Bayram gelmiş neyime!

Kadir Gecesini idrak ettikten sonra sırada –nasıl bir moral ile kutlayacaksak- bir Ramazan Bayramı var.

Şimdiden kutlu olsun…

Gönlümüzden bayram için o kadar güzel şeyler geçiyordu ki, her şey bir anda altüst oldu. Bir yandan çocukluğumuzdaki bayramların neşesini ve izlerini, bir yandan insülin direncimizin şeker ve tatlı ile yaptığı kavganın nasıl sonuçlanacağını tartışıp duruyoruz.

Pek çok insanın aldıkları maaşların fiyat artışları karşısında eriyip gittiğini, sadece beslenme kaygısı içinde olanların bayramı falan düşünmediğini görüyoruz. Çünkü bayram demek çocuklar için yeni kıyafet ve ayakkabı almak, anne baba ile "bayramlık" alışverişi yapılan pazarlara gitmek, dükkânlara girip çıkmak, bayram sabahı yeni kıyafetler giyerek namaza gitmek, bayram için özene bezene hazırlanmış kahvaltı sofralarında buluşmak, yakın akraba, komşu, dost ile bayramlaşmak, kapısı çalınan evlerden şeker, mendil hatta bayram parası alarak harçlıkları biriktirmek, bayram yerlerinde eğlencede zamanın nasıl geçtiğinin unutarak azar işitmek demekti.

Anılar yerinde dursa da, günün koşulları artık bu anlatılanlara uymuyor.

Bayram günleri sokaklar, meydanlar, dükkânlar, kahveler daha bir temiz olur, kapılarına bayrak asanlar, iskemleye oturup gelen geçenle bayramlaşanlar ile dolardı.

Şimdi devir değişti.

Bayram tatili, evde oturup bayram kutlamaktan ziyade, parası olanlar için yurt dışı turlara gitmek, ya da yurt içinde bol yemek çeşidi olan termal tesislere kaçmak, aylar önce yapılan rezervasyonları değerlendirmek, yazlığı olanlar için birkaç gün yaşanılan yerden kaçmak, evi kapatmak olarak görülüyor.

Bayramlar ise bir yere gitmen veya gidemeyen, evlerinde oturanlara kaldı.

Genellikle "işim var anne, uğrarız baba" diyerek ha bire erteledikleri ziyaretler için bayramlarda çocuklarının yollarını gözleyenler var. Yatılı misafir gelen aileler ise ekmeğini paylaşmaya, uzun süredir görüşmedikleri akrabaları ile mutlu olmak için ortam yaratmaya çalışanlar var. Galiba en güzel bayramı onlar yaşıyorlar…

Gelin, hiç olmazsa bayramda sulh yapıp, bayramı bayram gibi yaşayalım. Bize yakışan örf ve anneannelerimize uygun kutlayalım.

Görüşemediğimiz, belki de bir daha görüşemeyeceğimiz konu komşu ve akrabalara, arkadaşlara ulaşalım. Darda olanlara elimizden geldiğince sahip çıkalım. Hastalara şifa dileyelim.

Belki birkaç gün de olsa üstümüzdeki kara bulutları dağıtıp güneşi görmeyi, mutlu olmayı deneyelim.

Herkesin hesabının kendine olması ve kurtlar sofrası:

Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk soruşturması nedeniyle tutuklanmasının ardından, Cumhuriyet Halk Partisi’nde âdeta bir maskeli balo yaşanıyor. Görünüşte herkes Ekrem İmamoğlu’nu desteklediğini söylerken perde arkasında maskelerin ardında kıyasıya bir siyasi rekabetin sürdüğü açıkça görülüyor. Zira İmamoğlu’ndan boşalan alanı doldurmak üzere, CHP içerisindeki birbiriyle rekabet hâlinde hatta düşmanlık içinde olan tüm klikler harekete geçmiş durumda.

Öncelikle Özgür Özel’den başlayalım. İmamoğlu’nun gözaltına alındığı ilk günden itibaren Özgür Özel, radikal çıkışlarla kitleleri provoke etmeye, sokağa dökmeye çalışarak kendisini bir lider olarak kanıtlamaya uğraşıyor. Bütün bu olup bitenlerin ardında, Özel’in kitlelerin enerjisini kullanarak kendi genel başkanlığını sağlamlaştırma ve liderliğini pekiştirme çabası olduğu söylenebilir.

