Zombi şirketlere veda mı..
Zombi şirketleri düşük faiz ayakta tutuyordu pandemiden beri; son üç senedir. Faizler az yükselince yaprak dökümü başladı. Yüksek enflasyon düşük faizli kredi...
Zombi şirketleri düşük faiz ayakta tutuyordu pandemiden beri; son üç senedir. Faizler az yükselince yaprak dökümü başladı. Yüksek enflasyon düşük faizli kredi ile fakirlerden, sabit gelirlilerden ve geniş halk kitlelerinden zenginlere ve şirketlere yapılan servet transferi az mola vermiş oldu. Bakalım siyasetçiler ne zaman tekrar sermayenin emrine girip düşük faiz ve avanta hibelere başlayacaklar.
Son dönemde batan şirketlere göz atalım o zaman:
Ünlü tekstil firması Üç Yıldız Tekstil battı. Denizli’de faaliyet gösteren Üç Yıldız Tekstil, geçtiğimiz hafta iflasını duyurdu. Firma, ayda 3 milyon metre ham bez üretiyor ve 150 ton havlu örme kapasitesine sahipti. Firma, 300’den fazla çalışanını işten çıkardı. Türk tekstil sektörünün önemli bir oyuncusu olan firmanın iflası sektörde korkuya neden oldu.
Coşgun Süt de iflas bayrağını çekti
Aydın merkezli Coşgun Süt, bölgenin en meşhur süt işletmelerinden
biriydi. Firma, ayda yüz binlerce ton sütü işliyor ve peynir,
yoğurt, ayran gibi ürünler üretiyordu. Firma, finansal sorunlar
nedeniyle iflas ettiğini açıkladı.
Metal sektöründe de durum vahim: Almetka Metal kapandı
Kocaeli Gebze’de kurulan ve tam 22 yıldır metal sektöründe faaliyet
gösteren Almetka Metal, iflas ettiğini duyurdu. Firma, finansal
sorunlar nedeniyle borçlarını ödeyemediğini belirtti.
Et sektöründe de sarsıcı bir iflas: Hacıince Et Ürünleri
battı
Türkiye’nin et sektöründe büyük oyuncularından biri olan Hacıince
Et Ürünleri, iflas ettiğini açıkladı. Firma, Alanya’da dev bir
kesimhaneye ve Konya’da binlerce büyükbaş hayvan kapasiteli bir
çiftliğe sahipti. Firma, bozulan mali tablo nedeniyle iflasını
duyurdu.
Ayakkabı sektöründe de kriz: Denge Ayakkabı icradan
satılıyor
Ayakkabı sektöründe ithalat ve ihracat yapan Denge Ayakkabı da
iflas eden firmalar arasında yer aldı. Firma, İstanbul’daki
binasını icradan satışa çıkardığını duyurdu.
Son söz: Sokrates’in sadık arkadaşlarından ve müritlerinden olan
Chaerephon bir gün Delphi’deki kâhini ziyaret eder ve ona Atina’da
Sokrates’ten daha bilge bir kişi var mı, diye sorar. Kâhin yoktur
diye cevap verir.
Bu cevap kendine nakledildiğinde Sokrates şaşırır çünkü kendini
hiç de bilge addetmemektedir. En bilge kişiyi bulmak niyetiyle
politikacılarla, şairlerle, sanatkârlarla diyaloğa girişir. Her
birinin kendi sahasında bilgili olduğunu ama bilmedikleri konularda
da ileri derecede bir ukalalıkla ahkâm kestiklerini görür. Sonunda
belki de Atina’daki en bilge kişi olduğum doğrudur çünkü ben hiç
olmazsa bildiklerimin sınırını biliyorum, diye düşünür. Ve bu
düşünceyi şu ünlü cümle ile formüle eder: “Bildiğim tek şey, bir
şey bilmediğimdir.”
Not 1: Rastgele yürürken aklına geleyim, sızlasın için. Boğazın
düğüm düğüm olsun ama ağlama. Ağlayamayacak kadar yansın için!
C.Süreya
Not 2: . Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı
seçimlerimiz?
Ekmek Arası Bukowski.
