ABD dahil tüm Batı bloğunun Çin arabalarına ve mallarına getirdikleri ek gümrük vergisine Türkiye olarak bizim de iştirak etmemiz, muhtemelen dış politikada eksen değişikliğine işaret olmakta, Avrasya bloğundan Batı bloğuna tekrar dönüş olarak okunabilir.
İç siyasette MHP- AK Parti ittifakı bitebilir eksen dönüşü neticesinde. Başkan Erdoğan’ın tüm hamleleri MHP ile biten ittifak sonucunda yanına çekebilecekleri ile sürdüğü pazarlık. Akşener’le olan görüşme de sınıf başkanı edasıyla gezen Özgür Özel ile diyaloğu da, hepsi yeni eksen yürüyüşünde destek bulma faaliyetleri.
Büyük ihtimal Rusya ile ilişkilerimiz de eski içtenlikten ve yoğunluktan uzak kalacak. Bunun neticesinde ülkeye batıdan döviz ve sermaye girişi devam edecek. Sıcak paranın ardından yavaş yavaş soğuk para ya da doğrudan sermaye yatırımları akacak. 2003-2007 gibi bir Lale devri olmasa da Fetret devrinden çıkacağız yüksek olasılıkla.
Özetlersek dövizde aşağı sarkma baskısı devam edecek, enflasyon istenilen seviyeye gelmese de düşecek, biraz canımız yanacak ama 2026 yılına biraz rahatlamış olarak gireceğiz. Eğer CHP-AK Parti yakınlaşması ve yumuşama ortamı devam ederse 2027 ve 2028 yılları Türkiye’nin son 10 yıldaki en rahat yılları olabilir, tabii bir Çin, ABD veya Rus, Avrupa harbi kopmazsa. Doğu-Batı çekişmesinin ekmeğini bir süre yemeye devam edeceğiz. Umarım bu arada yapay zekâ çağının dinamiklerini yakalayıp gelişmiş ülkelere bir nebze yaklaşırız.
Son söz: Gelemeyeceğiz kendimize. Arada doğrulacağız ama kendimize gelemeyeceğiz. Aşk sarsacak bazen, ruhumuzu alevlendirecek sonra o da sıradanlaşınca yine mum gibi erimeye, çıra gibi yanmaya başlayacağız. Ta ki bir sonraki heyecana ya da ölüme kadar.
Bazı şeyler o kadar güzeldir ki seni tüketiyor olsalar da onlardan kurtulamazsın.
Tadımlık: ''ben sende yaşıyorum,
sen bende hüküm sürmektesin.''
Cahit Sıtkı Tarancı
Kulağa küpe: “Gönlümde simsiyah ve çok ağır bir his ile yaşadım.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Not 1: Borç, suçluluk hissi yaratıyor ve geri ödemezseniz bu sizin suçunuz. Bankalar bizi tahrip ediyor ama bir yandan da çok ahlaklılar. Sömürülen olma günahınızdan dolayı bağış dilemek size düşüyor. (P. SOLLERS / Güzellik)
Not 2: Mevcut derin devletin derinliği kalmamıştır; her şeyiyle ortadadır!
Yapının bir numarası Erdoğan, iki numarası Bahçeli’dir.
Şimdi bir numara, iki numarayı sırtından atmak istiyor.
İki numara da “yok öyle yağma, beni diğer kavga ettiklerinle karıştırma” diyor.
Not 3: İngilizce ile arası iyi olan bir millet değiliz. Amenna. Bunun en önemli sebebi İngilizce’nin Türkçe'ye yapı olarak çok uzak olması. Kendi berbat eğitim sistemimiz de önemli faktör. Fakat gönül rahatlığıyla şunu söyleyeyim; Ruslar, Çinliler, Koreliler, Japonlar ve Meksikalılardan iyiyiz.
Not 4: Rekabetçi kur diye bir şey var mı? Bence TR için yok çünkü ihracatımızın %70-80'i ithalata dayalı. Kur alıp başını giderse bu sanayi yapısıyla cari fazla sadece 6 ay veya 1 yıllığına veririz. Sonra yine cari açık. 2001 krizi sonrası bunu yaşadık. %100 devalüasyon olmuştu.
