İçim yanar..

Bir şarkının sözleri ateş olup yakıyor: “İçim yanar…”

Abdülhak Hâmit içinde bulunduğumuz hâli söylemiyor mu? “Kimden kime etmeli şikâyet/Bu müşkile kim verir nihâyet” Nihayeti olmayan cümleler boğazımızda. Kıymık olup batar mı sevgi sözcükleri? Batıyor, kanatıyor belki. Kan kaybından değil ama an kaybından gidiyor bir can.

Nâmütenâhî bakışlarda kaybolan ruhun içli şarkılardaki aradığı teselliyi kim verecek ki? Toprağın çağrısına uymayan yağmur damlası mıdır? Yoksa yağmura verilmeyen izin mi? Gizli bir müjde midir gelen? Teşhisi bilinen ama tedavisi mümkün olmayan müzmin ve muztarip bu hastalık…

Şimdi sessiz ve muztarip bir denizdir içimiz. Şikâyeti arz edeceğimiz makamlardan verilen ret yüzümüzü donduran soğuk. “Şekvanı dinledim ezeli muztarip deniz/ Duydum ki ruhumuzla bu gurbette sendeniz” diyen Yahya Kemal gibiyiz. Şimdi nefessiz bir noktadır aşk denizinde sabrımız.

Son söz: Rahmetli Anam herhalde “Hatırlayanların ve hatır sayanların çok olsun inşallah.” diye dua etmiş olmalı benim için..

Hakikat: Dünyada bir "önemli insanlar", bir de "değerli insanlar" vardır. Onun bunun sırtına basarak kaptıkları koltuklarda birtakım adaletsizliklere ve zulümlere yol açan insanlar, önemli insanlardır, ama değerli insanlar değildir. Hiç kimsenin hakkına girmeden kendi halinde yaşayan sıradan insanlar, değerli insanlardır, ama önemli insanlar değildir. Dünya, değerli insan olmaktansa, önemli insan olmaya çalışanlar yüzünden cehenneme dönüyor en çok.

Zorunluluk: Musluğumu kendim tamir ediyorum, arabamı kendim yıkıyorum, damacana suyumu kendim taşıyorum, saç sakal tıraşımı kendim yapıyorum. Bozuk ekonomi bu anlamda işe yaradı bir hayli. Bir de kokoreç ve tantuni yapmayı öğrenirsem rehberimdeki tüm ustaları silmeye başlayacağım.

Çelişki: Yavuz Sultan Selim’in Filistin’e Yahudi yerleşimini yasaklayan Romalı kuralını lağvedişi ve Kanunî Sultan Süleyman’ın “Ağlama Duvarı”nı tamir ettirdiği kimlerin kimlerle iş tuttuğu meselesi anlatılacak şeylerin ne kadar geri gittiğini gösteriyor.

Aforizma: Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun...

Ustalara saygı: Dünya diyoruz adına: Yaşadığımız ve yorulduğumuz yere.
C.Z.

Zamana not: Yıllara meydan savaşı verecek değiliz ama bedenen olmasa da ruhen hala genciz, görevimizin başındayız..

Not 1: Okul anneleri, okul yöneticileri, veli WhatsApp grupları...
Bir kendinize gelin...
Dünya pazartesiye global finans kriziyle girdi. Veliler ise 23 Nisan gösterisi için yeni elbiseler alınsın tartışmasıyla...
İyi misiniz?????

Not 2: İklim kanunu büyük ihtimalle bu hafta Meclis'te onaylanacak...
Anlamadığım şu...
ABD, iklim sözleşmelerini ocak ayında çöpe attı, Rusya ve Çin'in umurunda değil...
İklim sözleşmesini önemseyen AB ülkeleri bu cendereden nasıl çıkacaklarını tartışıyorlar...
Karbon emisyonları global anlamda ciddiye alınamayacak kadar küçük olan Türkiye neden bu kanunu böyle ciddiye alıyor?
Şimdi iyi düşünelim de, ileride "yanlış yapmışız" diye dertlenmeyelim...