Not 3: "Az şeyler çekmemişsin sen, küçük!" dedi, "fakat her şey
geçer. Her şey unutulur. Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin
manası yoktur. İnsan, birazcık da kalender olmalıdır!"
Sebahattin Ali
Not 4: Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti...
Not 5: Kimsenin içinden gelmeyeni talep edemem. Çok isterim belki ama bir kapıda kendimden taviz verecek kadar ısrarcı olamam bu yüzden boyun bükerek de olsa kabullenirim. Olacak olan benim ittirmemle olacaksa olmasın. Kendimi hatırlattığım sürece var olacaksam zaten unutulayım.
Not 6: Çektiği bu acıya değecek hiçbir coşku, mutluluk, huzur ya
da özgürlük yoktu.
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim
Joanne Greenberg
Not 7: "Adalet uygulanmıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa, sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki? "
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim
Joanne Greenberg
Not 8: Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler? Neydi bu mavi göğe
veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve
üzüntüler?...
Sebahattin Ali
Not 9: Bir zamanlar ben de başka türlü düşünüyordum her şeyi aklımla halletmeye kalkıyordum. Fakat artık dünyada bir tek şeye inanıyorum, o da tecrübe...
Not 10: Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır.
Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara..
Kimse duymuyor çığlıklarımı.
Nilgün Marmara
Not 11: Bana hissettirdikerini seviyorum
Sanki her şey mümkünmüş gibi
Sanki yaşamaya değermiş gibi.
Not 12: Babamdan öğrendiğim hiçbir şey yoksa da, onun gibilerle
geçinmenin tek yolunun onlara ilişmemek olduğunu öğrenmiştim.
Mark Twain
Not 13: Bırakın acımasız hayat elinden geleni ardına koymasın; tek bildiğim şudur ki... benim için de bir yerlerde bir mezar vardır. Bu dünya nasıl dönerse dönsün, isterse her şeyimi alsın elimden ama bunu benden alamaz. Günün birinde o mezarın içine girecek ve her şeyi unutacağım, işte o vakit kırgın yüreğim huzura erecek.
Not 14: Bazen her şey üst üste gelir ve sen anlarsın ki: Allah seni boyasına kandığın o dünyaya vermek istemiyordur.
Not 15: Kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyen insanlar bile oraya ulaşmak için ölmek istemez. Yine de ölüm, hepimizin paylaştığı yoldur. Kimse ondan kaçamadı. Öyle de olmalı çünkü ölüm yaşamın muhtemelen tek iyi icadı. Yaşamın değişim aracı. Yeniye yer açmak için eskiyi temizliyor.
-Steve Jobs
Not 16: İnsanın korkması gereken ölüm değil, yaşamaya hiçbir zaman başlamamaktır.
-Marcus Aurelius, Roma İmparatoru
Not 17: Daha uzun bir hayatı garantilemek için yıllardır güvenli bir yaşam sürüyordum ve bunun beni nereye getirdiğine bir bakın. Bitiş çizgisindeydim ama yarışta hiç koşmamıştım.
Not 18: Rahat döşekte Allah aranmaz.
Not 19: “kalbin içinde kalbur/ biriktirdiğin her mecaz,
ağzındaki ilk yara/ gülleri ateşle sınayan bahçıvan haksız/
haksızsın ve ellerinde güller, bu kadar belki dünya”
Güven Adıgüzel
Not 20: Her ne kadar Merkez Bankası’nın faiz artışı borsayı
etkilememiş gibi görünse de aslında bal gibi ilgilendiriyor.
Bunu bir süre sonra göreceğiz.
Nasıl olacak?
Kredi ile taşınan hisselerin maliyeti.
Faizler düşük iken aracı kurumlar müşterilerini yüzde 20 faiz ile
fonluyordu. 2 tavanda faiz maliyeti çıkıyordu.
Oysa şimdi faiz artışı ile birlikte hisse kredisi yüzde 90’a
dayandı. Eğer temerrüde düşerseniz bunun maliyeti yüzde 120.
Yani yüzde 80-90 ile kredili hisse taşımak için yürek lazım.
Borsa artık ucuz değil. Beklenen yabancı da gelmediği için taşınan
mallar satılamıyor.