Not 5: Utanmayı kendinde katletmeyen her insan utanılacak duruma düşmekten ve utandırılmaktan korkar, çekinir. Utanabilen utanmayanının utancını üstlenir. Başkasının adına da utanır insan. Ama Türkiye'de utanmazlık kültürleştiriliyor.
Not 6: Oral kültürlerde kültürün odağı oralite oluyor. Toplantılarda, tartışmalarda yiyerek, içerek, konuşarak meşgul ediliyor. Haz da bu kültürlerde oralite üzerinden yaşanıyor. Yemekler, davetler… Cennetin sınırsız yenilip içilen ve bolca da seksin olduğu yer olarak kurgulanması tesadüf değil. Sadece oralite ve seks üzerinden hazzın yaşanması…
Not 7: Yoksulluğun olduğu ailelerde zamanı boşa geçirmek ideal bir durum değil. Keyif yapmak zamanı boşa geçirip bundan da zevk almak, zamanı böyle yaşadığı için de suçluluk duymamasıdır galiba. İşte kaynakların sınırlı olduğu durumda zaman bu sınırı genişletmek, zorlamak ve yaşam koşullarını iyileştirmek için kullanılmak zorunda.
Hâlbuki ilk insanın hayatında iş yok. Tarımın gelişmesiyle iş başlıyor. Yani iş doğada olmayan kültürle kurulan şey.
Tanrı cennette tembellik vadediyor. Yiyip, içip, yatıp, seks yapmak… Yani tembellik en normalimiz. Tembelliğin çok kötü sayılması, tembelliğe yapılan haksızlık adeta. İşte bu normalde haz, keyif, arzu, eğlence öne çıkıyor. Eğlenmek, oynaşmak zamanın öldürülmesi yani zamanı boşa geçirmek demek. Dans etmek, davul çalmak avarelerin işi yani. Duran topa vurmak giden topun ardından koşmak yakalayıp gene vurmak. Saçma, aptalca… Ama hazzı katınca saçma zevk oluyor ve çok anlamlanıyor da.
Not 8: İlk insanlar avcı ve toplayıcıydı. O dönemde sürpriz, macera ve beklenmedik olaylar istenmeyen şeylerdi. Yemek için domuz avına giden avcının veya ot ve meyve toplamaya giden birinin aslan ya da mamutla karşılaşması sevindirici değildi. Olaylar ve etkinlikler (event) ilk insanlar için eğlenceli değil, heyecanlı, ürkütücü ve çoğu zaman ölümcül facialardı. İnsanların heyecan yaşamaları bir olaya ya da etkinliğe bağlı değildi; uyurken bile vahşi hayvanlara yem olabiliyorlardı. Kısacası, macera ve heyecan istenilen değil, kaçınılan şeylerdi.
Not 9: İlk insanların hayat bayağı maceralı. İlk insanlar avlanmayı bilmiyorlar ve etle beslenmeleri de leş yiyerek başlamış. O zamanlar insan, etle beslenen vahşi hayvanların besin deposu. İnsan olmak bayağı ürkütücü yani. Besin zincirinin en zayıf halkası. Hayvanlara bakarak avlanmayı öğrendikleri tahmin ediliyor. Avlanma teknikleriyle aletler kullanmayı ve silahlar geliştirmeyi öğreniyorlar. Ateşi kullanmak, ateşi terbiye etmek insana büyük avantaj sağlıyor. Kültür değdiğimiz şey ateşin silah olarak kullanılmasıyla başlıyor.
Not 10: Mitolojide Prometheus ateşi tanrılardan çalarak insanlara veriyor. Bu suçtan ötürü de Zeus tarafından cezalandırılıyor. Kültür ateşin kontrolüyle ve insana verebileceği zararı engellemeye başlayınca ivme kazanıyor ve insanı hayvanlar karşısında avantajlı hale getiriyor. Ama zamanla ateşli silahlar geliştiren insana zarar veriyor ve yok ediyor. Buharlı makine icat edildiğinde ateş kullanılıyor. Ama bu yeraltı ormanlarının (kömür) yok edilmesi doğanın geri dönülmez biçimde kirlenmesini getiriyor.
