Açılımı Döviz Endeksli TL Mevduat. Ortada TL falan kalmadığı, tamamen dolarize ettiği için piyasayı direkt DEM demeyi tercih ettim. Çayda dem tasarrufta DEM. Ne slogan ama. 

1. Bu sistemin işlemesi için gerekli en büyük değişken GÜVEN. Eğer kur sadece ekonomik temellere bağlı olarak değişirse o zaman bu yeni mevduat insanlara en azından enflasyona karşı bir koruma sağlar. Faizler de fiilen enflasyon beklentisi kadar artmış olur.

2. Fakat atılacak her rasyonel olmayan adım, sistemde döviz talebini körükleyebilir, o zaman da kurda değerlenmeyi garanti eden hazine için büyük bir yük ortaya çıkacaktır, bu durum kurda yeniden değerlenme ve bir sarmal yaratır. O yüzden ana değişken güven.

Tüm sistem/modellerde güven gerekli de, burada risk yönetimi sorunu var ayrıca. Fiziki döviz girişi (şimdi sıfıra yakın) ve sabit kur rejiminde bile benzer sistem çalışmamış (1967-1977). Denklem: Döviz açığı, net rezerv eksi, dalgalı döviz kuru, MB/Hazinenin aldığı ucu açık risk.

Yani uzun vadeli faizleri öne atıyorsunuz, faizlerin fiilen enflasyon beklentisi kadar olma olasılığı güvende bile çalışmaz. Sonuçta herhangi bir noktada güvensizlik oluşacak, sistemde öngörülemeyen risk var. 600 CDS'de bu gösteriyor, öne atılan uzun vadeli faiz yüklemesi.

Döviz korumalı TL hesabınıza diyelim bugün 10 bin $ yatırdınız. 3 ay sonra bu diyelim 9 bin $'a düştü. Hazine farkı 1 bin $ olarak ödemeyecek. TL olarak ödeyecek. TL'yi kendileri basıyor zaten. Matbaa sende mürekkep sende. Enflasyon sorun olarak görülmedikten sonra no problem. Yani tekrar edelim.Türkiyede tüzel kişiler enflasyondan korunmak için döviz tutuyor zaten. Yoksa sokaktaki adamın dövizle işi ne? İşi ne derken onun tasarrufu yok, karnını zor doyuruyor. İşi zamlanan etiketlerle baş etmek. Döviz artışının enflasyon yansıması. Sen enflasyonu düşürmeye yönelik hiçbir adım atmıyorsun, döviz zararını karşılayacağım diyorsun.

İşte millet o karşılıksız basılan TL ile mart ayında zararını karşılamak için döviz alırsa döviz fiyatı daha da tırmanacak. Bu da daha fazla enflasyon demek zaten. Enflasyonun düşmesi için TL arzının azalması gerekiyor. Şu an yapılan bunun tam tersi. Yani şunun şurasında 3 ay zaman kazanmış durumdalar. Mart ayında ne olacağı malum. 11 Kasım’da 230,9 milyar TL olan Merkez Bankası iç varlıkları 21 Aralık’ta 480,4 milyara yükselmiş. Merkez ateşle oynuyor. Durmadan karşılıksız para yaratarak içeriyi fonluyor. Döviz ve faiz şu anda Türkiyede bir sebep değil sonuç. Neyin sonucu? ÜRETİM olmayışı fakat bol bol karşılıksız TL basılmasının bir sonucu. Hiç x üretelim, y değerini oluşturalım diyen duydunuz mu? Herkes döviz, faiz, borsa, kripto konuşuyor. Enflasyon yüksek olmayıp ne olacak? Tahvil faizleri de olduğu yerde duruyor. Hiçbir yabancı girişi yok. Yerliler kendi çalıp kendi oynuyor. TCMB faiz artırmadan yabancı girişi olmaz. Bu tür ali cengiz oyunlarına karınları tok.

