Şeref abi, “Gelenin gideni aratmadığı tek yer Victoria’da Secret defilesidir” demiş. İlk başta katılmamak mümkün değil. Az irdelerseniz bu söz insanı öğrenilmiş çaresizliğe götürür ki; değişimin her daim vuku bulduğu bu dünyada öğrenilmiş çaresizlik sadece ölülere ve ruhları çoktan ölmüşlere özgüdür.
Yeni genel anlamda şarttır. Her yenilik pozitif gelişme sağlamaz şüphesiz. O nedenle selektif yenilik, inovasyon olması şart. Ve fakat yaşlanan beden ve ruhların ve vakti gelmiş olgun çürümeye yüz tutmuş meyvelerin, arkalarından gelenin pozitif ya da negatif olmasından bağımsız olarak, terki diyar yapmaları, bir daha dönmemecesine gitmeleri evrenin değişmez yasasıdır. Gelecek olanın iyi ya da kötü olacağını tahmin etmek şüphesiz zor olsa da; şu nettir.i: İyi olanın gelmesi için olmazsa olmazsa şartı iyi olanlara yer açılmasıdır, bu da evrenin mevcut düzeninin aktörlerinin belli vakitlerde değişmesini zorunlu kılar. Nasıl 66 milyon yıl önce kuyruklu Yıldız çarpması ile dinazorlar yok oldu ise; ayrıca nasıl 12.800 yıl önce bir tufanla, selle insanların büyük kısmının köküne kibrit suyu dökülmüşse, değişim isteniyorsa ki değişmeyen tek şey değişimdir; vakti gelen gidecek. Tanrının buyruğu da evrenin ruhu da bunu emreder.
Hayat denilen kısır döngü öyle bir genişler ki başladığın yeri unutursun. Onun için yaşlıların gözleri bozulur; aynı yerden tekrar geçtiklerini anlamasınlar diye. Kısır döngüye karşı doğal bir savunmadır aslında; körleşme.” diye yazmış ‘Daha’ kitabında Hakan Günday.
Hayatın en temel meselelerinden en kişisel detaylara kadar her konuyu başkalarından duyduğumuz, ortamda dolaşıp duran ve artık bir kalıba dönüşmüş; dolayısıyla zihinsel ve kalbi derinliğini, anlamını, muhtevasını, doğurganlığını büyük ölçüde yitirmiş sözlerle anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Buradan anlamlı herhangi bir netice hasıl olmuyor tabiatıyla. Sadece klişeleri klişelere bağlıyor, tekrarı çoğaltıyoruz. Bu döngüsel kilitlenmenin sebebi; artık yeni hiçbir şey yaşamıyor, hayata bir yenilik, farklı bir derinlik, dünyamızı genişletecek bir başkalık ekleyemiyor oluşumuz muhtemelen. Sonucu ise; zihnimizi ve kalbimizi bu döngüden kurtaramadığımız için içine düştüğümüz fasit dairenin dışına çıkamayacak hale gelmemiz olabilir.
Hazreti Mevlana, “Artık yeni şeyler söylemek lazım” derken, muhtemel ki varlığın statik olmayan akışkan ve sürekli yenilenen tabiatına bizim de canımızla, insanlığımızla, idrakimizle uyum sağlamamızın gereğine, aksi halde donuklaşacağımıza vurgu yapıyordu. İnsan, hayatını adeta bir fotoğraf karesi gibi sabitleyerek yaşadığında can ırmağının akışını durdurmuş oluyor, o akış durduğunda sadece hayat değil, hayatı anlamlandıran diğer her şey de hayatiyetini kaybediyor, kendini yenileyemiyor, dolayısıyla alemin hakikatinden kendine düşen hikmet payını da alamaz oluyor.
Ezberi bozmak için önce buna niyetlenmek gerekiyor. Sonrasında da ezberi bozmak üzere hayatımıza kodlanmış en sinsi ezberleri bozmakla işe başlamak...
“Modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi” diyor ‘Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’ kitabında Marshall Berman. İnsan geçmiş mazide kaldığı için ve artık anısı dışında yükü kalmayınca, geçmişe özlem duyuyor, nostalji dediğimiz şey tam olarak bu. Yenilenmeye direnmenin diğer adı. Değişim zordur çünkü. Ve fakat elden gelen bir şey yok. Değişim istesek de istemesek de hepimizi değiştirerek veya toprağın altına iterek kıyamete dek sürecek. İki gün birbirine istesek de eşit olmuyor, olmayacakda.