Not 11: Toprağın işlenmesi avcılığa gereksinimi azalıyor. Ayrıca insan yiyeceği hayvanları evcilleştirerek, besleyerek avcılığa, kontrol edilemez olana, biraz da şansa olan bağımlılığını azaltıyor. Dağ taş dolanıp hayvan avlamak yerine av hayvanlarını evinde besliyor. İlkel olan ama bu değişimle insanın içinde de değişmiyor. Avcılık spor olarak eğlence dünyamıza katıldı. Yarışmalarda bu ilk insanın avlanma, av, avını izleme ve yenme istekleri gideriliyor.
Karanlıkta bazı avcı hayvanlar insandan çok daha iyi gördüklerinden insan karanlıkta kolay av…
Karanlıktan hâlâ korkmanın tarihi çok gerilere dayanıyor. Bugün çok saçma olan karanlıktan korkmanın insanın geçmişinde bir karşılığı var. Bilinçötesi bir hafızadır. Bilinçötesi geçmişte yaşananları ve bu yaşananın bıraktığı izi de depolar. Yani bilinçötesi bilincin değişme hızına ayak uydurmaz.
Not 12: İnsanın sürekli ateş üzerinde oturması, sürekli etrafını kolaçan etmesi, vahşi hayvanlardan korkması. Mitolojide ilk tanrıların da hayvanlar olması şaşırtıcı değil yani. İnsan korktuğuna saygı da duyuyor. Saygı ve korku iç içe. Otoriteyi, tanrıyı, babayı, devleti seviyor muyuz yoksa korkuyor muyuz çok da belirgin değil.
Not 13: Türkiye’den konuklarımız geldi. Akşamları, beş yarışmacının katıldığı ve her gün birinin yemek pişirdiği bu programı heyecanla izliyoruz. Konuklarımız çok bilgili insanlar ve kafalarını dağıtmak için saatlerce bu programı izliyorlar. İnsan, bu kadar değerli bir organı, yani kafayı neden dağıtır ki? 'Eğleniyoruz' diyorlar. Gerçekten eğleniyorlar.
Yarışmacıların birbirini acımasızca aşağılaması, sadomazoşist hazzın bu kadar yoğun yaşanmasına katkıda bulunuyor. Aşağılanmayı/acısını her insan biraz bilir. Uzağımızda, bize zararı dokunmayan aşağılamaların izleyici olmak. Televizyondaki yarışmacılara itiraz etmeleri, diyaloğa girmeleri. Programı izlemiyorlar, adeta yaşıyorlar. 'Yaşıyorlar' diyorum, çünkü duygusal olarak katılıyorlar.
Tuttukları, taraf oldukları yarışmacılar var.
Hasedin ve kıskançlığın bu kadar rahat ve ulu orta sergilenmesi hayret verici.
Utanılması gereken hallerden utanılmıyor ve hiçbir şey olmuyor. Utanmayı kendinde katletmeyen her insan utanılacak duruma düşmekten ve utandırılmaktan korkar, çekinir. Utanabilen, utanmayanın utancını üstlenir. Başkasının adına da utanır insan. Utanmazlık, ahlaksızlık, suç bilincinin oluşmasını engelleme. Programların format bu galiba.
Kültür kuramlarında suç ve arlanma kültürü ayrımı var. Bizim kültürümüz utanma kültürü. İnsanlar arası ilişkiler, sınırlar, eğitim utanma (saygı, şeref, namus, paylaşma) konseptleri üzerinden regüle ediliyor. Son yıllarda utanma ortadan kalktı. Hırsızlık, arsızlık, haksızlık, rüşvet, torpil ayıp değil ve bu eylemelerin hukuksal, kamusal ve toplumsal negatif bir sonucu da yok. İşte bu utanmazlık hali toplumda çok yaygın ve olağan.