Asgari Ücret Meselesi:

2003 yılında iktidara gelen Ak Parti, 2004 yerel seçimlerinin olduğu sene  % 35’lik bir zam yaptı. 2007 halk oylaması ve genel seçimlerin sonrasında zam vaadine uygun olarak 2008 yılında %20 ye yakın bir zam yaptı ki enflasyon o sene %10,5. Sonra 2015 yılında enflasyona göre asgari ücretin ciddi bir artışını görüyoruz ki o sene de genel seçim var. Ak Parti'nin %49.5 ile iktidarını pekiştirdiği yıl. Ancak o seçim yılı nasıl bir yıl ise hatırlar mısınız bilmem iki ayrı seçim oldu. Haziran ve Kasım. Bu o dönem asgari ücrete de yansıdı ki, iktidarını Kasım ayında perçinleyen Ak Parti, 2016 yılında da %30 luk bir artış ile asgari ücretliyi mutlu etti. Yani asgari ücretli 2015 de Haziran seçiminin nimetini alırken 2016 yılında Kasım seçiminin faydasını gördü.
Ve şimdi 2022 asgari ücreti %50 oranında arttı. Seçim kokusu zaten havada hissediliyor o belli ama artık gürültüsü de gelmeye başladı.
Aslında buraya kadar okuduysanız bana kızacağınız tarafa henüz gelmediniz. Yazımın bundan sonrasında lanetleyeceksiniz.
Ben bu kadar zammı beklemiyordum açıkçası. Ülke ekonomisinin bu kadar kitlendiği bir dönemde işsizliğin ya da iş yeri kapanmaların artabileceği böyle bir kararın alınacağını düşünmüyordum. Asgari ücretin yaşanabilir bir standartta olmasına kimsenin karşı çıkacağını zaten zannetmiyorum.
Ve kaldı ki kapitalist sistemin uşağı değilim diye kendi içimde cevaplarım da var. Ancak sermayenin alternatif maliyetinin yükseldiği, firmaların paradan para kazandığı, enerji maliyetlerinin giderek arttığı ve ithalatın döviz karşısında çaresiz kaldığı bir dönemde firmaların bu kadar zor durumda kalmasına gerek var mıydı?
Burada beyaz yakaların endişelerine girmeyeceğim bile. Onların durumu biraz daha karmaşık artık.
Benzer bir zam mevcut maaşlarına alabilecekler mi?
Ya da iş kaybı korkusu ile ses çıkarmadan devam edecekler mi?
Daha da kötüsü ilk doğal eleme kendilerine mi olacak?
Yazdıklarım gerçekten bu zamma karşı duruş değil. Ülke ekonomisin gerçeklerini bir türlü göremeden alınan yanlış kararların sonuçlarının getirdiği noktada olmak. Asgari ücret elbette yaşam seviyesini koruyan bir standartta olmalı. Bir ücret olmamalı. Bir ön basamak olmalı. Çalışanlar emekleri ve nitelikleri ile bu maaşın da üzerinde kazanabilmeli.
Ancak gün içinde sürekli sanayi de olan benim gibi biri içeriden baktığında işsiz kalacak insanları görüyor. Kaçak çalışmaya dönebilecek firmaları görüyor. Ve hatta artan maliyetler yüzünden kapanacak atölyeleri görüyor.
Döviz ile gelir elde etmeyen ve elde ettiği geliri enflasyona ve dövize karşı değer kaybeden biri olarak asgari ücretin 5 bin ya da 10 bin olması bir anlam ifade etmiyor. Biliyorum ki bu parayı alsam bile markete gittiğimde ya da arabaya benzin almak için kuyruğa girdiğimde fiyat etiketinde eriyen paramı göreceğim.
Siz benim alım gücümü elimden alıyorsunuz. Asgari ücretin yüksek olması önemli değil benim gibiler için. Ben ekonomiyi dış güçlerin oyunu demeden, alınan kararların hatalarını görerek ve aslında alınması gereken kararları tartışarak ekonomiyi izliyorum. Taraf olmaya çalışmadan ekonomi biliminin ilkelerinin işleyeceğine inanarak yorumluyorum. Ve o yüzden asgari ücret zammının yüksek olması benim gibileri, başka düşüncelere ve endişelere yönlendiriyor.
Ama siz zaten popülist bir politika ile seçim arayışı içindeyseniz gene yanlış yoldasınız. Fiyat etiketlerini asgari alım gücüne indirin sorun çözülecek o zaman.

Fiyatlar düşer mi?

Malum dolar kuru 18 TL den 12 TL TL’ye dönünce herkeste indirim beklentisi oluştu. Bir kaç araba firması son 3 ayda % 80 yükselttikleri fiyatları % 10-20 aralığında düşürmüşler. Aslında %10 da %20 algı algı çalışması. Sert düşürmeseler de düşürmüşler biraz. Allah kendilerinden razı olsun.