Diğer yandan, Ekrem İmamoğlu tarafından sırtından hançerlendiğini düşünen Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu süreçten memnuniyet duyduğu ve yeniden CHP Genel Başkanı olma yolunun açıldığını düşündüğü de ifade edilebilir. Nitekim Kılıçdaroğlu ve yakın çevresi, son CHP kurultayında İmamoğlu ve ekibinin İBB kaynaklarını kullanarak partiyi dizayn ettiğini ve delegelerin oylarını satın aldığını defaatle dile getirmişti. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu, ana siyasi rakibi olarak gördüğü İmamoğlu’nun siyasetten tasfiye edilmesini olumlu karşılıyor.

Üçüncü olarak Mansur Yavaş’ın da gelişmelerden memnun olduğu açık. Tıpkı Kılıçdaroğlu gibi, o da İmamoğlu’nun kendisini oldubittiyle cumhurbaşkanı adayı olarak dayatmaya çalıştığını ve bu süreçte siyasi bir kumpas kurduğunu düşünüyordu. Bu yüzden, ön seçim veya temayül yoklaması gibi süreçleri birer tiyatro olarak gördüğünden katılmayacağını açıklamıştı. Zira kendisi de hileli zarlarla oynanan bir oyunda kazanmasının mümkün olmadığını gayet iyi biliyordu.

Elbette tüm aktörler, kamuoyu önünde siyasi nezaket gereği İmamoğlu’nu desteklediklerini beyan ediyorlar. Ancak perde arkasında, ilk günden itibaren herkesin siyasi hesaplarını İmamoğlu sonrası döneme göre yaptığı ve bu krizden daha da güçlenerek çıkmak için stratejik adımlar attığı görülüyor. Kitleler sokaklarda şiddet eylemlerine yönlendirilirken, gençlerin enerjisi siyasi amaçlarla istismar edilirken CHP içindeki klikler arasındaki iktidar mücadelesi maskelerin ardında tüm hızıyla sürüyor.

Boykot:

Hayatın hemen her alanında onlar var! Ekranlarda onlar var; reklamlarla taciz ediyorlar, dizi ve film sponsorluklarıyla taciz ediyorlar, sosyal sorumluluk projeleriyle kafakola alıyorlar. İndirim kampanyalarıyla alım gücü zayıflamış vatandaşın kafasını çeliyorlar. Ne olduğu belli olmayan katkılarla haz peşindeki bilinçsiz tüketicinin aklını başından alıyorlar.

Neticede bizim ülkemizde bizim değerlerimize söve söve palazlanıyor, semiriyorlar.

Yalan söylüyorlar; birlikte olduğumuzu iddia ediyorlar, yerli üretim yalanının arkasına sığınıyorlar, insani kavramları kullanarak vicdanları ajite ediyorlar, sağlık ve lezzet gibi kavramların masumiyetine sığınıyorlar. Güven telkin eden doktor önlüklerinin içine saklanıyorlar. Kapıdan kovuyorsunuz; bacadan giriyorlar. Özetle, Türk milletini zehirlemek için bin bir takla atıyorlar. Kardeşlerimizin kanı üzerinden servetlerine servet katıyorlar.

Her yerdeler!

Satın alırken ve tüketirken dikkatli olmanız gereken hangi ürünler var?

Hamburgerler var, gazlı içecekler var, pizzalar var, kişisel bakım ürünleri var… Başka? Deterjanlar, bebek bezleri, bebek mamaları, kahve çeşitleri, şişe su çeşitleri, diyet ürünler, tahıllar, gevrekler, şekerlemeler, çikolatalar, sallama çaylar, sözde paketli gıda boyalı paket çaylar, süt ürünleri, pastörize süt çeşitleri, tıbbi gıdalar, atıştırmalıklar, donuk gıdalar, hayvan mamaları… Liste uzayıp gidiyor.

Sözde temizlik ürünlerinden gazlı içeceklere, kanlı kahvelerden gıda boyalı çaylara, zehirli çikolatalardan GDO’lu hamburgerlere, hormonlu mamalardan domuz takviyeli donuk gıdalara kadar geniş bir yelpazede boykot listesiyle karşı karşıyayız.