Yazıyı ahirete hicretinin birinci sene-i devriyesi münasebetiyle Sezai Karakoç ile hitama erdirelim, fatihalarımızla birlikte inşallah... ‘Hızırla Kırk Saat’ ten: “....Tükenin var olan varlığıyla Varlığın/ Ki göreceksiniz kesin kesin/ Yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin/ O’dur var olan var eden/ Biçim veren değiştiren/ Dağıtan toplayan/ Hiç olmamışa çeviren/ Bir çırpıda gelip/ Geçmişe döndüren zamanı/ Sesi seslendiren yeri yerlendiren/ Sonra açıp yeli yerleştiren yürüyen bir kabir gibi/ İçine yeri yerleştiren gömen/ Bir kan pıhtısından meniden/ Bir insan türeten/ Sonra onu büyüten/ Sözüne kulak yapan ağız yapan/ İşine onda bir yetenek özü mayalandıran/ İnanış veren sabır veren/ Kur’an’a da şeytana da? Eş yapan yoldaş yapan sırasında/ Bir örtü gibi birden açan dünyayı/ Sonra birden toplayan ortalığı....”
CHP ve STRATEJİSİ:
Şurada 7 ay sonra seçim var… Muhalefet cenahında paylaşılan görüşlere göre “bu seçim belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimidir.” 20 yıllık bir AK Parti iktidarının muhalefette yol açtığı yorgunluk ve umutsuzluk, 2022 yılında yükselen “Bu sefer iktidar oluyoruz, galiba…” şeklindeki görüşlerle oluşan iyimser bir hava ortaya çıktı. Ana muhalefet partisi olarak bu ortamda en büyük sorumluluk CHP’ye düşmekteydi. Ancak CHP’nin geçmişten gelen bazı temsiliyet problemleri de vardı. Bu şartlar altında CHP’nin stratejisini anlatmaya çalışacağım. CHP nasıl bir strateji kurdu? Buradaki amaç ne idi? Süreç içinde nereye kadar strateji başarıyla götürüldü, nereden sonra strateji aksamaya başladı?
CHP’NİN STRTATEJİSİ NEREYE KADAR TUTTU?
2021 Eylül ayında Hükümetin kritik bir karar vermesi gerekti. Pandemiden çıkan Türkiye’de ağır bir işsizlik sorunu vardı, dahası özellikle KOBİ’ler ciddi bir borç yükü altındaydı. Enflasyon bütün dünyada başını kaldırmıştı. Yani hem yüksek işsizlik bulunmakta ve kitlesel iflasların olması ihtimal artmakta hem de yüksek enflasyon tehdidi bulunmakta idi. Hükümet enflasyona karşı tedbir alırsa işsizlik artacak ve iflaslar patlayacaktı. Bu Hükümetin 2023 seçimlerini kesin olarak kaybetmesine yol açardı.
Öte yandan işsizliği düşürüp büyümeyi ve ekonomik canlılığı devam ettirirse bu sefer enflasyon katlanarak artacaktı. Ancak bu senaryoda seçimleri kaybetmek kadar kazanma ihtimali, de bulunmaktaydı. Bu yüzden Eylül 2021’de –burada benim de çok eleştirdiğim - Türkiye Ekonomi Modeli uygulanmaya başladı. Kurlar yukarı fırladı, enflasyon azdı, vatandaşın alım gücü düştü. CHP’lilerin morallerinin yükseldiği ve “seçimin çantada keklik olduğu” düşüncesinin yaygınlaştığı dönem, bu dönemdir. CHP ve yönetimi için artık “seçim kazanılmıştı” ve bütün enerjilerini birbirinden çok farklılıkları olan “altılı masada” seçimi kazandıktan sonra ne yapacakları üstüne yoğunlaştırmışlardı.
Ekonomik durumdaki bozulmaya hükümetin ekonomide hâkimiyetini kaybetmesine, vatandaşın güvenini yitirmesine ve beceriksizliğine bağlıyorlardı. Ancak kazın ayağı öyle değildi. Hükümetin politikası bilinçli bir tercihti. Seçime kadar büyümeyi sürdüren ve canlı bir ekonomi amaçlamışlardı. Bu süreçte özellikle KOBİ’lere, serbest ticaret sahiplerine ve servet sahibi rantiyelere gelir transferi yapılıyordu. Evet, toplumun geniş kesimleri zor durumdaydı ama belli aralıklarla yapılan çeşitli iyileştirmeler durumun idare edilmesine yol açıyordu.
Pekiyi CHP ne yapıyordu?
