Antik Yunan felsefesinin babası olarak kabul edilen Sokrates, öğrencisi Platon tarafından yazılan diyaloglarda, demokrasi hakkında derin endişelere ve pesimizme sahip biri olarak tasvir edilir. Platon'un 10 kitaptan oluşan meşhur Cumhuriyet (Republic) isimli eserinin 6. kitabında Sokrates, Ademantus isimli bir diğer karakter ile demokrasi hakkında sohbet eder. Sokrates bu kısımda Ademantus'a demokrasinin eksiklerini ve hatalarını göstermeye ve anlatmaya çalışır. Bunu yapmak için Sokrates, toplumu bir gemi gemiye benzetir. Sokrates şöyle sorar:

Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?

Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir:
Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?
Sokrates'in bahsetmeye çalıştığı şey, seçimlerde oy kullanmanın bir "Yetenek" olduğudur. Sokrates'e göre oy kullanmak, "Rastgele bir sezgi" olarak görülemez. 

Dolayısıyla oy kullanmanın da, diğer her yetenek gibi insanlara sonradan, dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekmektedir. Yeterli donanıma ve eğitime sahip olmaksızın insanlara oy kullanma hakkının tanınması, yeterli donanım ve eğitime sahip olmayanlara fırtınalı bir havada yolculuk yapacak bir geminin kontrolünün kime teslim edileceği kararını alma yetkisi vermekle aynıdır. 

DEPREMLER SONRASINDA VERGİ ARTIŞLARI:

Maraş depremleri öncesinde, Yeni Ekonomi Modeli (YEM) denen dünya görüşü, Cumhurbaşkanlığı sistemi eliyle devlet kurumlarının felç edilmesi sonucu uygulamaya konmuştu. Devreye sokulduğu bir yılı aşkın sürede hedefledikleriyle gerçekleşen arasında tam bir uçurum oluştu. Dünyada tecrübe edilmekte olandan çok daha şiddetli bir yaşam maliyeti krizi içine soktu hepimizi.

Temel gıda maddeleri milyonlar için ulaşılmaz hale geldi. Derin yoksulluk ve yoksunluk gündemin öncelikli yakıcı konusu haline geldi. Enflasyon düşmedi, roket hızıyla fırladı. Cari açık kapanmadı, 50 milyar dolara dayandı. Türk lirasındaki erime finans piyasasına her gün yeni müdahaleler eşliğinde, merkez bankası rezervleri swap hariç eksi 45 milyar dolara kadar yakılarak “Donduruldu.” İşsizlik tek haneye inmedi, %20’nin üzerinde bir geniş tanımlı işsizlik yerleşti kaldı. Çalışanların yarısı asgari ücret civarına dizildi. İşsizlerin önemli bir kısmı iktidar partili değilse hayattan beklentisiz halde yaşamaya mahkûm bırakıldı.
İttirilerek elde edilen büyüme atakları yerini yavaşlamaya bıraktı. Faiz enflasyonun nedenidir diye çıkılan yolda merkez bankası faizi %9’a indirirken, mevduat faizi %35’i geçti; ucuz faize rağmen krediye ulaşım sorunu yükseldi, yatırımlar yavaşladı. Çiftçi artan maliyetlerle baş edemedi. Gıda fiyatları aldı başını gitti. Yapay baskılanan faizle borçlanmaya devam edebilmek için bankalara %8’lerden TL tahviller dolduruldu.
Türkiye kontrollü bir ekonomiye dönüştükçe, Varlık Fonu’ndaki şirketlerin, bankaların hakkında şeffaflık sorunları eşliğinde kamu bankalarının yeniden sermayelendirilmesinden anlaşıldığı üzere önemli mali yükler oluştu. Kontrollü ekonomiye dönüştükçe hasarlı ancak yüzdürülen şirketlerin maliyeti hakkında net bir rakam açıklaması yok.
Türkiye ekonomisinde önemli açmazlar vardı. Bu açmazlardan çıkıp ekonomiye, bireylere nefes aldırmak için önemli bir kaynak ihtiyacı zaten vardı. Şimdi kitlesel ölümler yaratan Maraş depreminin yarattığı altyapısal hasarın tamiri için basit bir hesapla 2-3 yıla yayılacak şekilde ek olarak 100 milyar dolara ihtiyaç var. İnşaat seferberliği için düğmeye basıldı ancak nasıl finanse edileceği konusunda bir açıklama yok.