Herkes gırtlağa kadar senette.
Artan yatırımcı sayısı da kurtarmıyor. 8 milyona ulaştı yatırımcı
sayısı ama bakıyorsun ki bu para girişi 5-10 bin liralık
portföy.
Bunların da büyük bölümü harçlık çıkartmak için banka kredisi ile
gelen küçükler.
Yani borsada kredili bir saadet zinciri oluşmuş durumda. Artan
kredi faizi bu zinciri zorluyor.
Peki kopar mı?
Ben bu soruya şöyle yanıt vermek istiyorum:
Geçen yıl 4 lira olan bir banka hisse senetlerini 30 liradan alacak
yabancı gelmez ise kopacaktır.
Borsacılar acil olarak yağmur duasının yanı sıra yabancı duasına da
çıkmalı.
Not 21: Dert olmayanı dert edinen, dertten kurtulmaz.
Not 22: Siz de okuyorsunuz herhalde. Bazı iktisatçılar Almanya'yı Avrupa'nın yeni “hasta adamı” ilan etti. Ben de soruyorum: Cari fazlası olup, bütçe sıkıntısı olmayan Almanya “hasta adam” ise İngiltere, Fransa, İtalya sağlıklı mı? GSYH büyümesi yavaşlayacakmış. Aynı şeyi yineleyeceğim. Bu yavaşlamanın kime ne zararı var? Yavaşlarsa, yavaşlasın. Hatta biraz küçülsün. Sırası gelince tekrar büyür. Büyüme, kişi başına daha fazla tüketim demektir. Büyümesi yavaşlayınca Almanlar aç mı kalacak? Halk isyan mı edecek? Bu arada büyüme rekorları kıran Afrika ülkelerinde peş peşe hükümet darbeleri oluyor. Devlet başkanını da Başkanlık Muhafız Birlikleri komutanları deviriyor. Aklıma 27 Mayıs 1960'da Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı tutuklayan Muhafız Alayı Komutanı Albay Osman Köksal geldi. Neyse.
Not 23: Çin'de önde gelen bir Uygur akademisyen olan 57
yaşındaki Profesör Dr. Rahile Davut'un temyiz başvurusunu
kaybederek, Çin tarafından "devlet güvenliğini tehlikeye atmak"
suçlamasıyla ömür boyu hapse mahkum edildiği açıklandı.
BBC'nin haberine göre ABD merkezli Dui Hua Vakfı, Çin hükümetinden
bir kaynağın Davut'a verilen ömür boyu hapis cezasını doğruladığını
söyledi. Vakıf, Rahile Davut'un cezasının 2018'de temyize
gitmesinin ardından bu ay onaylandığını söyledi. Davut, 2018'de bir
Sincan mahkemesinde "gizli olarak" yargılanmış, bir önceki yıl
"bölücülük" suçlamasından tutuklanmıştı.
Not 24: A ülkesi ile B ülkesi. İkisinin de nüfusu aynı. İkisinin
de tabii kaynakları, üç aşağı beş yukarı eşit gibi. Sonra
bakıyorsunuz, A ülkesi, harbe girip kaybetmiş, yakılıp yıkılmış
buna rağmen kısa zamanda toparlıyor. B ülkesi ise ne harp görmüş ne
tahribat. Fakat A’nın hep gerisinde. A’ya, kalkınmış ülke, gelişmiş
ülke diyoruz. B’ye, “geri kalmış” demek ayıp olduğu için,
“kalkınmakta olan” veya “gelişmekte olan” derler.
A ülkesi Almanya idi. B ülkesi de Türkiye. Niçin Almanya hep
gelişmiş de Türkiye hep “gelişmekte olan” diye sorduk ve şu sonuca
vardık: Almanya’nın İnsan Sermayesi, Türkiye’nin İnsan
Sermayesi’nden fazlaydı.