Not 14: Arlanma kültürlerinde utanma yok olunca, insani değerlerin ve birlikte yaşayabilmenin koşulları da yok oluyor. Bu ve benzeri programlarla utanmamanın yolu açılıyor. Utanmazlık kültürleştiriliyor. Bu tür kendi içinde sansasyonlar yaratarak oluşturulan formatlar programlar ilerledikçe katılımcılar ve seyirciler daha da aptallaştırılıyor. Ne kadar aptalca o kadar izleyici. Televizyonlarda hırsızların gözümüzün içine bakarak konuşmaları, izleyenlerin utanmasına sebep oluyor. Yalan söylemenin yüz kızartıcı olmaması, haksızlıkların hukuksuzların espri konusu yapılması televizyonların konusu. Yarışma programı.
Not 15: Bir yerlerde okumuştum. Neoliberalizm rekabeti bir erdem gibi sunmayı ve bunu kabul ettirmeyi başarabiliyor. Sosyalleşme rekabet ve dayanışmayı öğrenme sanatıdır ama son yıllarda dayanışma unutulmuş durumda ve bu durum toplumun zombileşmesine yol açıyor. Rekabet ve rekabetin getirdiği kazanma, yenme isteği empatiyi yok ediyor. Empati kişinin kendisini rakibinin yerine de koymasını, perspektif değiştirmesini de beraberinden getirdiğinden insanlaşmaya/yumuşamaya ve böylece de yenilmeye yol açabiliyor.
Not 16: Rekabette empati de unutuluyor. Okulda not istemi üzerinden, ‘kim daha biliyor, kim daha akıllı’ üzerinden rekabet ederken, yarışırken insan dayanışmayı da öğrenir. Yemeğini okula getirmeyi unutan arkadaşınızla yemeğinizi paylaşırsınız. Yağmurlu bir havada şemsiyenizin altında bir arkadaşınızın da durmasına izin veririsiniz. Ders notlarınızı gösterirsiniz. İşte son yıllarda bu dayanışma sürekli saldırıya uğruyor.
Dayanışma aptallık, kullanılma/uyanıklık üzerinden tanımlanıyor. Sosyal medyada, televizyonlarda rekabet üzerine kurulu yarışmacıların saldırgan olduğu programlar var. Aşıklar bayramında yapılan atışmalarda ‘ayak’ çok önemlidir. Burada ayak atışmanın konusu anlamına gelir. Zuhal Topal durum sakinleşince yarışmalara kapışmaları için arada bir yeni ayak veriyor. Rekabet, yani aşağılama, saldırganlık yeniden kızışıyor.
Not 17: Bu programdaki her yarışmacı aynı zamanda jürinin bir üyesi. Yani yarışan kişi aynı zamanda puan da veriyor. Birbirlerine karşı acımasızlar. Para ve ün için, yani narsistik bir teşhircilik üzerine kurulu bir format. Yoksul yarışmacılar, filmlerde gördükleri burjuva tavırlarıyla konuşuyorlar. Hepsi, çeşitli ülkelerin mutfağını tanıyan uzmanlar gibi davranıyor. İnsanın ikiyüzlülüğü ve faydacılığı, yani olumsuz özelliklerinin çekici kılındığı bir format bu.
Görgüsüzlüğün iticiliği ve çekiciliği... Programda kendini inkâr eden, kendinden kaçan yarışmacıların itici olmaları, ama programı çekici yapan da belki bu iticilik.
Televizyon programları, insanların duygusal ve psikolojik yönlerini keşfetmek ve kendilerini ifade etmek için bir araç haline geldi. Bu tür programlar, insanın temel dürtülerini ve zayıflıklarını gözler önüne sererken, aynı zamanda izleyicilere bir tür rahatlama ve kaçış sağlıyor. Bu yüzden, konuklarımız gibi insanlar bu programları izleyerek eğleniyor ve kafalarını dağıtıyorlar.
Not 18:Günümüzde görgüsüzlüğü bile görgüsüzleştiriyorlar. Görgüsüzlüğün sevimli ve masum bir yanı vardı. Bunu iyi bilirim çünkü benim edindiğim görgü, kentle, metropole ve yaşadığım hayata uyum sağlamak için yetersizdi.