Yok çünkü 1999 Marmara depremleri sonrasında tecrübe edildiği üzere böylesi büyük yüklerin altından kalkmanın tek yolu vergi artışları. Seçim öncesi de iktidar tarafından konu edilmeyecek belli ki.

Söz konusu 2002-2022 arasında 36 milyar dolara ulaşarak toplanan deprem vergisi, deprem fonu oluşturularak ayrı bir şekilde birikmedi. Maraş depremleri olarak tarihe geçen büyük felaket ardından bölgede yaşanan tahribattan ve eksikliklerden bunu zaten görebiliyoruz. Amacı deprem olarak belirlenmesine rağmen diğer bütçe vergi gelirleri kapsamında tutuldu ve harcandı.
Erdoğan’ın zamanında deprem vergileri için sorulan soruya verdiği cevap tabi akıllarda: “Bunlar yatıyor kalkıyor ‘O parayı nereye, bu parayı nereye harcadınız?’. Harcanması gereken yere harcadık. Bundan sonra da Bay Kemal’e bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok.”
Şimdi deprem öncesi YEM ile yaratılan dev maliyet üzerine bir de depremin yükü binmiş durumda. Bulunması gereken kaynak en az ifadeyle 150 milyar dolar, üstü ise AK Parti tarafından halı altına süpürülerek ötelenen batıklar dahilinde açık. Hedefte en net şekilde yeni vergiler olacak. Ötesi de mümkün.

Orta ve düşük gelirli kesim YEM eşliğinde çökertilmişken tüketim üzerine odaklanacak dolaylı vergilere yüklenmek doğru bir yaklaşım değil. Orada bıçak kemiğe dayanmış durumda. Mevcut Cumhur İttifakı açısından da deniz bitmiş olmakta haliyle. Servet üzerinden her sene GSMH’nin %1’i civarında düzenli ve hakkaniyetli vergi geliri elde etmek artık deprem öncesine göre çok daha gerekli.

Deprem öncesi Türkiye ekonomisinde yaratılan enkazı ve deprem ardından bölgede oluşan enkazı kaldırmak için çok büyük kaynak gerekiyor. Zamanında yapılması elzem olan seçimlerde iktidar değişimi bu sürecin şeffaf, planlı ve doğru yönetimi için gerekli olduğu kadar bu yükün ülke yönetimi ve politikalarına artacak güvenle hafifletilmesi için de hayatî önemde.

Sıkıştık... Bir yanda seçim var. Para gerekiyor. Bir yanda küresel bazda ekonomide durgunluk var, bir yanda salgından yeni çıkmışız ve depreme yakalanmışız. Peki, biz ne yaptık? Deprem boyunca emisyonu 11 milyar lira artırdık. 6 Şubat’ta 343 milyar 938 milyon 888 bin TL olan emisyon hacmi, 17 Şubat’ta 355 milyar 219 milyon 989 bin TL’ye yükseldi. Şimdi ne olacak?

Biliyoruz ki basılan her para; enflasyonun iştahına yazılır. Parasal genişleme, yıllar boyu enflasyon cehennemine odun taşımıştır. ATM’lerden çıkan paralara bakın; mürekkebi kurumamış banknotlar, seri numaraları birbirini izler durumda akıyor elimize. Enflasyonu sadece kur zıplatmıyor, fazla para da aynı işi görüyor.

Zaten enflasyonla mücadele seçim sonrasına bırakılmıştı. Fakat deprem tüm hesapların bir kez daha güncellenmesine yol açtı. Artık seçim sonrası mücadele edilecek enflasyon, ne baz etkisi ne de yaz etkisiyle düşecek gibi değil. Bundan sonra depremin büyümeyi ne kadar aşağı çekeceğini ve enflasyonu ne kadar tırmandıracağını konuşacağız.