Not 3: Koynunda yılan beslemek' deyimi, yılanın bu yüzden size minnet duyacağı anlamına gelmez, biliyorsunuz değil mi? (ROMAINGARY / Yalan-Roman)

Not 4: Trump "2. Dünya Ticaret Savaşı"nı başlatmış...
Ticaret savaşı aşağı, ticaret savaşı yukarı; gümrük vergileri aşağı, gümrük vergileri yukarı...
Dün bütün medya böyleydi.
Peki söylesenize, bu "ticaret" dediğiniz ne?
Detay mı?
Küresel manzaranın sadece bir parçası mı?
Hayır!
Anlaşılan, olup biteni bir süre anlamak istemeyeceğiz...
Oysa paran, pulun, bugünün, geleceğin, siyasal duruşun, hepsi bu "savaş"ın içinde...
Ben size söyleyeyim...
Trump "yeni bir 1929" için düğmeye bastı...
Geri dönülmezse, bunun 1933 ve 1939'ları olur mu, onu düşünmek gerekir.

Not 5: Amerikan tekno kapitalizmi 20. yüzyılı uzatmak istiyor.
Milletler, sınırlar, gümrükler...
Trump bunun için iktidara getirildi.
Sinan Baykent'in doğru ifadesiyle "siyasi katılaşma" sürecek.
Küreselci tekno feodalizm ise sırasını bekleyecek...
İki seçenekle de işi olmayan bizlere ne olacak? Yaşayıp göreceğiz.
Zor zamanlardayız, bu kesin!

Not 6: Bir iki konuda çok patırtı yapıyoruz ama hayatımızı doğrudan ilgilendiren birçok konuda sessiziz.
Otizm mesela...
Hızla artıyor.
Bazı yeni araştırmalar 36 çocuktan 1'inde otizme rastlandığını düşündürecek kadar ürpertici.
Zaten sokak, eş dost, eğitim ortamları izlenimlerimiz de bu yönde değil mi?
Ama politika ve sosyal tartışma ortamlarında sanki otizmin konuşulmasına yasak konulmuş.
Hatta görmüyoruz otizmi, görmezden geliyoruz.
Böyle gider mi? Gitmez.

Not 7: Hiçbir vatan hizmeti, vatana yapılmış olan fenalığı mazur gösteremez. (F. R. ATAY / Zeytindağı)

Not 8: Devlet küçülsün diye memurları işten çıkarıyorsun. Savaş harcamaları tamgaz devam ediyor. Her yere gümrük vergisi koyup 6 trilyon $ vergi toplayacağım diyorsun. Ne yapacaksın o kadar vergiyle? Devlet mi fabrika kuracak? Bütün şirketler batınca üretimi kim yapacak?

Not 9: Güzelleşir neyse ki yıllar sonra
Öldürür sandığımız nice kahır
Yâdımızda kalan kreşendo sevda
Yanağımızda eksik bir gamze gibi ağır
Gönlümüz yazdadır ama şiir kış biraz
Bazı şeyler şiir olsun diye yarım kalır.

Not 10: Yüreğimde çağlayanlar sana akarken/ kâbus olsa dilerdim lâl olduğum kuyu/ anlatsam suya geçermiş gibi..

Not 11: Şimdi/ güz kurusu geceler kaldı sabahlara/ avaz avaz susmayı öğendik.

Not 12: Yürümek yetmiyormuş sevince/ yol olmalı insan gidince..

Not 13: Hangi suya vardıysam vahada bir seraptı..

Not 14: Sanki tenha yüzünün denize kıyısı var..

Not 15: Cevgânda düşen ata benzer hayat..

Not 16: Eski yokuşta söze durmuş bir Karacaoğlan düşü/ ağzımızdan yutuyorken biz sevinçlerin geçmişini/çiçek açmışsın yine hazdan kıyamet cengi/ herkes uçarak gidiyor ölüme yanı başından..

Not 17: Koskoca yılları çözmüşsün rüzgâra..

Not 18: Belki de en çok kadındır yazlar/ sigarasını içen bir adamı dumanından ölürken/ öpendir/ kaplan zambağı toplar gibi öper öyle kadınlar/erkekleri.

Not 19: Tereyağını eriten ateş, yumurtayı katılaştırır.

