Çölde Bedevi misali..

Bedevinin birisi sıcak bir yaz günü devesinin üzerinde ıssız çöllerde yolculuk yapar. Yorgunluğu atmak için devesini kenara çekip dinlenmek ister. Biraz sonra uzaklardan kendisine doğru yürüyen bir adamı görür. Adamın hâli perişandır, ayakta duracak dermanı da yoktur. Adam hâlsiz ve güçsüz bir şekilde yaklaşır ve bedeviye “Ne olur biraz su. Uzun süredir yoldayım ve çok susadım.” diyerek serzenişte bulunur. Bedevi, adamın hâline bakar, acır ve merhamet eder. Bedevi hemen su kabını alıp o adama uzatır. Adam suyu kana kana içer, gözleri açılır, âdeta kendine gelir. Birkaç dakika geçmemiştir ki o yorgun adam beklenmedik bir hareketle bedeviye bir yumruk atar ve yere düşürür. Sonra da devenin üzerine atlayıp kaçmaya başlar. Bedevi neye uğradığını şaşırır. İyilik yaptığı adamdan kötülük görmüştür. Şaşkın bir vaziyette donup kalır. Ne yapacağını bilemeden yerden kalkıp hırsızın peşinden koşmaya başlar. Fakat hırsız deveyi koşturur ve uzaklaşır. Çaresiz kalan bedeviyse olanca gücüyle sesini duyurmaya çalışır.

Ve der ki; “Ey hırsız, tamam!.. Deveyi al git ama sakın bu olayı kimselere anlatma.” Bu sözleri duyan hırsız duraksar ve “Niçin kimseye anlatmayayım?” diye sorar. Bedevi ibretlik bir cevap verir; “Eğer sen bu hadiseyi insanlara anlatırsan, bu yaptığın yanlış hareket her yere yayılır. İnsanlarda iyilik yapma, yardım etme duyguları körelir. O zaman insanlar bir daha çölde ve yolda kalmış kimselere yardım etmek istemezler. Issız çöllerde yolculuk yapan, susuzluktan kıvranan bir yolcu görseler hiç ilgilenmezler. O yüzden kimseye anlatma.”

Hikâyede verilen mesaj sarsıcı ve düşündürücü…

Son söz: Esra Erol’ün ATV deki programı başta olmak üzere bu tarz içerik üreten tüm Tv ve dijital mecra yayınları kesinlikle kaldırılmalı ve bu programı yapan kişilere Tv ler kapılarını kapatmalıdır. Çünkü bu tarz yayın yapanların reyting için yapmayacakları hiçbir alçaklığın ve ahlaksızlığın sınırının kalmadığı artık net olarak anlaşılmıştır..

Atasözü: Kovayı taşıran son damla değil içindeki sudur.

Ustalardan: Doğruyu demek yiğitlikse ardından geleceklere dayanmak da yiğitlik... (KEMAL TAHİR / Bozkırdaki Çekirdek)

Tadımlık: Sorardım sırrını hiç düşünmeden:

'Bu fani gönlümün sevinci neden?'

Beni günden güne meğer genç eden

Daima değişen maceralarmış!

F. N. Çamlıbel

Realite: bazen bu ülkenin entelijansiyasının bu ülkenin en cahil kesimi olduğunu düşünüyorum. Göç olgusundan habersiz, dindarların kaygılarına kapalı, Kürtlerin derdini bilmez, Alevilerle temas etmemiş, yoksulu sadece dizilerde görmüş, kendi korunaklı gettosuna kapanmış garip bir tür.

Tatil olgusu: Sebepleri haklı mı haksız mı tartışılır fakat bu ilkbahar dönemi okullarda çok fazla tatil var. Özellikle bu sene ülkenin birçok yerinde kar tatili + 9 gün bayram tatili, üstüne 5 gün 23 Nisan tatili. Haftaya da 1 Mayıs perşembe tatil. Cuma ne olacak? Bu iş nereye gidiyor?

Not 1: Özlem, batmış ama aydınlığı hâlâ süren güneş gibidir. (ORUÇ ARUOBA / Uzak)

Not 2: Aldatma hikâyeleri, aile içi çarpık ilişkiler, şiddet, tecavüz ve cinayet çözümlemeleri…

Hiç kimse izlediğini kabul etmiyor ama reytingler de hiç düşmüyor!