Not 1: Depremler üzerinden üretilen komplo teorileri, en gerizekâlı kim yarışmasına döndü adeta. bunlar Amerika'nın işleri diye başladı; uzaydan atılan titanyum çubuklarına kadar vardı. Depremleri üç harfli marketler çıkarıyor diyen çıkınca, en gerizekâlı bu deyip kapatacağız konuyu.

Not 2: Güçlüye hakkı tavsiye edemeyenin, zayıfa sabrı tavsiye etmesi erdemlilik değildir. 
Mağdur edeni hakka davet etmeyenin, mağduru sabra davet etmekten utanması gerekir.

Not 3: Ekonomik krizin sorumluluğunu marketlere; depremin sorumluluğunu müteahhitlere; diğer irili ufaklı sorunların sorumluluğunu CHP'ye, İlluminati'ye, dış güçlere, İngiliz derin devletine, Kraliçeye, Gülşen'e ve Tarkan'a yükledik, çıktık işin içinden. Mis gibi.

Not 4: İstifa, otoriter yapılarda otoriteye meydan okuma olarak görülür. Otoritenin azletme hakkını elinden alır. Onu oraya getiren, liyakat değil, otoritenin göz kırpmasıdır. Bir göz kırpma ile gelen, ancak bir göz kırpma ile gidebilir. İnisiyatif alamaz. Karar veremez. İstifa edemez.

Not 5: Eğer bir afet, Allah’ın gazabının sonucu ise, dünyanın en zengin devletinin hazinesini de siz verseler, o yarayı saramazsınız. Önce o helak sebebi olan cahillikten ve haramdan tevbe etmeniz, arınmanız gerekir. Yoksa Allah’ın gazabına para ve teknikle engel olmak, çare üretmek, o yarayı sarmak mümkün değildir. Eğer gelen Allah’ın gazabı ise, insanların parası ve tekniği ile bu afetin yaralarını da saramazsınız, önüne de geçemezsiniz. 

Önce cahillikten, zulümden ve masiyetten arınmamız gerekir. Bu hem halk ve hem de o halkı yönetenler için topyekun tevbe gerektirir. Eğer bu tedbir alınmazsa, mal ve para hesapları ile derdinize çare bulamazsınız. Sonra “Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?” diye Akif gibi inlersiniz. Evet “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin Allah’ım?” (A’râf 155).

Eğer onlardan olursanız, onlara karşı direnmezseniz olacak olan belli. Osmanlı sadece 3-5 beyinsizlerin işlediği yüzünden dağılmadı. Birileri Lale devri, Tanzimat, İttihat Terakki dönemlerinde saltanat sevdasına kapıldı. Borç para ile saraylar yaptık. Güç gösterisi için Nevarin’de yakılan gemilerin yerine direkleri gümüşten, yelkenleri ipekten gemiler yaptık da ne oldu. Hastalığın teşhisi de tedavisi de yanlıştı. Bugün de aynı yanlışın içinde miyiz acaba? O zaman Akif’i dinleyin, Safahatta yolsuzlukları, ahlaksızlıkları, hırsızlıkları, zevku-safayı, tefrikayı anlatır. Bulursanız Rıza Nur’u okuyun, Rıza Nur sadece Mustafa Kemal dönemini değil, Osmanlının son dönemini de anlatır.

Not 6: Ne diyordu Akif: “Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? / Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı! Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! 'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!” Nur istemek yetmez, onu hak edecek işler yapmanız gerek. Tek başına “İyi niyet” yetmez. “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.” Akif’le devam edelim mi: “Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında”
Bu akılsızlıkla devam edecek olursa, 100 yıl öncesinden ders alıp, tevbe etmeyecek olursak, “Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm; hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm! Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i en sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i.”Yeni bir Kerbela kapımızı çalmadan aklımızı başımıza alalım. Tabi afetler yanında, savaş ve fitne ateşi ile geliyor.

Not 7: Suç ortaklığı en büyük yapıştırıcıdır ancak düzenin çökeceği anlaşılınca bazı ortaklar en az zarara uğramak gayesiyle o kadar hızla satışa geçerler ki, şaşırırsınız.

Not 8: Barınma problemiyle ilgili abuk subuk cümleler kuracağınıza derhal yabancıya konut satışını ve her konut kiralayan yabancıya oturma izni vermeyi durdurun. 