Maalesef “kanarya sevenler derneğinin” rutin toplantılarına devam etmesi her ay toplanıp duruyorlardı, ya da esnaf ziyareti yapıyorlardı meclis tatildeyken veyahut boş vakitlerde. Kısacası kayda değer bir etkinlik üretemediler. Daha fenası millete umut olamadılar. Tek güvenceleri milletin sağduyusu. Güler misin ağlar musun?
CHP BUNDAN SONRA NE YAPMALI?
Sayın Cumhurbaşkanı Türk tarihindeki en uzun süreli yöneticilerden birisidir. 30 seneyi geçen saltanatları ile Fatih, Kanuni ve II. Abdülhamit’e yakındır. Paşalar arasında Rüstem Paşa ve Sokullu Mehmet Paşa ile yakın bir yönetim süresine sahiptir. Cumhuriyet Dönemi’nde de İsmet Paşa ve Demirel’le birlikte en uzun siyaset tecrübesine sahip kişidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nı seçimlerde yenmek için CHP’nin başlangıçta kurduğu matematik doğrudur: CHP + İYİ Parti + HDP = yüzde 50. Ama bu sayılar siyasette her zaman kâğıt üstünde olduğu gibi işlemez. Eğer doğru zamanda doğru siyaseti geliştirirseniz bu oran yüzde 60’a çıkabilir. Tersi durumda yüzde 40’ın altına da inebilir. Üç partinin oy potansiyeline gerçeğe dönüştürmek için üç partiden de oy alabilecek, ağzı laf yapan, kavgacı değil kucaklayıcı bir aday belirlenmelidir. Bu aday tek başına yetmez, aynı zamanda arkasında “altılı masa” partilerinin temsil edildiği sağlam bir kadro, birbiriyle uyumlu politika önerileri ve samimi bir kampanya gerekmektedir. Bütün bunların yanında, muhalefetin gereksiz yere gereksiz konularda iktidarla atışmaya girmemesi gerekir. Önemli olan CHP’nin liderlik ettiği “altılı masanın” vatandaşın sorunlarını çözeceğine vatandaşı ikna edebilmesidir.
MEVCUT DURUM DEVAM EDERSE SEÇİM TAHMİNİNİZ NE?
Burada kısaca tahminimi söyleyeyim: Mevcut halde muhalefet bir öneriye, bir vaade sahip değildir. Milletin de parlamenter rejim gibi bir derdi yoktur. Öte yandan bütün olumsuzluklarına rağmen Hükümetin bir programı vardır. Elindeki yürütme gücünü de kullanmaktadır. Muhalefetin ve CHP’nin mevcut durgunluğu devam ederse Sayın Cumhurbaşkanı ilk turda bile seçimi kazanabilir., zor ama imkansız değil.
ORTA SINIF:
Türkiye Modeli ile başlayan ve TL emisyon artışı ile kurdaki dengeyi "ihracatta avantajlı noktaya getirmeyi" hedefleyen politikanın, ucuz emek kullanımı ile sermayeye “gel gel” denilmesi, alım gücü azalan vatandaşların orta gelir grubundan hızla alt gelir grubuna geçmesine neden oluyor.
Aslında yaptığımız bir şemayı kurtarmak için mucizeleri reddetmekten başka bir şey değil.
Aristo’dan bu yana ortaya koyulan gerçek orta sınıfın demokrasinin ayakta kalması için olmazsa olmaz olduğunu bize gösteriyor.
Üst sınıf kendilerine ayrıcalık talep ederken alt sınıf ise siyasetçilerin söylemleriyle aşırı milliyetçi ya da aşırı sosyalist bir tutuma yönlendirilerek onların koltuğa giden yoldaki basamakları hâline getiriliyor.
Ama orta gelir grubu insanların yaşanabilir gelir düzeyinde olmaları nedeniyle daha mantıklı bir noktadan bakabilme ayrıcalıkları oluyor.
Türkiye bu yönüyle mantıklı bakıştan gittikçe uzaklaşan bir yola girmeye başladı.
MISIR:
Mısır ile başlatılan adımlar ilerletilmeli, Yunanistan ile yeni bir hikâye yazılmalı, Türk Devletleri ile yoğunlaştırılmış programlara imza atılmalı.
Aksi takdirde ABD’nin uzun metrajlı politikalarından uzaklaşılamayacağı gibi hedeflerin dönüştürülmeye çalışıldığı bir dünyaya geri döneriz.
Çünkü ABD’nin göçmen politikasının önünde devletlerin genç ve eğitimli nüfus adımları baş edemez.
Biz vatandaşlık satarken adamlar beyin göçünü ve girişimciliği sürdürmeye devam ediyor.