Not 20: Spinoza şu soruyu çoktan sormuştu: “İnsanlar neden kurtuluşları için sarf ettikleri gayretin aynısını kendilerini köleleştirmek için de sarf ederler?” Özellikle kriz ve belirsizlik zamanlarında tekrar tekrar sorulması gereken bir soru. Charim bu sorunun cevabını, benliğimizi oluşturan ve idealin maskesi altına gizlediğimiz o açık yarada, narsisizmde buluyor.

Narsisizm bir psikolojik bozukluk ya da bir karakter kusuru değil; bize basmakalıp benlik idealleri dayatan yapay bir toplumsal mekanizma, bizi otoriteyle yakın ve kişisel ilişki kurmaya, kendimizi ona gönüllüce teslim etmeye götüren, boyun eğdirici ve mutsuz edici bir süreçtir.

(Arka kapak yazısı). Narsisizmin Sefaleti, Isolde Charim.

Not 21: Dinle Gambito / söyleyeceklerim var / Kalmadı artık / Dağlara yaslandığımız akşamlar / Babamızın dönmesini beklerken / İşaretlediğimiz zamanlar / Kalmadı kalmadı / Pencereden bizi gözetleyen ağaçlar / Şimdi saklanmıştır bütün kapılar Gambito / Üşüyoruz kimseler aldırmıyor / Ellerimiz sevgili ellerimiz / Onlar bile yabancı / Hey Gambito biz kimiz / Seni alıp giden / Beni alıp giden / Kim böyle her akşam
M.İdris

Not 22: Oscar Wilde, tartışmalara sebep olan ‘Dorian Gray’in Portresi’ isimli kitabının bir yerinde sanata bakışımıza farklılık getirecek şeyler söylüyor: “Sen çağımızın hem aradığı hem de bulmaktan korktuğu imgesin. Ömründe tek bir şey üretmediğine öyle seviniyorum ki! Ne bir yontu yonttun ne bir resim çizdin ne de herhangi bir şey ortaya çıkardın, kendin dışında! Yaşam, senin sanatın oldu. Sen kendi kendini besteledin. Yaşadığın günlerdir senin şiirlerin.”

Not 23: “Şimdiki çocuklar annelerine hiç benzemiyor” diye seslendi yanında oturan arkadaşına. “Aşırı estetik ameliyatlardan ve operasyonlardan olsa gerek” diye cevapladı arkadaşı.

Not 24: Devam etmek deyince aklıma her zaman Beckett gelir. “Worstward Ho” adlı metninde geçen meşhur, “Devam et. Her zaman denedin. Yine yenildin. Önemi yok. Yine dene. Yine yenil. Daha iyi yenil” sözü değil sadece. Eserlerinde ‘devam etmenin’ anlamı, varoluşsal bir zorunluluk ve direniş biçimi olarak ortaya çıkar. ‘Godot’yu Beklerken’de Vladimir ve Estragon tam olarak neyi beklediklerini bilmeseler de orada durmaya, konuşmaya, beklemeye devam ederler. İmkansızın tehdidi altında devam etmek, şeylerin maddiliğine ya da hiçliğe, yani sonluluğun uygun olmayan gerçeğine maruz kalmaktır. Ona göre yaşamak, yaşamanın ve ölmenin ötesine geçer.

Not 25; Üniversite öğrencilerinde olduğu gibi, bir zamanlar ben ve benim gibiler o sıralarda otururken de devam ediyorduk, şimdiki gençler de. Kurulan hayaller gerçekleşmeyecek olsa dahi, hayal kurmaya devam etmek. Çünkü hayatta kalmaktan daha fazlasını talep eder hayal kuran. Hayatı devam ettiren de bu fazlalıktır, hayatta kalmanın fazlalılığı... Sadece hayatta kalmak için mücadele eden, fazlasını istemeyen kişi, Raoul Vaneigem’in ‘Gençler İçin Hayat Bilgisi’ adlı kitabında yazdığı gibi, hayatta kalma hastalığına yakalanmıştır. Yaşama devam etmekle, hayatta kalma aynı şey değil.

