1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla başlayan, sonraki yıllarda sosyalist blokun dağılmaya başlamasıyla hızlanarak devam eden, 1991 yılında Moskova'da yaşanan gelişmeler sonucu, 30 yıl önce 25 Aralık 1991'de, son devlet başkanı Gorbaçov'un istifası ile SSCB tarihe karıştı. Tarihe kahramanlar ve hainler, zaferler ve yenilgiler, iyi ve kötü perspektifinden bakmak hatalıdır. Tarihte yaşanan her bir olay ve gelişme, daha önceki olay ve gelişmelerin sonucudur ve daha sonraki olay ve gelişmelere yol açarlar. SSCB'nin dağılması sonrası dünya nereye geldi?

30 sene sonra daha iyi anlaşılıyor ki, SSCB'nin yıkılması dünyada sadece reel sosyalizmin değil, aynı zamanda sosyal demokrasinin, Avrupa'da refah devletinin, temsili demokrasinin, çalışan sınıfların ekonomik mücadelesinin, ve "halk" kavramının da büyük hasar almasına yol açtı. Ada Avrupası'nda Tony Blair liderliğinde İşçi Partisi'nin hızla sağa çark etmesi, Thatcher'ın neo-liberal mirasını büyük bir iştahla sahiplenmesi, kara Avrupası'nda ise sosyal demokrat ve sosyalist partilerin toplumcu söylemleri terk ederek piyasacılığa yönelmesi Yugoslavyanın kanlı bir iç savaşla dağılması, Hindistan'da kalkınmacı politikaların terk edilmesi, Türkiye'de dönemin başbakanı Çiller'in deyişiyle "son sosyalist devleti yıktık" çığlıkları ile 1923 cumhuriyetinin ölümüne giden yolun açılması, Yunanistan'ı iflasa sürükleyen süreç, Demokrasiye geçiyorlar denirken Macaristan'ın, Slovakya'nın, Polonya'nın  aşırı sağcı partilerin yönetiminde otoriter rejimlere yönelmesi, Venezuela'da Amerikan ablukası, Brezilya'da seçimle gelen sosyalist başkanlara kumpaslar kurularak ülkenin bir faşiste teslim edilmesi, Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesinin petrol savaşlarında, dış destekli darbelerle iç savaşa sürüklenmesi, tarumar edilmesi, Irak genişliğinde bir coğrafyanın bir sene içinde barbar IŞİD tarafından teslim alınması, Pakistan'ın, Afganistan'ın ortaçağ karanlığına sürüklenmesi, Toplumların "halk" olma özelliğini yitirmesi, vahşi bir piyasa ormanında herkesin kendi canının derdine düşmesi..  Hayatların işten çıkartılma korkularıyla ve borç ödemekle geçmesi, depresyonun, kalp rahatsızlıklarının, kanserin yaygınlaşması... İklim krizinin derinleşmesi...

Meclislerin karar alma değil, üstten dikte edileni oylayarak kabul etme platformlarına dönüşmesi, büyük tekellerin, yatırım bankalarının, güçlü lobilerin, vergi vermeyen dünyanın en zenginlerinin demokrasileri itibarsızlaştırması.. Mülksüzlerin, güvencesizlerin çığ gibi büyümesi, Covid-19 adı verilen bir sağlık krizinde, kitlelerin milyonlar halinde telef olması, işsiz kalması, borç bataklığına sürüklenmesi. Dünyanın yoksullarının aşıya ulaşamaması. Zengin ülkelerde Ortaçağ cehaletinin aşı karşıtlığı görüntüsüyle kent merkezlerini işgal etmesi..

