylediklerine gelince. Sayın Erdoğan toplantıda; "Yorulan, motivasyonunu yitiren arkadaşlarımıza kardeşlik hukukumuzu koruyarak dinlenmeye alacağız, yeni heyecanlı arkadaşlarımızla kadromuzu güçlendirmeyeceğiz." dedi. Sinen havaya bakılırsa kabinedeki değişiklik parti kongresini beklemeden gerçekleşecek, bazı kesimler tarafından başarılı olarak gösterilen Ali Yerlikaya‘nın görevden alınması bu saatten sonra kimseyi şaşırtmaz, kamuoyunda iktidara yakınlığıyla bilinen bazı isimler Süleyman Soylu üzerine oynamaya başladı bile.

İktidar çevrelerinde sayın Soylu‘nun eski görevine dönmesi ile AK Parti-MHP İttifakı’nın dağılmasını da önlenebileceği konuşuluyor. Kimilerine göre de sayın Soylu, Cevdet Yılmaz’ın yanına ikinci cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atanacak. Bu iddialardan hangisi gerçekleşecek ya da bunlar kamuoyunu meşgul etmek için ortaya atılan yemler mi, onu zaman gösterecek.

Ankara kaynıyor, birileri "çete reisi" diye birini yere yatırıp yakalıyor, bir başkası bu çete reisini yakalayanları yakalayıp gözaltına alıyor. Birileri birilerinin kuyusunu kazıyor; orta yerdeyse değişmeyen iki tablo var: Birincisi Türkiye kara para aklama suçlamasıyla hala gri listede, diğeri ise yolsuzluk algı endeksinde Narko ülkelerden sayılan Kolombiya’nın bile 28 basamak daha altında.

Ankara’da bir gün içinde sarf edilen şu sözlere bakın, şaşkına dönmemek mümkün değil. Türkmen beyi Devlet Bahçeli; "Bu kan içen vampirler aklını başına alsın." Bakan Ali Yerlikaya; "Sayın Cumhurbaşkanımıza kurulan oyunları ve tuzakları yerle bir edeceğiz." Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan; "Kuklayı da kuklacıyı da, oyunu kimin yazdığını da çok iyi biliyoruz."

Sanki İçişleri Bakanını atayan; operasyon yapan polisleri atan Mars’tan gelen uzaylılarmış gibi birileri bizimle fena dalga geçiyor.

Ankara’nın foseptiği doldu ve ortalığa saçıldı. Ortalığı pislik götürüyor. 70’li yılların gecekondu semtleri gibi lağım suları yeşilimtırak rengi ve pis kokusu ile sokakların ortasından akıyor. Siyasetin gündeminde sağlam bir yer edinen iki kovuşturma, didik didik ediliyor.

Ortada bir darbe iddiası dolaşıyor ama iktidarın Külliye kanadı bu iddiayı ciddiye almadığını usulünce ifşa ediyor. İpin ucu koyuverilmiş. Mafya kendince operasyon çekmiş. Böyle durumlarda ifşaat değil, tehdit ve şantaj iş görür; demek o merhale geçilmiş artık mafyanın da atacak mermisi kalmamış. Kamuoyu, önüne gelen sonuçları kavradıktan sonra, sebeplere eğilecek ve bir hükme varacak. Kamu kurumlarına, bürokrasiye operasyon çekebilecek kadar profesyonel bir mafya örgütlenmesi varsa, bu adamlar bütün gizli dehlizleri ateşe vermeden sükûnet bulmaz. Böylesine büyük taşlar yerinden oynadıktan sonra, bu koca taşların altına yerleşip iş gören bütün akrepler-çıyanlar deşifre olurlar.

Altında kim kalır? Sabırla izlemek lâzım.

Nefes kesen, heyecanlı bir gündem merak duygusunu peşine takmış sürüklüyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine imkânsız bir kurguya rastlayamazsınız. Aksiyon dizilerine, filmlerine ne hacet?

Peki ya ülkenin gerçek gündemi? Hayat pahalılığı, kemer sıkma politikası, dizginlenemeyen enflasyon, emeklilerin içler acısı durumu, satın alma gücünün yerlerde sürünmesi, ev almanın hayal haline gelmesi, ehliyet, liyakatin bir daha gelmemek üzere güzel ve yalnız ülkemden defedilmesi... İçim acıyor!

Not 1: Eve lazım olan mescide haramdır..

Not 2: Vefa asil ruhların süsüdür..