18 TL seviyelerden ara malı ya da hammadde alan, ürün getiren insanlar oldu. Onların bir zararı da oluştu. Fakat günlük dalgalanmalar içerisinde yukarı yönlü yaşanan bir grafikte çoğu insan fiyat yapamadığı için zaten üretimi ya da satışı durdurdu. Yani reel sektörün geneline baktığınızda o kur, fiyatlara yansımadı. Yani 18 TL dolar kurundan fiyatlamada ısrar etmek mantıklı değil. Bu seviyelerden ara malı ya da hammadde alan, ürün getiren insanlar oldu. Onların bir zararı da oluştu. Fakat günlük dalgalanmalar içerisinde yukarı yönlü yaşanan bir grafikte çoğu insan fiyat yapamadığı için zaten üretimi ya da satışı durdurdu. Yani reel sektörün geneline baktığınızda o kur, fiyatlara yansımadı. İşte samimiyetsizliğin büyüğü burada başlıyor. Çünkü dolardaki yükselişin fiyat artışlarına etkisi var; ama fiyat artışlarının yükselişinin tek nedeni dolar / TL kuru değil. Konuyla ilgili olanlar bunu gayet iyi biliyor.

Hammadde fiyatlarındaki artıştan üreticinin resmi rakamlara göre bile yansıtamadığı yüzde 33 enflasyon farkına, enerji maliyetlerinden sadece kamunun girdilere yaptığı zamlara kadar hiç bir maliyet azalmadı. Hatta yeni yılla birlikte bunlara sözde verilen ama tek kuruşluk destek anlamına gelmeyen asgari ücret farkından, yüzde 36,2’lik yeniden değerleme oranı maliyetlerine kadar yenileri eklenecek. Ayrıca tribüne oynayanlar dahil, herkes dolar / TL kurunun 12 olmadığını biliyor. Bu, kurun maliyet ödenerek baskılanmış hali. Velev ki doğru olsa ortada düşmüş bir kur yok ki… Sene başına 7,27 ile başlamış bir kurun, 12 – 13 diliminde seyretmesi yüzde 70’lerde bir dolar darbesi yenildiğini zaten gösteriyor. Şimdi borç parayla baskılanan bu oran karşısında dolar düştü mü diyeceğiz? Üstelik o baskılamanın maliyetinin de yeni vergi ve zamlarla hayatımıza girmekten başka çaresi olmadığını bile bile…

Algı yönetmek tam da bu işte… Siz reel sektör ile vatandaşı karşı karşıya getirirseniz, finansal okuryazarlığı olmayan insanlara da ‘fiyatlar düşsün’ diye baskı yaratırsınız. Peki günün sonunda ne olur? Kimse fiyatları aşağı çekmez, çekemez; ama bu yapılan baskının arasından sıyrılan kamu maliyetlerdeki tüm etkisini bir kesimin üzerine yıkar, aradan sıyrılır ve günün sonunda herkes işsiz kalır. 

Sonuç olarak şu çok net dostlar: Türkiye’de fiyatlar düşmez düşse de kalıcı olmaz. Bu kadar dolarize olmuş bir ekonomide dolar düşerse de tekrar yükselir. Adamlar bankacılık yaparken, adamlar matbaayla bilim sanat işine girmişken Elif’i mertek zanneden, bilimden uzak yüksek teknoloji üretim dalgasını kaçırmış bir ülkede katma değeri yüksek bir adet ürün bile üretemezken dolar nasıl düştüğü ya da millete yıkılan maliyetle baskılandığı yerde kalacak! İnsan, toplumlar kaderine böyle öğrenilmiş çaresizlikle boyun eğdiriliyor ya çok zoruma gidiyor. Öyle ya da böyle yüksek enflasyon çağının başlarında olduğumuzu idrak edip ayağımızı yorganımıza göre uzatıp zor günlere hazırlık yapmalıyız. Allah sonumuzu hayretsin. Selametle. Hoşçabakın zatınıza..

Not:  “OECD araştırmasına göre Türkiye’de okuduğunu anlama yeteneğine sahip olmayanların nüfus içindeki oranı yaklaşık %40. Bu oran Japonya’da %4,Finlandiya’da %6, Hollanda’da %8, İsveç, Danimarka ve Yeni Zelanda’da %9”.  Bu %40’ın %99’u siyasetle meşgul diye düşünüyorum.

Sivri Dil