Not 26: Popülizmin büyüsüne kapılmış kesimler, hayatta kalma hastalığına yakalanmıştır. Ne olursa olsun iktidarda kalmayı istemeleri, her tür yalana, hileye, tehdide başvurmaları, bu hastalıktan kaynaklanır. Jacques Ranciere ‘Uncertain Times’ adlı kitabında popülizmin unsurlarından bahsederken, hükümetlerin ve egemen seçkinlerin kamu işlerinden çok kendi çıkarlarını önemsediğinin seçimlerle onaylandığını yazar. Kamu işleri önemsizdir onlar için, hayatta kalmak uğruna hükümetlerin ve egemen seçkinlerin çıkarlarına sahip çıkarlar. Çünkü kimlik retoriğine hapsolmuşlardır. Bu kimlik retoriğinin bir sonucu da, kimin ‘halk’ sayılacağına dair iktidar eliyle yaratılan tanımlardır.

Not 27: Zırt pırt ikaz edilmişim ayak uydurmam konusunda
Koca tugay uygun adım atan cilveperest mangaların
Gündem tayini için inhisarına bırakıldıysa
Bileğimi fırsat buldukça tükürükleyip
Şaklatmam mı kimin ağzında düdük varsa..
İ. Özel

Not 28: Küresel ısınma tamamen bir balon. Küresel ısınma, soğuk savaş mavallarını yutmak demek, millî varlıktan vazgeçmek demektir. Bu belki son 50 yılın en iğrenç yalanı. İnsanlar bunu ayet gibi anlıyor.

İsmet Özel

Not 29: Dünyaya ibretle dikeceksin gözü ki ruh doğranıp eksilmesin..

Not 30: Bir ülkenin kendi halindeki sıradan vatandaşı, işini kurarken, konuşurken, çalışırken kendini sürekli tedirgin ve kaygılı hissediyorsa, o ülkede oturmuş bir demokrasi ve istikrarlı bir ekonomi yoktur.

Not 31: Tam anlamıyla bir rüküşlük çağından geçiyoruz. Mağazada yeni sezon kıyafetlere bakıyorum; her şey rüküş. Havlayarak şarkı söylüyor adam; müzik rüküş. Şehirlerin meydanları rüküş, binalar rüküş, düşünceler rüküş, siyaset rüküş, ilişkiler rüküş, dini anlayış rüküş, her şey rüküş.

Not 32: İnsanlık tarihi tekrarlardan ibarettir. Zenginler karnını doyurur, fakirler hesap öder. İdareciler ülkeyi batırır, halk bedel öder. "Ne zaman savaş çıksa beni çağırırlar, ne zaman hurma tiridi ziyafeti verilse amr'ı davet ederler" demiş Arap şair yüzyıllar önce. Bu hiç değişmez.

Not 33: Bir arkadaşım mı dedi, bir yerde mi okudum, aklımda kalmadı.
Lakin laf sarsıcı: "Yeterince gelişmiş bir dijital teknoloji büyü gibidir."

Not 34: Filistin'in büyük şairi Mahmud Derviş'in dizelerine bakıyorum ara ara...
Bir kitabının adını çok severim: "Biz Kaybettik, Aşk da Kazanmadı."
Orada "Sabah olmadı bir türlü" der...

Not 35: “Acımasızlık, dürtüsellik ve empati yoksunluğu bizi ötekini hissetmekten alıkoyuyor ve ‘güçlü olan ayakta kalır’ düşüncesi insanları kurban olmak ile zalim olmak arasında bir seçime zorluyor” diye yazmış ‘Yavaşla’ isimli kitabında sevgili Kemal Sayar. Selam olsun..

Not 36; “Dünyada görmeyi arzu ettiğimiz değişimin kendisi olmazsak, değişim hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Hepimiz maalesef hep önce diğer kişinin değişmesini bekleriz. Eğer kendimizi değiştirebilirsek dünyayı da değiştirebiliriz; kendimizi değiştirmek, dilimizi ve iletişim yöntemlerimizi değiştirmekle başlar” diyor ‘Şiddetsiz İletişim’ kitabında Marshall B. Rosenberg. Selam olsun..