Futbol takımının her bir oyuncusunun, şut çekme, pas verme, pas alma, top sürme vb. becerilerinin toplamı o takımın İnsan Sermayesi’dir. O İnsan Sermayesi bir araya gelip maça çıkıyorsa o zaman Toplum Sermayesi konuşur. Tek tek yetenekler ne olursa olsun, o yetenekler bir takım hâlinde oynayamazsa maç kazanamaz. Buna Toplum Sermayesi diyebiliriz, isterseniz “futbol takımı sermayesi” de olur. Tabii futbol takımı da oyunculardan ibaret değildir. Antrenörü, teknik adamları, yöneticileri de eklemeniz gerekir.
Not 25: Dökülür pullar düşer tepelerden / Yerinde durmaz gölgem
kaçar gider
Ağır gelir, gücüm yetmez bir başına deviremem şu dağları / Gökyüzü
ağladı, sular duruldu, kör kuyular kapandı
Kayboldum dedim durdum da elimde papatyalarla buldum bildiğimi
Not 26: İhmal edilen her şey ölür. Ertelenen şey erteledikçe daha da uzaklaşır. Söylenmek istenip de söylenmeyen sözler kalpte yük kalır. Yürünmeyen yol birikir. Her şey yerinde ve zamanında güzel.
Not 27: Bir yerden bir yere uçuyorsa kuşlar;
mevsimler değişmiştir, insanlar da...
Cahit Zarifoğlu
Not 28: Popülizm Tuzağı;
Devletin bütçeden engellilere destek sağlaması, evi olmayana ucuz
konut kiralaması, yoksullara destek vermesi sosyal devlet
anlayışının bir gereğidir. Ama Türkiye’de tüm yardımlar oy hesabına
göre yapılıyor. Bütçeden dağıtılan para, yatırım ödeneklerinden
daha fazladır. Her seçimde KOBİ’lere esnafa faizsiz veya ucuz kredi
veriliyor. Kamu bankaları popülizm yolunda kullanılıyor. Her
seçimde, kamu imkânları, kamu kaynakları sonuna kadar
kullanılıyor.
İnsanlar kısa dönemli çıkarlarını, uzun dönemli ülke istikrarına
tercih ediyor. Siyasi iktidar seçim kazanıyor.
Muhalefetin Zayıflığı;
Cumhurbaşkanlığı anketlerinde, önceleri yalnızca Ekrem İmamoğlu ve
Mansur Yavaş vardı. Her ikisi de açık ara yüksek çıkıyordu.
Sonradan Kılıçdaroğlu aday oldu ve anket sonuçları değişti ve
Erdoğan öne geçmeye başladı. Muhalefet bu gerçeği göremedi ve
kaybetti.
CHP demokrasi dedi ve fakat ne bir ön seçim yaptı ve ne de iktidar
partisinin yaptığı gibi bir ön yoklama yaptı. Genel merkezden
atanan adayların neye göre atandığı hâlâ güven sorunu oluşturmaya
devam ediyor.
Kılıçdaroğlu hukuk dedi, hukukun üstünlüğü dedi, tenkit edeni
partiden ihraç etti.
Kılıçdaroğlu, halkın hassas olduğu konularda yanlış kararlar aldı.
Söz gelimi Ermeni soykırımı yapıldı diyenleri bu nedenle
Ermenilerden özür dileyenleri partide üst düzeylere getirdi. Ya da
Atatürk’e dil uzatanları yakın danışman yaptı.
Bundan sonra ne olur?
Siyasi iktidarın dağıttığı 850 lira ile 1250 lira arası aile
yardımları, kadınlara dağıttığı 4000 lira yardım, hiperenflasyona
giderken bir anlam ifade etmeyecek, insanların aklı başına gelecek
ve para yerine iş vereceğine inandığı partileri destekleyecek.
Devlet imkânlarını bölüşmenin sonu yoktur. Bölüşenler birbirine
düşecek.
Not 29: Sümer tarihçisi Muazzez İlmiye Çığ, “Sümer
tabletlerinde, genç neslin ne kadar yozlaştığını, büyüklerine karşı
ne kadar saygısız davrandıklarını okuyunca, gençlere bakışım
değişti” mealinde bir şey söylüyor ya, onun gibi. Türkiye’deki
tartışma konularını ve içeriklerini duyduğumda sanki beş bin yıldan
beri aynı şeyi dinliyormuşum gibi geliyor.