Bu gerçekten yola çıkarak siyonizmi destekleyen kim varsa, hangi marka bulunuyorsa benim boykot listemde yer alıyor. Katliamlara gizli veya açıktan destek veren kim varsa bizim için satın alınması ve kullanılması helal değildir!

Tavassut:

Siyasetin kanımıza girdiği, damarlarımızda gezdiği şu dönemde menfaate dayalı politika izlendiği için kimse kimsenin umurunda değil. Şahsi beklentilerin memleket beklentilerinin önüne geçtiği şu çağda ne yazık ki proje ve fikir bazında hiçbir şey gündemde kalmıyor ve değer bulmuyor. Herkes katı ve saplantılı ideolojik tavırlarla tercihte bulunuyor. Toplumun kırılan fay hatları bundan sonra kolay kolay düzelmeyecek gibi görünüyor.

Nasıl bugünlere geldik, bu sorunu kime fatura etmemiz gerekiyor, nasıl çıkacağız bu karmaşadan? Bir iki nesil geçtikten sonra düzelebilir mi? Siyasetin ülke yönetme ve idari yapıyı düzenleme fonksiyonunun dışında gücü elinde bulunduranların hizmetine girmesi sanırım temel sorunumuz.

Siyaset ne yazık ki bu ülkede meslek haline gelmiş, bazı insanları ve zümreler imtiyazlı hâle getirmiştir. Siyasetin ve bürokrasinin uyuşamadığı ve anlaşamadığı bugün bir başka sorun da çoğumuzun konuşamadığı durum olan ticaretin siyasete etkisidir. Ticaret erbabının siyasete tesiri ve siyasi mercileri ele geçirmiş olması hiç de sağlıklı değildir. Herkes kendi adamının arkasında durunca onun yanlışını görmüyor, diğerini yok etmek için çabalıyor.

Siyaset sahnesi savaş alanına dönüyor. Oysa memleket için fikir sahiplerinin istişareler yapması bekleniyor ama öyle olmuyor. Çünkü siyasette fikir değil, başka şeyler devreye giriyor; fikir sahipleri değil, maddi gücü olanlar dinleniyor. Evet, bugün hangi parti olursa olsun siyasi figürler ve tipler yıllardır değişmiyor. Fanatizme dönüşen, nefreti besleyen bu rekabet, toplumu geriyor, insanımızın psikolojisini bozuyor. Kimse kimseye saygı duymuyor. Dilimiz kirli, bakışımız sakat, vicdanımız zayıf, merhamet duygumuz yok. Tüm bunlardan sonra ortaya adaletsizlik çıkıyor. Kim âdil davranacak? Maalesef tablo bu. Temiz toplum için âdil yöneticiler, âdil yöneticileri atayacak âdil otorite sahipleri gerekiyor.

Süt bozuksa kaymak da bozuktur. Siyasiler, yöneticiler bu toplumun üst tabakasıdır. Tıpkı kaymak gibidir. Toplum bozulmuşsa ve herkes kendi çıkarı doğrultusunda hareket ederse siyasiler burada daha iyi at oynatır, oynatıyor da. Siyasetin ahlakî normlara göre şekillenmesi kaçınılmazdır. Siyaset kapısı memurlar dâhil fikri olan herkese açılmalıdır.

Temiz toplumdan bahsetmek, temiz bireylerle mümkündür. Tavassutun olduğu yerde kimse kendisi olamaz. Kimse kendi hakkıyla bir mevkie gelemez. Herkesin birine minnet duyduğu, borçlu olduğu yerde özgür irade olmaz. Burada âdil insanlar olmaz. Eğitimli insanlar siner, çekilir; cahil insanlar ortaya çıkar. İmkânlar da cahillerin eline geçmişse vay hâlimize!

Temiz toplum, eğitimli bireyler, minnetsiz şahsiyetler, iradeli ve âdil yöneticilerle inşa edilebilir. Kulun, kula kulluk etmediği, inancı ve ahlakıyla hareket ettiği bir yerde temiz toplumdan bahsedebiliriz. Aksi hâlde birbirimizi dövmeye devam edeceğiz.

