Zaman yontuyor evreni
Yine bir yaprak bıraktı kendini dalından
Bizde öyle değil miyiz 
Mazlum bir ağaç gibi eğilip bakıyoruz dallarımızdan dökülenlere
Nereden bilebilirdim ki ömrümün sonuna doğru giderken
Aşkı bulmanın evrenin sonunu bulmak kadar zor olduğunu..

Son söz: Yaşım 45 oldu; kendimi inanılmaz derecede yorgun ve bıkkın hissediyorum. imkanım olsa gidip köyde tavuk besleyeceğim. Adam 86 yaşında hâlâ belediye başkanlığı için yarışıyor. bu adamlara bu hayatı bu kadar sevdiren, bu adamları dünyaya bu kadar bağlayan şey nedir? Merak ediyorum.

Aforizma: Kurt köpekler arasında büyüse de kurt kalır. 
(Etrafımızdaki bu kadar köpeğin arasından köpekleşmeden çıktığımıza göre biz de kurtuz demekki..)

Biyük Bilgelerden: Neyzen'e sormuşlar;
 Üstadım,
"Kanun nerede,adalet nerede?"  
Neyzen; 
"Kanun bir enstrümandır çalınır her gece meyhanede.
 Adalet de kötü yola düştü, geziyordur kerhanede."

Şikayet: Bizim diyorum eskiden;
Doğu Türkistan, 
Musul-Kerkük,
Batı Trakya,
Karabağ, 
Keşmir,
Arakan,
Davalarımız vardı.
Şimdi 
Enflasyon, hayat pahalılığı, döviz, kira, bitcoin, fenomen, emekliye zam, asgari ücret, mülteci gibi dertlerimiz var.

Gaye hanıma: İstanbul neden Manhattan'dan daha pahalı olmuş?

- Türkiye'ye aşırı göç 'Ensar'
- Aşırı negatif reel faiz 'Nas'
- Aşırı düşük konut kredi faizi kampanyaları

Bunlara kim sebep olduysa konutlar ve kiralar o yüzden çok arttı. Bir kişinin 10 tane evi olduğu için değil.

Tadımlık: Her  şeyin aynileştiği bir zamanda yaşıyoruz. Tüm şehirler birbirine benziyor. tüm kadınların dudakları ve burnu aynı, tüm yemekler aynı elden çıkmış gibi; tüm şarkılar birbirinin kopyası; hiçbir şeyin kendine has karakteri, tadı, dokusu, kokusu, ruhu kalmadı, tornadan çıkmış gibi her şey.

Anımsatma: Herkes kendi mahzeninde bir şeyleri muhafaza etmekle meşgul; fırsat bulan da para, güç, ün vs için ruhunu şeytana satmakla... Ruhunu Şeytan’a satmak denilince akla Goethe’nin ‘Faust’u gelir genellikle. Şeytan bir metafor olarak düşünüldüğünde, dünyanın hazlarına ulaşmak, bilgiye ve güce ulaşmanın bu kestirme yolunun günümüz tüketim toplumunda bir karşılığı olduğu çok açık. Faust da Şeytan’la anlaşma yaptığında gençlik ve güzellik elde etmişti. Faust‘un pek çok esere esin vermesi de boşuna değil. En çarpıcı olanların başında Istvan Szabo‘nun 1981 yılında yapmış olduğu ‚Mephisto‘ filmi. Szabo, Klaus Mann‘ın romanından uyarladığı bu filmde, tiyatro oyuncusu Höfgen‘in ruhunu nasıl Nazi iktidarına sattığını hicvederek anlatır. Höfgen, filmin sonunda artık kim olduğunu bilememektedir ve Kalched’in yazdığına göre asıl cehennem böyle başlar.