Bunlar dünyada yaşananlar. Çöken Sovyetler Birliği'nde yaşananlar ise çok daha dramatik. Ülke bir kaç sene içinde oligarklar tarafından soyuldu, soğana çevrildi. IMF ve Dünya Bankası'nın da yardımları ile ülke zenginlikleri yurtdışına kaçırıldı. Karşı devrimin ilk yıllarında yaşanan trajediler bir yana Rusya'da son 30 senede yaşanan büyümenin tamamı ülkeyi kontrol altında tutan zenginlere gidiyor. Ülkenin büyük çoğunluğu büyümeden pay alamadığı gibi, satın alma gücünü de kaybediyor. Bugün Rusya dünyanın en eşitsiz ülkesi. Ve unutmayalım: SSCB ayaklanmalarla, sistemi kökünden sarsan kitle protestolarıyla, kanlı kalkışmalarla yıkılmadı. Bunların hiç biri olmadı. SSCB bizzat yönetici eliti oluşturanlarca yıkıldı, bu elit kısa sürede ülkenin varlıklarını yağmalayan oligarklara dönüştü.

SSCB'de, örneğin 1989'da kanlı bir şekilde bastırılan Tiananmen meydanı protestoları gibi protestolar olmadı. 1968 Baharı'nda başta Paris, Avrupa'da, ya da Vietnam Savaşı'nın kitleler halinde protesto edildiği ABD'deki gibi kitlesel eylemler de olmadı. Ve ilginç bir şekilde SSCB'nin yıkılmasından kazançlı çıkan, senelerce Sovyet korkusu ile yaşayan Avrupa, hatta ABD bile olmadı. Hem Avrupa'da, hem ABD'de orta sınıf yoksullaştı, çalışan sınıflar işlerini Asyalılara kaptırdı. Oralarda da büyümeden aslan payını en tepedeki %1 aldı. Ve asıl kazançlı çıkan da Çin oldu. Oysa 1989'daki Tiananmen katliamından sonra herkes Çin'de rejimin çökmesini bekliyordu. SSCB çöktükten sonra nükleer savaş korkuları bitti. ABD  tek süper güç kaldı. Avrupa, "sermayenin Avrupa'sına" dönüştü.  Dünya küreselleşti, sermaye emeğin ucuz olduğu coğrafyaya yöneldi. Sermayenin önündeki bütün ulusal engeller yıkıldı, para istediği gibi dolaşmaya başladı. Finansal krizler yaygınlaştı, bu krizlere karşı ulusal bağımsızlığı korumak güçleşti. Her şey satılığa çıkarıldı. Dünya kocaman bir pazara dönüştü. Para kazanmak ve zenginlik en büyük erdem oldu. Kapitalizm - Küba ve Afrika'daki bir kaç istisna hariç - tek geçerli sistem kaldı.

Yaklaşık 30 senenin özeti bu. Süreç "Tarihin sonu" diye başladı, "gezegenimiz bir iklim krizinde yok olmaya gidiyor" diye devam ediyor. Tarihin sonu olmadığı kesin. Bir ara dönem miydi? Muhtemelen evet. SSCB çok güçlü bir şekilde geri döner mi? Göreceğiz... Belki de çok yakında... Her ne kadar gidenin döndüğü görülmese pek..

Not: Giffen kuramı, özetle şunu söylemektedir :
“Düşük gelirli İrlandalı işçiler beslenmelerini patates ile giderirler. Gelirlerinin az bir kısmını et gibi yüksek bütçeli yiyeceklere ayırırlar. Bu durum patates kıtlığını oluşturarak, patates fiyatlarını arttırır. Artan patates fiyatı nedeniyle işçilerin et gibi yiyeceklere paraları yetmez, bütün paralarıyla patates talep ederler.”

Normalde fiyatı artınca bir mala talebin azalması gerekir…
Fakat yoksul halktan bahsediyorsanız işler öyle ilerlemez.
Fakirlerin talep ettiği malların fiyatının artması demek, onlara olan talebin artması demektir.
(1910 yılında 73 yaşında dünyadaki nafakasını tamamlayan Sör Robert Giffen’e rahmet olsun)

Ustalardan tadımlık: “Halkın ekmeğidir adalet! Bakarsınız bol olur bu ekmek, bakarsınız kıt, bakarsınız doyum olmaz tadına, bakarsınız berbat. Azaldı mı ekmek, başlar açlık, bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.”

Bertolt Brecht

Sivri Dil