Görgüsüzlük, her insanın deneyimlediği en doğal halidir. Çocukluğumun geçtiği yerde deniz yoktu, deniz görmeden büyüdüm ve deniz kültürünü ve becerilerini bilmiyordum. Denizle tanıştığımda oldukça görgüsüz(d)üm. Görgüsüzlüğün çok ayıplandığı ve hakaret olarak yüzüme vurulduğu ortamları da iyi tanıyorum.
Bu durum, görgüsüzlüğü gizleme çabasını beraberinde getiriyor. Görgüsüzlüğü gizlemeye çalışmak ve suçüstü yakalanmak, utanmayı arttırıyor. Görgüsüzlük gizlenmeye çalışıldığında gülünç hale de getiriliyor. Görgüsüzlüğü masum/doğal yapan şey görgüsüzlüğün itirafı, gizlenmemesi… Görgüsüzlük gibi sıradan ve doğal bir şey Norbert Elias’ın Uygarlık Süreci’nde anlattığı gibi utanılacak bir şey haline geldi kentleşmede. Olduğumuz gibi olmaktan utanmak.
Günümüzde bu durum da bir değişim geçiriyor: Utanılacak olanın özellikle utanılmadan teşhiri. Görgüsüzlüğün bir değer olarak öne çıkması… Yani görgüsüzlüğün de görgüsüzleştirildiği bir dönem. Altınlı et yemeği, dolarlı bigudiler, lüks araba/uçak koleksiyonları… Narsizmin teşhircilikle zirve yaptığı günler. Bu teşhirciliğin üzerini örttüğü bir gerçeklik var. Teşhir edilenin nasıl edinildiği. Meselenin aslı paranın saçılması değil o paranın nasıl kazanıldığı. Hokus pokus meselesi.
Not 19: Utanılacak olana aniden yakalanmaktansa, utanılacak olandan sürekli kaçınmaktansa utanılacak olanı utanmadan sergilemek ve utanmayı anlamsızlaştırdığını sanmak. Utanma korkusunun imhası. Bir hırsızın günün birinde yakalanacağı korkusundan kurtulmak için kendi hırsızlığını itiraf etmesi ve bu itirafın da kahramanlık şovuna dönüşmesi. Utanılacak olanı gururla sergilemek. Bir dönem sonra utanmanın hayatımızdan kaybolması. Suçun, utanmanın, ayıbın şova ve eğlenceye dönüşmesi. Eğleniyoruz işte…
Bu kadar çok şeyle eğlenme isteği nereden geliyor? Neden biz bu saçmalıklarla eğleniyoruz? Eğlenmek gizlemeye, unutturmaya da hizmet ediyor. Neyi unutmak istiyoruz, kendimizde kaçtığımız şey ne? Eğlenmek sürekli olan bir şey değil. Bu kadar eğleniyor ve doyamıyorsak bunu sorgulamak gerekmez mi? Eğer eğlenmek hak edilmiş ve yaşanmışsa doyum oluyor. Eğlence doyumsuzluğu.
Not 20: Murathan Mungan yazmıştı sanıyorum. Dizilerin sonunu merak ettiğimiz kadar kendi sonumuzu merak edebilsek başka bir dünyada yaşıyor olabilirdik. Hırsızlar hırsızlık yaparken korkarlar ve yakalanma anları kaplanla göz göze gelmeye benzeyebilir. Ama profesyonel hırsızlardan ve hırsızlıklarının filmlerinin televizyonlarda gösterilmesi ve bunun hiçbir heyecan yaratmaması. Hatta halkın bu hırsızlığı başarı saymasından ötürü ilk insanın yaşadığı heyecan yaşanamıyor da. Bu ülkede yaşanabilecek en yoğun heyecan Zuhal Topal’a kalıyor galiba.
Not 21: Psikanalist Schmidbauer, New York’ta çalışan bir dedektifin meslek hayatı boyunca silahını bir kez kullandığını, ama filmlerde elinden silahını düşürmeyen, silahıyla yatıp kalkan kahraman polislerle dolu olduğunu yazar.