Geleceğe sözler: Birey, iç dünyasında neler olduğunu tam olarak bilemediği zamanlarda, çareyi etrafına bakınıp başka insanlarla bağlantı kurmakta arar. Bu da hareketin hızına kapılmış, hiçbir insana ya da işe ve yaşam alanına bağlanamayan, hiçbir sorumluluk altına girmek istemeyen bir bireyselliğin inşasına neden oldu. Z kuşağı diye tarif edilen bir gençle konuşurken, ona neden toplumsal sorunlara ilgi duymadığını sorduğumda bana şöyle demişti: „Üzülmek istemiyorum. Çünkü kendinden başka hiçbir şeyi değiştiremezsin“ diye yanıt vermişti.
Bu uygarlığın en önemli sorunu, kendini sorgulamayı bırakmış olması. Eluard‘ın şiirindeki gibi, “Başka bir dünya vardır; fakat o bu dünyadadır“... Bir gün bulacağımız umuduyla...

Not 1: BUHRAN o düzeyde ki, genç insanlar birbirlerine sarılıp, 15. kattan atlıyorlar.

Bu olaylar o kadar çok arttı ki...

Ama hükumet BUHRANI kabul etmediği gibi, halkın feryatlarını yok sayıyor.

İNTİHAR olayları, halkın feryat etmesidir.

Not 2: Türkiye baş aşağı gidiyor.

Bir zamanlar, AKP tasarrufçu ve liberal bir parti idi. Ülke roketlemiş gidiyordu.

Ardından 180 derece döndüler ve ülke batıyor.

Bu gidişin sonu SSCB olmaktır.

Not 3: Ben, KAPİTALİST ve LİBERALİST görüşte birisiyim.

Ancak, sistemde tutunamayan insanları çöpe atamazsınız.

SİSTEM var ise, suistimal ettirmeden ve çalışmaya teşvik ederek, herkesi korumalıdır.

Not 4: FİLİSTİN diye kıyamet koparanlar var.

Türkiye'de en az 100 tane FİLİSTİN vardır. (Fakirlik anlamında.)

Buralara yardım yağdığını görmedik.

Bizim İslamcı Örgütler, Global Sermaye aparatı olmasalar, içeriyi ihmal etmezlerdi.

Not 5: Bu devire EVLİ olarak giren arkadaşlar, öyle şeyler kaçırıyorlar ki...

Neyse, sen çocuklarına para yetiştirmeye devam et.

Hayat, tercihlerin bir sonucudur.

Herkes; kendi zincirlerini, kendisi takar; kendi hapishanesini, kendisi inşa eder.

Not 6: HAMAS’ın 7 Ekim 2023 saldırısının ardından, İsrail’in başlattığı uluslararası hukuka aykırı ve insanlık suçlarıyla dolu yıkıcı saldırılar devam ediyor. İsrail’in hedefi sadece Gazze değil elbette… İsrail Başbakanı Netanyahu hedeflerini açıkladı: “Bu uzun bir savaştır, Orta Doğu’yu şekillendireceğiz” dedi. İsrail’in, Filistin ve Gazze üzerinden başlattığı savaş suçlarıyla dolu saldırısı, ABD ve İsrail’in Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme hedefi için sadece bir halka…
İsrail’i engelleyebilecek ülkeler vardı: Irak, Suriye ve Libya… Bu ülkeler, Arap ülkelerinin de desteğiyle ABD tarafından parçalandı. Rusya, Ukrayna’da…

ABD’nin etkili Dışişleri eski Bakanı Kissinger 2014 yılında, Amerikan NBR Radyosuna verdiği demeçte, “1919-1920 yıllarında yapılan ittifaklarla kurulan ulusal sınırlar bir bütün olarak yıkılmalıdır” dedi. 
Böylece, Doğu Akdeniz’e çıkışı olan bir Kürdistan devleti. Sevr Antlaşması’nda yer alan, fakat 100 yıl önce Kahraman Kadro tarafından çöpe atılan proje tüm hızıyla ilerliyor. Dünyada en fazla göçmeni barındıran ülke Türkiye… 6 Şubat 2023 Deprem felaketi de, sınır kentlerinden Türk vatandaşlarının göçüne neden oldu. ABD, bunu bir fırsat olarak gördü ve Yüzyılın Projesi’ni hızlandırdı.
Kissinger’in dediği gibi Yüzyılın Projesi’nin son taşları döşeniyor. Akdeniz’e açılan bir Kürdistan... Ve bugün: Irak, Suriye, Libya parçalandı. Filistin yok ediliyor. ABD Projesi’ne göre sıra, İran ve Türkiye’de…

