Türkgün Gazetesi Başyazarı ve MHP Genel Başkanı Basın Danışmanı Yıldıray Çiçek, son köşe yazısında kendisine açılan davalara değinerek, “Yazdığım yazılardan dolayı ömrümün büyük çoğunluğu mahkemelerde geçen bir yazarım. Sanırım hakkında en çok dava açılan yazar olma özelliğimde var” ifadelerini kullandı. Öte yandan Çiçek, hakim ve savcıların yazılanı anlama konusunda yeterli seviyede olmak zorunda olduklarına dikkat çekerek, adaletsizliğin ortaya çıkmaması için bunun önemli olduğunu vurguladı.
KILIÇDAROĞLU’NUN BASIN ÖZGÜR OLACAK SÖZLERİNİ HATIRLATTI
Çiçek, Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye’de basın özgür olacak, beni dilediği gibi eleştirecek” sözlerini hatırlatarak, “Yazdığım yazılardan dolayı ömrümün büyük çoğunluğu mahkemelerde geçen bir yazarım. Sanırım hakkında en çok dava açılan yazar olma özelliğimde var. Geçmişte iktidarın açtığı bir hayli davayla muhatap olmuştum. MHP üzerinde operasyon yapmak isteyenlerde beni susturmak için mahkeme yolunu çok tutmuştu. Şimdi de Türk milletinin milli ve manevi değerlerine, bölünmez bütünlüğüne karşı adeta savaş açmış malum muhalefet yazılarımı sık sık mahkemeye taşıyor. 'Türkiye’de basın özgür olacak, beni dilediği gibi eleştirecek' diye seçim vaatleri olan Kemal Kılıçdaroğlu bile beş yazıma dava açtı” ifadelerini kullandı.
“KILIÇDAROĞLU İLE MÜCADELEMİ SÜRDÜRECEĞİM”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi ihanet yuvasına çevirdiğini vurgulayan Yıldıray Çiçek, mücadelesini sürdüreceğine dikkat çekerek, “Kemal Kılıçdaroğlu’nda adı geçen her yazıma dava açma tiki oluşmuştu ama siyasi nefesi bir yerde tükendi. Fakat kurduğu ofislerde kendini devirmek için her şeyi seferber eden Ekrem İmamoğlu’ndan intikam almak için çabaladığı için yine ortalıkta görünür haldedir. O yüzden CHP’de bıraktığı ve devam eden ihanet enkazı yüzünden yine adı yazılarımda geçtiği için dava açma geleneğini sürdürebilir. Çünkü bende ölene kadar CHP’yi ihanet yuvası yapan Kemal Kılıçdaroğlu ile mücadele edeceğim!” dedi.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE DİKKAT ÇEKTİ
Öte yandan gazetecilerin, basın özgürlüğü ve demokrasi güveninden dolayı istediğini yazma hakkını sahip olduğunu belirten Çiçek, şu ifadeleri kullandı:
“Biz nasıl yazılarımızda basın özgürlüğü ve demokrasi güveninden dolayı dilediğimizi yazabiliyorsak, siyasiler ve diğerleri de yine hukuki haklarına dayanarak yazılarımıza dava açmaktadır. Bu elbette onların hakkıdır. Kimi susturmak, kimi gerçeklerin açığa çıkmasını engellemek, kimi gerçek yüzünün anlaşılmaması için sık sık mahkeme yolunu tutuyor. Çünkü bugüne kadar hiçbir yazıma iftira ve yalan odaklı bir suçlamayla dava açılmamıştır. “Bu söz bana ait değil, ben böyle bir şey yapmadım” diye savunma yapana da rastlamadım.”
