Yeni bir seneye başlamak, hayatımızın gidişatında dönüm noktası olarak belirlenebilir mi bilmiyorum ama çoğumuz başlayacağımız eylemler, farkındalıklar veya bitireceğimiz işler için 1 Ocak tarihine mim koyarız.
Kültürel bir kutlama olan yılbaşı her dinde farklı zamanlarda kutlanır. Gregoryen takviminin kullanıldığı ülkelerde yılın ilk resmi günüdür. Hicri takvimde bir yıl 354 gün olarak düzenlendiğinden dini yılbaşı her yıl Miladi takvimden 11 gün önce gerçekleşir. Mezopotamya’da ilk yılbaşı M.Ö. 2000 yılında Mart ortasında ilkbahar ekinoksu zamanında kutlandı. Erken Roma Takvimine göre 1 Mart yılın ilk günü olarak belirlendi.
Görünen o ki, insan, en azından senede bir kere, hayatında bir başlangıç noktasına ihtiyaç duyuyor. Zaman geçiyor, durduramıyoruz, koşuyoruz ama yetişemiyoruz, eksik kalanlar, ağzımızın tadı kaçmasın diye sustuklarımız midemize oturuyor. Bir nebze bile etkimizin olmadığı dünya gerçekleri hayatımızı düzenliyor. Çoğu zaman bir hamster ile aynı döngüde olduğumuzu görmek karamsarlık yüklüyor.
Yeni yıldan beklentilerimiz, geleceğin belirsiz olmasından ziyade kendimize olan güvenimiz ve inancımızın yetersizliği ile ters orantılı olarak şekilleniyor. Cüzi irademizin nelere kadir olduğunu anlayabilsek, sihirli değnek dokunuşlarını beklemeye gerek kalmayacak oysa. Ufacık kırıcı bir söz günümüzü nasıl mahvedebiliyorsa, güzel, içten bir bakış da kalbimizi bir anda ısıtabiliyor.
Mevlana, bir misalinde şöyle anlatır: “Öküzün biri, ansızın Bağdat’a geldi ve şehri bir baştan öbür başına kadar dolaştı. Fakat gözü, yalnız kavun ve karpuz kabuklarını gördü”. Bağdat’ın muhteşemliğini ve Dicle’nin ihtişamını görmedi. Zaten bir öküzün bu dünyada gördükleri de yemek ve şehvetten başka nedir ki!
İnsanı diğer tüm mahlukatlardan ayıran olgu akıl sahibi olmasıdır. Yüce kitabımız olan Kuran-ı Kerim’de “akıl” kelimesi fiil olarak 49, “düşünmek” kelimesi 84 yerde geçer. O halde, “akıl, mantık, düşünmek, her zaman zan ve duygulardan önce gelmeli, kararlarımıza ve hareketlerimize yön vermeli” sonucunu çıkarabiliriz. Bir türlü hâkim olamadığımız nefis, duygularımıza yüksek anlamlar yüklüyor ve mantıklı düşünmemizi engelliyor. İnsanın yalnızlaşmasıyla birlikte içe dönüşü, düşüncelerinden ve evrensel olarak keşfedilmiş hatta defalarca birçok hayatlarda teyit edilmiş gerçeklerden uzaklaşmasına neden oluyor.
Herkesin bir miktar paranoyak olduğu arkadaşlık ve iş ilişkileri, karşınızdaki insanın kendini size nasıl tanıttığıyla değil, onun hakkındaki hislerinizle ilerliyor. Çoğu zaman “hiç göründüğü gibi bir insan değilmiş” veya “ya meğer nasıl iyi bir insanmış” farkındalığına iş işten geçtikten sonra varıyoruz. Aslında bu durum sizin insan sarrafı olmamanızla ilgili değil ama ilişki kurduğunuz insanın kafasında hep bir arka plan olduğu konusundaki haklı önyargınızdan kaynaklanıyor. Bir avukatın söylediği “ 60 yıl avukatlık yaptım, tüm davalar birbirine güvenen insanlar arasındaydı” sözü herşeyi apaçık anlatıyor.
“Yeni insanlarla tanışmak istemiyorum” serzenişinin altında yatan hayalkırıklığı hep beklentilerimizin yüksekliğinden, karşımızdakini de kendimiz gibi sanmamızdan ve koşulsuz güvenimizden kaynaklanıyor. Kabul etmeliyiz ki, insan beşeri biri varlık. Yalan söylüyor, çıkarcı davranıyor, nefsine yeniliyor. Hepimizin içindeki iyilik ve kötülük daimi bir savaş halinde. (Ahzab Suresi 72.ayet: “….Şüphesiz insan çok zalim, çok cahildir”)
O halde, yeni yılda ilk değiştireceğimiz davranış ve duygu biçimi, değişen dünya düzeninde bilginin önemini anlamamız, safiyane hislerimizi kendimize saklamamız ve yeni veya eski herkesi kendini bize tanıttığı gibi kabul etmemiz olsun.
2023 senesi hepimize iyi gelsin.