Son söz: İsteklerden arınmış ruh gizleneni görür, hep isteyen ruh yalnızca istediğini görür. LAO Zİ

Peygamberimizden: Üç sınıf insan vardır ki, Allahu Teâlâ kıyamet gününde onlara iltifat buyurmaz, onları tezkiye etmez, korumaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onlar için can yakıcı bir azap vardır. Bir: Zina eden ihtiyar. İki: Yalancı emir. Üç: Kibirli fakir.” (Hadis)

Hakikat: Piyasalar sizin maddi olarak dayanabileceğinizden daha uzun süre irrasyonel kalabilir.

- John Maynard Keynes

Aforizma: Cehaletin zincirleri köleliğin zincirlerinden çok daha ağırdır.

- Simon Bolivar "El Libertador"

Kulağa küpe: Syngman Rhee… Syngman Rhee savaş sonrası Güney Kore'nin tek hâkimi gibi hareket etmeye başladı.

Nitekim Rhee'nin bu tavrı, "devlet benim" sözüyle ünlenen Fransa Kralı XIV. Louis'e benzetilmesine yol açtı.

Rhee'nin tutumuna paralel olarak iktidara yönelik rahatsızlıklar da giderek artıyordu.

Öyle ki, Kore Savaşı'nın sona ermesinden hemen sonra Güney Kore'nin önde gelen askeri yöneticilerinin ve makam sahibi memurlarının birçoğu, Rhee'yi diktatörlük kurmaya çalıştığı gerekçesiyle eleştirmeye başlamışlardı.

Bu dönemde Rhee'ye karşı bir ayaklanma başlaması an meselesi olarak görülüyordu.

Rhee ise kendisi aleyhindeki bu hareketlere karşı baskıyı daha da arttırarak karşılık veriyordu.

İlk olarak hükümetteki iki bakanı azleden Rhee, ardından orduda sözde "temizlik" hareketine girişerek, üç yüksek rütbeli subayı "ihanet" suçu işledikleri iddiasıyla tutuklatırken, son olarak iki gazete sahibi ve polis teşkilatının yöneticilerinden bazılarını da hapsettirdi.

Rhee, baskıcı politikalarını 1954 seçimleri öncesinde de uygulamaya koymuştu.

Kore Savaşı'nın ardından gerçekleştirilecek ilk seçimin arifesinde harekete geçen Rhee, yayınladığı kararnameyle polis kuvvetlerini seferber ederek ülke genelinde üç günlük sıkıyönetim ilan etti.

Syngman Rhee'nin sonu da acı oldu.

İlk seçildiğinde arkasına aldığı halk desteğinin tamamını kaybetti ve sonunda iktidardan gitti.

- Frédéric Bastiat

Not 1: Kepçe ve vinç operatörlerinin üniversite mezunlarının (belki tıp hariç) neredeyse tamamından fazla para kazandığı bir ülkede enflasyon yapısaldır. Sadece faiz artırarak düşmez.

Not 2: Belki bu nokta sadece benim dikkatimi çekiyor ama muhalefet parlamenter sisteme geri dönüşü artık hiç konuşmuyor bile. Ana amaç gücü elde etmek oldu gibi geliyor bana. Bu yetkilerin bir kısmını bile devretmek kimse için çekici değil artık. Çok ilginç bir noktaya evrildik.

Not 3: Ben yine net bir gözlemimi paylaşayım. Bugünkü konjonktürde muhalefetin ceketini aday gösterse açık ara seçimi alması lazım. Neden tek bir kişiye bu kadar bağımlı durumdalar? Bunu analiz edebilecek yetenekleri var mı sizce? Belki de Türk Milleti lider odaklıdır, muhalefetten kaynaklı değil.

Not 4: Diploma tutmasa Patrona Halil isyanını başlattı diye, o da olmasa Hazreti Osman suikastına karıştığı gerekçesiyle devre dışı bırakacaklardı adamı. İsteyen bir şekilde buluyor gerekçesini. Yeter ki canı gönülden iste.

Not 5: 25 yıldır ülkeyi yöneten bir parti var. Adamın biri çıkıyor, en büyük ilde o partinin adayını iki defa yeniyor ve genel seçimde o partinin en büyük rakibi oluyor. Tam bu sırada "hukuk" devreye giriyor ve "diploma sahte" deyip bu en büyük rakibi devre dışı bırakıyor. Ne hikaye be!