Not 7: CHP, iddia edildiği gibi Atatürk’ün partisi olabilseydi, kimse onları terörle özdeşleştiremezdi. Terör örgütünün siyasi uzantısı olan partinin desteğini almak uğruna verilen tavizler, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmakla sonuçlanmıştır.
CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel de sık sık Atatürk’e atıf yapmakla birlikte, ilk eylemleriyle aynı hatada ısrar edeceğini göstermiştir.
Bu politika, İYİ Parti’nin CHP ile seçim işbirliği yapmaktan vaz geçmesine de gerekçe veya kimine göre bahane oluşturmuştur...
Gelinen noktada, Millet İttifakı darmadağın olmuş, Cumhur İttifakı ise bütünlüğünü korumuştur. Sonuç budur! Öyleyse, bu olayda bile bile lades durumu söz konusudur. Genel seçimlerin nasıl sonuçlanacağı önceden biliniyordu, yerel seçimler de biliniyor!

Not 8: Mali disiplinde temel araç, popülizmi önlemek ve bütçe harcamalarını etkin kullanmaktır. Ak parti iktidarında Popülizmden vazgeçmek mümkün olmayınca, vergiler artırıldı. Yeni vergiler yeni şatafat alanları yarattı.
Bu günkü şartlarda, seçim sonrasında enflasyonda düşme olsa bile, ekonomik kalkınma sağlanamaz.
Her şeyden önce, 20 yılda ve özellikle 2017 sonrası ekonomide tahribat çok geniş boyutta oldu. Yapısal sorunlar oluştu.
* Üretim ithal girdiye bağımlı oldu. Zira toplam ithalatın yüzde 72’si ithal aramalı ve hammaddedir.
* 2002 öncesine göre işsizlik arttı ve kronikleşti. Yoksulluk arttı.
* Dış borç stoku ve dış borçlanma maliyeti arttı.
* Kırılganlık arttı, fiyat istikrarı bozuldu.
* Oligopol piyasa yapısı oluştu. Kartelleşme var.
* Kurumsal yapı bozuldu.
Gelişmiş – kalkınmış bir ülke olmanın şartı, fert başına gelirin yüksek olması, sosyal ve insani değerlerin gelişmiş olması ve kurumsal yapıya sahip olmaktır. Ancak yukarıdaki kronik sorunlar kalkınma önünde engeldir.
Yukarıda ifade ettiğim kronik ekonomik ve sosyal sorunları, iktisat politikaları ile çözebilirsiniz ve fakat kurumsal yapıyı yeniden kuramazsınız.
Kurumsal yapı bir toplumda organize olmuş ve aynı zamanda tarihsel boyut taşıyan toplumsal ilişkiler, insanlar tarafından oluşturulmuş normlardır. Bu normlar aynı zamanda kurumların ve demokrasinin sınırlarını da belirleyen kurallardır. Geleneksel ve sosyal kurumlar; devlet, aile, egitim, hukuk, ekonomi, siyaset ve din unsurlarını kapsar.
Kurumsal altyapı olmadan kalkınma sağlanamaz. Çin’de demokrasi yok ve fakat, devlette kurumsal yapı var. Buna rağmen Çin demokrasiye geçmez ise bir miktar daha büyüme olur ve fakat gelişmiş bir ülke olmaz. Para ve faiz politikası kurumsal yapıyı çözemez. Siyasi irade ve halkın demokrasi talebi gerekir.
Bu bağlamda;
Devlette tüm kamu kaynaklarının siyasi iktidarlar tarafından kullanılması etkinlik şartına bağlanmalı, denetim mekanizmalarını siyasi etki dışında tutacak yasal altyapı kurulmalı, kamu kaynaklarını keyfi kullananlar için sert müeyyide getirilmelidir.
Siyasi arpalık olarak kullanmanın önlenmesi için 4 kamu bankasının özelleştirilmesi gerekir. Bu durumda tarım ve esnafa destek, hazineden bankalara dolaylı olarak yapılmalıdır.
Devletin piyasada oligopol yapıları, kartelleri kırması ve rekabetin önünü açması gerekir. Bunun için kamu altyapı yatırımlarını özelleştirmekten vazgeçmek gerekir. Dahası gerektiğinde devletin bizzat piyasada iş görmesi lazımdır.
Bir ekonomide iktisat politikalarının başarısı ve kaynakların en verimli şekilde kullanılması için, her şeyden önce Devlet-Piyasa arasında optimal bir denge kurulmuş olması gerekir.