“SAVCI VE HAKİMLER YAZILANI ANLAMAK ZORUNDADIR”
Açılan davalarda hukuki adaletin sağlanması için değerlendirme yapacak savcı ve hakimlerin, yazılanı anlaması gerektiğini savunan Çiçek, “Dava açma başvurusu yapıldıktan sonra görev, savcı ve hâkimlere düşmektedir. Açılan davalarda hukuki adaleti sağlayacak olan onlardır. Yazılan yazılar içindeki sebepleri-gelişmeleri-sonuçları değerlendirecek, kıyaslayacak bir birikim olmazsa sonuç hukuk garabeti olur. Sürekli dikiz aynasına bakarak şoförlük olmayacağı gibi, kimin ne söylediğini ne yaptığını ne yazdığını anlamadan hukuki karar verilemez. Mahkemelerde yaşanan olayları çözmek için görgü tanığı, şahitler diye muhatap kişiler bile vardır. Bunlar niye vardır? Çünkü olayın önünü-arkasını görmeyi kolaylaştırmak ve kararlarda adaletsizlik yapmamak içindir” diye kaydetti.
Yıldıray Çiçek’in “Basın Özgürlüğü Değil Körlüğü İstiyorlar” adlı köşe yazısının tamamı, şu şekilde:
Yazdığım yazılardan dolayı ömrümün büyük çoğunluğu mahkemelerde geçen bir yazarım. Sanırım hakkında en çok dava açılan yazar olma özelliğimde var. Geçmişte iktidarın açtığı bir hayli davayla muhatap olmuştum. MHP üzerinde operasyon yapmak isteyenlerde beni susturmak için mahkeme yolunu çok tutmuştu. Şimdi de Türk milletinin milli ve manevi değerlerine, bölünmez bütünlüğüne karşı adeta savaş açmış malum muhalefet yazılarımı sık sık mahkemeye taşıyor. “Türkiye’de basın özgür olacak, beni dilediği gibi eleştirecek” diye seçim vaatleri olan Kemal Kılıçdaroğlu bile beş yazıma dava açtı. Kemal Kılıçdaroğlu’nda adı geçen her yazıma dava açma tiki oluşmuştu ama siyasi nefesi bir yerde tükendi. Fakat kurduğu ofislerde kendini devirmek için her şeyi seferber eden Ekrem İmamoğlu’ndan intikam almak için çabaladığı için yine ortalıkta görünür haldedir. O yüzden CHP’de bıraktığı ve devam eden ihanet enkazı yüzünden yine adı yazılarımda geçtiği için dava açma geleneğini sürdürebilir. Çünkü bende ölene kadar CHP’yi ihanet yuvası yapan Kemal Kılıçdaroğlu ile mücadele edeceğim!
Biz nasıl yazılarımızda basın özgürlüğü ve demokrasi güveninden dolayı dilediğimizi yazabiliyorsak, siyasiler ve diğerleri de yine hukuki haklarına dayanarak yazılarımıza dava açmaktadır. Bu elbette onların hakkıdır. Kimi susturmak, kimi gerçeklerin açığa çıkmasını engellemek, kimi gerçek yüzünün anlaşılmaması için sık sık mahkeme yolunu tutuyor. Çünkü bugüne kadar hiçbir yazıma iftira ve yalan odaklı bir suçlamayla dava açılmamıştır. “Bu söz bana ait değil, ben böyle bir şey yapmadım” diye savunma yapana da rastlamadım.
Dava açma başvurusu yapıldıktan sonra görev, savcı ve hâkimlere düşmektedir. Açılan davalarda hukuki adaleti sağlayacak olan onlardır. Yazılan yazılar içindeki sebepleri-gelişmeleri-sonuçları değerlendirecek, kıyaslayacak bir birikim olmazsa sonuç hukuk garabeti olur. Sürekli dikiz aynasına bakarak şoförlük olmayacağı gibi, kimin ne söylediğini ne yaptığını ne yazdığını anlamadan hukuki karar verilemez. Mahkemelerde yaşanan olayları çözmek için görgü tanığı, şahitler diye muhatap kişiler bile vardır. Bunlar niye vardır? Çünkü olayın önünü-arkasını görmeyi kolaylaştırmak ve kararlarda adaletsizlik yapmamak içindir.
Bunları niye anlatıyorum?