Not 3: Her şey aslına rücu eder sonunda..

Not 4: Hiçbir kadın bir günde fahişe olmaz. Ama bütün ömrünü fahişelikle geçirmiş bir kadın bir günde iffetli bir kadın olabilir. Ölünceye kadar da iffetli kalır. Türkiye'de herkes bir anda doğru konusunda kararlı olmaya karar verebilir. Bundan ümitliyim.
İsmet ÖZEL

Not 5: İntegral zor olduğu için müfredattan çıkarılmış. Kime sordular, kendilerine mi zor geldi bilmiyorum. Öğretilecek konular ikiye mi ayrılır? Zor konular ve kolay konular diye... Bu mantığa göre bir de orta zorlukta konular olmalı. Mesela toplama kolay, çıkarma biraz daha zor, çarpma daha ve bölme çok daha zor olmalı. Acaba toplamanın dışındakileri de müfredattan çıkarsak mı? Hiç olmazsa bölmeyi çıkaralım.

Bir kere, kolay konu, zor konu ayrımını kabul etmiyorum. Eğitimci olacak insan, gerektiğinde integrali, ilkokul öğrencisine bile anlatabilir. Asıl zorluk kavramların tabakalı yapısıdır. Bilgi üst üste konularak yükselir. Siz integralin anlaşılması için gereken kavramları daha önce verdiyseniz integral kolaydır. Veremediyseniz zordur, hem de çok zordur. Öğrenci doğru, eğri, alan, fonksiyon, grafik kavramlarını biliyorsa integral, eğrinin altında kalan alandan ibarettir. Yok, o temeldeki kavramları doğru dürüst öğretemediyseniz integral çok zordur.

Düşünmeniz gereken bir başka yön, fen eğitiminde hangi seviyeyi –veya seviyesizliği– hedeflediğiniz, neye razı olduğunuzdur. Bu hedefi, bu seviyeyi, sadece içe bakarak belirleyemezsiniz. Dünyadaki bilim ve teknoloji yarışında nerede bulunmak istediğinizi de bilmeniz gerekir. STEM denilen, bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik eğitiminde ortanın üstünde yer almak istiyorsanız müfredatınız bir türlü, o dünyaya değer vermiyorsanız müfredatınız başka türlü olacaktır.

Not 6: Ortaöğretim müfredatı, üniversite programlarını da etkiler. Belli konuları ortaöğretimde öğrenmemiş öğrenciye üniversitenin vereceği, öğrenmişe vereceğinden farklıdır. Eğitimin bir ucundaki kalite, diğer ucunu etkiler. STEM yarışında ortaöğretim müfredatını hazırlayanların, ülke üniversitelerinin düzeyini de düşünmesi gerekir. Kimya profesörü eski bir öğrencim üniversiteden erken emekli olmuş. Üzüntüyle, sebebini sordum. “Çarpım tablosu bilmeyen öğrencileri mühendis yapmaya çalışmaktan bıktım.” dedi.

Nihayet ve belki en önemlisi: Eğitimi kolaylaştırmak makul bir politika mıdır? Bu soruya şiddetle “Hayır!” derim. Okuyucularım muhakkak ki hayatta belli bir yere gelmiş insanlardır. Kendinize sorun, bulunduğunuz yere gelirken hiç zorlukla karşılaşıp onu aştınız mı? Birikiminizi aştığınız zorluklarla sağladığınızı söyleyebilir miyim? Hiç zorlanmadan yıllarını geçirmiş bir insan, zorluklarla hayatını kazanıp belli bir düzeye yükselmiş insanla bir olur mu? Hiç yokuş tırmanmamış bir insan yokuş tırmanmışlara göre aşağı seviyelerde kalmaya mahkûmdur. İnsan ancak dik yokuşlara tırmanarak yükselir.

Not 7: Vücut geliştiricilerin kullandığı bir slogan vardır: “No pain, no gain”. Acı yoksa kazanç da yoktur, anlamındadır. Bu sadece kas geliştirmekte değil, beyin geliştirmekte de geçerlidir.