Not 6: İstanbul gibi büyük bir şehrin ‘belediye başkanının’ gözaltına alınması basit ve sıradan bir olay değil. Darbe ve olağanüstü dönemlerin dışında örneklerine de pek rastlanmaz. 28 Şubat sürecinin olağanüstü ikliminde Erdoğan görevden uzaklaştırıldı ve hapishaneye yollandı. Ve fakat bir mahkeme kararı vardı. Yargıtay’ın da onadığı… İnfazı için Pınarhisar’a gitti. İmamoğlu’nun durumu Erdoğan’la kıyaslanamaz. Gözaltına alınan tek İmamoğlu da değil.

İstanbul Emniyeti’ne otobüsler yetmedi. Şehirler arası firmalardan yardım ve destek aldıkları haberlere yansıdı. Onlarca isim gözaltında… Aralarında belediye bürokratları da var, iş adamları ve gazeteciler de… Aslında ülkenin görmeye alışık olduğu kalabalık ve büyük dalgalardan biri… Daha geçenlerde bir dönerci operasyona hedef oldu, yüzlerce kişi sabah evlerinden alındı. Görünmeyen, yaşanmayan bir şey değil.

Not 7: Yaşam, özgürlük ve mülkiyet, insanlar yasalar yaptığı için var olmaz. Aksine, yaşamın, özgürlüğün ve mülkiyetin önceden var olması, insanların ilk başta yasalar yapmasına neden olmuştur.

- Frédéric Bastiat

Not 8: Bizde profesör derler kitap yüklü merkebe..

Not 9: Kanal İstanbul belki 100 sene, belki 200 senelik bir proje. Ekrem İmamoğlu da buna engeldi. Kendisini bu kanal konusunda ikna edemediler. Yalnız. Hayır ama. Gerçekte onu ikna etmek istemediler. Bu adamların ikna edemeyeceği kimse yok çünkü. İmamoğlu'nun yerine gelecek kayyum bu kanala çok geçmeden başlayacaktır. Yeni dünya düzeni İstanbul'dan başlamalıydı çünkü.

Not 10: Ksenophanes tanrıların doğduğunu söyleyenlerin onların öldüğünü söyleyenler kadar dinsizlik yaptığını, zira sonuç olarak iki durumda da tanrıların olmadığı bir dönemin bulunduğunu söyleyip dururdu.

Bir Veya Tanrı Üzerine, Ksenophanes

Not 11: Ksenophanes de Homeros ile Hesiodos’u eleştirirken şöyle der:

“Homeros ile Hesiodos yakıştırdı tanrılara her şeyi insanlar arasında utanca neden olan ve yasaklanan: Çalmak, zina etmek ve birbirini kandırmak.”

Not 12: Etiyopyalılar <tanrıların> basık burunlu ve kara derili olduğunu <söylüyor> Thrake’liler ise mavi gözlü ve kızıl saçlı olduğunu. Ancak öküzlerin <atların> ve aslanların elleri olsaydı veya elleriyle resim çizip insanlar gibi eserler yaratabilselerdi, atlar at, öküzler öküz şeklinde tanrılar çizerlerdi, kendilerininkine benzeyen bedenler yaparlardı. Her biri kendine has bedensel yapıya sahip olduğundan.

Not 13: Her şey topraktan gelir ve toprakta son bulur.

Not 14: Nasip olmayan her şeyden mahrum değil de muhafaza edildiğine iman edince kalbinize olan eziyetiniz de bitiyor...

Not 15: ABD medyasını takip edenler farkındadır.

Obeziteyi insanların kişisel suçuymuş gibi gösteren yayınlar, Biden'ın gidip Trump'ın gelmesiyle bıçak gibi kesildi.

Nihayet obezitenin bir halk sağlığı sorunu olduğu konuşulmaya başlandı.

Bakalım, Türkiye'yi de küçük Amerika gibi değerlendirmeyi pek seven bizim TV sağlıkçıları yeni duruma ayak uyduracaklar mı? ***Biz de aynı sınırdayız...

"Sağlıklı yaşam" yavelikleri yerine halk sağlığı perspektifine geri dönmezsek; ne yiyoruz, ne içiyoruz, nasıl yaşıyoruz konusuna en baştan odaklanmazsak, toparlanmak için çok geç kalacağız.

Tabii sistem kendisinin suçlarının dile getirilmesinden hiç hoşlanmaz, tek tek insanların "sağlıklı yaşam hataları"nın konuşulmasına devam edilmesini ister ama özellikle medya olarak bu engeli aşmayı başarmalıyız.