Not 37: Geç de olsa anladım yaşam koca bir zevzeklik
Düşenleri zevkle seyrettim kendi düşüşümü sakladım
Sigara dumanının ortasına gömdüm de oval koca kafamı
Bedenim tamamen açıktaymış henüz yeni fark ettim..
M. A.

Not 38: Ben, bazı EGE BELEDİYELERİNE de OPERASYON bekliyorum.

Mesela, bir tanesinin ÇİMENTOSUNU, sadece tek bir SİYASİNİN şirketi veriyormuş.

Yoksa, o bölgede İNŞAAT yaptırmıyorlarmış.

AKP kötü ama, alternatifi de aynı yani.

3. YOL oy alacak. Ya da, aynı tas, aynı hamam, devam...

Not 39: Harvard Üniversitesi iktisat profesörlerinden Jeffrey Frankel, Trump’ın kasten, doları devalüe edecek kararlar aldığı fikrinde. Ancak, değer kaybetmesi, doları küresel çapta etkin bir para birimi olma özelliğini ortadan kaldırmaz diye ilave ediyor. Öngörüsünü şöyle tamamlıyor: “Dolar, küresel piyasalardaki mutlak hükümranlığını kaybedecek ama diğer para birimleriyle birlikte etkinliğini korumaya devam edecektir.” Aslında dolar bundan önce de birkaç kez değer kaybetmişti. Benim gençliğimde 1 dolar 4 DM (Alman Markı) idi. (2 DM=1 Euro) Daha yakın tarihe bakalım. Mesela 4 Nisan 2001’de 0.90 dolar 1 Euro ederken, 2008’in Mart ayında 1.58 dolar 1 Euro eder hale gelmişti. Yani dolar, Euro karşısında %43 değer kaybetmişti. Teknik olarak dolar devalüe edilmeyecektir. Yani Fed bir pazartesi sabahı doların bundan böyle Euro veya yuan karşısında şu kadar ettiğini ilan etmeyecektir. Ama dolar, zaman içinde serbest piyasada (eskiden de olduğu gibi) değer kaybedecektir.

Not 40: Trump, bütçe açığının sebebini, devletin denetimsiz bir biçimde büyümüş olmasında görmektedir. Benim yorumuma göre ABD devleti bu haliyle, budanmamak yüzünden dallanmış ama meyve verimi azalmış bir ağaca benzemektedir. Verimi artırmak için meyve vermeyen, üstelik verebilecek dalların suyunu ve güneşini çalan dallar kesip atılmalıdır. Trump bu budama görevini Elon Musk’a vermiş, o da eline motorlu testereyi alıp, ağacı budamaya başlamıştır. Amaç bütçe açığını küçültmektir.

Not 41: Kural olarak, ticaret açığı veren ülkeler paralarının değerini düşürerek, ihracatta fiyat rekabeti güçlerini artırırlar. Bunun için ya devalüasyon yapar ya da paralarının değer kaybetmesini teşvik ederler. ABD (Fed) devalüasyon yapamaz. Bu, dolarlı varlıklara yatırım yapmış ülke ve insanlara kazık atmak olur. Muhteşem dolarının karizması çizilir. Üstelik diğer devletler de misilleme olarak aynı şeyi yapabilir. Anlaşılıyor ki, mevcut şartlar altında ABD’nin ihracatını artırarak “ticaret açığını” kapaması imkansızdır. Geriye ithalatı azaltarak “dış ticarette dengeye gelme” seçeneği kalıyor. Trump da “gümrük vergilerini artırmanın” bu sonucu sağlayacağını umuyor. ABD’ye karşı ticaret fazlası veren ülkeler Trump’a aynı silahla (gümrük vergilerini artırarak) mukabele edebilir. Bu da dünya dış ticaret hacmini daraltır. Bu daralma da dünya milli gelirinde düşme yönünde bir döngüsel hareket başlatır. Kritik soru şudur: Dünya ekonomisi için, ABD ekonomisinin bugünkü “süper borçlu” halinin sürüp gitmesi mi yoksa küresel ticaretin daralması mı daha tehlikelidir?