Not 9: Maalesef Türkiye’nin son dönemdeki en büyük problemi, hukuk devleti nosyonunu önemli ölçüde kaybetmiş olmasıdır. Herkes şu soruya açık yüreklilikle cevap vermelidir; milletin oylarıyla seçilmiş bir milletvekili Can Atalay’ı AYM’nin ‘hak ihlali’ kararına rağmen, cezaevinde tutmaya devam eden bir ülkenin ‘hukuk devleti’ anlayışına ne kadar güvenilebilir?

Not 10: Çok düşündüğüm bir olaydır: Hitler Yahudileri insanlık dışı şekilde katlederken aynı Yahudiler aynı yöntemlerle Filistinlileri katledebiliyor.
Bir başka çözemediğim durum ise bizden: 28 Şubat sürecinde hak-hukuk mücadelesi veren dindar kesim, gücü ele geçirdikten sonra bugün daha da zalim şekilde yönetim uygulayabiliyor.
Bunu tarih yazacaktır; emin olun. Ama tarih bunu yazdığında çok acı şekilde herkes kötü muhasebeden payını da alacaktır.
Veee tarih bunu yazdığında en büyük acıyı o zalimliklerde adı geçenlerin yakınları vicdani şekilde duyacaktır, eminim.

Not 11: Türk Telekom özelleştirmesine bakıyorum mesela... Özelleştirme borcu bitene kadar satılan kamu şirketlerinin temettü dağıtma yasağını ne de güzel şekilde bir yıl önceden kaldırıyor. Yani Hariri Türkiye’yi bir güzel şekilde dolandırsın diye önceden muhteşem şekilde yol yapılmıştı..
Ya da Marmaray... 2009 yılında “kur arttı, işçilik arttı” gibi ipe sapa gelmeyen gerekçelerle ihale yeniden yapılandırılıp 1 milyar dolarcık maliyet artıvermişti.
Ama en muhteşemi şu: Sizin hanginizin aklına 1,2 milyar dolar yapım maliyeti olan bir köprüye 15 milyar dolar Hazine garantisi vermek gelirdi?
Bakın bunlar şeytanda bile olmayan süper akılların eseridir.

Not 12: Acaba enflasyon verisi ile gerçeklik arasında bağ koparsa ne olur? Hemen söyleyeyim: Tıpkı 2019 sonrasında olduğu gibi ücret artışları sınırlanır ve dar gelirli kaybeder.
Ama dar gelirli kaybederken kendisine resmi ağızlardan sürekli “müjde” verilir.
Verilerin güvenilirliği çok ama çok önemlidir. Hatırlarsanız ben Türkiye’nin büyüme oranı ile elektrik tüketimini vermiştim. Yeni seriye göre Türkiye elektrik tüketimini azaltarak büyüyebiliyor... İnanılır gibi değil; mucize ötesi bir şey!
Oysa eskiden krizlerde bile elektrik tüketimi ya azalarak artmaya devam ederdi ya da çok sınırlı düşerdi. Ama şimdi öyle değil; büyüyoruz ama elektrik tüketimimiz azalıyor.
TÜİK verileri ile mucizeler yaratıyoruz...

Enflasyon verileri gerçeği yansıtmadığı zaman bu ülkede milyonlarca ailenin sofrasından ekmek çalınmış olunuyor? Özellikle dar gelirlilerin sofrasından ekmek çalmak kimin aklına gelebilir?