Not 16: Her şeye üzülen ama hiçbir şey ile ilgilenmeyen şuursuzluk almış başını gidiyor. Herkes cennete gitmek istiyor, kimse ölmek istemiyor bizim toplumda. Birlikte, beraberce düşünme yetimizi kaybettik. Ortak bir anlam ancak karşılıklı çabalar ile, emek sarf edilerek üretilir.

Not 17: Üzülüyorum…

Toplum olarak çözülmesi gereken yığınla problemlerimiz, sorunlarımız var bizim. Çözülmesin diye, çözmemek için çok enerji sarf ediyoruz. Çözmek için kimse elini taşın altına koyma cesareti göstermiyor.

Not 18: Sosyal medyada ve televizyon programlarında insanların tutumlarını, söylemlerini görüp dinleyince herkesin hâkimliğe soyunduğu, kendi kendine hüküm verip infaz ettiği bir cinnet halinin yaşandığını görüyorum. Tavırlar, feodal kabile kültürünün bu yüzyıldaki izdüşümü gibi. Saygıyı güçle elde etme nobranlığını maharet sayan yüzlerce insan formu. Tek dertleri var, BANA BENZE… Bana oy ver beni iktidarda tut ya da iktidar yap..

Not 19: Allah, Tanrı, Huda, Rab yardımcımız olsun. Allah, Atatürk, Amerika derdi bir hocamız.. Baba Oğul Kutsal Ruh üçlemesi, teslis..

Not 20: İran mı olacağız, Suudi Arabistan mı olacağız, Afganistan mı, Pakistan mı olacağız derken Kuzey Kore olduk.

Not 21: Bence devleti ve otoriteyi bu kadar tanrısallaştıran bir toplum için bu kadar özgürlük bile fazla. Direkt yat komutuyla herkes yatmalı, kalk komutuyla herkes kalkmalı. Gün içerisinde de valinin komutasında mıntıka temizliği yapılmalı.

Not 22: Rasulullah: "Allah 'dünyada bir Mümin kulumun sevdiğini alırsam o da bu musibetin sevabını sabır ve teslimiyetle benden beklerse, onun mükâfatı ancak cennettir' buyurdu.

Not 23: 3 günde TCMB 26 milyar $ satmış. Bence bu da yetmeyecek. Pazartesi veya salı günü Merkez Bankası acil PPK ile faizi %50'ye çıkarması gerekebilir. 2 yıllık tahvil %45'e fırladı.

Not 24: Bence bu hafta faiz %50-55 bandına çıkacak ve en erken eylüle kadar herkes faiz indirimini aklından silsin. TCMB daha fazla rezerv yakmaya tahammül edemez. Büyüme sıfır civarına düşecek ve işsizlik artacak. Kaçınılmaz.

Not 25: Şu anda 2 yıllık tahvili %46 görüyorum. Bu düşmedikçe faiz artışı kaçınılmaz. Er veya geç.

Not 26: İş adamları, siyasetçi, bürokrat, yargı dörtlemi kurulmuş. Milletin iflah olması mümkün değil. Tuz çürümüş. Çürüme kurumsal. Sizin benim dürüst olmamın hiçbir ehemmiyeti kalmadı.

Not 27: Çok fazla açıklanamayan mal var para var Ekrem Başkanın dosyasında. Umarım açıklama getirir, yoksa sadece kendini değil milletin ümitlerini de bitirir. Genç kalmaz ülkede kaçar gider. Muhalefet de iktidar gibiyse siyasetle uğraşmanın ne anlamı var, der gider. Zaten gidiyor daha da hızlanır.

Biraz deşilse muhtemelen tüm zenginlik Beylikdüzü belediye başkanlığından sonra olmuştur. 3 kuşak falan hikaye.

Bu söyleniyor baştan beri ama yine de İstanbul'da seçildi, ülkede de karşılığı var. Reisin de karşılığı var. Ama muhalif genç kitle affetmez bu şeyler doğruysa..

İddiaya göre danışmanı Murat Ongun’un Beykoz’da 60 milyonluk villası var. Varın gerisini siz düşünün. Ben 25 yıldır çalışıyorum 60 milyonu bırakın 6 milyonluk evim yok.