İnsanların merak duygusu körükleniyor ve hanelerin en mahrem konuları ekranlarda irdeleniyor.

Her gün bu yayınlara maruz kalan fertlerin psikolojilerinde bakınız nasıl bir etki oluşuyor?

Bu yayınlar öncelikle ayna nöronları mahvediyor. Hastalıklı zihinler tetikleniyor ve aynısını veya gördüğü şeyin benzerini yapmak için harekete geçiyor.

Kiminle vakit geçiriyorsak biz de ona dönüşüyoruz. Bu yayınların toplumun yozlaşmasındaki etkisi çok büyük ve tartışılmaz. Kötü örnek göstererek kötülükten uzak tutma yöntemi yanlıştır. Kötü ancak kötüyü çağırır.

Toplumun gelişimini, huzurunu, mental ve ruhsal sağlığını aşağı çeken bu yayınlar, toplumun geneline dönük inancımızı da olumsuz yönde dönüştürüyor. Fark etmeden hepimiz aynı şeyi düşünmeye başlıyoruz. “Ahlaksızlık çok yayıldı ve herkes çok ahlaksız.” gibi bir algı oluşuyor.

Toplumun tamamı böyleymiş gibi bir düşünce biçimi gelişiyor. Halkımızın ahlak yapısı ve erdemlerine olan inancımız kırılıyor.

Anadolu halkının temizliği ve saflığı zan altında kalıyor. Kolektif hafızamız darbe görüyor. Bu ise telafisi çok zor olacak bir kayıp.

Not 3: Anadolu’da temel bir öğretidir; kötülük anlatılmaz ve yayılmaz. Bu demek değildir ki kötülüğü yapan kişi cezasız kalacak… ‘Kötü kişi’ en şedit biçimde cezalandırılır ve fakat toplum içinde hikâyesi dilden dile aktarılmaz. Aktaran kişi de hoş görülmez.

Ekrana yansıtılan bu saçma sapan tipleri “Anadolu irfanı” diyerek etiketleyen ve bu kötü örneklerin tamamının iktidar yanlısı olduğunu ima edip ortaya konan çirkin yaşantılara yönelik de “Hani marjinal bizdik?” diye manşet atarak particilik yapanları da kınıyorum.

Not 4: Aldatma hikâyeleri, aile içi çarpık ilişkiler, şiddet, tecavüz ve cinayet çözümlemeleri…

Hiç kimse izlediğini kabul etmiyor ama reytingler de hiç düşmüyor!

İnsanların merak duygusu körükleniyor ve hanelerin en mahrem konuları ekranlarda irdeleniyor.

Her gün bu yayınlara maruz kalan fertlerin psikolojilerinde bakınız nasıl bir etki oluşuyor?

Bu yayınlar öncelikle ayna nöronları mahvediyor. Hastalıklı zihinler tetikleniyor ve aynısını veya gördüğü şeyin benzerini yapmak için harekete geçiyor.

Not 5: Bir diğer tezadı ifade etmek isterim. Televizyon kanallarından savunma isteseniz bu programların çok izlendiğini, halkın tercih ettiğini ve o nedenle kaldırmak istemediklerini ifade ederler. İşte tam da bu nedenle kaldırılmalı. Çünkü çok fazla izleniyor ve reyting rekorları kırıyorlar. Her gün bir “kötü hikâye” gündem oluyor. Bu kadar kötülüğü toplum bünyemiz hazmedemez.

Toplumu bu şekilde zehirleyemeyiz. Topluma “iyi ve güzele dair her şeyi” en cazip şekilde sunacak program formatları üretilmeli ve bu kötü gidişe bir son verilmeli.

‘Aile Yılı’nda yapılacak en güzel iş; aileyi, toplum değerlerini, erdemleri zehirleyen bu gidişatı durdurmak ve süreci kaliteli yayınlarla tersine çevirmek olacaktır.

Not 6: Sağlık olsun,

Bir de gönül dolusu huzur,

Gerisi yalan dünya..

Not 7: Batı’da deprem, Doğu’da deprem uzmanları; Batı’da futbol, Doğu’da hakemler; Batı’da içerik, Doğu’da şekil; Batı’da sistem, Doğu’dan kişiler konuşulur. Batı’da işe odaklanılır, işini yapanlar el üstünde tutulur; Doğu’dan işi kimin yaptığıyla ilgilenilir, işini bilenler alkışlanır.