Türkiye’deki siyasi-güncel olayları takip etmeyen, olayları kıyaslamaktan, sebebini-sonucunu irdelemekten imtina eden, ideolojik ve siyasi taraftarlığa dayanan saiklerle yargıda verilen her karar hukuki garabet doğurmaktadır.
23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, Seval Türkeş ve oğlu Ahmet Kutalmış Türkeş tarafından açılmış ve yine bu bahsettiğim içeriğe örnek olacak tazminat davasıyla muhatap olduk.
Daha önce de “Bahçeli tek başına seçime girsin, barajı geçsin, Tandoğan meydanına gidip anırmayan Yaşar Okuyan şerefsizdir. O kadar net söylüyorum. Hadi anırtsın lan beni” diyen Yaşar Okuyan’a bunun üzerine “Akıl ve ruh sağlığı yerinde olan bir adam kendi partisinin oy oranı %0,25 iken, milyonlarca oyu olan MHP için "Tandoğan'da anırma" bahsine girer mi? Ekranlarda adeta anırırcasına "Hadi anırtın lan beni" diyen bu adam, bu ülkede bakanlık ve parti genel başkanlığı yaptı. Gerisini siz düşünün! Seviyeye bak, üsluba bak, mantığına bak, girdiği iddiaya bak!” şeklinde cevap yazmıştım. Açılan dava karşısında ilk mahkemede kazandığım bu davayı, üst mahkemede kaybettik. Anıracağını söyleyen Yaşar Okuyan, “Anırtın beni lan” tahrikinde bulunan Yaşar Okuyan… Ama seviye, üslup hatırlatması yapan biz, buna rağmen tazminat ödemeye mahkûm edilmiştik. Mahkeme heyetine “Söylem ona ait, eylem tarzı ona ait” dediğim halde CHP heyeti gibi bakışları olan mahkeme heyeti böyle bir karar almıştı. Ne yapalım yargı kararına saygılıyız dedik, tazminatı ödeyip geçtik gittik.
Seval Türkeş ve oğlu Ahmet Kutalmış Türkeş’in açtığı tazminat davasında da buna benzer bir sonuç yaşadık. Kararı veren hakimlerin Türkiye’deki hiçbir gelişme, olay hakkında bir ilgisi, bilgisi olmadığını yahut yine tarafgir olma saikleriyle karar verdiğini düşünüyorum.
Şimdi kamuoyuna ve kararı veren 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki hakime sormak istiyorum.
“Bizi en çok üzen Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in eşinin Fethullah Gülen’e inandığı kadar MHP’ye inanmaması, onu sevdiğinin yüzde biri kadar Liderimiz Devlet Bahçeli’yi sevmemesidir.” şeklindeki cümle nasıl tazminat ödemek için gerekçe olabiliyor?
Yazıda hakaret yok, iftira yok, yalan yok. Seval Türkeş’in MHP karşısında Fethullah Gülen’e sahip açıklamaları varken!
O konuyla ilgili yazımdaki bölüm şöyleydi:
Seval Türkeş ihtirasları konusunda yine dur durak bilmiyordu. MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, MHP’ye savaş açmış Fethullah Gülen çetesine 12 Eylül 2010 referandum döneminde başlayan hadlerini bildirme tavrını devam ettirirken, 2011 yılında bu sefer çıkıp Fethullah Gülen’e MHP karşısında sahip çıkıyordu. Ne övgüler düzüyordu.
Sayın Bahçeli’nin Fethullah Gülen çetesine yönelik yaptığı açıklamayı “Açıklama büyük talihsizliktir. Türkeş’in ruhunu bizar etmiştir. Bu yanlıştan derhal vazgeçip doğru yolu takip etmeleri gerekir” şeklinde eleştiriyor, Fethullah Gülen’i öve öve bitiremiyor ve MHP yöneticilerinin Fethullah Gülen’e teslim olmasını şöyle istiyordu: “Kaldı ki bu yöneticiler Türkeş’in kendinin yürütmüş olduğu faaliyetleri ve misyonu da zaten durdurmuş olmakla zan altındalar. Şimdi burayı da durdurmaya kalkmış olmaları onların birtakım odakların sözcülüğünü yapmış olmaları anlamına geliyor. Türkeş’in mirasını yürütecek olsalar bu faaliyete saygı duyup desteklemeleri lazım. Hocaefendi Hazretleri Türk din ve fikir adamlarından yaşayan mühim bir şahsiyettir. Bu zat-ı muhtereme destek olmalılar. Bir problemleri varsa diyalog kurma imkânı vardır. Bizzat kendilerine gidip bu şikâyetlerini iletsinler, yardım alsınlar. Kendisi bu konuda hoşgörü ve diyaloğu zikreden, teşvik edip, hayata geçiren biridir.”