Not 9: Afetin sonrasından bahsederken AFAD’a bakmak lazım tabii. Afetlere Müdahale Genel Müdürü İsmail Palakoğlu imam hatip lisesi, ilahiyat fakültesi ve tasavvuf ana bilim dalı mezunu. Yüksek lisans tezini kayınpederi konusunda (yanlış okumadınız) yapmış; Gönüller Sultanı Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi başlıklı kitabından da görülebiliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışırken bir anda kendini AFAD’da bulmuş. ChatGPT’ye “Bu göreve bir ilahiyatçı atanırsa ne olur?” diye sordum, “gerekli beceri ve bilgiye sahip olmadığı için sorun yaratabilir” dedi. Olsun, burası Türkiye. 

Not 10: Ülkemizin en büyük problemi yolsuzluktur.

Diğerleri onun türevidir.

Not 11: Bana karamsar olduğumu söyleyeceksiniz. Ben de size iyimser olmanın işlenen suçlara iştirak anlamına gelip gelmediğini soracağım. Nelerin kaybedildiği konusunda hiçbir bilinç taşınmayan bir ortamda, elden çıkanların kazanılması için bir savaşa girişileceğini düşünmek ne mümkün!

Bir de bana şunu söyleyin, bal tutup da parmağını yalamayan kim var? Kaç nâsiye var çıkacak pak-ı dırahşan?

İsmet Özel

Not 12: Nesini söyleyim canım efendim / gayrı düzen tutmaz telimiz bizim / arzuhal eylesem deftere sığmaz / omuzdan kesilmiş kolumuz bizim..
Aşık Serdari

Not 13: Böyle zamanlarda bir daha gülemeyecekmisiz gibi geliyor. Kitap okuyamayacakmışız, şiir yazamayacakmışız, şarkı söyleyemeyecekmişiz gibi geliyor.. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak gibi geliyor..
Sanki kıyamet koptu da bir tek biz farkettik..
Rabbim toprağımızı güvenli kıl..

Not 14: Devletin dini adalettir. 
Devletin namusu da ehliyet ve liyakattir.
Adalete, ehliyete, liyakate emek ver ki devlet yaşasın!

Not 15: Büyük bir lider bile olsa her insanın hamurunda "Bozulmaya uygun bir maya" var.
Ne kadar akıllı, ne kadar becerikli, ne kadar etkili, hatta ne kadar olağanüstü olduğunu kendine söyleyenlerin çoğalması onu mutlu ediyor.
Aykırı görüş duymak ise bazen onun açısından çekilmez hale geliyor. Yanında eleştirmen ve yol gösterici değil, yağcı istemeye başlıyor.
Farklı yaklaşımlara tahammülü kalmıyor.
Oysa yine aynı Sokrates, farklı yaklaşımları anlamanın ne kadar önemli olduğunun altını çiziyordu:
"Düşmanınla bile istişare et ki onun neden düşman olduğu ortaya çıksın."
İllaki Sokrates dedi diye değil, "İşin alfabesi" bu olduğu için farklılıkları ele alıp anlamaya ihtiyaç var.
Yöneticilik sanatını anlatan öğretim kurumlarında ilk derslerden biri, çalışma ekibinin oluşturulmasında eleştirel yaklaşımları, kendine özgü fikirleri, kararları, amaçları olan insanları seçmenin yararlarını vurgular. Çünkü bu olmayınca gerçeklikten koparsın. Yardımcıların her zaman sana haklı olduğunu söylerse yolunu kaybedersin.

Not 16: Öyle perişan öyle yapayalnız
döküldünüz kanat kanat tüy tüy
hayır ola kuşlar
sizin de mi yıkıldı eviniz

beklerim her sabah
duymak için cıvıltınızı
medet umarım rüzgardan
getirsin gökyüzünü dolduran neşenizi

yeter artık gökleri deldiğimiz
gideceğimiz yere yakın olmak varken
ne diye kanatsız uçmaya kalkarız
ah ihmallerimiz

A.A.

Not 17: Söyle sevdiğim
neşe saçan gözlerinden kim öpüyor 
kimin dudağında tat oldun..