Not 13: Zaman zaman yazdığım gibi insan bazen vakitlice ölmeyi bilmeli. Bizim oralarda insanlar sevdikleri için “Allah temiz ve vakitli ölüm nasip etsin” derler. Önceleri çok anlamazdım ama yaş ilerledikçe ve tecrübelendikçe anlıyorsun. Bir zamanlar toplumca çok saygı duyulan insanların geciken ölümleri ile düştükleri acıklı durum gerçekten çok ibret verici olabiliyor.
Ölümün vakti mi olurmuş demeyin, oluyor.
Bunun en canlı örneği Kenan Evren ve yıllardır bir türlü ölemeyen bugünlerin en namlı teröristi buna iki örnek. İkisi de vakitlice ölemedikleri için bu ülkede cenazelerine aileleri dışında kimse katılmadı ve katılmayacak.

Not 14: Herkesin çekip gitmek, dönüp gelmek istediği en az bir adres vardır.
Açık adres bir fotoğraftır bazen, canlı konum bir yara. Kaybettiğin o kavga, nereye koyduysan orada.
Kaybolanı ararken kaybolmak en eski dilemma. Kimin nerede kaybolduğunu kim bilebilir oysa?
Devletler kaybolur bazen, hatta halklar da. Nereye ait olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini şaşırınca. Cebindeki adreslerden umut kalmayınca..

Not 15: Türkiye’nin açık adresini bilemeden yapılan öznel, duygusal, hamasi yorumlar onu dünyadan tamamen koparıp ayrı bir yere koyuyor. Devletin kesici, geçici ve soyut sınırları düşünce ufkunu, hayal dünyasını, adalet algısını kuşatıyor. Bu tuhaf hal iki sonuç doğuruyor:
İlki yaşadığı bütün sorunların Türkiye ile ilgili olduğunu sanma gafleti. Kapitalizmi, ulus devlet fikrini, suç ilişkilerini, çağ paradigmalarını ıskalayarak Türkiye’ye bakmaya çalışan ve her şeyi yamuk gören bir bakış bu. Tüm faturayı hükümete veya bir toplumsal gruba kesip vicdan rahatlatma fırsatı. Çok beyaz, çok kirli ve çok pratik. Düşünmeden, sormadan, tartmadan konuşmanın kolaycılığı.

İkincisi çok daha güçlü ve kötü. Bu modelde Türkiye’nin dünyanın bir parçası olduğunu unutmanın sonucunda, hak - hukuk gibi bütün kavramlar sadece Türkiye sınırları dışında gündeme geliyor.
Amerikan polisi bir siyahiyi öldürdüğünde polis şiddetini,
Almanya’da Filistin yürüyüşleri yasakladığında gösteri ve yürüyüş hakkını,
İngiliz yayın kuruluşları manipülasyon yapınca özgür medyayı,
Fransa hükümeti peçeyi yasakladığında din ve vicdan özgürlüğünü,
Batılı devletlerin siyahilere yaptığı zulmü konuşurken ırkçılığı,
Çin’deki fabrikalardan, Afrika’daki kakao üretiminden bahsederken emek sömürüsünü,
Amerika’daki evsizlerden konu açılınca barınma krizini,
Güney Amerika’dan bahsederken devletle kol kola giren suç örgütlerini,
Orta Doğu’dan bahsederken faili meçhulleri hatırlıyorlar.
Çünkü bunların Türkiye’de de olduğunu söylemek pek konforlu değil. Batı’nın iki yüzlülüğünden bahsetmek ve hiç karşılaşmayacağı düşmanlara meydan okumak ise oldukça kârlı.
Üstelik böylece vicdanın sesini bastırmak, hiç olmazsa kaybettiği ahlaki üstünlüğü yakaladığını sanmak mümkün olabilir. Yine de öyle kolay değil. Kararmış bir kalp gerekir bunlar için.
Vicdanın sesini bastıramayanların en önemli özelliği çok bağırmalarıdır. Konforlu alanda olmanın hissettirdiği suçlulukla o sahaya girmeyenlere de kızıp dururlar. Zabıta gibi mahalle mahalle gezip tezgah kapatmaya bakarlar.
Hem zabıta hem işporta, hem memur hem sivil,
hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten*
Neyse ki artık haritalar “Şu anda buradasınız” uyarısı ile çalışıyor. Kaybolmuşlar için canlı konum bildiriyorum:
Şu anda buradasınız: Dünya’da ve Türkiye’de. Aynı anda ikisinde de.
Sırtını yaslayıp rahatça oturduktan sonra mırıldayanlar için ayağa kalkıp konuşuyorum:
Hak mücadelesi, adalet arayışı, aktivizm gibi ciddi işler hobi olarak yapılamaz. Sistemi, otoriteyi gerçekten karşısına alabilecek bir cesaret gerektirir.
Çünkü adalet bir bütündür, parçalanamaz. Kırmızı alanlarda, zor zamanlarda, gücün karşısında gereklidir en çok.
Yaşadığımız ülkedeki onca haksızlığı düzeltemediğimiz, İsrail’e giden gemileri durdurmayı başaramadığımız, sivil bir büyük yürüyüşü organize edemediğimiz bu düzlemde vicdandan, adaletten, insanlıktan bahseden herkesin şapkayı önüne koyması gerekir.