Not 42: Trump, Elon Musk eliyle “devleti küçülten” bir yapısal reform hareketi başlattı. Devlet küçültülmeye başlanınca, kamu kesimi emekçilerinin bir kısmı işsiz kaldı. Onlar da sokaklara döküldü. Şunu bilelim ki; herhangi bir ciddi siyasi veya iktisadi reform (orta ve uzun vadede, ülkeye ve ulusa çok yarar sağlayacak olsa da) kısa vadede mutlaka birçok masumun canını acıtır. Burada önemli olan kaş yapayım derken göz çıkarmamak ve yapılan hayrın ürkütülen kurbağaya değmesidir.

Not 43: ABD, 150 yıldır dünyanın en büyük ülkesidir. Bu büyük ülkenin taşıyıcı kolonlarından birincisi, silahlı kuvvetleriyse diğeri de küresel rezerv para birimi olan ABD Doları’dır. Bu sütunlar, aynı zamanda ABD’nin kazaya uğrama riski en yüksek iki niteliğidir. Buralardan darbe alırsa koca ABD sarsılır. Üstelik böyle bir ihtimal de vardır. Bu ihtimali Çin’in mucizevi yükselişi mümkün kılmıştır. Yorumum: Trump, zayıf bir anında ABD’nin “mali ve askeri” alanlarda, iradesi dışında bir “düzensiz düzeltme” (disorderly correction) ile karşılaşmasından korkmaktadır. Bu sebeple, ülke içinde ve dışında sorunlar yaratma pahasına kendi eliyle bir “düzenli düzeltme” (orderly correction) yapmak istemektedir.

Not 44; Dolar düşeceği için borcumuz reel olarak azalacaktır. Merkez Bankası’nda ve halkın elinde epey altın stoku var. Altının fiyatı arttığı ve artacağı için milli servetimizin dolar değeri yükselmiştir. Dolarla borçlu bir ülke olarak kâra geçmiş durumdayız. Küresel durgunluk oluşacağından petrol fiyatları gerileyecektir. Bu da lehimizedir. Trump, Avrupa artık kendini savunsun, biz NATO üyesiyiz ama AB’nin ordusu değiliz diyor. AB Konseyi mesajı almıştır. AB’nin azalan nüfusuna rağmen, Avrupa Silahlı Kuvvetleri büyüyecektir. Bu süreçte Türkiye’yi mutlak yanında görmek isteyecektir. Bu da AB ile ilişkilerimizi iyileştirmede elimizi güçlendirecektir.

Not 45: Şimdiye kadar hep hızlı ve aynı anda çok iş yapmanın iyi olduğuna inanarak yaşadım ama fark ettim ki yavaşlamak bana iyi geliyor; stresim azalıyor. Ne var ki bu kez de içimdeki verimlilik sesi rahat vermiyor.

Not 46: Cihat zamanı dua emziklilere, hastalara, engellilere, savaşamayacak kadar yaşlılara, kurda-kuşa düşer. Cihat zamanı zafer için dua etmek, savaşabilecek durumdaki Müslümanlara düşmez.

Not 47: İslam ümmeti isimli bir topluluk yoktur. Yoktur ve silkinip kendimize gelmezsek bir daha da olmayacaktır. 2 milyar İslam âlemi, 7 milyonu Yahudi, 50-60 milyonu farklı dini kökenlerden olan Siyonist köpeklere karşı bir hareket geliştiremedi. Paramparça bir vaziyette, tel tel döküldü İslam ümmeti isimli kâğıttan kaplan.
Bu saatten sonra hiç olmazsa bu tel tel dökülüşün bazı olumlu sonuçlarını hayal edebilir miyiz, bununla teselli bulabilir miyiz, bilmiyorum. O olumlu sonuç, İslam ülkelerindeki emperyalist yancısı iktidarların, kukla liderlerin cora gitmesi, cehennemin dibini bulmasıdır.

Not 48: Gazze’de nasıl hareket edileceğinin kararını sadece Gazzeliler verir. Savaşa devam mı, hicret mi, ateşkes mi, başka bir şey mi? Bu saatten ve bu noktadan sonra Müslümanlar olarak elimize silahlarımızı alıp Siyonizm’e savaş ilan etmeyeceksek Gazze’de ne olacağı hakkında tek bir cümle kurmaya hakkımız yoktur. Gazze ehli, kendileri hakkında ne karar verirlerse versinler tek bir kelime etmeye hakkımız yoktur. Hele hele “Yahu siz ne güzel direniyorsunuz, diren Gazze” demeye hiç hakkımız yoktur.