Not 8: Batıda bazı şirketler üst düzey eleman ararken şartlar arasında doktora derecesi de istiyorlar. Falan dalda doktora değil. Sadece doktora… Mesela bir sanayi şirketi, üst kademelerde istihdam edeceği adayın edebiyat, felsefe veya tarih doktorasını da tercih sebepleri arasında sayıyor. Veya bir avukatlık şirketi, fizik doktorasına da değer veriyor. Böyle bir şirketin üst düzey yöneticisine bu tutumlarının gerekçesi sorulmuş. Cevap şöyle: “Doktora, bir insanın sabır, odaklanma, kendini konuya vakfetme, mesai düşünmeden günler, aylar boyunca kesintisiz çalışabilme yeteneklerini gösterir. Konusu ne olursa olsun bunu yapabilmiş bir insan bizim için değerlidir.” Bu tutumu şöyle de özetleyebilirsiniz: Doktora zordur, zorluğu aşmış insan değerlidir. Tabii doktora gibi doktoradan, yani bilime daha önce bilinmeyen bir bilgiyi eklemiş, bilime katkı sağlamış doktoradan bahsediyorum. Böyle olmayana doktora denmesi hocaların ve jürilerin ayıbıdır. Onlar utanmalı.
Zorlu bir yokuşu tırmanmışlarla tırmanmamışlar bir değildir. Biri yüksektedir; öbürü aşağılarda. Doktora hayattaki geliştirici yokuşlardan biridir. Sanattan iş hayatına, devlet hizmetinden zihin emeğine kadar her alanda yükselmek için zorlu yokuşlar tırmanılır.

Seviye de seviyesizlik de bulaşıcıdır. Bizim sifonumuz çekildi artık. Döne döne düşüyoruz.

Not 9: Türkiye'de ortalama üretim belli.

Bunun adil dağılması lazım.

Türkiye'de kişi başı üretim 10.000$.

Ayda 833$.

Vergi öncesi bu rakam.

Vergiyi düşersen, 600$ de.

Ülkenin yarısı çalışıyor. Çalışan başı da 1200$ de.

Diğer bir deyişle, ortası 40.000 TL maksimum.

Not 10: Buffet altın almıyor, altın yatırımını sevmiyor. Ancak Buffet her zaman düşüşlerde alabilmek için bir kenarda bonolarda bekleyen para tutuyor. Böylelikle ucuzlayınca tekrar hisse alıyor. Altında, ABD hisselerindeki gibi uzun soluklu getiri olmadığı için tercih etmiyor. Bonoda bekleyen parasının enflasyonu yenip yenmediğine bakmıyor çünkü o parayı ucuzlayınca yeniden hisse almak için kullanıyor.

Bir de şunu unutmayın: Buffet ABD hisselerine yatırım yapıyor. Apple, Coca Cola gibi hisselerde uzun vadeli pozisyonlar taşıyor. Gelişmekte olan ülkelerin hisselerine yatırımla karıştırılmamalı. İkisi çok farklı şeylerdir.

Yani portföylerde kesin altın bulunmalı diye bir kural yok. Ancak gelişmekte olan ülke piyasasında hisse yatırımı yapıyorsanız portföylerde bazı dönemlerde altın bulunması faydalı oluyor. Örneğin son 10 yılda sadece BIST 100'e yatırım yapmış olsaydınız ABD enflasyonunu yenmeyi bırakın zarar etmiş olurdunuz.

Not 11: Altın her zaman olmasa da son 10 yıldır ABD enflasyonunu yeniyor (TÜİK enflasyonunu zaten yeniyor). Vatandaş altın alarak kendini yüksek enflasyona karşı koruyor. Bu vatandaşın doğrudan menfaatinedir. Altın alımını zorlaştıran 'program' vatandaşın menfaatine zarar veriyor. 

Vatandaşın altın alması istenmiyorsa Mehmet Şimşek her ay İTO enflasyonunun üzerinde +2 puan net faiz ödeyen bir borçlanma aracı ihraç etmeli.

Not 12: Allahım, Senden bugünün hayrını, fethini, yardımını, nurunu, bereket ve hidayetini istiyor, bugünde ve bundan sonraki günlerde olanların şerrinden Sana sığınıyorum.
(Âmin)

Not 13: ‘Bir odada iki kişi buluştuğunda’ diyor William James, "Aslında altı kişi vardır. Kendimi gördüğüm halimle ben, onun beni gördüğü haliyle ben, benim onu gördüğüm haliyle o, onun kendisini gördüğü haliyle o, gerçekte olan ben ve gerçekte olan o". Çok mu karmaşık? Dünyaya bıraktığımız izler, varlıktan yansıyan gölgeler bazen kendi gerçekliğimizin yerine geçer.