Not 16: Ulusal parası dünyada tanınmayan (rezerv para kabul edilmeyen) bir ülkede faizi, enflasyonun altında belirleyince her şey bozuluyor. Çünkü kapitalist sistemde tüketim harcamalarının, tasarrufların, yatırımların en önemli iki belirleyicisi gelir düzeyi ve faizdir. Faiz reel olarak negatif olduğunda insanlar tasarruf etmeyi bırakıp satın alma gücünü daha da kaybetmeden bir an önce ellerindeki parayı harcamaya yöneliyorlar (paradan kaçış.) Bu davranışlarıyla aslında o anda olmasa da ileride ihtiyaç duyacaklarını düşündükleri malları kredi kullanarak satın almaya çabalıyorlar (öne çekilmiş talep.) Sonuçta bu iki davranış arzı aşan bir talep yaratıyor ve fiyatlar yükseliyor (talep enflasyonu.) Bir yandan da hem enflasyonun etkisi hem de birçok alanda yaratılan yüksek riskler nedeniyle TL dış değer kaybı yaşıyor (kur artışı.) Normal koşullarda fiyat artışlarının talep düşüşü yaratması gerekirken insanlar fiyatların sürekli arttığını görünce fiyatlar daha da artmadan bir an önce mal stoklamak amacıyla taleplerini daha da artırıyorlar. Böylece ilginç bir biçimde enflasyon talep artışının, talep artışı da enflasyonun nedeni haline geliyor (kısır döngü.)
Hükümet, bu yanlış ekonomi politikasıyla ekonomiyi, tasarrufu değil tüketimi özendiren bir girdaba sürüklemiş, bu yanlışı çözebilmek için bir başka yanlış yaparak kur korumalı mevduat hesabını devreye sokmuş, bu kez bankaların ödemesi gereken maliyeti Hazine ve Merkez Bankası’na yükleyerek bütçe açığının büyümesine yol açmıştır. Ve sonunda bütün bu yanlışların faturasını bir yandan enflasyonla, bir yandan da vergi artışlarıyla halka ödetmeye yönelmiştir.   
Bugün içinde bulunduğumuz tablo budur. Ve bu işin içinden artık faizi artırarak çıkmak mümkün değildir. Faiz artışıyla sağlanacak geçici düzelmeler, baz etkisiyle ortaya çıkacak geçici toparlanmalar görülebilir ama kalıcı ve gerçek çözüm için mutlak surette hukukun üstünlüğünün ilk aşamada devreye sokulacağı bir yapısal reform paketini başlatmak gerekiyor.

Not 17: Batarya garantisi 8 yıl ve 160.000 Km.

Batarya değişim ücreti 15.000$.

Çok da tasarruflu olmadı gibi sanki.

Yarın, otomobillere elektriği de ucuz vermeyecekler.

Not 18: USDT FAİZİ %13'ü geçmiş.

FDUSD de %12 üstü.

Nakitte kalıp, borç veren az.

Not 19: DEPREM olunca, nihayet hava buz gibi.

Rahatladık.

Kışın sıcak oldu mu, tırsmak lazım.

Not 20: Bir hatun çok azınca, en yakındaki erkeği tercih eder ve bu kişi de genelde en yakınındaki dert ortağı, kankası olur. Güzel kadınların kankası olun.