Gelecek nesil için hedef olarak belirlenen, “cinsiyetsiz toplum” hakkındaki söylemler artmaya ve dikkat çekmeye başladı. Cinsiyetsiz toplum ifadesinden değişik anlamlar çıkarılabilir. Acaba kadın veya erkek olmanın önemli olmadığı sadece insan olma düzleminde bir nesil mi hayal ediliyor, yoksa her isteyenin biyolojik olarak kadın veya erkek olabileceği ve bu durumun garipsenmeyeceği bir gelecek mi inşa ediliyor?
Bu konuya, küresel ölçekte dahi, halen birtakım isteklerini gerçekleştirmek için büyük mücadeleler vermek zorunda olan kadın açısından bakarsak, konunun aslında bildiğimiz anlamda cinsi duygu veya fikirlerle alakası olmaması gerektiğini düşünüyorum. Dünyadaki çoğu dini öğretilerde de, şimdiki gördüğü muameleden daha çok değer atfedilen kadın, cinsiyet tartışmasından önce insan olarak anlaşılmak istiyor. Doğuştan itibaren eşitlik konusunda sürekli erkeğe yetişmeye çalışmak, sadece cinsel bir meta olmadığını ispatlamak için uğraşmak epey yorucu bir çaba. Kadınlar hakkındaki genel kanı, bir ekşi sözlük yazarının alıntısında da dediği gibi;
“Canım, sen bir kadınsın. Bu, bu dünyada var olmak ve ilerlemek için bir erkekten çok daha fazla çalışman, daha güçlü olman gerektiği anlamına geliyor” şeklinde.
Mevcut sistem kadınlar için çok sayıda görev ve zorunluluk içeren roller barındırıyor. Hem anne ol hem çalış, “dışarıda erkek gibi, evde anne gibi, yatakta kadın gibi kadın ol”, eğitimli, ahlaklı ve her daim bakımlı ol ama asla depresyona falan girme!
Kadınlar bile bizatihi bu rollerin hangilerini seçmeleri gerektiğini bilmezken, erkek cinsi büyük bir cüretle, hepsini birden talep ediyor.
Türkiye’de birçok genç kız evdeki baskıcı babanın hegemonyasından çıkmak için evliliği bir kaçış olarak görüyor. Kadın olmaya geçişi meşrulaştıran evlilik kurumu, annenizin kızlık soyadına fazladan anlamlar yüklüyor. Kadın ise evlendiği andan itibaren özgürleştiğini düşünürken, üzerine sadece kadın olmasından dolayı yüklenen birçok görevin altında kalıyor. Hem kadın olmayı hem de kendisi olmayı artık hayal bile edemiyor. Son yıllarda boşanma ile biten evliliklerin artması bence, güçlü ama bastırılmış olan kadınların kendini arayışının bir yansıması. İstediği mental veya maddi güce ulaşan kadın, kendine dayatılan rolleri en iyi şekilde oynasa da karşı cinsin bu konuda destek olmaması hatta tam tersine her fırsatta yolunu kapatması sonucu evliliğini bitirmeyi göze alabiliyor.
Bir diğer rol olan annelik, çoğu kadın tarafından da kadın olmanın birincil tarifi olarak benimsenmekte. Doğum yapabilme becerisi kutsal bir görev olarak görülmekte iken, biyolojik olarak anne olamayan kadınların “eksik” diye nitelendirilmesi, kendi isteğiyle anne olmayan kadınların ise bencil addedilmesi kadını illa ki etiketlemeye çalışmanın diğer versiyonları. Çalışmak ve güçlü kadın imajına sahip olmak özenilen, takdir edilen bir vasıf olsa da çalışan kadının annelik görevlerini yeteri kadar yerine getiremediği hemcinslerinin gözünde bile bir önyargı olarak duruyor.
Anayasamızda yer alan temel hak ve özgürlüklerin (pozitif ayrımcılık ifadesine kısmen karşı olsam da) kadınlar için, zorunlu olmadıkça, uygulanmadığı bir toplumda yaşıyoruz. Çalışma hayatının her aşamasında cinsiyetçilik ön plana çıkarken, yetenek ve eğitimin göz ardı edildiğini görüyoruz. Sosyal ortamlarda ise sözü ciddiye alınmayan, sadece arzu duyulan bir beden olarak görülen kadının, önce insan olduğunu ve her konuda, tıpkı erkekler gibi, tercih hakkı olduğunu benimsetmeye yönelik organizasyon ve eylemler yok denecek kadar az. Kadının, ailenin ve toplumun temel yapı taşı olduğunu görmek ve onun gelişmesi için çaba harcamak, ihtiyaçlarını ve sorunlarını anlayıp çözüm aramak zorundayız.
Cinsiyetsiz toplum ifadesinden anlaşılması gereken, insani değerlerin en üst seviyede gözetildiği, cinsiyetçi eşitsizliklerin kabul edilmediği ve kadının yaşamak için erkeklerden daha fazla çaba göstermesinin gerekmediği bir toplum olmalı.
Kendi hayatının öznesi olan eğitimli kadın, bırakın kendine istediği rolü seçsin çünkü kendisi seçerse en iyisini yapar.