***
“Böyle örgüt ve çete başına sahip çıkan Seval Türkeş…” ifadesine tazminat cezası veren hakime göre Fethullah Gülen’in şimdi teröristbaşı olmadığı sonucunu mu çıkaracağız?
“Oysa ülkeyi parçalamak, bölmek isteyenler CHP-HDP safında “Hayır’cı” olmuştu.” ifadesine tazminat cezası veren hakime göre “Suriye-Irak ve Türkiye’de Kürdistan kurulsun” diye açıklama yapmış olan CHP ve HDP’li yetkililerin sözlerini hiç duymamış mı kabul edeceğiz?
“Teröristlere sahip çıkanlara sahip çık, Ülkücü şehit çocuklarını kötüle…” ifadesine tazminat cezası veren hakime göre “PKK’lı gençlerin ölüsüne de dirisine de sahip çıkacağız”, “Biz PKK’yı silahlı halk hareketi olarak tanımlıyoruz. 1990’dan bu yana kurulmuş hiçbir partimiz PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamadı”, “PKK’lının cenazesine katılmayan HDP milletvekiline soruşturma açtırırım” diyen PKK’lı terörist Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğünü isteyen, “Ona şeref madalyası takacağım”, “Onunla ülkeyi yöneteceğiz” diyen Kemal Kılıçdaroğlu’nu Seval Türkeş desteklemedi mi? Babası sol terör örgütleri tarafından şehit edilen Alaattin Çakıcı’yı kötülemedi mi?
“İçinde Canan Kaftancıoğlu’nun da olduğu CHP’nin PKK kanadı heyet halinde Seval Türkeş’in evinde misafir oldu.” ifadesine tazminat cezası veren hakime göre Canan Kaftancıoğlu teröristleri övmedi mi, PKK’lılarla eğlence mekanlarından pozlar vermedi mi, PKK’nın siyasi uzantılarını öven paylaşımlar yapmadı mı, Kemal Kılıçdaroğlu terör örgütü PKK’nın Suriye kolu için “Terör örgütü değil vatansever oluşum” demedi mi?
Bu ve benzeri ifadelerin suç olması için böyle olayların yaşanmamış olması lazımdır. İftira olması, yalan olması lazımdır. Hepsinin somut delilleri varken nasıl oluyor da siyasi eleştiri içerikli bir yazı tazminat davasının muhatabı olabiliyor?
Gündemi takip etmeyen, Türkiye’de yaşanan siyasi-güncel olaylardan bihaber ve tarafgir olan hiçbir hâkim ve savcının özellikle bu tür basın davalarına bakmaması gerekmektedir. Aksi halde hukuk garabetleri basın özgürlüğü konusunda her türlü adaletsizliği tetikler…
Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in ailesine hakaret etmeyeceğimize göre, ailesinin Başbuğumuzun mirası MHP hakkında yaptıkları eleştiriye karşı durdukları siyasi noktanın yanlışlarını, ihanetlerini eleştirmek bizim en doğal hakkımızdır. Somut gerçekler üzerinden yapılmış siyasi eleştirilerin tazminat muhataplığı olamaz.
Hadi çıksın Seval Türkeş, Ahmet Kutalmış Türkeş ve bu mahkeme kararlarını veren hâkimler bu yazıdaki hiçbir olay yaşanmadı ve hepsi iftira desinler… Basın Özgürlüğü yerine Basın Körlüğü istiyorlar galiba?