Yazık zamanımıza. Nefesimize. İşgal ettiğimiz zihinlere. Bilhassa
gençliğe. Ama kimin umurunda?
Not 30: Ölüyor olmak - canlı olmaktan ölü olmaya geçiş - olağanüstü bir şeydi. Beden olarak yoktum ama benlik olarak oradaydım. Uçuyordum. Ama kanatların, kemiklerin ve kasların çabasıyla değil, başka bir kıtanın topraklarında yere konup çimlenmek üzere rüzgârların akıntısında okyanusu aşan ağaç tohumları gibi, kendi kanatları ve itici gücü olmayan bir uçuşla. Bir ekran veya pencere vardı. İçinde bal peteği renginde, beyazdan sarı ve koyu kahverengiye uzanan, kaynaşan ışıklı bir kitle, korkunç bir süratle soldan sağa ve doğudan batıya doğru gidiyordu. Bu süratin bir de sesi vardı. İçimde korku veya heyecan yoktu. Bildik bir kumsalda veya orman patikasındaymış gibiydim.
Ölüme yakın bir deneyim geçirdim. İnsanın kalbi durup ölüm sürecine girdiğinde ne olduğunu biliyorum. Ondan beri ölüme karşı duyduğum en güçlü his merak oldu. Döndürüldüğüm kapıdan bu defa içeri girdiğimde ne olacak? Bilinmeyenlerle dolu bu kâinatta her şey olabilir, diye düşünüyorum. Her şey ve hiçbir şey. Hayatıma o kadar değer vermiyorum. Başkalarının verdiği mücadeleye saygım var. Ama kendi hesabıma ben günlerim korkunç ilaçlarla uzasın, ömrüm ilaç ve yabancı kokan, ağaçlardan, denizlerden ve göklerden uzak yerlerde sonlansın istemiyorum. Önü ve arkası sonsuz zamanın içinde birkaç ay veya birkaç yıl daha fazla, ne önemi var?
Hayata fazla asılmamak lazım, diye düşünüyorum. Dünyayı fazla ciddiye almamak lazım. Ben de başka bir yere gitmek için burada olduğumuza inanıyorum. Ama o yer ne din kitaplarında anlatıldığı gibi olacak ne de romancıların tahayyül ettiği gibi. Aklın alamayacağı kadar acayip olan bu kainatta aklın alamayacağı acayip bir yer olacak.
Başka bir yere gitmek için buradayız. O başka yer nedir, nerededir? Başka bir yere gitmek için burada isek, gideceğimiz diğer yerde de başka bir yere gitmek için mi olacağız? Bu soruyu kendime sorduğum günlerde J. M. Coetzee’nin İsa’nın Okul Günleri adlı son romanını okuyordum. Coetzee o 'başka' bir yeri 'her şeyin unutulduğu ve affedildiği' bir yer olarak tahayyül ediyordu.
Kâinattaki galaksi sayısı trilyonlarcadır.
Bu çokluğu açıklamak bir yana, büyüklüğünü kavramak bile
imkânsızdır.
Bütün bu yıldızlar ve galaksiler kâinatın var olduğu 13.8 milyar
yıl içerisinde nasıl meydana geldi? Bunu bırakın milyar yılı
kafanız alıyor mu? Kâinatla ilgili bilimsel tespitlerin birçoğu
kesin olmaktan uzaktır. Olması da mümkün görünmüyor.
Bir başka konu daha var: Görünen kâinat, yıldızlar galaksiler
falan, kâinatın yüzde beşini meydana getiriyor. Geriye kalanı,
yüzde doksan beş, “karanlık madde” ve “karanlık enerji”dir.
Bunların ne olduğuna dair en ufak bir bilgimiz yoktur.
Bir bütünün yüzde doksan beşinin ne olduğunu bilmeden yüzde beşini
kesin olarak anlamak mümkün mü?
Varlık hep “İnsan aklının kavrayamayacağı gerçek,” olarak mı
kalacak?
Kesin olan bir şey var ama…
Kâinat içinde canlıların yaşayabileceği bir biçimde var oldu. Bu
soruları sorabilelim diye mi…
Metin Münir