Bu yaklaşım yüz yıl sürse bile hiçbir şeyi değiştirmeyeceği ortada...
Diğer devletlerin eğitim ve sosyal alt yapı yatırımlarının meyvelerini Amerikalılara kaptırdığı bir dünya dönmeye devam edecek.
Esas politikayı görerek ekonomik ve siyasi hedefleri revize etmenin ne kadar önemli olduğunu görülmeli.
Benden söylemesi...
Son söz: Hep yarınları bekledi bu insanlar, geldiğini hiçbir zaman farketmediler.
Erdem Bayazıt
Not 1: Suriye ve Irak'ta operasyon için çok geç kaldık.
Ukrayna'daki NAZİ kafalara drone verene kadar, tüm üretim Güney için kullanılmalıydı.
Azerbaycan'daki çatışmayı da boşa organize ettik. Bölgeyi Rusya Ordusu kontrolüne kaptırdık. (Ama öyle anlaştıysak başta, o ayrı.)
Libya'de ne işimiz vardı, hala anlamış değilim.
Bu kadar dağıldık, Güney'i boşladık.
Güney sınırlarımızdaki sorun çok büyük.
Buralarda ne kadar zararlı organizasyon varsa, dümdüz edilmesi ve bizim kontrolümüze geçmesi lazım.
Ya orası yanacak,ya Anadolu.Konu bu kadar ciddidir.
Not 2: Necmi Erol: "Süt üreticileri hayvanlarını kesime gönderiyor, süt eksikliğinden dolayı üretimimiz geçen yıla göre %30 düştü."
Not 3: Piyasa fiyatlarına göre ET ucuz kaldı cidden.
Peynir roket.
Bir yandan GÖÇMEN yağıyor.
Bunlar daha iyi günlerimiz.
SERMAYE rahatlarken, ÇALIŞAN nüfusta gerileme sürecek.
Not 4: Şu anki gençliğin hayali şöyle.
Üniversite sınavına girecek.
5 tane Matematik, 5 tane Türkçe çözecek.
Hooooop gelsin üniversite hayatı. İçecek, sıçacak, coşacak...
Okul bitince de ona bir masa verecekler. 1000$ da maaş. Fazla da çalıştırmayacaklar. Keyfine bakacak.
Gerçekler ise şöyle oluyor; bu boş hayat sonrası, ellerine 300$ tutuşturuyorlar ve sırtlarına KIRBAÇI vuruyorlar.
Bunlar da ağlıyor.
Dil öğrenmemişler.
Kendilerini yetiştirmemişler.
Alanlarıyla ilgili hiç bir bilgileri yok. (Diploma var ama.)
ŞOKU yıllarca atlatamıyorlar.
Not 5: Her ihtiyaç giderme, her tatmin sadece anlık, belli bir süre için geçerli olabileceğinden, her seferinde yeniden eksiklik, yoksunluk hali ortaya çıkar. Bu böyle sonsuza kadar sürüp gider. İşte bu eksiklik durumu acı, ıstırap
doğurur. "Acının ne sonu ne sınırı vardır.
Hayat, sefalet ile can sıkıntısının arasında bir rakkas gibi gidip gelir. İsteklerin yerine getirilmemiş olması sefaleti doğurur; yerine getirilir gibi olması da insanı bunalıma düşürür.
Varolmanın Acısı, Schopenhauer
Not 6: Dünyadaki gıda krizini çözmüşüz.
Sıra 3 harflilerin oluşturduğu suni gıda fiyatı krizini çözmedeymiş.
Sen önce ülkene yetecek buğdayı üret de sonra dünyayı düşün.
İlk 9 ayda hububat ithalatın 3,9 milyar$.
Hububat ve mamullerinde(un, makarna vs) dış ticaret açığın 600 milyon$.
Not 7: Bitcoin'den çevremde ne kadar çok batan olmuş da haberim yokmuş.
Kredi çekip evini, arabasını kaybedenler...
Evini satıp yatıranlar...
Batıklar nedeniyle eşinden boşananlar...
Arkadaşlarda finansal bilgi, ekonomi bilgisi sıfırın az üzerinde; yatırım cesaretleri arşa çıkmış.
Not Böyle başka bir ülke dünyada yoktur.
–Otomobilde çıplak fiyata göre ÖTV
–Cep telefonunda çıplak fiyata göre ÖTV
–Sigara'da adet başına ve asgari ÖTV
–Beyaz eşyadan ÖTV
–Gazozdan ÖTV
–Buraya yazmakla bitiremeyeceğim pek çok üründe ÖTV
–Her ÖTV'nin KDV'si
Uğraşılan şeylere bak.