Not 28: Başka birine yapabileceğiniz en acımasız şeylerden biri, onları gerçekten olduğundan daha fazla önemsiyormuş gibi yapmaktır. (D. COUPLAND / Hey Nostradamus)

Not 29: İBB'nin açıklamasındaki haklı nokta;

"Biz de bir sürü dosya verdik. Onlar ne oldu?"

Doğru!

Bu işin AKP-CHP ayrımı olmamalı.

Eski dosyalar da incelenmeli ve SUÇU olan CEZALANDIRILMALI!

Not 29: Türkiye'de en çok istismara uğrayan beş şey:

1] Din

2] Vatan

3] Bayrak

4] Atatürk

5] George Orwell

Not 30: Enflasyon tırmanmış, işsizlik rekor seviyelere ulaşmış, 30 yıl önceki diplomalar iptal ediliyor, belediyelere el konuluyor, hukuk paspas ediliyor, ülke bir kovboy kasabasına dönmüş, herkes birbirine ateş ediyor, o sırada Banu Avar:

"Kürtler nefes alıyor, yetişin, izin vermeyin!"

Not 31: Adamların tüm belediyelerine el koyuyorlar, hâlâ lafı dolandırıyor CHP yönetimi. Ya tüm milletvekillerinle, tüm belediye başkanlarınla istifa edip net bir tavır alırsın, ya da sesini kesip oturursun. Bıktık şu korkak, mıymıntı, ne istediği belirsiz tiplerden.

Not 32: Melih Gökçek'in oğlu, yolsuzlukla mücadeleyi anlatıyor. Fıkra bu kadar.

Not 33: Az sonra buluşacağız güzelim...

Bir yıl sonra...

Bilemedin iki yıl...

Bir nesil sonra...

(MAHMUD DERVİŞ / Biz Kaybettik, Aşk da Kazanmadı)

Not 34: ABD'de 2 yıllık tahvil %4, TR'de 2 yıllık tahvil %40. FED %4,33 ve TCMB %42,5 ile piyasaya para veriyor. Tahvil faizleri bu seviyede kaldıkça ne Türkiye’de ne de ABD'de görünür gelecekte faiz inemez. Geçmiş olsun diyorum.

Not 35: Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum fakat belediye başkanlarının yan işi genelde müteahhitlik. İşletme mezunu birisinin inşaat şirketi olması bir tek bana mı garip geliyor? Bu ülkede hiç mesleği doktor, kimyacı veya bilgisayar mühendisi olan bir belediye başkanı var mı acaba?

Not 36: “Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir.” (Hadis-i Şerif)

Not 37: Doları baskılamak, kuru dengelemek için bugün bir miktar döviz satacaklar ama bu yeterli olmayacak. Bu da aslında bir proje. Uzun zamandır zaten sabit tutuyorlardı. Artırmak için bir olay gerekiyordu. Kaos içinde şu an kimse doları konuşmayacak. Onun fiyatı kısa süre içerisinde 40 TL.

Not 38: Ekrem İmamoğlu, düşmanı kendi içlerinde aramalı. Her şey danışıklı dövüş. Özgür Özel, her şeyi biliyordu. Herkes şu an poker face. CHP’nin kendi içinde karışıklıklar var. Zaten Ekrem İmamoğlu’nu şikayet edenler CHP’nin içinden. Pazartesi İmamoğlu serbest kalmayacak. Muhtemelen İstanbul’a kayyum atanır.

Not 39: Cübbeli'nin damadının abilerinin mal varlıklarına el konulmuş. Şimdi bu devletinin sahiplerinin bir tarzı var. Adam kullanırlar, işleri bitince de onu bir suça bulaştırıp halkın önüne atarlar, sonra da operasyon yaparlar. Devletle bir alakam yok, garip bir dervişim ama herkesten daha iyi devleti biliyorum. Bu da ilginç. O da ilginç. Ben de normal değilim.

Not 40: ÖZGÜR ÖZEL aday olunca, halkın düşüncesi şöyle olacak yine;

"Ekonomi berbat yigenim! Tayyip de çok kötü yönetiyor emmeee, bu Özgür Özel de çok sıkıntılı birisi. En azından Tayyip bildik adam! Ya gelen, gideni aratırsa? Biz bildiğimize oy verehhhhh!"

2023’te böyle oldu.