Not 14: İçine gömüldüğümüz evreni mutlak zannediyoruz. Rahatlık alanımızdan dışarı çıkmak gerek, üzerimizde unvanlarımızdan ve şanlı zaferlerimizden bir hale taşımaksızın insan yüzlerini dolaşmak, pişmekte olan bir yemeğin kokusunu içimize çekmek, kalabalığın içinde bir fani olduğumuzu idrak etmek gerek.

Not 15: İnsan olarak en çetin uğraşımız sahici ve halis olabilmek. Sözü ortamına göre eğip bükmemek, kendi olmak cesaretini gösterebilmek, kalabalığın isterisine kapılıp gitmemek. Özü sözü bir, hayallerine ve değerlerine sadık insan olarak, iç bütünlüğünü büyütebilmek. Çakallaşmamak. Kendi hakikatine sadık kalabilen insan ne yiğit bir insandır.

Not 16: Dünyayı biteviye bir sahne olarak gördüğümüzde, oynamaktan kendimiz olmaya sıra gelmiyor. Mış gibi hayatların maskeli balosu. Bulunduğu her ortama göre renk ve fikir değiştiren bukalemun kişilikler. İnsan çağımızda hep yorgun: Oynamaktan, örtmekten, gizlemekten, kendisi olmaya giden yolu yürüyememekten yorgun. Oyuncu benliklerin sahici benlikleri gizlediği gösteri toplumunda, aldığımız alkış kadar var olduğumuzu sanıyoruz.

Not 17: Bugün insanı sürüleştiren şey modern bilincin ta kendisi.

Hepimizin koşmak zorunda olmamız, hepimizin yarışmak zorunda olmamız, hepimizin bir şeyleri yakalamak zorunda olmamız, aynı yaşam biçimine aynı standartlara sahip olmak zorunda olmamız. Aynı tatillere aynı tarz yerlere gitmek zorunda olmamız. Bütün bunlar için de hayatımızı ortaya rehin olarak sürmemiz.

Not 18: Nurettin Topçu, “Hayatın manası üç yerde hakkıyla anlaşılır: Aşk ile birleşen ümidde, vecd ile yapılan ibadette, yeri yurdu unutturan seyahatte.” demişti "Var Olmak"ta. Sadece ilkinde adı zikredilse de hepsinde hükümferma olan ilke sevgi ilkesi. Yaşama tutunmamızı sağlayan ümit, bizatihi bizi anlam arayışına çıkaran güdüdür; bir anlamın var olması gerekliliğine, hakikate duyulan o inançtır. Boş ve beyhude bir varoluşun, anlamsızlığın inkarıdır ümit. Hakikat arayışı, bilgi ile de yapılabilir elbette, ama aşkla birleşmediği sürece ellerinin boş döneceği bir seferdir bu arayış. Sevmek, bu dünyada ve ötesinde devam eden bir bağ olarak, yaşayanları ve ölüleri birleştirir.

Not 19: Baudelaire, “Sarhoş olma saatidir… Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.” diyor. Omuzlarımızı ezen, bizi toprağa çeken zamanın korkunç ağırlığı, anlam ihtiyacını doğuran o gittikçe açılan ve kararan anafor. Sürünen hiçbir şey bu boşluğun çekiminden kaçamıyor maalesef. Sarhoş olmak, bir tür kanatlanma rüyasına yatmaktır. Sarhoş olmak ya da iktidar peşinde koşmak, zengin olmak, bilgi üzerine bilgi yığmak… Ne farkları var, sarhoşluğun sonradan bir ayıklığının da olması dışında.

Not 20: ÜRETİM artmadan, ÜCRETLER artamaz.

Yapay ücret artışları, ENFLASYON olarak geri döner.

Not 21: Cehaletin, hamasetin, hoyratlığın, nobranlığın, sığ milliyetçiliğin, görgüsüzlüğün prim yaptığı; bilginin, ilkenin, emeğin, nezaketin, estetiğin kuduz köpek muamelesi gördüğü bir dönem.

Not 22: Dünyanın en aşağılık, en ahlaksız, en namussuz insanı kimdir deseler; halk yoksullukla boğuşurken, sırtını iktidara dayayıp, büyüme ve kalkınma masalları anlatan gazeteci, yazar ve ilim adamıdır derim.