Bunu şunun için söylüyorum. Gazze ehli, bizim onlardan bir şey umut edebileceğimiz bir topluluk değildir. Onlara ne yapmalarını gerektiğini söyleyemeyiz. Onlara akıl veremeyiz. Para, silah, asker, yiyecek, sağlık hizmeti veririz ve vermeliyiz. Ama akıl, asla. Gazze halkı yarın “Biz artık savaşmıyoruz” dese diyebileceğimiz ne var? Gazze halkı “Biz, bir kişi kalana kadar savaşmaya devam edeceğiz” dese diyebileceğimiz ne var?

Not 49: Gazze konusunda gayrimüslimler bizden daha samimidirler: Hem de ne samimiyet. Soykırımın ilk gününden beri Batı sokaklarında Gazze için haykırarak destan yazmaktadırlar. Vekili, bakanı, sözcüsü, lideri, başına ne geleceğinden bağımsız olarak Gazze lehine haykırmaktadır. Bizim İslam ülkelerinde ise durum öyle kötüdür ki… Bakınız Mısır’da Refah Sınır Kapısı’na değil başka ülkelerden gelen Müslümanlar, oralı olmayan Mısır vatandaşları yaklaştırılmıyor.

Ürdün Kralı olacak dingilin Trump karşısında nasıl da tasmalı bir esire dönüştüğünü gözlerimizle gördük. İran’ın, beslemesi Hizbullah’ı satması gözümüzün önünde oldu. Suudi Arabistan’ın tavrı ortada. Ve üstelik mesela Suudi Arabistan’da Gazze lehine cümle kurmanız tutuklanma gerekçesi. Filistin kefiyesi takmanız gözaltı sebebi. O yüzden Gazzeli babalar, analar artık “İslam dünyasına seslenmiyorum, gayrimüslimlere sesleniyorum. Bu savaşı durdurun” diyorlar ve biz, hiçbirimiz bu cümleden payımıza düşen utançla yüzleşmiyoruz.

Not 40: Gazze için yapabileceklerimizi yapmaya devam etmeli, Gazze hakkında konuşmayı sürdürmeliyiz. Bütün bu olumsuz tabloya, bütün bu çaresizliğe rağmen, Allah’a vereceğimiz hesabın ağırlığını azaltmayacağını bile bile boykota, eyleme, konuşmaya devam edeceğiz bir umut olarak. Hani Allah’ın vaadi olmasa bu zafere de inanası gelmiyor insanın mevcut tablo karşısında ama Allah’ın vaadi haktır. Geriye tek bir duamız kalsın: Ey muntakim olan Allah. Bizi intikamına memur eyle.

Not 41: İktidara selam durur görünürken dönüp bir oldubittiyle iktidarı da siyaseti de belirleyen bir yargı tipik bir sorundur. İktidarla ilişkiye de indirgenemeyecek bir sorun. Yargı her zaman kendi ideolojisini, özerk iktidarını ve davranışını yaratıp işleyen bir güç.
Asıl büyük hedefe odaklanırken araya takılan küçük kurbanları teferruat sayıp küçümsemek, kurunun yanında yaşın yanmasını normal görerek başlayan bir dikkatsizlik, özensizlik adaletin en büyük katili. Verilen haklı mücadelelerin kurunun yanında yaşları yakmayı haklılaştırdığı düşüncesi ne yazık ki bütün bu davalarda kraldan fazla kralcıların, yargı üzerinden kendi iktidarlarını kurmaya çalışanların önünü açıyor, telafisi imkânsız vahim yargı cinayetleriyle karşı karşıya bırakıyor.
Adalet kurunun yanında yaşı yakmanın değil, her şeye rağmen kuruları yaştan ayırmak için işleyen kılı kırk yaran bir hassasiyetin adıdır.
Y.Aktay/ Yenişafak