Not 23: Kekik ile naneyi, roka ile tereyi, dolma ile sarmayı, delgeç ile zımbayı, eleştiri ile hakareti, samimiyet ile yılışıklığı, özgüven ile egoyu, müslümanlık ile muhafazakârlığı, hükümet ile devleti, siyonizm ile yahudiliği karıştırmayın. Sonra düzelteceğiz diye ömrümüz heba oluyor.

Not 24: Ödenemeyecek kredi kartı veren bankalar, tahsil edemeyerek cezalarını çekerler.

Sonuçta, birisine abartı bir limit açıyorsan, muhakkak kullanılır.

Not 25: "Hepimiz aynı gemideyiz" diyerek "Ölümü gösterip sıtmaya razı olun" deniyor.

Not 26: Yüksek enflasyon ve enflasyonun altında mevduat faizi nedeniyle TL değer saklama fonksiyonunu büyük ölçüde yitirmiştir ve yitirmeye devam etmektedir.

Ayrıca uzun yıllardan beri enflasyonla mücadelenin sözde kalması hatta 2024 sonu OVP enflasyon hedefinin de ulaşılamaz olduğunun TCMB tarafından ikinci yukarı revizyonla ilan edilmiş olması nedeniyle TL'ye güven vermek daha da zorlaşmıştır.

TL değer saklama fonksiyonunu yitirdiği için vatandaş doğal olarak değer saklama aracı olarak altını tercih ediyor.

Vatandaşa güven verilir ve mevduat faizi de enflasyonun üzerinde olursa vatandaş da değer saklama aracı olarak yine TL'yi tercih edebilir. Ancak vatandaş açıklanan enflasyona da güvenmiyor çünkü TÜİK mahkeme kararı olduğu halde ortalama fiyatların olduğu madde listesini yayınlamıyor.

Bu durumda altını sanki kullanılmayan, hiç uçak inmeyen bir hava alanı gibi atıl bir yatırıma benzetmek yanlıştır. Güven verildiği zaman altın tekrar TL'ye dönebilir veya ülkede fazlası olursa rafineriler bunu ihraç edebilir. Oysa hiç uçak inmeyen bir hava alanı atıl olarak kalmaya mahkumdur ve o yatırım artık geri kazanılamaz, batık yatırımdır. Yani altın bir değerin şartlar uygun oluncaya kadar saklanmasıdır, atıl yatırım değildir.

Altını atıl bir yatırım olarak görmenin altında yatan düşüncenin ekonomi yönetiminin halka güven vermesinin kısa sürede mümkün olmadığı gerçeğinin anlaşılmış olması ve de cari açığı sürdürülebilir şekilde azaltma kapasitesi artık kalmadığı için bu durumda sorumluluk almak yerine altın yatırımcısını ve altın yatırımını tavsiye edenleri suçlamanın daha kolay olması olduğunu düşünüyorum.

Doğru olan ve yapılması gerekenler:

1. TÜİK'in mahkeme kararına uyarak geriye dönük olarak ortalama fiyatları ve madde listesini açıklaması,

2. Madde listesindeki fiyatlar ve tüketici fiyat endeksinin değişimi arasında tutarsızlıklar varsa giderilmesi ve gerekirse endekste geriye dönük revizyon yapılması,

3. Buna göre net mevduat faizinin her ay enflasyonun en az 2 puan üzerinde kaldığının en az 6 ay görülmesi,

4. Dolar kurun sözde değil özde serbest kur rejiminde belirlenmesi,

5. Yukarıdaki madde ile ilgili olarak ihracatçıya ihracat gelirinden elde edilen dövizi zorla bozdurma uygulamasından tamamen vazgeçilmesi,

6. OVP'deki 2024 sonu enflasyon hedefi olan yüzde 33'ün erişilemez olduğunun ve programın çalışmadığının kabul edilmesiyle gerçekçi bir program yapılması,

7. Yapılacak programda hedefler, bu hedeflere ulaşmak için yapılacak işlerin listesi ve takviminin yer alması,

8. Kamuda tasarrufun göstermelik olmadığının ve bu konuda ciddi olunduğuna halkı ikna etmek için bu yıl ek bütçe talep edilmeyeceğinin net olarak açıklanmasıdır.

O zaman TL'ye güven geri gelmeye başlar. Bunlar olmadan TL'ye güvenin geri gelmeyeceğini, bir kısım altın ve döviz bozulsa dahi vatandaşın yüklü miktarda döviz, altın ve yastık altı altın tutmaya devam edeceğini düşünüyorum.

"Altın yerde paslanmaz, taş yağmurdan ıslanmaz." Türk atasözü